12 Ekim 2023 Perşembe

BOP İşlemeye Devam Ediyor

Gözümüz ve gönlümüz Filistin'de.

Bu, eşit şartlarda olmayan, İsrail'in lehine olan bu orantısız savaşı, elimizden bir şey gelmeden endişeyle izliyoruz. Hiçbir milletin başına hele pişmiş tavuğun başına gelmeyen her türlü esaret, tutsak hayatı, ölüm, işkence, açlık, bu milletin kaderiymiş gibi Filistinlinin üzerinde dolaşmaya devam ediyor.

Biliyorum bazıları kızacak ama varsın kızsınlar. Çünkü zaman hamaset zamanı değil. Ki iş hamasetle bitse, alasını yaparım.

Gelinen nokta itibariyle her türlü haklılığına rağmen Hamas, son yaptığıyla kendi topuğuna sıktı. Bu yaptığıyla İsrail'in ekmeğine yağ sürdü. İsrail'e kendini koruma ve savunma imkanını altın tepsi içerisinde sundu.

Herkesin İsrail'in büyük istihbarat zaafı var. Saldırıyı göremedi, karizmayı çizdirdi dediğine katılmıyorum. Çünkü İsrail böyle bir zaaf görüntüsü vererek Hamas'a gollük bir pas attı. Hamas da golü attı. Gol atıldı atılmaya. Ya sonrası? İşte burayı düşünmek lazım. Çünkü İsrail Hamas'ın bu saldırısıyla, dünya kamuoyunu da arkasına aldı. Yarım kalan işini de bitirecek. Bundan sonra kim tutar İsrail’i. İstediği şekilde at oynatacak, istediği golleri atacak. Bölüp parçalayıp yutacak. Zaten zamana yayarak en iyi yaptığı da budur.

İsrail’in bu istihbarat zaafı, bana şunu hatırlattı. Bir öğretmen vardır. Sınav yapıyor. Sınavın daha başında bir öğrencisinin kopya çekmeye yeltendiğini görür görmez, öğrencisini uyarır, gerekirse yerini değiştirir, elindeki kopyasını alır. Kopya muamelesi yapıp öğrenciyi dışarı çıkarmaz. Öğrencisinin sınav yapmasına imkan verir. Bir başka öğretmen tipi vardır ki sınavın başında öğrencisinin kopya çektiğini görür. Biraz daha kopya çeksin de sonra yakalayayım, kopya muamelesi yapayım ve sıfırı basayım diye düşünür. İlk öğretmen iyi niyetli ama ikinci öğretmen kötü niyetlidir. İsrail’in istihbarat zaafı görüntüsü vererek Hamas’ı üzerine çekmesi de istihbarat zaafından değil, tıpkı ikinci tip öğretmen gibi hinoğlu hinliğindendir. Gel de kafanı ezeyim demektir bu.

Burada, dünya kamuoyunun Filistin'in arkasında olması ne işe yaradı? İsrail hiç söz dinlemedi. Hep saldırdı. BM kararlarını hiç uygulamadı diyebiliriz. Elhak doğrudur. Yalnız dünya kamuoyunun ekseriyetinin Filistin yanında olmasından da rahatsızdı İsrail. Bu son saldırıyla dünya kamuoyunu da arkasına alarak rahatsızlığını bertaraf etti.

Hasılı, yılan hikayesine dönen haklı mücadelesine, Hamas bu son yaptığıyla halel getirdi. Burada Gazzelinin elinde başka seçenek yoktu. İsrail baskısıyla yaşadıkları bu hayata hayat demezdi. Zaten her gün ölüyordu diyebiliriz. Bu da doğru. Hayatta esaret hayatı kadar zor bir şey yoktur. Halihazırda yaşayan hiçbir Filistinli, İsrail'den dolayı gün yüzü görmedi. Doğum, çocukluk, gençlik ve yaşlılık halleri esaretle geçti. Bu da bir gerçek. Kaç neslin ömrü, var olma mücadelesi ile geçince, bu ortamda büyüyenlerden sağlıklı hareket beklenemez. Bu yönüyle, son saldırısından dolayı Hamas'a kızamıyorum. Çünkü İsrail kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı hep Filistinliyle. İsrail belki de kendisine saldırmaktan başka yol bırakmadı. Kediyi sıkıştırınca kedi son çare üzerine atlar, cırmalarsa Filistinlinin yaptığı da bundan başka bir şey değil. Bu hakkı teslim etmekle beraber Hamas kazanamayacağı bir savaşa girişmemeliydi diye düşünüyorum. En azından saldıran taraf olmamalıydı. İsrail’in kendisine hep yaptığını, onun silahıyla silahlanarak İsrail’e benzememeliydi. Çünkü düşmanına benzeyen kaybeder.

Sonuç itibariyle Büyük İsrail için yürürlüğe konmuş olan Büyük Ortadoğu Projesi işlemeye devam ediyor. Hamas’ı da bitirirse bunun için önünde bir engel kalmayacak. İnşallah İsrail ağzının sulandığıyla kalır. Çölde serap görmüş olur, amacına ulaşamaz.

11 Ekim 2023 Çarşamba

Hamas Oyuna mı Getirildi? *

Dünyada; 

Yüzü gülmeyen bir millet var mı dense,

Kaç nesli işgal altında doğup büyüdü dense, 

Bir devletleri bile olmadan hep işgal altında kaldılar dense, 

Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde ölüm kalım mücadelesi veriyorlar dense, 

Hiçbir günleri kan ve gözyaşısız geçmiyor dense, 

Dünyada metre kareye düşen nüfus yoğunluğu en fazla yer dense, 

Her ev ve aileden şehitleri ve tutukluları var dense,

Bir yerden diğer yere geçişleri izin ve kontrole tabi dense, 

Kendi ülkelerinde yaşayan nüfustan kat kat fazlası başka ülkelerde sığınmacı veya göçmen statüsünde dense, 

Her türlü olumsuzluğa, yalnızlığa, ölüme ve kendi kaderlerine terk edilmişliğe rağmen bıkıp usanmadan, pes etmeden ve teslim bayrağını çekmeden yokluk içerisinde mücadele etmeye devam eden vs. 

Böyle bir millet var mı dense, herkesin aklına Filistin halkı gelir.

Bu halka tüm bu acıları yaşatan devlet kimdir dense, yine herkesin aklına İsrail gelir. 

Osmanlıdan koparıldıktan sonra bu milletin yüzü hiç gülmedi. Çünkü kendi özbeöz topraklarında parya muamelesi görmeye devam ediyor. 

Büyük İsrail sevdası ve hayaliyle, Arzı mev'ud teranesiyle, Ortadoğu'da zorla kurulan ve kurdurulan İsrail, Ortadoğu'da çıban başı olmaya hep devam etti.

Tüm konjonktür ve küresel güçler İsrail'i var etmek için çaba gösteriyor. Her olup biten olumlu ve olumsuz şeyler de İsrail’in lehine işliyor.

Arap Baharı diye başlatılan süreç İsrail'e yaradı. Çünkü İsrail'e tehdit olan ve tehdit olma ihtimali olan ne kadar devlet varsa ya zayıflatıldı ya da devletsizleştirildi. Mısır eski gücünden çok uzak. Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin yeniden toparlanıp devlet olabilmeleri çok zor görünüyor. Ürdün zaten hiçbir zaman İsrail'e tehdit olmadı. Suriye iç savaşla cebelleşince Lübnan Hizbullah'ının da eski gücü yok.

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi Büyük İsrail’i kurmak için planlanan Büyük Ortadoğu Projesi tıkır tıkır işliyor. Çevresinde kendisini tehdit edecek ülke kalmayınca kah Golon Tepeleri yerleşime açılıyor kah Kudüs başkent ilan ediliyor. Nasılsa ABD destekli devlete kimse sesini çıkarmıyor. 

Etrafında tehdit olma potansiyeline sahip tüm devletler birer birer devletsizleştirilince, İsrail için geriye tek tehdit kaldı. O da Gazze'ye sıkıştırılmış, abluka altına alınmış, çevreyle iletişimi kesilmiş Hamas. Kaç ramazandır, mübarek gün ve gece dinlemeden, bayram ve seyran demeden suyumu bulandırdın bahanesiyle Gazze’ye girerek astı, kesti, az sivrileni aldı hapishaneye koydu. Sinir uçlarına dokundu. Sıkıştırdıkça sıkıştırdı. Gelin bana saldırın da gününüzü göstereyim dedi. Daha ötesini de yapamadı. Çünkü her ne kadar arkasında ABD olsa da ABD kendisini BM’de korusa da dünya kamuoyu mazlum Filistinli ve Gazzelinin yanındaydı hep. Ne yapıp ne edip Filistinlinin dünya kamuoyundaki haklı mücadelesini tersine döndürülmeliydi. Çünkü haksız yere saldıran hep kendisiydi.

Nihayet 6 Ekimde Hamas’ın başlattığı savaşla İsrail arkasına dünya kamuoyunun rüzgarını aldı. Nasılsa Hamas 5-6 bin füze ile saldırmıştı. Öyle zannediyorum, dünyanın en iyi istihbaratına sahip İsrail, Hamas’ın savaşa hazırlanmasına ve ülkesine saldırmasına bile bile göz yumdu. Her ne kadar istihbarat zaafı olduğu için karizmasını çizdirse de bundan önce hep kazanan İsrail olduğu gibi bunu da son vuruşuyla kazanacak. Nasılsa halihazırda bu son yaptığıyla kimse Hamas’ın yanında değil. Dünya İsrail’i mağdur görüyor. İsrail de bu mağduriyetin gereği olarak kendimi savunuyorum diyerek hem havadan hem karadan Gazze’yi yerle bir ediyor. Nasılsa Gazze’ye kimse yardım edemeyecek. Böylece kendileri için Ortadoğu’da kalan tek çıban başını da bu şekilde bitirecek. Tıpkı 11 Eylül ikiz kuleler saldırısı sonrası ABD Afganistan’ı işgal etmişse, İsrail de Gazze’yi işgal edecek, yenilir lokma haline getirmek için belki ikiye bölecek. Belki de son vuruş öncesi son hamlesini yapacak. Tüm bunları yapmak için var gücüyle orantısız bir şekilde saldırdıkça saldırıyor.

Allah Filistinlilerin yardımcısı olsun. İnşallah İsrail hedefine ulaşamaz. Halihazırda İsrail’in lehine olan dünya kamuoyu havası kısa zamanda tersine döner. Gelen tepkiler üzerine İsrail sınırlarına çekilir.

*16/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Politiklikten Apolitikliğe *

Siyaset bu milletin sadece seçimden seçime ya da seçim sathı mailine girildiği zaman konuşulan ve yapılan bir şey değil. Bir seçimden diğer seçime konuşulan günlük ve rutin değişmez ana gündemimiz olduğunu hepimiz biliriz. Kadınımız, erkeğimiz, büyüğümüz, küçüğümüz siyaset yaparız. Bunu 28 Mayıs 2023 seçimleri sonuçlanıncaya kadar birbirimizi kırarak, dökerek, küserek, atışarak yaptık. Kendi savunduğumuz parti ya da ittifakı desteklemeyenleri kara listeye aldık. 

2023 seçimleri yapıldı. Kazanan, kaybeden belli oldu. Bu seçimin ardından aşırı politik olmamız hasebiyle 2024 Martında yapılacak seçimler ana gündemimiz olması gerekirken ne iktidarı savunanlarda ne muhalefeti destekleyenlerde siyaset kaldı. Sosyal medyadaki parti trolleri de trollüğü bıraktı. Herkes kabuğuna çekildi.

Muhalefet kendi derdi ve sorunlarıyla yaşam mücadelesi veriyor. İktidar partisi veya ittifakı hiç olmadığı kadar rakipsiz. Ne iktidar mutlu ne muhalefet. Ne iktidarı savunanlar ne de muhalefete oy verenler mutlu. Siyaset namına neredeyse kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Tartışmadan geçtim, kimse siyasi konuşma yapmıyor. Kazananlar da kaybedenler de. Aşırı politik olmuş bu toplum adeta apolitik bir topluma dönüştü. Bu durum bu ülke insanına çok yabancı. İnsanımızda siyasetten bir soğuma var. En iyi ve en kötü zamanlarda bile yüzde otuzu geçmeyen kararsızların oranının yüzde otuz üç buçuk olduğunu sürekli sahada olan Metropol Araştırma Şirketi sahibi ve yöneticisi Özer Sencar söylüyor.

Aşırı politiklikten apolitikliğe evrilmemiz, işimize ve gücümüze kendimizi vermemiz yönünden iyi. Yalnız gecesi, gündüzü, seçim zamanı ve seçim harici sürekli siyasetle yatıp kalkan bu toplum için bu görüntü normal değil. Mayıs seçimlerinden sonra herkesin siyasetten uzaklaşmasını masaya yatırmada fayda var. Bunda siyaset kurumunun güven vermemesi, gelecek vadetmemesi, iktidarın yıpranmışlığı, muhalefetin alternatif olmaması gibi hususların insanımızı siyasetten soğuttuğu söylenebilir. İnsanımız iktidardan sıdkını sıyırmış, muhalefete gitmek istiyor. Muhalefetin durumu işler acısı. Çünkü iktidar ve iktidar alternatifi olma gibi niyet ve dertleri yok. İktidara oy veren pişman, muhalefete oy veren bin pişman. Hasılı vatandaş hiç olmadığı kadar çaresiz. Gitmeli, yeter artık dediği iktidara yine oy vermeye devam ediyor. Öyle görünüyor ki vatandaş siyasetten umudunu yitirmiş, kurtarıcılardan ve kurtarmak isteyenlerden illallah demiş, Allah onları bildiği gibi yapsın diyerek işine, gücüne yönelmiş. Seçimlerin ötelediği acı ekonomi tablosuyla cebelleşiyor.

2024 yerel seçimlerine daha var. Seçim sathı mailine girilmedi. İktidar, özellikle muhalefetin umut vermeyen bu görüntüsü devam ederse, hangisi kazanırsa kazansın, umurumda değil diyecek. Belki de ilk defa sandığa gitme oranında düşüş olacak. Yüzde otuz üç buçuk olan kararsız seçmenin önemli bir oranı tercihte bulunmayacak.

Şu bir gerçek ki halihazırda oy kaybetmesine rağmen iktidar partisi ülkenin en büyük partisi, iktidara alternatif olmak için her seçim piyasaya çıkıp alternatif olamayan parti ve yeni kurulan partiler de seçmene güven vermiyor. Türkiye hiç olmadığı kadar yeni bir parti beklentisi içerisinde. Şayet iyi bir ekiple tüm yelpazeyi kucaklayan yeni bir parti ortaya çıkarsa, seçmen mevcut partilere tekmeyi vuracaktır. Belki de bu içe kapanma, apolitiklik hali bunun habercisidir.

*01/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Din Görevlileri ve Veresetü'l Enbiya

"Hademe-i hayrat olarak camilerimizde görev yapan hocalarımız ise yüce dinimiz İslam’ın hakikatlerini bizlere öğreten nebiler yolunun varisleridir.  Kur’an’ın eşsiz ilkelerini ve Allah Resûlü (s.a.s)’in güzel ahlakını aktaran hatiplerimizdir". Bu alıntı camiler ve din görevlileri haftası münasebetiyle 6 Ekim tarihli hutbeden bir bölümdür.

Her gün ve çoğu hafta, belirli gün ve haftalar olarak belirlenmiş. 1-7 Ekim haftası da camiler ve din görevlileri olarak tahsis edilmiş. Bu yazımı da bu haftaya ve haftanın hutbesinde ayırdım. 

Camiler haftasını anlarım. Zira camiler tüm halka ait yerlerdir. Haftasında da anılsın. Bunu da o camilerde görevli olanlar yapsın. Din görevlileri ne alaka? Haydi bu hizmeti yapanları da katalım dendi. Din görevlileri de anılsın. İyi de bir kişinin biz şuyuz, buyuz şeklinde kendini anlattığı hafta olur mu? Madem din görevlileri de anılacak. Bunu başkasının yapması, başkasının gözüyle din görevlilerini anlatması daha uygun olmaz mıydı? Din görevlilerinin camilerle birlikte kendilerini de anlatması, öğretmenler gününde öğretmenlerin kendilerini anlatmasına benzer. Bereket, öğretmenler kendilerinin anlatılacağı programı hazırlayıp biz buyuz, haydi bizi anlatın diye sahneye öğrencilerini sürüyor. Hasılı imamlar da öğretmenler de kendileri çalıp kendileri oynuyor. 

Aslında bu tür haftalar anılıp kutlanacaksa, her aşaması üçüncü eller vasıtasıyla yapılması daha iyi olur kanaatindeyim. 

Yine bu tür haftalar veya günler öğretmen, din görevlisi veya başka meslek grupları için mesleklerini masaya yatırmak için bir araya gelme şeklinde olmalıdır. Her meslek grubu neyiz, nereye gidiyoruz, dışarıda görüntümüz nedir, bu mesleğe görevlendirme yetkisi bizde olsa kendimizi bu mesleğe layık görür müyüz, sorunlarımız nelerdir, bunları nasıl çözmeliyiz, güven ve itibarı sarsan davranış ve görüntülerimiz üzerine bir değerlendirme yapmak şeklinde olmalıdır. Bu değerlendirmeyi yapmak için de toplantı günü gelmeden başkasının gözüyle o meslek grubu nasıl görünüyor üzerine bir çalışmanın yapılıp bu çalışmanın masaya yatırılması yerinde olur. Çünkü ne olduğundan ziyade nasıl göründüğün daha önemlidir. 

Gelelim hutbenin içeriğine. Tümünü değerlendirmeyeceğim. Bugün pek kullanılmayan hademe-i hayrat ifadesi hayra hizmet edenler anlamına gelir. Günümüz din görevlilerinin cami görevlerini imamlık, müezzinlik, hutbe okuma, vaaz verme, camiyi açıp kapama, caminin temiz olmasını temin; cenaze yıkama, kefenleme ve telkin; nişan, nikah vb. etkinliklerde dua etme şeklinde sayarsak, çok geniş anlamda kullanılan, her türlü iyilik ve yardımın genel adı olan hayır kelimesini sınırlandırmış oluruz. Özellikle çoğu camilerin temiz olmaması, tuvaletlerine girilememesi, namaz vakitleri dışında çoğunun kapalı olması, çoğunda mahfilin olmaması, en önemlisi de camilere cemaatin gelmemesi başlı başına bir sorun. Cemaat çekilemiyorsa, temizlik dini olan İslam’ın cami ve müştemilatı yeterince temiz değilse, namaz vakti dışında kapalı ise müftülüklerin ve cami görevlilerinin bu konularda oturup kafa yorması ve çözüm üretmesi gerekir.

Bir diğer husus, alıntıda geçen din görevlilerini “Nebilerin varisleri” şeklinde tanımlayan kısımdır. “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisini biliyorum ama din görevlilerini peygamberlerin varisi şeklinde ifade, boyundan büyük laf etme, cami görevine olduğundan fazla önem atfetme olur. Benzese benzese cemaatin önüne geçip imamlık yapması, hutbe irat etmesi ve vaaz vermesi olabilir diyeceğim ama burada bir mantık hatası var. Çünkü peygamberler tüm bu hademe-i hayratın karşılığını sadece Allah’tan bekleyecek şekilde karşılıksız yapıyordu. Mevcut din görevlileri ise deruhte ettikleri bu görevi maaş karşılığında yapıyorlar. Maaş olmadan kimsenin kendisini camiye hasredip meccanen görev yapması mümkün olmadığına göre cami görevlisi olmayı peygamber mesleğine benzetmek olacak şey değildir. Bugünkü din görevlileri, yaptıkları görevin karşılığını devletten alan diğer kamu görevlileri gibi birer memurdan ibarettir. Hamasete ve haddinden fazla sorumluluk yüklemeye ve bu mesleği olduğundan fazla yüceltmenin kimseye bir faydası olmaz. Böyle yapılırsa da gülünç bir durum ortaya çıkar.

8 Ekim 2023 Pazar

Menkıbe mi, Ayakları Yere Basan Din mi? (2) *

3.Ayıbın büyüğü kokan cesetler ve kokmayan naaş videosunu çeken görevlilerdir. O olağanüstü günlerin ve insanlık dramının yaşandığı, oradakilerin kıyamet sahnelerinden bir sahneyi yaşadığı can pazarında, böyle bir video çekmek kimsenin aklına gelecek bir şey değil, aynı zamanda hiç makul değildir. Merak ettiğim, bir yerde bir ceset koksa, o cesedin kokusu o civara yayılır. Burunlar o kokmuş cesetten başkasının kokusunu alamaz. Bu görevliler mis gibi kokan cesedin kokusunu nasıl aldılar? Öyle zannediyorum, buradaki görevliler peygamber sevgisini işlemek amacıyla bir ceset üzerinden şov yapmışlar, adeta bir menkıbe üretmişler. Peygamberi çok seversen, ölünce cesedin kokmaz mesajı vermeye çalışmışlar. Burada peygamberi çok sevdiğinden, bunun üzerine naat yazmasından dolayı  bir kişinin vücudunun mis gibi kokmasından ziyade bu sevgiye, depremin bir şey yapmaması yani öldürmemesi aklıma geldi. Herhalde video çekenlerin böyle bir şey aklına gelmedi. Pekala, aynı binada herkes enkaz altında can verirken bir kişinin sağ çıkmasını, peygamberi çok sevmesine bağlayabilirler, böyle bir video çekebilirlerdi.

4.Diyelim ki bu görevliler yaptıkları görevin mahremiyeti unutup böyle video çektiler. Bu kişilere özel öznel bilginin kürsüde mevzubahis edilmesinin ne anlamı var? Haydi bu imam da peygamber sevgisini ön plana çıkarmak istedi. Bu konuyu dile getirdi. Niçin cami cemaati ile sınırlı bırakmaz da bu konuşmasını sosyal medyada paylaşma ihtiyacı hisseder? Bazı imamlar dışında anlattığı dersi sosyal medya üzerinden paylaşan bir meslek erbabı var mı? Öğretmenlerin içerisinde öyle güzel ders işleyenler var. Hangi biri dersini videoya çekip sosyal medyada paylaşır? Bazı imamlardaki bu sosyal medya aşkı nereden geliyor? Meşhur olmak mı istiyorlar? Ki bu yol ile meşhur olanların sayısı az değil. Nitekim bu hocamız da bu videosuyla Türkiye gündemine oturarak meşhur olmuştur. Amacı bu ise buna ulaştı.

5.Diyelim ki bu din görevlileri ifa ettikleri görev gereği Hz peygamber sevgisini bu vesileyle büyük kitlelere ulaştırmaya vazife bildiler. Böyle bir menkıbe uydurdular. Eğer bu bir uydurma ise geçmişte halkı ibadete yöneltmek amacıyla bazı kişilerin hadis uydurmasına çok benziyor. Dinde ve hayatın hiçbir alanında yalana yer olmamasına rağmen özellikle peygambere atfen hadis uydurmak peygambere bir iftiradır. Bu menkıbeyi de insanın ayaklarını yerden kesen uydurma bir kesit görüyorum.

6.Diyelim ki peygamber sevgisi için çiğ tavuk bile yenir. Maksat peygamber sevgisini ön plana çıkarmak ise “Suriyeli kardeşin” ne işi var burada? Pekala tüm cesetler kokmuş iken bir ceset kokmamış. Araştırınca, bu kişinin peygambere naatlar yazan biri olduğunu öğrendik diyebilirler, Suriyeli şeklinde bir ifade kullanmazlardı. Öyle ya peygamber sevgisi ön plana çıkarma murat edilirken Suriyeli ön plana çıktı. Maksat üzüm yemek ise maalesef üzüm yenemedi.

7.Kokmayan cesedin Suriyeli olmasını söylemede ne sakınca var diyebilirsiniz. Bence de sakınca yok ama hepimiz takdir ederiz ki çocuğundan büyüğüne, dindarından sekülerine varıncaya kadar bu ülkenin kahir ekseriyetinde Suriyelilere karşı bir antipati söz konusu. Suriyeli ismini duyar duymaz tepki gösterecek bu ülkede her kesimden insan var. Bir amme hizmeti gören, sürekli halkın ve cemaatin içerisinde olan bu din görevlilerinin, Suriyeli ifadesine halkın tepki göstereceğini hesaba katması gerekirdi.

8.Bir din görevlisine yaraşan; cenaze yıkama, teçhiz ve tekfin esnasında gördüğü her şeyi mahrem bilmesi, bunu sır olarak saklamasıdır. Ceset koksa bile bunu ifade etmemelidir.

Sonuç olarak, camilerde görev yapan bazı imamların baltayı taşa vuran bu türden konuşmaları bugünlerde pek çoğaldı. Bu da halkın bir kesiminde antipatiye sebep oluyor. Diyanet her Allah’ın günü bir imamın, vaizin gündeme gelmemesi için bir tedbir almayı niçin düşünmez? Niçin konuşmalarınızı sosyal medyada paylaşmayın demez? Niçin dikkatli olun, olur olmaz her şeyi konuşmayın demez? Niçin bu imamlarımız halkın nabzını ve psikolojisini dikkate alan konuşmalara yer vermezler? Tartışmaların odağı haline gelmekten pek mi zevk alıyorlar? Dinde menkıbe türü anlatımlardan ne zaman vazgeçecekler? Ne zaman ayakları yere basan bir din anlatmaya başlayacaklar?

*13/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Menkıbe mi, Ayakları Yere Basan Din mi? (1) *

Ülke olarak yüzyılın afeti kabul edilen 11 ilimizi yerle bir eden bir depremi yaşadık. Depremin ardından büyük bir can pazarı yaşadık. Ne kadar insanımızı kaybettiğimizi kimsenin bildiğini sanmıyorum. 

Depremin yaralarını tam saramadan, yakınlarını kaybedenlerin üzüntüsü daha taze iken Hatay'da depremde vefat edenlerin teçhiz ve tekfin işiyle uğraşan bir ekibin daha önce çektikleri bir videosu bugünlerde sosyal medyada dolaşımda. Konya'da görev yapan bir imam, peygamber sevgisini işlemek amacıyla Mevlidi Nebi haftasında bu videodan nakil yapar. Kısaca şöyle: "Depremin ardından cenaze işlemleriyle görevli kardeşlerimizin önüne hangi ceset gelmişse kokmuş ya da kokmaya başlamış. Önlerine bir naaş gelir ki diğer cesetlerin aksine mis gibi kokuyor. Bu cenaze neyin nesidir, kimin fesidir bir arayışa girerler. Cenaze yakınlarıyla konuşurlar. Vefat edenin bir Suriyeli olduğunu öğrenirler. Akrabalarına, bu mevta diğer mevtalar gibi değil. Bunun sebebi nedir? Sağlığında ne ile uğraşırdı" şeklinde soru sorarlar. Ölen kimsenin peygambere naat yazan bir peygamber aşığı olduğunu öğreniyorlar.

Konyalı imam, cami kürsüsünde kendinden bir şey ilave etmeden bu videodan irticalen alıntı yapınca, her konuda olduğu gibi bu konuda da toplum ikiye bölündü: İmamı savunanlar, imamı eleştirenler. Savunanlar, İmamın dedikleri doğru. Burada ırkçılık yok şeklinde savunma yaparken, diğer kesim bir imam nasıl cesetler kokmuş, Suriyelininki kokmamış, burada ırkçılık yapılıyor. Üstelik Türklerin cenazelerini cesetle ifade ederken Suriyelininkini naaş şeklinde ifade ediyor, diğerleri peygamberi sevmiyor mu türünden eleştiriye tabi tutuyor.

Ben hangi taraftayım? Lafı hiç eğip bükmeden, imamı ve videoyu çekenleri eleştiren taraftan olduğumu söylüyorum. Bu video ve anlatım nesnellikten uzaktır. Tamamen öznel bir durumdur. Sadece bu olayı gören kişileri bağlar. Bir menkıbedir. Dinde ve dinî anlatımlarda da menkıbeye yer yoktur. Çünkü menkıbelerin gerçeklerle bir alakası yoktur. Gerçek olmayanın da hutbede ve vaaz da yeri olamaz. Vaaz ve hutbelerde hayatın içinden ve ayakları yere basan anekdotlara yer verilmesi lazım.

Videoyu çekenlerin ve bu videodan alıntı yapanların niyetlerini bilemem. Bu, Allah ile kendi aralarında bir şeydir. Biz ancak zahire göre değerlendirme yapabiliriz. Benim yapacağım da budur:

1.Süresi içinde gömülmeyen her ceset kokar. Bazı cesetler erken bazısı geç kokabilir. Bu da cesedin bulunduğu yerle alakalı bir durumdur. Evde buzdolabına konmayan bir yemeğin güneşte kalması ile gölgede kalması arasında bozulma zamanı yönünden fark olur. Güneşe maruz kalan yemek daha erken bozulur. Serin yerdeki yemek ise daha geç bozulur. İnsan cesedi de böyledir.

2.Olağanüstü bir durumdu deprem. Enkaz altındaki cesetler ulaşmak zaman aldı. Zamanında defnedilmeyen bu insanların cesedinin kokması kadar doğal bir şey olamaz. Bu, kimyasal bir değişimdir. Kişinin peygamber sevgisi ile bir ilgisi yoktur. Nitekim peygamber sevgisinden kimsenin şüphe etmediği, peygamberin iki kızıyla da evlenmiş olan, hafız diye bilinen, İslam’ın üçüncü halifesi Hz Osman’ın isyancılar dolayısıyla üç gün içinde defnedilmeyen cesedi kokmaya yüz tutmuştu. Belki de bir gün daha defnedilmeseydi, Hz Osman’ın da cesedi kokacaktı. Bu, Hz Osman’ın değil, onun defnedilmesini engelleyen insanların suçu ve ayıbıdır. Enkaz altından zamanında çıkarılıp defnedilemediği için kokan ya da kokmaya yüz tutmuş insanımızın da bu kokmada bir suçu yoktur. Bu durum bir zorunluluktur. Çünkü binlerce insanı aynı anda enkaz altından çıkarıp defnetmenin zorluğu aşikardır. (Devam edecek)

*11/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

4 Ekim 2023 Çarşamba

Şiddetli Yağmurda Yollarımız

Sileceklerin durmadan çalıştığı yağmurlu havada araç sürmek, sair zamanlara göre daha bir zor. Haliyle su birikintisinin olduğu yerleri görmek, gölete dönüşmüş su birikintisine girmemek de bir o kadar zor. Çünkü ya şerit boş olmaz ya da ardında gelmekte olan bir trafik var. Yağmurla birlikte hava sıcaklığı da düştüğünden, aracın ön camı da buharlanıyor. Haliyle klimayı da çalıştırmak zorundasın. Yağmurla birlikte görüş mesafesi de düşüyor. Karşıdan ve arkadan gelen araçların far ışıkları normal günlerden daha bir farklı. Flu görüyorsun. Far ışıkları rahatsız ediyor. Arabayı sürerken yollar suyla kaplı olduğundan şeritler net görünmüyor. 

Kısaca yağmurlu havalarda yola çıkılacak gibi değil. En iyisi pencerenin önüne oturup yağan yağmuru izlemek. Yolda yakalanmış isen aracı kenara çekip yağmurun dinmesini beklemek ise de şu ya da bu sebeplerle çıkıyoruz böyle havalarda. Ben de söz dinlemeyenlerden biriyim.

Aralıklarla yağan şiddetli yağmurun yağdığı pazar akşamı, Yazır mahallesinde misafirlikte idim. Ta gündüzden gitmişim misafirliğe. Otur otur ne zamana kadar oturacaksın.

21.00 sularında Yazır mahallesinden Meram'a doğru aracımla yola çıktım. Yavaş yavaş gidiyorum. Yolu ve önümü görebilmek için silecekleri hiç durdurmadan çalıştırmak zorunda kaldım. Beyhekim caddesi meyilli bir zeminde olmasına rağmen yolun sağına ve soluna yer yer sular birikmiş. 

Rögarlar sicim gibi yağan yağmurla dolmuş olmalı ki rögar kapaklarından fıskiye gibi su fışkırıyor. Tam suyla kaplı yerden geçiyordum ki sol şeritten beni sollayıp geçen araç, sabahtan akşama aracımın yıkandığını yeterli görmemiş olmalı ki arabama bir güzel çamur banyosu yaptırdı. Sağım, solum, önüm, arkam söbe misali önümü ve arkamı göremedim. Bir an için ortalık zifiri karanlığa dönüştü. Sileceği en hızlı pozisyona getirerek önümü temizledim. Önümü görünce dünya varmış dedim. Geceyi diğer gecelerden normal bir gün görüp yanımdan jet hızıyla geçen araç sahibine dua etmekten başka elimden bir şey gelmedi. .

Yağmurlu havanın daha başlangıcı böyle ise ileriler nasıldır, beni yolda neler bekliyor bakalım. Madem çıktık yola. Hayırlısı deyip yola devam ederken Meram’a ne taraftan gideyim ikilemi yaşadım. İstanbul caddesinden gitsem, altgeçitlerde sorun yaşayabilirim. En iyisi altgeçidi olmayan, yeni yapılmış Abdülhamit caddesinden gideyim dedim. Girdim caddeye.

Cadde, tıpkı geldiğim Beyhekim caddesi gibi kalabalık. Bu kadar araç nereye gidiyor bu saatte? Misafirliğe desem, geç. Misafirlikten gidiyorlar desem, kalkmak için erken. Aman neyse ne. Bereket, sürücüler bu anormal havada trafiğe çıktıklarının farkında. Her biri yavaş yavaş gidiyor ve dikkatli.

Daha 500 metre gitmemiştim ki yanımdaki çocuğum, baba, sağ şerit su dolu. Sol şeride geç istersen dedi. Dikiz aynasından baktım. Geri müsait olunca sol şeride geçtim. Boşuna geçmişim. Çünkü bu şerit de suyla kaplı. Üç beş metre gitmeden arabam yavaşladı. Gaza bastım. Nafile. Oğlan, baba vites düşür dedi. Vites düşürdüm. Fayda etmedi. Ekrana bakınca arabanın stop ettiğini gördüm. Birkaç defa çalıştırmayı denedim. Olmadı. Oğlan akıl edip dörtlüleri yaktı. Motora su kaçtı. Kurumadan çalışmaz dedim.

Arabayı sağ şeride yolun kenarına geçirmemiz lazım ama nasıl? Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yer suyla kaplı. Biz solu kapatınca yoğun trafik sağımızdan geçiyor. Oğlum yağmura aldırmadan iteklemek için arabanın arkasına geçti. Ben ise direksiyonun başındayım. Suyla kaplı yerden, iyice hantallaşan bu ağır arabayı bir kişi nasıl itekleyebilirse deneyeceğiz. Ama sağdan gelen araçlardan deneyemedik. Yolun boşalmasını beklerken, imdada ne hayır diyerek polis arabası geldi. Çocuğum durumu izah etti. Polisin biri trafiği durdurdu. Diğeri de arabayı iteklemeye yardım etti. Sonunda güç bela sağ kaldırıma paralel arabayı getirebildik. Polisler olmasaydı, aracı ne itekleyebilir ne de çekebilirdik. Sağ olsunlar, Hızır gibi yetiştiler. Polis bu saatte burada ne arar. Belli ki hava muhalefetinden dolayı cadde ve kavşaklara görevlendirilmiş olmalı. Valilik tedbir almış dedik. Öyle mi, değil mi bilmiyorum. Oğlan, baba bu akşam Konyaspor’un maçı var. Stadyum buraya yakın. Polisler bundan dolayı burada dedi. Her ne amaçla bu caddede iseler, bize yaptıkları yardımla hem trafiğin akmasını sağladılar hem bir kaza riskini önlediler hem de görevleri arasında araba itekleme olmamasına rağmen işin ucunda ıslanma da olsa araba iteklediler. Polis de olsa, bizim insanımız böyledir. Gelip geçen sivilleri iteklediğini gördüm de polisi ilk defa gördüm. Minnettarım.

Tüm bu hengamede ben arabanın içinde dokuz doğursam da ıslanmadım. Az önce bir insan evladının arabama çamur banyosu yaptırdığı gibi oğlan da tepeden tırnağa ıslandı. Arabayı sağa emniyete aldıktan sonra arabaya bindi. Belirli aralıklarla marşa bassam da araba çalışmadı. Çaresiz bekledik. Ne kadar bekledik bilmiyorum. Ara ara arabayı çalıştırdım. Herhalde bir 15 dakika beklemişizdir. Sonunda arabanın motoru insafa geldi. Bu kadar işkence bunlara yeter de artar demiş olmalı ki çalıştı. Yavaş yavaş evi boyladık.

Altgeçidi bol olan İstanbul yolundan gitseydim, durumum ne olurdu, rögar çekmediği için suyla dolu altgeçit var mıydı bilmiyorum ama 2023 yapımı bu caddede, bu tür çok yağışlara karşı su birikintilerinin oluşmaması için  daha bir özen gösterilebilirdi.