28 Ekim 2023 Cumartesi

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (1)

İslam ansiklopedisinin İslamcılık maddesinde İslamcılık;

"XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan dinî-siyasî ideoloji."

"XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle II. Abdülhamid döneminde Müslümanlar arasında birlik sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçlayan siyaset için kullanılan tabir." 

"Farklı unsurları Osmanlı kimliğinde birleştirmeyi amaçlayan siyasî düşünce." şeklinde tanımlanmış. 

Bu tanımlardan, İslamcılığı 2.Abdülhamit dönemine kadar götürebiliriz.

O günün İslamcılığıyla, bünyesinde çok ulusu barındıran Osmanlının, İttihadı İslam adı altında Müslüman birliğini sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Bunu da başaramamıştır.

İslamcılığın öncüleri arasında Mevdudi, Seyyit Kutup, Hasan el Benna, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Cemalettin Afgani vb. kişileri saymak mümkün. 

Çıkış noktası Müslüman birliği olsa da İslamcılık dendiği zaman devlet yönetiminin İslami hükümlere göre olması gerektiğini savunan görüş dense yanlış olmaz. Buna siyasal İslam da denebilir.

İslam toplumlarında dini hassasiyeti yüksek çoğu kimse; geri kalmışlığın, adaletsizlik vb. durumların, ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunların temelinde, İslam’ı yaşamadığımızın yattığı, İslam şeriatı yürürlükte olsa bu sıkıntıların olmayacağı kanaati yaygın. Kısaca dindar ve mütedeyyin insanlar arasında İslami devlet hayal, ideal ve özlem az veya çok hep var. 

Böylelerine İslami hükümetin uygulandığı bir dönem var mı dediğinde, dört halife ve sahabe dönemini örnek gösterirler. Bir de Emeviler zamanında kısa süre halifelik yapmış Ömer b. Abdülaziz dönemini sayarlar. Osmanlı'yı saymayı da ihmal etmezler. Hele Osmanlı, dünyaya adaletten başka bir şey dağıtmamış derler. Başka da yok. 

Yazımı sağa sola çekmeden Müslümanların devlet olma, yönetimin İslam ahkamına göre şekillenmesi gerektiği serüvenine bir göz atalım:

Dört halife dönemini ele alalım. Hz Ebu Bekir iç isyanlarla uğraşmış, diğer üç halife şehit edilmiş. Hz Osman'ın şehadetinden sonra Müslümanlar arasında iç savaş çıkmış. Cemel, Sıffin, Haricilerle Hz Ali'nin mücadelesi, Hz Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi, Emevi ve Abbasilerin Hz Ali ailesi ile uğraşması, Hz. Ali soyundan gelenlerin isyanları, İslam dünyasının Şii ve Sünni şeklinde bölünmesi... Bu mücadelelerde hep Müslüman kanı akmış. Müslümanlar birbirlerini öldürmüştür. 

Osmanlı, İslami bir devlet olmamasına rağmen bir kesim, Osmanlının 6 asır adalet dağıttığına inanır. Osmanlının yıkılma sebebini de dünyayı sömürmemesine bağlar. Osmanlının ne kadar adalet dağıttığı savı da üzerinde konuşulmaya değer. Ayrıca Osmanlının yıkılmasının temelinde çağı okuyamaması ve çağa uygun hareket edememesinin yattığını unutmamak lazım. (Devam edecek) 

26 Ekim 2023 Perşembe

Hamas Kime Hizmet Ediyor?

İsrail-Filistin arasında bir savaş yok. 

Bir devletin; köşeye sıkıştırılmış, yıllardır yokluğa terk edilmiş, ablukaya alınmış bir milletin yok edilmesi olayı var.

Çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden tüm sivillerin üzerine günlerdir bomba yağdırılıyor.

Hastane, kilise, camiler bombalanıyor. 

Dile kolay, 19 günde 350 km karelik Gazze’ye 12 bin ton bomba yağdırılmış.

Kullanımı yasak fosfor bombası kullanıldığı söyleniyor.

Bu orantısız saldırılar karşısında dünya sessiz, 

İslam dünyası hem sessiz hem çaresiz, 

Hep aciz hep silik siyaset izleyen Araplar bildiğiniz gibi.

Batı ise her zamanki çifte standardını oynuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı gündemden düştüğü için Rusya hiç olmadığı kadar memnun.

ABD'yi söylemeye gerek yok. İsrail'e arkandayım. Destekse destek diyerek yangına körükle gidiyor.

Dünya her zamanki sessizliğine bürünüp ABD de sonsuz destek verince, İsrail de Gazze'yi yok etmek, taş üstünde taş bırakmamak, bu sefer bu işi kökten çözmek için elinden geleni ardına koymuyor.

İsrail'in uyguladığı bu orantısız teröre tepki gösteren, Filistinlilerin mağdur olduğunu ifade eden, Filistinlilere destek açıklaması yapan kim varsa, adeta yokluğa terk ediliyor. Futbolcu ise kadro dışı veya sözleşmesi feshediliyor. Müzisyen ise programları iptal ediliyor. Sosyal medya üzerinden İsrail aleyhine yazılan yazılar ve videolar kaldırılıyor. 

Hasılı ateşkese yanaşmayan İsrail, Arzımevud projesini bir adım daha ileriye taşımak için yoluna devam ediyor. Yani İsrail ne yaptığını biliyor. Ne yaptığını bilmeyen kesim ise İslam dünyası.

Türkiye de ne yaptığını bilmeyenlerden. Bu problemin başında taraflara suhulet telkin ederek bir denge siyaseti güderken yapılan son konuşmayla denge siyasetini terk etti.

Türkiye halkı adet olduğu üzere İsrail ürünlerine boykot yapmakla meşgul. Bu tür boykotların işe yaramadığını hatta reklamın kötüsü olmaz sadedinde onların ürünlerinin reklamının yapıldığını maalesef göz ardı ediyoruz.

7 Ekimde İsrail içlerine girerek 200 kadar rehineyi alarak kayıplara karışan Hamas, arkası gelmeyecek, İsrail ile başa baş bir savaş yapamayacak bu tek taraflı savaşı niçin başlattı? Hamas’ı anlamak zor. Attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değseydi, hiç gam yemeyecektim. Çünkü geldiğimiz nokta itibariyle Gazze diye bir yer kalmadı. Çoğunluğu çocuk ve kadın sivillerin sayısı altı bine yaklaştı. Her geçen gün ölen sayısı artıyor. Yaralı sayısı ise 16 binin üzerinde. Değer miydi bu kadar insanın ölümüne sebebiyet vermeye. Kazanamayacağı bir savaşta ne işi var Hamas’ın? Bu işe kalkışılırken karşıdaki muhatabın İsrail olduğu, acımasız olduğu hiç akıldan çıkarılmamalıydı. Saldırı ilk önce İsrail’den gelse, Hamas mecbur kaldı dersin.

Burada “Gazze zaten işgal altındaydı... “ türünden bir savunmayı yeterli görmüyorum. Hamas gerçekten Filistinlilerin yanında ise bunun için kurulmuşsa, birinci önceliği Filistin halkının hakkını korumak olmalıydı. Birinci önceliği insanını şu ya da bu şekilde yaşatmak olmalıydı.

Şimdi Hamas’ı sorgulamanın zamanı değil. İsrail’e bir şey söyle diyebilirsiniz. İsrail’e çok şey söylenir. Hep beraber kızalım. Ne fayda? Zira laftan, sözden anlamayan, devletten anladığı terör örgütlerinin yaptığı olan bir devletten insaf bekliyoruz. Bu görüntüsüyle İsrail’i ancak güç durdurur. Bu güç de bugünden yarına bizde olmadığına göre yok yere İsrail’in suyunu bulandırmaya gerek yok. Birinci önceliğimiz birlik ve güç devşirmek olmalı. O zamana kadar da diplomatik yolları sonuna kadar denemeli.

Resmi adı İslami Direniş Hareketi olan Hamas’tan beklenen peygamberin yolu idi. Çünkü adından belli. Peygamber Mekke döneminde sahabesiyle birlikte az mı işkence gördü. Abluka ve boykot yaşamadı mı, açlıkla boğuşmadı mı, dışlanmadı mı, şehitler vermedi mi, alay ve hakaretin alasını görmedi mi? Tüm bunlara peygamber sabretmedi mi? Biz de bunlara karşı mücadele edelim diyen arkadaşlarını teskin etmedi mi? Sonunda hicret yolunu seçip bir devlet kurmadı mı? Devlet olduktan ve bir güç oluşturduktan sonra savunma amaçlı bir savaşa girişmedi mi? Sonuçta kazanan peygamber ve Müslümanlar olmadı mı?

Yazımı şu soruyla bitireyim: Hamas kime hizmet ediyor bu görüntüsüyle?

19 Ekim 2023 Perşembe

Öldürmeyi Emreden Din Olur mu? *

Tarihte yurt edindikleri memleketleri iki defa baskına uğramış, memleketlerinde taş üstünde taş bırakılmamış, yurtlarından sürülmüş, memleket memleket dolaşmış, kolay kolay hiçbir ülke kabul etmemiş, hep horlanmış, itilmiş, kakılmış bir millet. 

Bu millet azınlık psikolojisi içerisinde birbirlerine kenetlenmiş, ölüm kalım savaşı vermiş, gittikleri ülkelerde bilim ve ticaretle uğraşmış. Hem buluş hem de üretim yönünden kendilerini ispatlamış. 

Farklı ülkelerde yaşamalarına rağmen lobicilik faaliyetlerine de önem vermişler. Bir zaman sonra bulundukları ülkelerde etkin konuma gelmişler. Para onlarda, şöhret onlarda, güç onlarda. Bunlara rağmen aleyhlerine karar almak mümkün değil.

Bir elleri yağda, bir elleri balda, her ülkenin etkili ve yetkili kişileri iken inandıkları dine göre kendilerine vadedilmiş toprakların verildiğini, orada bir devlet kurmaları gerektiğini hiç akıllarından çıkarmadılar.

Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte bunlara gün doğdu. Önce İngilizlerin sonraları ABD'nin desteğiyle Ortadoğu'da Filistinlilerin yaşadığı bölgede dünyaya ve yerli halk Filistinlilere rağmen silah zoruyla bir devlet kurdular.

1948 yılından bu yana devlet olmaya çalışıyorlar ama bir türlü devlet olamadılar. Ne kendilerinin yüzü güldü ne de işgal ettikleri insanların yüzünü güldürebildiler. Her türlü imkan olmasına rağmen yüzleri gülemez. Çünkü zulmettikleri insanların bir gün güçlenip kendilerini yok edeceği korkusunu yaşıyorlar. Öyle ya zulümlerinden dolayı kim abat olmuş ki bunlar abat olsun. Böyle bir son ile karşılaşmamak için dağdan gelen bayırdakini kovar misali, son kalan Filistinliyi yok edinceye kadar terör estirmeye devam ediyorlar.

1948 yılından beri İsrail'in uyguladığı devlet terörünü anlatmaya gerek yok. Çünkü 7 Ekimden bu yana Gazze'ye yaptığı, bu ülkenin geçmişi hakkında bize bilgi verir. 

Halihazırda Gazze ve Ortadoğu, İsrail ve en büyük destekçisi dünya kabadayısı ABD’nin insafına terk edilmiş durumda. Tüm dünya bunlardan akan kanı durdurmasını bekliyor. İsrail’den ve destekçisinden insaf beklemek safdillik olur. Çünkü hastaneyi bombalayacak kadar gözü dönmüş, siviller bomba yağdıran bir devletten böyle bir şey beklenemez.

Şu bir gerçek ki dünyanın Gazze’deki katliama seyirci kalması dünyanın bir ayıbıdır. Bu seyirciliğimiz bizimle beraber insanlığımızın da kalmadığının bir göstergesidir.

İsrail’in, dünyanın tepkisine rağmen eşit şartlarda olmayan bu orantısız güç kullanmasına ne kadar kızsak da İsrail bu terörün kaynağını inandıkları kutsal kitaplarından alıyor. Çünkü kitaplarında “En büyük düşmanınız Amalikalılardır” yazmaktadır. Amalikalılardan kasıt Araplardır, Filistinlilerdir. Çünkü Yahudiler Musa peygamberin öncülüğünde Mısır’dan çıktıklarında, geldikleri Filistin bölgesinde Filistinliler ve Araplar vardı. İlahi bir dinin kitabında vurun, kırın, öldürün, yok edin yazar mı? Maalesef ellerindeki tahrif edilmiş kitaplarında yazıyor.

Her şeyden geçtim. Yahudiler tarih boyunca horlanmış, itilmiş, kakılmış. Bugün başkalarının kendilerine yaptığını fazlasıyla Filistinlilere yapıyor. Halbuki eşekten düşen halden anlar denir. Yahudilerden beklenen, biz başkasından çektik, biz bari başkasına yapmayalım demeleri gerekirken görüyoruz ki başkalarının yaptığının hıncını zayıf Filistinlilerden alıyor İsrail. Tek kelimeyle yazıklar olsun!

Burada şunu da söylemek isterim. İster Yahudilik ister Hristiyanlık ister İslam ister diğer dinler, yaşatmayı değil de öldürmeyi emrediyorsa, böyle dinler olmaz olsun. Çünkü din dediğin, insana dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk vermesi gerekir. Çünkü dinlerin amacı budur. Görüyorum ki teoride huzur ve mutluluk vadeden dinler inananları eliyle pratikte din adına kan kusturuyor. Veyl olsun böyle dinin inananlarına!

*23/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

18 Ekim 2023 Çarşamba

Arapların Bizi Arkadan Vurması *

Ülkem insanının söz, eylem ve huyları zaman zaman değişse de değişmeyen bir yönü var. Dünya bir araya gelse de bu huyundan vazgeçmez. Bu da kutuplaşma hastalığı. Bu konuda aynı kazana atılsak kaynamayız. Mesela yılan hikayesine dönen güncel Filistin meselesine bakalım. Ne zaman Filistin, dünya ve ülke gündemine gelse, Ülkem insanından tarihsel ve dinsel inciler dökülüverir:

“Bunların ataları Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurdu. Biz ne diye onlara yardım edelim”.

“Filistin Ermenistan-Azerbaycan savaşında Ermenistan’ın yanında yer aldı”.

“Filistinliler bizim din kardeşimiz. Onların derdi ile dertlenmeliyiz.” gibi.

Gelelim bu sözleri analize. Arapların bizi arkadan vurduğu doğru değildir. Çünkü tüm Araplar arkadan vurmamıştır. Şerif Hüseyin öncülüğünde bir kısım Araplar bizi arkadan vurdu demek daha doğru olur. Osmanlıya ayaklanmasının karşılığını da Ürdün diye bir devlet icat edilerek İngilizler tarafından Şerif Hüseyin ailesine hediye edilmiştir.

Farz edelim ki tüm Araplar bizi arkadan vurdu. Bizi arkadan vuran kimseler öldü. Toprak oldular. Halen yaşayanlar ölüp toprak olanların evlatları. Ne zamandan beri babanın, ataların yaptıklarından dolayı evlatlarını suçlar olduk. Atalarının suçunu oğullarına yıkmaya devam mı edeceğiz? Suçun bireyselliğini göz önünde bulundurmamız gerekmiyor mu? Hristiyanlıktaki asli günah gibi Hz Adem’in ilk günahından dolayı bu günahı babadan oğula sirayet ettirmeye devam mı edeceğiz? Bu işi Filistin İsrail meselesi gibi sürdürmeye, temcit pilavı gibi ikide bir gündeme getirmenin ne âlemi var?

Bir kısım Araplar bizi arkadan vurdu. İyi yapmadılar. Eyvallah. Niçin vurdular? Bunu sorgulamak lazım. Tüm Milletler gibi 1789 Fransız İhtilalinden Araplar da ulus devlet kurma fikrine kapılmış olamaz mı? Onlar da bir devletimiz olsun diye düşünmüş olamaz mı? Nitekim bugün bile devlet olamamış birçok ulus bağımsız bir devlet kurma mücadelesi vermiyor mu? Bunun için ayrılıkçı ve terör eylemlerine katılmıyor mu? Başka ülkelerin maşalığını yapmıyor mu? Her ulus bir devlet kurmak isteyebilir. Önemli olan bu isteğin eyleme dönüşmesine izin vermemek değil mi? Osmanlı boşluk bırakmasaydı, Araplar ayaklanabilir miydi? Gücü yerinde olsaydı, Şerif Hüseyin ve şürekası cesaret bile edemezdi.

Arapların bu isyanında Arapları suçlarken İttihat ve Terakki hükümetini de suçlamak gerekmiyor mu? Çünkü Şerif Hüseyin’in niyetini bilen II. Abdülhamit onu İstanbul’da tutarken, sonrasında iktidar olan İttihat ve Terakki, Şerif Hüseyin’in Hicaz’a gitmesine izin vermiştir. İttihatçılar bunu yapmasaydı, bu isyan belki de olmayacaktı.

Araplar isyan etmeseydi, Osmanlı’nın yanında savaşa katılsalardı, Osmanlı 1.Dünya Savaşını galip mi bitirecekti? Yenilginin sorumlusu Araplar mı? Bildiğim kadarıyla Çanakkale cephesi dışında Osmanlı diğer cephelerde pek bir varlık gösterememiştir. Üstelik bu savaş Osmanlıyı paylaşım savaşıydı. Bunu da başardılar.

Filistin devletinin Ermenistan’ın yanında yer almasına gelince, bu iddia doğru ise Filistin yanlış yapmıştır. Keşke Azerbaycan safında yer alsaydı daha iyi olurdu. Ki olması gereken de budur. Bu yönüyle Filistin’e kızalım ama bir hakkı da teslim edelim. Filistin bağımsız bir devlet olsaydı, hep beraber kızalım. Yalnız hepimiz takdir ederiz ki Filistin diye bir devletin adı var sadece. Üstelik para, pul her türlü ihtiyacını da İsrail karşılıyor. İşgal altındaki bir devletten özgür irade beklemek ne derece doğru olur?

Filistinliler bizim din kardeşimiz olduğu için desteklenme konusuna gelince, sadece din kardeşimize değil, tüm mazlum millet ve devletlere destek verelim. Çünkü nerede bir mağdur varsa, inancına bakmayalım. Ayrıca devletler arası ilişkilerde duygusallıktan ziyade ülkenin çıkarlarının göz önünde bulundurulması gerektiğini aklımızdan hiç çıkarmayalım. Bu son olayda İsrail’e kızarken aynı zamanda İsrail’in saldırmasına zemin hazırlayan ve fırsat veren Hamas’a da bir çift sözümüz olmalı değil mi?

*25/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

İsrail'i Durdurmanın Yolu

Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre dünyada toplam 208 ülke yer almakta.

Devletlerin yüzde seksen üçü İsrail’i resmen tanımaktadır.

Filistinlilere uyguladığı terör dolayısıyla dünyada İsrail’in yanında yer alan devlet sayısı bir elin parmağını geçmez.

Uyguladığı terörde, İsrail’e kayıtsız şartsız en büyük desteği veren ABD’dir. Diğer destek veren ülkelerin pek bir ağırlığı yok.

Geçmişte olduğu gibi bugün yaptığı kıyımlardan dolayı BM’de İsrail’i kınayan bir karar oylansa, dünya devletleri kahir ekseriyetle Israil’i kınayan tasarıyı kabul eder. Bugüne kadar İsrail’in aleyhine olan her BM kararı beş daimi üyeden ABD tarafından veto edilerek kararların uygulanması engellemiştir.

Devletlerin yanında dünya haklarının ekseriyeti de İsrail’in kıyımına tepkilidir. Bunu da başta ABD olmak üzere Avrupa dahil dünyanın her bir devletinde İsrail’i telin eden miting ve yürüyüşlerden anlayabiliriz.

Gel gör ki dünya devletleri ve haklarının kahir ekseriyeti İsrail’in karşısında olmasına rağmen ABD destekli İsrail yayılmacılığına, orantısız terörüne, emsali görülmemiş kıyımına devam ediyor. Onca çoğunluğa rağmen dünya sessiz ve çaresiz.

Dünyanın tek yaptığı, İsrail’i protesto etmek, kınamak, yürüyüş ve miting yapmak, İsrail’e lanet okuyan sloganlar atmak, Filistinlilere dua, İsrail’e beddua etmek, ölenler için gıyabi cenaze namazı kılmak, mesaj yayımlamak, sosyal medyadan tepki göstermek gibi sonuç alıcı olmayan söz ve eylemlerdir.

Öyle anlaşılıyor ki terörden başka gözü hiçbir şey görmeyen, kandan beslenen, Ortadoğu’ya paraşütle getirilmiş Ortadoğu’nun şımarık çocuğu İsrail’e, sonuç alıcı başka yaptırımlar gerek. Bunun için samimiyet lazım. Dünya devletlerinin bir ve beraber hareket etmesi gerekir. Dünyanın beşten büyük olduğu gösterilmelidir. Değilse dünyanın bırakın beşten büyük olmadığı, birden küçük olduğu ortaya çıkar.

İsrail’in Gazze’ye bomba yağdırmasının önüne geçmenin yolu, İsrail’in yanlış yaptığını beyan eden ülkelerin ortak bir deklarasyon yayımlaması ve bunu uygulamaları:

*Devlet terörü uygulayan İsrail’i sorumlu devlet olmaya davet ediyoruz. Yaptıklarından dolayı kınıyoruz. Şu gün şu saat itibariyle saldırıları sonlandırmalı. Gazze’nin elektrik, su, ilaç vb. ihtiyaçlarını karşılamalı. Başka ülkelerin yardımlarına izin vermeli.

*Deklarasyon dikkate alınmazsa, İsrail ve İsrail’e destek veren ABD ile tüm diplomatik ilişkiler kesilmeli. Bu iki ülkedeki büyükelçiler çekilmeli. İsrail ve ABD büyükelçileri sınır dışı edilmeli.

*Tüm devletler ekonomik ambargo uygulamalı.

*Gazze’ye yağan bombaların önüne geçmek için tüm dünya devlet başkanları Gazze’ye giderek Filistinlinin yanında olduğunu göstermeli. Saldırılara karşı kol kola girerek canlı duvar oluşturmalı.

Hiçbir şey yapmasalar bile şu akan kanı durdurmak için devlet başkanları olarak hep birlikte Gazze’ye giderek toplu fotoğraf verseler, kanı durdurmak için yeterli. İsrail terör devleti de olsa herhalde devlet başkanlarının üzerine bomba yağdıracak değil. Biliyorum, yazdıklarımın gerçekleşmesi mümkün değil. Hepsi bir araya gelerek deklarasyon bile yayımlayamaz. İnsanlığını kaybetmiş dünyadan bunu istemek safdillik olur.

17 Ekim 2023 Salı

Oyun İçinde Oyun *

Dünya iki kutbun elinde bir figüran. Bunlar ABD ile Rusya. Bu iki ülke kah gerilimi yükseltiyor kah düşürüyor. İsterlerse savaş başlatıyorlar isterlerse savaşı bitiriyorlar. 

Bu iki ezeli rakip hiç karşı karşıya gelmiyor. Çoğu zaman rekabetlerini vekalet savaşları ile ülke sınırları dışında yapıyorlar. Savaş kendi ülkelerine yaklaşmaz. Kendi insanları ölmez. Ölen başkası, savaş yapılan yer başka yerler.

İki kutuplu dünyanın iki baş aktörü gizli veya aleni bir araya geliyor. Dünyayı aralarında pay ediyor. Şuralar senin, buralar benim diyorlar.

Arada sorun yaşadıkları yerler yok mu? Olmaz olur mu? İşte bu sorun olan yerleri de masaya yatırıyorlar. Sorun olmayan yerleri de sorun olarak ortaya koyuyarlar. Buralarla ilgili anlaşma, sen falan yere gir, ben görmezden geleyim. Ben de şuraya gireyim, sen de orayı görme şeklinde olur. Gerekirse sınırları belli bir ülkeyi kardeş payı olarak ikiye pay ederler. Kısaca menfaatleri ne ise onu yapıyorlar. Bir ülke bölünecekse, bunu da yapıyorlar. Bir ülke birleştirilecekse birleştiriyorlar. Bir ülkede iç savaş isterlerse bunu da yapıyorlar. Nasılsa her ülkeyi karıştıracak, o ülke içinde vekalet savaşı yapacak fedaileri var. Hasılı bu iki ülke her daim kazanır. Özellikle gerilim zamanlarında silah ve savaş malzemesi satarak paraya para demezler.

Ne demek istediğimi örneklerle açayım. 2022 yılında Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile uyandık. Bu savaş yakın zamana kadar dünyanın gündeminden hiç düşmedi. Batı ve ABD Ukrayna'nın yanında yer aldı. Bu ülkeye yardım ettiler. Rusya'ya bir dizi ambargo uyguladılar. Sonuç, Rusya geri adım atmadı. Savaş bitti mi? Hayır. İşin ilginci işgal ve çatışma sürmesine rağmen Rusya Ukrayna savaşı gündemden düştü. Haberlere bile konu olmuyor. Bunun sebebi ne olabilir? Sanırım ABD ile Rusya anlaştı. ABD, Ukrayna senin, ben de Gazze'ye gireceğim. Sen işini hallet, Gazze'yi de bana bırak. Hedefte Gazze olsa da geri planda Lübnan var ABD için.

Bunun için İsrail-Hamas savaşı başlatılması gerek. Yok yere de Gazze'ye girilmez ki. Böyle yapılsa, dünya kamuoyu tepki gösterir. Bunun için Hamas devreye sokuldu. Hamas'ın İsrail'e saldırısına göz yumuldu. 7 Ekimde Hamas saldırısını yaptıktan sonra arkası gelmedi. Biz İsrail karizmayı çizdirdi, rezil oldu diye yorum yapaduralım. İsrail ve ABD için istenen bir göz idi. Hamas onlara iki göz verdi. İsrail on gündür Gazze'de taş üstünde taş kalmamacasına bombaladı. Kara harekatı için sınıra yığınak yaptı. Girmesi an meselesi. Bu yazıyı yazarken kara harekatını başlatmamıştı. Gazze'ye girerek insan avı yapacak. Sağ kalanları tehcire zorlayacak. Tüm bunları yaparken gözü Lübnan Hizbullah'ında olacak. Hizbullah’ı da savaşa çekebilirlerse, Gazze'ye yaptıklarını fazlasıyla Lübnan'a yapacaklar. Anlatmak istediğim, ABD ile Rusya anlaştı. Bu aşamadan sonra Ukrayna Rusya'nın, Gazze ve Lübnan da ABD'nin. Maalesef sınırları değiştirecek yeni savaşın fitilini de Hamas ateşlemiş oldu. 

Bizler şöyleydi, böyleydi diye hamaset yapaduralım. Biz istemesek de Ortadoğu’nun haritaları yenileniyor. Ki bu sadece Gazze ile başlamadı. Bu aşamaya gelinceye kadar Irak bölündü, Suriye yarısı Rusya, yarısı da ABD olarak ikiye bölündü. Libya hakeza. Mısır uzun süre belini doğrultamaz. İran zaten yerinden kıpırdayacak halde değil. Ürdün ve diğer Arap ülkelerini saymaya gerek yok. Geriye Hamas üzerinden Gazze, oradan Lübnan’a uzanmak kaldı. Rusya ile anlaştı ise ABD destekli İsrail’e kim ne diyebilir. Öyle zannediyorum, rahat rahat at oynatacak.

Dünyada ve yanı başımızda bunlar olup biterken biz ne mi yapalım? Sosyal medya üzerinden Hamas, İsrail ve ABD’nin eline koz verdi, iyi yapmadı diye eleştirenleri bir bir tespit edelim. Onları Siyonizm’in uşağı ilan edelim. Olayın perde gerisine hiç bakmayalım.

*20/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

16 Ekim 2023 Pazartesi

Bir Ülkeyi Satmanın Yolu

Yazımın önyargısız bir şekilde okunması, bir tarafa çekilmemesi en büyük dileğim. Kimseyi töhmet altına alan, itham eden bir yazı değil. Geldiğimiz noktaya bakarak sonuçları itibariyle bir okumadır bu yazı. Yorumumdur. Bu yorumda isabet de ederim, etmeyebilirim de. Bu kısa açıklamanın ardından başlığa dair kanaatlerimi ifade edeyim. 

Bir ülkeyi satışa çıkarmanın ve o ülkeyi satmanın yolu;

O ülkenin cari açığına bilerek veya bilmeyerek tedbir almamak, bu sorunu çözecek radikal kararlar almamak, ayağını yorganına göre uzatmamak,

O ülkenin kötü günler için ayrılmış parasını bir şekilde iç etmek veya başka alanlarda kullanmak,

Bir ülkenin döviz rezervini artırma yerine sıfırlamak, sonra eksiye düşürmek, 

Ülkenin parasını döviz karşısında şamar oğluna döndürmek, parayı pul etmek, dövizin yükselmesine tedbir almamak hatta söz ve eylemle yükselmesini körüklemek, kah indirerek kah yükselterek millete operasyon çekmek, 

Ülkenin ekonomik krize girmesine zemin hazırlamak, krize tedbir almamak, krizi yok kabul etmek, gelmekte olan krizi görmemek ya da görememek,

Enflasyonu azdırmak, yüksek enflasyonu kalıcı hale getirmek, krizi tetiklemek, 

Hayat pahalılığına seyirci kalmak, soruna eğilme yerine sebebi başka saiklere yıkmak; dış güçlere bağlamak, esnafa yüklemek, 

Kamu kaynaklarını yerli yerince kullanmamak, kamu malını yetim malı bilmemek, savurganlığı itibar saymak,

Seçimler öncesi karşılığı olsun veya olmasın seçim ekonomisi uygulamak, seçmene adeta rüşvet vermek, 

Tefeci faizi diyebileceğimiz yüksek faizle borçlanmak, 

Ülke ve ekonomi yönetiminde maceradan maceraya girişmek, 

Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını özelleştirme adı altında belirli ellere peşkeş çekmek, gelir ve giderde şeffaf olmamak, adrese teslim ihaleler yapmak vs.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Gerek de yok. Kısaca bir ülkeyi satışa çıkarmanın yolu o ülkenin parasını pul etmek. Para pul olunca, enflasyon ve hayat pahalılığı o ülkede kronik hale gelir. Ürün maliyetleri artar, fiyatlar tavan yapar ve bir yerde tutulamaz. Para pul olunca ne olur? O ülke insanına pahalı gelen, o ülke insanının cebini yakan fiyatlar, elinde döviz bulunduran yabancıya kelepir olur. Senin yanına varamadığın arsa, ev, gayrimenkul, kira, fabrika vb. işletmeler yabancılar için sudan ucuz olur. Bir başkası gelir, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını satın alarak o mülkün sahibi olur.

Yazımın başında dile getirdiğim hassasiyetimi yineleyerek yazıma son vereyim. Tüm bu yazdıklarımın birinci derece müsebbibi, ülke yönetimine yön verenler olduğu anlaşılır. Çünkü ekonomiye yön verenler, ekonomik sorunlara çözüm bulamayanlar, ülkeyi krizden krize sürükleyenler, bu krizlere tedbir almayanlar ya da alamayanlar onlardır. Ülkenin bu kronik sorununun sorumlusu da tek hükümet değildir. Çünkü enflasyon ve hayat pahalılığı gelmiş geçmiş hükümetlerden tevarüs eden kronik bir hastalığımızdır. Bu hastalığı giderme veya gidermeme konusunda ülke siyasetine yön verenler bilerek veya bilmeyerek ülkenin satışa çıkarılmasına sebep veya alet olmuşlardır.