19 Ağustos 2023 Cumartesi

Halılar mı Bizden Çekiyor yoksa Biz mi Halılardan?

Mobilya ve ev rengine uyumlu olanını alırız halının hem de en iyisinden. Alırken de paraya acımayız.

Üzerine bazıları ayakkabı ile bassa da çoğunluk çorabıyla veya çıplak ayakla basar, gezinir. Üzerinde oturur, uzanır yatarız. 

Her misafir gelmeden önce elektrikli süpürgeyi çalıştırır, bastıra bastıra bir güzel temizleriz. Aynı işlemi misafir gittikten sonra da tekrarlarız. 

Her süpürüşte dünya kadar kir çıkar evin hanımına göre. Aslında kir denen tüyüdür. O tüyler rahatsız eder evin içişleri bakanını.

Misafirin gelip gitmesiyle kurtulamaz halı. Haftalık rutin elektrikli süpürge açılır. Bir baştan diğer başa tüm odalar yeniden temizlenir. Üzerindeki tüyler kişinin sakalını çeker gibi makineye çektirilir. 

Haftalık temizliğin yanında bir de yazlık ve kışlık temizlik vardır. 

Temizlemenin dışında, kazara üzerine çay dökülürse, eline geçen ne kadar bez varsa, çayın sarısı geçmesin diye envaiçeşit sabunla yıkanır ve silinir. Sana göre çay sarısı falan kalmasa da evin hanımına göre çayın sarısı çıkmaz. Üstelik diğer taraflara da yayılmıştır çayın sarısı.

Çaresiz yıkamacıya verilecektir. Nasılsa metrekaresini bilmem kaç paraya yıkıyorlar, evinden alıp evine getiriyorlar. 

Çayın döküldüğü halı yıkamacıya verilecekse, diğerleri de kirlenmiştir. Bunlar da yıkamacıya verilmelidir. Metre karesi bilmem kaç liradan halı yıkamacıya bayılırsın.

Daha yeni yıkandı denmez. Yine misafir gelmeden önce misafir gittikten sonra haftalık ve yıllık halılar iyi tüy çekici makineyle aldırılır. Makinen iyi tüy çekici değilse, boynunun borcudur iyi tüy çeken elektrikli süpürgeyi almak.

Gel zaman git zaman süpüre süpüre halının üzerinde tüy kalmaz. Dün tüyden şikayetçi olan evin içişleri bakanı bu sefer halının tüysüzlüğünden şikayetçi olmaya başlar. Öyle ya halı dediğinin tüyü olur, her süpürüşte de dünya kadar tüy çıkıp makinenin torbasını tüyle doldurmalıdır. Tüyü olmayınca halı ne işe yarar. Üstelik rengi de ağarmaya başlamıştır. Çözüm ne dersin o değilden.

Çözüm halıyı değiştirmektir. Olmaz, ne var halıda. Şimdi alışveriş zamanı değil diyerek gürlesen de yağmuru eşin yağdırır. Zira son sözü o söyler. Elin mahkum, çıkarsın şu halıcı senin, bu halıcı benim diyerek halıcıları tek tek gezmeye.

Halıyı değiştirmekle, dünya kadar parayı yer sergisine vermekle iş bitiyor mu? Hayır. Sil baştan halıyı haftalık, misafir öncesi ve misafir sonrası süpürmeye kaldığın yerden devam ediyorsun. Hedef, tek tüy kalmayıncaya kadar bu halılar süpürülecek.

Sonrasını biliyorsunuz. Halının tüyleri bitmişse halıyı yenileyeceksiniz. Bu durum ömür bitinceye kadar devam eder. Sen ölürsün, bu vazifeyi bir başkası üstlenir. Çünkü geride kocaman bir familya bırakıyorsun. Bu da ordu demektir. Bu ordunun görevi halıcıya çalışmaktır, elektrikli ev aleti satanlara çalışmaktır, elektrik idaresine çalışmaktır. Evin hanımının tüm bu firmalarla ortak olduğunu anlarsın ama iş işten geçmiştir.

Geçinsin de Göreyim *

Asgari ücretle çalışan, üç çocuk babası bir akrabam var. Yıllardır üç vardiya olarak bir fabrikada çalıştı. Çoluk çocuğunu kimseye muhtaç etmeden kirasını ödedi ve evini geçindirdi. Ta ki günümüz enflasyonlu hayata gelinceye kadar.

Geçen yıl 900 liraya oturduğu evin kirasını ev sahibi % 25 lira resmi artışı dinlemeden 3000 liraya çıkarır. Bir yıl sonra çıkmasını ister.

Seçim öncesi bir çok uçuk kaçık vaat gibi erken emekli olur. Emekli olduğu fabrikada çalışmaya devam eder. Bu şekil emekli olanlara bir iki ay kadar çift maaşlı dendi.

Altımdaki arabayı satarsam, alacağım avans, biraz da borç bulursam, eski olsun, varsın benim olsun diyerek bir ev satın alma arayışına girer. Nasılsa hem emekli maaşı alacağım hem de çalışmaya devam edeceğim. Evimi de alırım evimi de geçindiririm der. Yalnız evdeki hesabı tutmaz. Çünkü şirket avansını dokuz takside bölünce ev alma hayali de suya düşer.

Bari ev sahibiyle papaz olmayayım, bir kiralık eve çıkayım. "Çocuğunu da evlendirsin" der. Fırsat buldukça kiralık ev arar. Olmadı, izin alıp mahalle mahalle dolaşır, emlakçıları mesken edinir.

Kiralık ev yoktu. Olan da ateş pahası idi. Uygun bulduğu evde kiracı vardı. Kiracı da çıkmam diyordu. 

Sonunda ev sahibi ile telefonda atışır. Ev sahibi hakkını helal etmeyeceğini söyler. İşten gelir gelmez hiç eve uğramadan emlakçıya uğrar. Emlakçıda kirası 14 bin lira olan bir eve el sıkışır.

Akşamında, 14 bin liraya ev tuttuğunu öğrenince şaşırdım. Kardeşim, emekli paran 7.500 lira, asgari ücretin 11.400 lira. Emekli paranı tümden versen, kiranı karşılamaz. Üzerine çalıştığından da vermek zorundasın. Emeklilik, artı işinden toplam 18.900 alıyorsun. 14.000 lirayı kiraya verince sana 4.900 lira kalacak. Bu parayla elektrik mi ödeyeceksin, su mu, doğal gaz mı ödeyeceksin, ne yiyip ne içeceksin dedim. Öyle de mecbur kaldım dedi. 

Evde eve taşımacı ile görüşmüş. Zemin kattan ikinci kata 9 bine taşırız demişler. Taşınacak evlerin mesafesi de bir km anca gelir. Şimdi yana yakıla bir kamyon bulursam, yakıt parasını koyarım, kendim taşırım diye düşünüyor.

Gördüğünüz gibi emekli maaşının tamamını verse bir evini taşıtamıyor. Üzerine 1.500 lira koyması gerekiyor. Buna hamallara ikram edeceği yemek ve vereceği bahşiş dahil değil. Haydi bir defa taşınacak. Olsun bu kadar diyelim. Ev kirasını aylık verecek. Her emekli maaşının üzerine emeklilik sonrası çalışarak aldığı maaştan 6.500 lira ayırıp vermesi gerekecek. İlk ay bir kira kadar da emlakçıya verecek. Gel de bu hesabın içinden çık sen.

Bu demektir ki bu arkadaş çalışıp kazandığını ev kirasına verecek. Geriye kalanla ne yiyip ne içecek, nasıl aylık elektrik, su, doğal gaz ve telefon giderlerini karşılayacak.

Bu arkadaş çift maaş almasına rağmen “Eskiden bir asgari ücretle kiramı veriyor, evimi de geçindiriyordum. Vara çift maaş almasaydım, tek maaşa talim etseydim, keşke maaşıma zam gelmeseydi daha iyiydi diyor.

Anlattığım bu anekdot kurgu falan değil. Birebir yaşanmakta olan hayatın bir gerçeği. Tüm bu olup biten ve yaşanmakta olan da kişiye özgü bir durum değil. Çoğu ev sahibinin kiracıyla, çoğu kiracının da ev sahipleriyle sorunu var. Maalesef kiraların yanına varılmıyor. Tuzu kuru olanlar ve meseleyi soğan ve patatese indirgeyenler bu trajikomik olayı anlamazlar. Onlardan bazıları bu problemi kabul etseler bile suçu ev sahiplerine atmaya devam ediyorlar. Vicdansız ev sahipleri diyorlar. Bunu derken kurdun puslu havayı sevdiğini unutuyorlar veya görmezden geliyorlar. Bu puslu piyasanın oluşmasına zemin hazırlayanlara da bir çift söz söyleseler hiç gam yemeyeceğim.

70, 80, 90’ların enflasyonlu hayatını yaşayan biri olarak söylüyorum. Kiralar sabit gelirlinin çeyrek ya da yarı maaşını gördü de tümü verildiği halde kirayı karşılamayan bugünkü durumu ne duydum ne gördüm. Hasılı normal günlerden geçmiyoruz. Bu anormal durumun da bugünden yarına geçeceğine dair kimsenin bir umudu yok. Kara kara düşünmekten başka kimsenin yapacağı bir şey yok. Yetkililer şunu bilsin ki bu kiralar çok can yakar. 

*23/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Şahlanış Dönemi *

Bir siyasimiz kendi dönemlerini ifade ederken "Çıraklık, kalfalık, ustalığın ardından şahlanış dönemine geçtik.” demişti. Nasıl şahlandığımızı görmek için önce şahlanmak fiilinin anlamına bir bakalım. Üç anlamı varmış.

1. At ön ayaklarını yerden keserek arka ayakları üstünde durmak, şaha kalkmak.

2. Taşkınlık göstermek, coşmak, kükremek (mecazen).

3. Parlamak, ışıldamak (mecazen). 

Öyle zannediyorum, şahlanmak dönemi derken siyasimizin kastının “parlamak, ışıldamak” anlamında kullandığını düşünüyorum. Ortaya konan hedef bu olmakla beraber fiiliyatın “Dört ayak üzerinde durması gereken atın iki ayak üstünde durması” gibi girdiğimiz yolun bir macera ve serüven olduğunu gösteriyor. “Taşkınlık göstermek, kükremek” anlamlarını da bu serüvenin içine dahil etmek gerekir. Sonuçları itibariyle sanki şahlanış dönemiyle kastedilen bu olsa gerek.

Yaşadığımız ve geldiğimiz noktaya örnek vermek gerekirse şahlanış dönemiyle kastedilen şunlar olsa gerek:

Kronik sorunumuz enflasyonun tüm zamanların rekorunu kırmaya doğru ilerlediği,

Hayat pahalılığının her geçen gün orta, dar ve sabit gelirliye hayatı zindan etmeye başladığı,

Bir milletin ve devletin bayrak kadar değerli olması gereken Türk lirasının döviz karşısında pul olduğu,

Ürün etiketlerinin sürekli yukarıya doğru değiştiği,

Kiraların yanına varılamadığı, tarihte ilk defa kiraların asgari ücreti geçtiği,

Yıllık bütçenin yetmediği, ikinci ek bütçenin yapıldığı,

Yılda bir belirlenen asgari ücretin yılda iki kez yapılmaya başlandığı,

Tarihte hiç olmadığı kadar seçimlerde seçim ekonomisinin uygulandığı,

Merkez Bankasının yıl sonu enflasyon ve döviz kuru tahmininin hiç tutmadığı,

Para babalarına her türlü garantinin verildiği, (Kur garantili TL, kamu ortak işbirliği adıyla her türlü garantinin verilmesi...)

Ortodoks politikalar yerine heteradoks politikaların izlendiği,

 Akaryakıt fiyatlarının günaşırı değiştiği,

Verginin vergisi diyebileceğimiz ek vergilerin hayatımıza girdiği,

U dönüşünün hiç olmadığı kadar siyasette rutin hale geldiği,

İçler acısı ekonomik tabloya rağmen harcamalar kısılacağı yerde devletin Lale Devri’ni yaşamaya devam ettiği...

*06/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

17 Ağustos 2023 Perşembe

Camiler ve Cami Kürsüleri *

Camiler;
Müslümanların ibadetgahıdır. 
Allah'ın evidir.
Herkese açık olan yerlerdir. (İster dini hassasiyeti güçlü olsun ister zayıf olsun ister beş vakit namazı buralarda cemaatle kılsın ister arada bir uğrasın ister haftada ister yılda iki defa gelsin ister dine, camiye mesafeli olsun ister günahkar ister inancı zayıf olsun.)
Amme hizmeti gören yerlerdir. 
Kimsenin özel mülkü değildir.
Kimsenin arka bahçesi değildir. 
Kimsenin çiftliği değildir. 
Kimsenin istediği şekilde borusunu öttüreceği yer değildir. 
İsteyenin istediği şekilde konuşacağı yerler değildir. 
Bin düşünüp bir konuşulacak yerlerdir. 
Ayrılığa, ayrımcılığa ve nizaya yer yoktur. 
Edeple girilir, edeple durulur, edeple konuşulur, edeple çıkılır. 
Kürsü ve minberinde kimseye parmak sallanmaz. 
Doğru din anlatılır. 
Hurafeye yer verilmez. 
Gizeme yer yoktur. 
Ayakları yere basan din güzel bir üslupla anlatılır. 
Müslümanların ve insanlığın ortak değerlerine değinilir. 
Bir konuda Müslüman nasıl tavır alacağına dair yol gösterilir. 
İnsanlığın ve Müslümanların derdiyle dertlenilir. 
Oraya siyaset girmez, orada partizanlık yapılmaz. 
Güzel, nazik ve tatlı dil kullanılır.
Kürsülerinde şov yapılmaz, hamaset ve slogana yer yoktur. 
Yerinde ve doğru kıyas yapılır. 
Buralar dilencilik merkezi haline getirilemez. Resmi dilencilik yapılmaz. 
Camiye gelen cemaat müşteri gibi görülmez.
Camide meclisten içeri konuşulur. 
Hutbe ve vaaz konuları belirli gün ve haftalardan ibaret değildir.
*21/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

15 Ağustos 2023 Salı

Daha Beleşe Konmadan

Beleşe bayılırım. Buldum mu beleş, yerleşirim hemen. Ucunda ölüm de olsa boş mezara bile talibim. Beleşin suyu siyah olurmuş. Hiç umurumda değil. Sonu bana pahalıya gelirmiş. Çok da tın. Yeter ki beleş olsun, benim olsun. Benden halihazırda bir şey çıkmasın. Sonrasında torunlarım ödermiş. Çok umurumdaydı sanki. Benden çıkmadıktan sonra varsın ödesin torun. Torun öderken bana gönül koyarmış. Varsın koysun. Dede, yaptığın iş mi dermiş. Varsın desin.

Mesela seçim ekonomilerine bayılırım. Veriyor derim, amma da bonkör derim. İşi biliyor derim. Hem oyumu alır hem de takdir ederim. Seçim ekonomisi ülkeye zararmış. Ne yapalım zararsa. Ülkeye zarar diye beleşten mahrum mu kalayım. Ülkenin temeline dinamit konarmış. Varsın konsun. Beleş, kaşıkla verilenin kepçeyle alınmasıymış. Varsın alınsın. Kaşıkla yemiyor muyuz zaten. Kepçeyle nasıl yiyeceğiz sonra. 

Örneklerle anlatmaya çalıştığım gibi beleş benim işim. Beleş için yaratılmışım. Nerede, ne zaman beleş görsem, mutluluğuma diyecek olmaz. Zaten mutluluk için yaşamıyor muyuz şu dünyada. Yeter ki o anda benden bir şey çıkmasın. 

Yine bir seçim öncesi seçim yatırımı olarak konan, 65 yaş üstüne toplu taşıma bedava hizmeti de beni en çok sevindiren ve heyecanlandıran icraatlardan biri idi. Beni üzen ise hala yaşımın tutmaması idi. Yaşlanmayı pek istemesem de sırf bu hizmetten faydalanmak için yaşlanmayı çok istedim. Bir an evvel yaşlanayım da tüm belediye otobüslerine sabah akşam bineyim. Birinden inip diğerine bineyim. 

Öyle hayal kurmuştum ki her bir hatta ilk durağından son durağına kadar gideyim. Böylece şehri tüm mahalleleriyle birlikte göreyim. Bir hat seferini tamamlayınca diğer hatta bineyim. Bir bakmışsın akşam olmuş. 

Ben 65'ine gelip otobüslere bu şekil beleş hayali kurarken gelen akaryakıt zamlarıyla birlikte bazı illerde 65 yaş üstüne beleş binişin kaldırıldığı ya da kaldırılacağı söylentileri beni derinden etkiledi. Zaten en büyük korkum bu idi. Vah bana vah. İlk çıktığında bu endişemi dile getirmiştim zaten. Ben o yaşa gelinceye kadar kaldırırlar bu hizmeti demiştim. Daha 65'e 5 kala belediyeler bu hizmete yan çizmeye başladı. Hasılı daha dereyi görmeden paçaları sıvama hayalim hiç gerçekleşmeden suya düştü. Doğmamış çocuğa biçtiğim don da boşa gitti. Nerede kaldı hizmet belediyeciliği. Nerede kaldı gönül belediyeciliği. Benim içime sinmeyen, yaratılış amacıma ters, beleş olmayan bu hizmetsizliği ben ne yapayım.

Üzüntüden ne yazdığımı bilmiyorum ama merak ettiğim, belediyeler içinde bulundukları borç batağından 65’lilerden biniş parası alarak mı kurtulacaklar ya da düze çıkacaklar. Kusura bakmasınlar da onları içine düştükleri borç batağından hayatını beleş üzere kuran ben bile kurtaramam. Varsınlar başka yol arasınlar. Esirgemesinler ahir ömrümde benden şu beleş hizmeti.

Ezcümle 65’ine varmadan ve en bu hizmetten bir kez bile faydalanmadan bu hizmet sekteye uğratılırsa bilsinler ki bu beni götürür. Giderken de gözüm açık gider. Ölümümden de bu hizmeti kaldıran, kaldırmaya teşebbüs eden belediyeler sorumludur. Öldükten sonra da ölüm nedenimi belirlemek için boşu boşuna adli tıpa götürüp kafamı, gözümü yardırmayın. Öldüğümü duyan doktor beni incelemeden “Beleşçiliğin kurbanı. Ölümünden, beleş binişi kaldıran belediyeler sorumludur” yazsın ölüm raporuma.

Cenazeme de bu hizmeti sona erdirmeye çalışan belediyelerin hiçbir personeli katılmasın, salıma da yapışmasınlar. Onlardan tek isteğim, ölümümün ardından cenazeme katılmayı düşünen 65 yaş üstüne, toplu taşımanın beleş olmasına imkan vermeleri.

Tahmini Enflasyon ve Memura Önerilen Zam *

Hükümet ile yetkili konfederasyon arasında 2024-2025 yıllarına ait 7.dönem kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri yapılıyor. Çalışma ve Sosyal Bakanı, görüşmelerin 14.gününde yaklaşık 4,5 milyon memur ve 2,5 milyon emekli memur için hükümetin zam teklifini açıkladı:

2024 yılı, ilk 6 ay için % 14, ikinci 6 ay için % 9,

2025 yılı ilk 6 ay için % 6, ikinci 6 ay için % 5

Bu demektir ki memur ve memur emeklisine 2024 yılı için % 23, 2025 yılı için % 11 teklif edilmiş. Adı üzerinde teklif. Karşılıklı görüşmelerde bu oran revize edilir desek, ne kadar yükselir? Olsa olsa 2-3 puan oynar. Teklifi beğenmeyen konfederasyonlar birbiri ardına açıklama yaparak teklifin, beklentilerin altında olduğunu açıklayarak tepki gösterdi. İş bırakacağını söyleyen konfederasyon bile var.

Öyle zannediyorum, taraflar arasında bir anlaşma olmayacak. Bu iş Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna gidecek. Nihai kararı bu Kurul verecek. Kurul da hükümetin teklifini onaylayıp geçecek. Bugüne kadar anlaşmazlıklar sonuçlanan tüm toplu sözleşme görüşme kerimin akıbeti böyle oldu. Çünkü Kamu Görevlileri Hakem Kurulu verdiği görüntüyle hakemlikten ziyade hükümetin lehine taraftır.

Önerilen bu zam oranları azdır, çoktur demeyeceğim. İşin parasında değilim. Burada bir çelişkiye işaret etmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere Merkez Bankasının yeni yönetimi Temmuz ayının son haftasında 2023, 2024 ve 2025 yıl sonu enflasyon tahminini güncellemişti. 

Buna göre enflasyon  yıl sonu tahmini;

2023'de % 58

2024'de % 33

2025'de de % 15 çıkacak. 

Rakamlara boğmak istemiyorum ama hükümetin zam teklifi, güncellenen enflasyon oranlarının altında kalıyor. Çünkü 2024 için teklif edilen zam oranı tahmini yıl sonu enflasyonunun 10 puan, 2025’inkinin 4 puan altında. Uygun olan, Merkez Bankasının tahmini rakamının zam olarak önerilmesiydi. Hükümet bu zam oranını önereceğine, önümüzdeki iki yıl kemer sıkacağız. Hiç zam vermeyeceğim dese, daha anlaşılır olurdu. Zaten bizim vatandaşımız kemer sıkmaya alışkın. 7.500 lira alan emeklilerin geçindiğine inanılıyorsa, memur da halihazırda aldığıyla hayli hayli geçinir. Antrparantez bir kemer sıkma olacaksa, aynı kemer sıkmayı devletin kurumlarından da beklenir.

Hasılı, Merkez Bankasının tahmini enflasyon tahmini ile çelişkili olan bu teklif ciddiyetten uzaktır. Memur ve memur emeklisi ile dalga geçmektir. Vereceğimi seyyanen zamla birlikte verdim. Önümüzdeki iki yıl başınızın çaresine bakın demektir.

Merak ettiğim bir husus da kaç yıldır ek bütçenin yapıldığı, yılda bir belirlenen asgari ücretin altı ayda bir tespit edilmeye başlandığı, yıllık enflasyonun Merkez Bankasının yıllık enflasyon tahmininin çok üstünde çıktığı, memur zammı enflasyonun altında kaldığı için her altı ayda bir refah payıyla birlikte memura enflasyon farkının verildiği bu yıllarda, Merkez Bankasının önümüzdeki iki yılın tahmini tutar mı? Tutmayacağını hepimiz biliyoruz. Hükümetin vereceği zammın enflasyonun altında kalacağı da gün gibi aşikar. Nasılsa alıştı hükümet geriye yönelik altı aylık enflasyon farkını vermeye. Verdiğim zam oranı enflasyonun altında kaldığında nasılsa farkı refah payıyla birlikte alacaksınız diyor. Bir de memur ve işçiyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyiz demeleri yok mu? Bu söylem bile insanımızın aklıyla dalga geçmektir.

Ezcümle altı ay sonrasını kısaca burnunun ucunu göremeyen hükümet, iki yılın zam planlamasını falan yapmasın. Eşit şartlarda yapılmayan bu toplu sözleşme görüşme komedisine de son versin. İşçiyi, memuru ve emeklileri düşünüyorsa, “Bundan sonra maaşlar için iki yıl değil, bir yıl değil, aylık revize yapılacaktır. Her ayın üçünde açıklanan enflasyon oranı kaç ise bir önceki ayın maaşlarına çıkan enflasyon yansıtılır” desin, bu iş bitsin.

*16/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2023 Pazartesi

Vantilatörüm ve Ben (2)

Akşamında, vantilatörün marka ve modelini alıp İnternetten parçayı araştırdım. Bu arada Fakir marka imiş benim vantilatör. Modeli de 20 VC imiş. Fakirin markası da Fakir olur dedim. İnternetten benzer bir model buldum. Yalnız VC 20S yazıyordu. Yazıyla sordum. Firma, “Etiketi üzerindeki marka, model vs. yazıp gönderirseniz, ellerindeki ayak bağlayıcısının uyup uymadığını söyleyebilecekleri” cevabını verdi.

Ne yapayım ne ederim derken akşamında eve tamir işlerinden anlayan bir misafirim geldi. Bu iş tam sana göre dedim. Aldı eline ayağı. Bir oklava istedi. İçi boş borunun arkasından oklavayı girdirerek kırılıp içinde kalan, bir nevi tıpa görevi gören plastiği çıkardı. Vida istedi. Balkona geçtik. Önüne ne kadar vida varsa döktüm. Uygun iki vidayı kopan plastikten ayak bağlayıcıya vidaladı. Daha önce söktüğüm diğer vidaları da yerine monte etti. Üzerine vantilatörün üst kısmını geçirdik. Oldu ama orijinali gibi olur mu? İki ayak havada kaldı. Vantilatör ise düştü düşecek dercesine yamuk duruyor. Sağa çevirdik, sola çevirdik yamukluğu düzeltemedik. Sonunda yere tam oturan iki ayağın ucundaki plastikleri söktü. Havadaki iki ayak biraz daha yere yaklaştı ama bizim vantilatör iğreti durmaya devam ediyor. Ayaklıkları eğmeye çalıştı, eğilmedi. Hurdacıda falan bulursun bunun altlığını dedi misafirim.

Misafirim ayrılmadan önce kendisine bir gün önce izlediğim bir videoyu anlattım. Yeri geldi bunu da anlatayım: Biri doktor olmuş. Kardeşi ise okumamış. Haylaz mı haylazmış. Babası ağabeyine, oğlum bu çocuk okumaz. İşe de yaramaz. Bunu tamirciye verelim. Sen bunu gör gözet demiş.

Gel zaman git zaman abi doktor, kardeşi de oto tamirci olarak çalışıyorlar. Doktor yıllardır biriktirdiği ile kenardan köşeden bir ev alabilmiş. Bir de Opel Astra’sı var. Tamirci kardeşin ise gözde bir yerde evi, altında da Mercedes arabası olmuş. Ağabey doktor olunca nereye gitse eş, dost, tanıdık kim varsa, kendisine muayene olmuşlar. Hiçbiri de bir kuruş para vermemiş. Her biri sağ ol demiş. Hepsi bu kadar. Tamirci kardeş ise arabamın şurasında şu var, bu var diyenin arabasına bakıp tamirini yapıyor. Her biri bin, iki bin lira para bırakıp gidiyor. Tamirci kardeşteki bu variyeti gören doktor, sonunda kararını verir. Doktorluğu bırakır. Kardeşinin yanında beş sene çalışarak tamir ustası olur. Kısa zamanda araba toplayıp satmaya da başlıyor. “Doktordan araba” deyince müşterisi de bol, satışı da kolay oluyormuş. Paraya para demiyor. Kısa zamanda tamirci kardeşin evinin yakınından bir ev alır, altına da BMV çeker. Bakar ki bu işte iyi para var. Fen lisesinde okuyan çocuğunu da okuldan alır, tamirci yapar. Oğluna da bir araba alır.

Misafirime bunu anlattım. Sağ olasın dedim. O da çayını içip gitti.

Sabahında ne yapayım ne derken gözüme evin köşesinde yamuk bir şekilde duran vantilatör çarptı. Bu vantilatörün yamukluğunu nasıl düzeltirim diye düşünürken ayak boşluğunu dolduracak bir şey koyayım altına dedim. Aradım taradım. Önce yassı bir tahta buldum. Olmadı. Gözüme, buz tedavisi için eczacıların verdiği yassı buzluk ilişti. Bu olur dedim. Ayaklığın altını tam doldurdu. Benim yamuk vantilatör düzeliverdi.

Hasılı geçen sene taşınmamdan beri ne yapayım, nasıl yaparım diye düşündüğüm, düşünmenin ötesine, fiiliyata geçirmediğim vantilatör şimdi hazır ve nazır. Tek yapacağım, vantilatörü odadan odaya taşırken ayağın altındaki buzluğu da gezdireceğim.

Böyle olmaz, bu işe ben bir çözüm bulurum derseniz, kapım sizlere açık. Zira vantilatörüm tamir istiyor. Bunu yaparsanız, belki size tamir parası teklif edemem, para da veremem. Size, herkesi muayene ve tedavinin ardından beş para vermeden doktora sağ ol diyen hasta eş, dost ve tanıdığın dediği gibi temizinden bir sağ olasın derim. Çayımı içirir, ardından sizi yolcu ederim.

Uzattığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Niyetim uzatmak falan değildi. Buraya nasıl geldim, bu yazı bu kadar nasıl uzadı, şu anda ben bile farkında değilim. Bunca uğraşıya sebebiyet veren bir taşıma şirketi elemanının başıma açtığı iş bu yazının kahramanı olsun. Temizinden bir sağ olu hak etti zira. Allah onun hayrını versin. Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz misali, özensiz taşımanın ceremesi beni buldu. Ben de kırk kadar olmasa da kaç eşe, dosta yük sürdüm. (Elemana dediğim sağ ol, doktora denilen sağ ol gibi değil. Taşıma parasını verdim, bahşişlerini de yemeklerini de. Üzerine de helalleştik.)

Burada at mı, deve mi, bir vantilatör değil mi, at yenisini al diyebilirsiniz. Adam tümden kırsa, işe yaramaz deyip çöpe bırakabilir, gidip yenisini alabilirdim. Bir diğer husus, küçük ve basit bir parça yüzünden çalışır vaziyette bir eşyayı dışarıya koymayı da vicdanım el vermez.

Bu kadar uğraşıdan sonra bana vantilatörün en önemli yeri neresi derseniz, hiç düşünmeden “ayak bağlayıcı ara parça” derim.

Son olarak, ister taşımacılık ister başka bir iş, hangi işi yaparsak işimizi düzgün yapmayı bilmek lazım.