15 Ağustos 2023 Salı

Tahmini Enflasyon ve Memura Önerilen Zam *

Hükümet ile yetkili konfederasyon arasında 2024-2025 yıllarına ait 7.dönem kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri yapılıyor. Çalışma ve Sosyal Bakanı, görüşmelerin 14.gününde yaklaşık 4,5 milyon memur ve 2,5 milyon emekli memur için hükümetin zam teklifini açıkladı:

2024 yılı, ilk 6 ay için % 14, ikinci 6 ay için % 9,

2025 yılı ilk 6 ay için % 6, ikinci 6 ay için % 5

Bu demektir ki memur ve memur emeklisine 2024 yılı için % 23, 2025 yılı için % 11 teklif edilmiş. Adı üzerinde teklif. Karşılıklı görüşmelerde bu oran revize edilir desek, ne kadar yükselir? Olsa olsa 2-3 puan oynar. Teklifi beğenmeyen konfederasyonlar birbiri ardına açıklama yaparak teklifin, beklentilerin altında olduğunu açıklayarak tepki gösterdi. İş bırakacağını söyleyen konfederasyon bile var.

Öyle zannediyorum, taraflar arasında bir anlaşma olmayacak. Bu iş Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna gidecek. Nihai kararı bu Kurul verecek. Kurul da hükümetin teklifini onaylayıp geçecek. Bugüne kadar anlaşmazlıklar sonuçlanan tüm toplu sözleşme görüşme kerimin akıbeti böyle oldu. Çünkü Kamu Görevlileri Hakem Kurulu verdiği görüntüyle hakemlikten ziyade hükümetin lehine taraftır.

Önerilen bu zam oranları azdır, çoktur demeyeceğim. İşin parasında değilim. Burada bir çelişkiye işaret etmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere Merkez Bankasının yeni yönetimi Temmuz ayının son haftasında 2023, 2024 ve 2025 yıl sonu enflasyon tahminini güncellemişti. 

Buna göre enflasyon  yıl sonu tahmini;

2023'de % 58

2024'de % 33

2025'de de % 15 çıkacak. 

Rakamlara boğmak istemiyorum ama hükümetin zam teklifi, güncellenen enflasyon oranlarının altında kalıyor. Çünkü 2024 için teklif edilen zam oranı tahmini yıl sonu enflasyonunun 10 puan, 2025’inkinin 4 puan altında. Uygun olan, Merkez Bankasının tahmini rakamının zam olarak önerilmesiydi. Hükümet bu zam oranını önereceğine, önümüzdeki iki yıl kemer sıkacağız. Hiç zam vermeyeceğim dese, daha anlaşılır olurdu. Zaten bizim vatandaşımız kemer sıkmaya alışkın. 7.500 lira alan emeklilerin geçindiğine inanılıyorsa, memur da halihazırda aldığıyla hayli hayli geçinir. Antrparantez bir kemer sıkma olacaksa, aynı kemer sıkmayı devletin kurumlarından da beklenir.

Hasılı, Merkez Bankasının tahmini enflasyon tahmini ile çelişkili olan bu teklif ciddiyetten uzaktır. Memur ve memur emeklisi ile dalga geçmektir. Vereceğimi seyyanen zamla birlikte verdim. Önümüzdeki iki yıl başınızın çaresine bakın demektir.

Merak ettiğim bir husus da kaç yıldır ek bütçenin yapıldığı, yılda bir belirlenen asgari ücretin altı ayda bir tespit edilmeye başlandığı, yıllık enflasyonun Merkez Bankasının yıllık enflasyon tahmininin çok üstünde çıktığı, memur zammı enflasyonun altında kaldığı için her altı ayda bir refah payıyla birlikte memura enflasyon farkının verildiği bu yıllarda, Merkez Bankasının önümüzdeki iki yılın tahmini tutar mı? Tutmayacağını hepimiz biliyoruz. Hükümetin vereceği zammın enflasyonun altında kalacağı da gün gibi aşikar. Nasılsa alıştı hükümet geriye yönelik altı aylık enflasyon farkını vermeye. Verdiğim zam oranı enflasyonun altında kaldığında nasılsa farkı refah payıyla birlikte alacaksınız diyor. Bir de memur ve işçiyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyiz demeleri yok mu? Bu söylem bile insanımızın aklıyla dalga geçmektir.

Ezcümle altı ay sonrasını kısaca burnunun ucunu göremeyen hükümet, iki yılın zam planlamasını falan yapmasın. Eşit şartlarda yapılmayan bu toplu sözleşme görüşme komedisine de son versin. İşçiyi, memuru ve emeklileri düşünüyorsa, “Bundan sonra maaşlar için iki yıl değil, bir yıl değil, aylık revize yapılacaktır. Her ayın üçünde açıklanan enflasyon oranı kaç ise bir önceki ayın maaşlarına çıkan enflasyon yansıtılır” desin, bu iş bitsin.

*16/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2023 Pazartesi

Vantilatörüm ve Ben (2)

Akşamında, vantilatörün marka ve modelini alıp İnternetten parçayı araştırdım. Bu arada Fakir marka imiş benim vantilatör. Modeli de 20 VC imiş. Fakirin markası da Fakir olur dedim. İnternetten benzer bir model buldum. Yalnız VC 20S yazıyordu. Yazıyla sordum. Firma, “Etiketi üzerindeki marka, model vs. yazıp gönderirseniz, ellerindeki ayak bağlayıcısının uyup uymadığını söyleyebilecekleri” cevabını verdi.

Ne yapayım ne ederim derken akşamında eve tamir işlerinden anlayan bir misafirim geldi. Bu iş tam sana göre dedim. Aldı eline ayağı. Bir oklava istedi. İçi boş borunun arkasından oklavayı girdirerek kırılıp içinde kalan, bir nevi tıpa görevi gören plastiği çıkardı. Vida istedi. Balkona geçtik. Önüne ne kadar vida varsa döktüm. Uygun iki vidayı kopan plastikten ayak bağlayıcıya vidaladı. Daha önce söktüğüm diğer vidaları da yerine monte etti. Üzerine vantilatörün üst kısmını geçirdik. Oldu ama orijinali gibi olur mu? İki ayak havada kaldı. Vantilatör ise düştü düşecek dercesine yamuk duruyor. Sağa çevirdik, sola çevirdik yamukluğu düzeltemedik. Sonunda yere tam oturan iki ayağın ucundaki plastikleri söktü. Havadaki iki ayak biraz daha yere yaklaştı ama bizim vantilatör iğreti durmaya devam ediyor. Ayaklıkları eğmeye çalıştı, eğilmedi. Hurdacıda falan bulursun bunun altlığını dedi misafirim.

Misafirim ayrılmadan önce kendisine bir gün önce izlediğim bir videoyu anlattım. Yeri geldi bunu da anlatayım: Biri doktor olmuş. Kardeşi ise okumamış. Haylaz mı haylazmış. Babası ağabeyine, oğlum bu çocuk okumaz. İşe de yaramaz. Bunu tamirciye verelim. Sen bunu gör gözet demiş.

Gel zaman git zaman abi doktor, kardeşi de oto tamirci olarak çalışıyorlar. Doktor yıllardır biriktirdiği ile kenardan köşeden bir ev alabilmiş. Bir de Opel Astra’sı var. Tamirci kardeşin ise gözde bir yerde evi, altında da Mercedes arabası olmuş. Ağabey doktor olunca nereye gitse eş, dost, tanıdık kim varsa, kendisine muayene olmuşlar. Hiçbiri de bir kuruş para vermemiş. Her biri sağ ol demiş. Hepsi bu kadar. Tamirci kardeş ise arabamın şurasında şu var, bu var diyenin arabasına bakıp tamirini yapıyor. Her biri bin, iki bin lira para bırakıp gidiyor. Tamirci kardeşteki bu variyeti gören doktor, sonunda kararını verir. Doktorluğu bırakır. Kardeşinin yanında beş sene çalışarak tamir ustası olur. Kısa zamanda araba toplayıp satmaya da başlıyor. “Doktordan araba” deyince müşterisi de bol, satışı da kolay oluyormuş. Paraya para demiyor. Kısa zamanda tamirci kardeşin evinin yakınından bir ev alır, altına da BMV çeker. Bakar ki bu işte iyi para var. Fen lisesinde okuyan çocuğunu da okuldan alır, tamirci yapar. Oğluna da bir araba alır.

Misafirime bunu anlattım. Sağ olasın dedim. O da çayını içip gitti.

Sabahında ne yapayım ne derken gözüme evin köşesinde yamuk bir şekilde duran vantilatör çarptı. Bu vantilatörün yamukluğunu nasıl düzeltirim diye düşünürken ayak boşluğunu dolduracak bir şey koyayım altına dedim. Aradım taradım. Önce yassı bir tahta buldum. Olmadı. Gözüme, buz tedavisi için eczacıların verdiği yassı buzluk ilişti. Bu olur dedim. Ayaklığın altını tam doldurdu. Benim yamuk vantilatör düzeliverdi.

Hasılı geçen sene taşınmamdan beri ne yapayım, nasıl yaparım diye düşündüğüm, düşünmenin ötesine, fiiliyata geçirmediğim vantilatör şimdi hazır ve nazır. Tek yapacağım, vantilatörü odadan odaya taşırken ayağın altındaki buzluğu da gezdireceğim.

Böyle olmaz, bu işe ben bir çözüm bulurum derseniz, kapım sizlere açık. Zira vantilatörüm tamir istiyor. Bunu yaparsanız, belki size tamir parası teklif edemem, para da veremem. Size, herkesi muayene ve tedavinin ardından beş para vermeden doktora sağ ol diyen hasta eş, dost ve tanıdığın dediği gibi temizinden bir sağ olasın derim. Çayımı içirir, ardından sizi yolcu ederim.

Uzattığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Niyetim uzatmak falan değildi. Buraya nasıl geldim, bu yazı bu kadar nasıl uzadı, şu anda ben bile farkında değilim. Bunca uğraşıya sebebiyet veren bir taşıma şirketi elemanının başıma açtığı iş bu yazının kahramanı olsun. Temizinden bir sağ olu hak etti zira. Allah onun hayrını versin. Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz misali, özensiz taşımanın ceremesi beni buldu. Ben de kırk kadar olmasa da kaç eşe, dosta yük sürdüm. (Elemana dediğim sağ ol, doktora denilen sağ ol gibi değil. Taşıma parasını verdim, bahşişlerini de yemeklerini de. Üzerine de helalleştik.)

Burada at mı, deve mi, bir vantilatör değil mi, at yenisini al diyebilirsiniz. Adam tümden kırsa, işe yaramaz deyip çöpe bırakabilir, gidip yenisini alabilirdim. Bir diğer husus, küçük ve basit bir parça yüzünden çalışır vaziyette bir eşyayı dışarıya koymayı da vicdanım el vermez.

Bu kadar uğraşıdan sonra bana vantilatörün en önemli yeri neresi derseniz, hiç düşünmeden “ayak bağlayıcı ara parça” derim.

Son olarak, ister taşımacılık ister başka bir iş, hangi işi yaparsak işimizi düzgün yapmayı bilmek lazım.

Vantilatörüm ve Ben (1)

Hayatta hiç klimam olmadı. Çalıştığım yerlerde klima olduysa da serinlemek için ne yazın ne de kışın ısınmak için çalıştırdım. Benim için elektrik yakıyordu hepsi. Elektriğin ise şakası yoktu. Çünkü pahalıydı. 

Bazıları soğuk olduğu için çalışma yerine ısıtıcı getirse de ben böyle bir şey yapmadım. Odayı nasıl bulduysam, öyle kullandım. Kalorifer arızaya geçse dahi böyle bir şeye yeltenmedim. Elektrik gider diye evimde kullanmadığım ısıtıcıyı çalışma ortamında da kullanmadım.

Adana'dan sonra gördüğüm ilk klima, son katta oturan komşunun klimasıydı. O evinde serinlerken bense dışarı çıkarken klimadan üzerime damlayan su ile serinlerdim. Klimadan çıkan suyu ağlayan insanın gözyaşına benzetirdim. Klimasından bu şekil müstefit olduğum komşum hakkını helal etsin.

Hoş, klimam olmasa da olur. Sahilde olsam neyse. Yaşadığım şehirde klimaya ihtiyaç yoktu bana göre. 

Klimaya ihtiyaç hissetmesem de bir vantilatörümüz bari olsun. Çok sıcaklarda biraz çalıştırırız yönlendirmesine, ilk zamanlar karşı çıksam da gidip aldım bir tane ayaklısından. (Tüm alışverişleri böyledir. Önce olmaz derim, direnirim. Ardından gider alırım.) Tam ne zaman aldım bilmiyorum ama bir 15 yıldır kullanıyoruz. Evin bir nevi emektarı oldu. Eski olduğuna bakmayın. Fazla kullanılmadığından mıdır daha yepyeni ve çalışır vaziyette. Zaten fazla da kullanmadık. Aşırı sıcaklarda çocuklar zaman zaman kullandı.

Pek kullanmasak da biz taşındıkça evden eve bu vantilatör de taşındı durdu. Son taşınmamızda gazi oldu. Ayağından yaralandı. Daha doğrusu taşıma garantili, evden eve taşıma şirketinin Suriyeli olmayan öp öz Türk elemanı ayağını kopardı. (Anlaştığım taşıma şirketi diğerlerinden pahalı taşıdı. Pahalı olma gerekçesini de bizde Suriyeli çalışan yok. Diğerlerinde hep Suriyeli. Bizim çalışanlar hep Türk. Biz özene bezene taşırız demişti.) Hem de bunu gözümün önünde yaptı. Kamyonun en üstüne koydukları vantilatörü uzanıp almak için bir iki zıpladı. Tutamadı. Üçüncü de ayağından yakaladı. Kendine doğru çekti. Gelmedi. Takılan yerden kurtarmak için bir ayağından aşağıya doğru eğmeye çalıştı. Ayak eline geldi ama vantilatör gelmedi. Eline gelen ayağı bir kenara koydu, diğer eşyalara yöneldi. Eşyaları ala ala nice sonra vantilatörü alma noktasına geldi. Vantilatörü aldı, kopardığı ayağı da yerden. Takmayı denedi birkaç kez. Beceremedi. “Bunun ayağı çıktı. Alın bunu sonra takarsınız” dedi, elimize uzattı. Sağ olsun bu iyiliği kim yapar.

Elime alıp bakınca, kırıldığını gördüm. Adamdan, kardeş, kırdım, kusura bakmayın demesini bekledim. Demedi. Ben de bir şey demedim. Alıp evin bir kenarına koydum.

Ayağı kırık olduğundan geçen yıl kullanamadık. Bu yıl küresel ısınmadan mıdır son yıllarda eyyamı bahur adı verilen sıcaklar tüm Türkiye'de olduğu gibi ilimizde de sıcaklığını fazlaca hissettirir oldu. Gündüzleri neredeyse dışarı çıkılamıyor. Evde sıcaklık hissettikçe vantilatörün ayağı kırık olmasaydı, biraz çalıştırsaydık dedik durduk. Olmayacak böyle şuna bir baktıralım, sanırım kaynak gerek dedik. Bu işten anlayanlardan biri buna kaynak olmaz, plastik bu dedi. Dikkatli bakınca ayak profilden, ayak bağlayıcı ara parçası ise plastik. Plastik kısmı tamamen koparak borunun içinde kalmış. Bu ancak yapışır dedi. Yapıştırdık. Yük binince yapışkan işe yaramadı. Hırdavatçıya gittim. Şuna uygun kuvvetli bir yapıştırıcı ver ya da ayak bağlayıcı satılırsa alalım dedim. Vantilatör işi yapan birine gönderdi. Aradığım parça yokmuş onlarda. Servisine gideyim dedim. Bulamazsın dedi. O zaman ne yapalım dedim. Şu yapıştırıcı bunu yapıştırır dedi. Alıp eve geldim. Tarif üzere yapıştırdım. Üç saat geçtikten sonra vantilatörün üst kısmını geçirdim. Yük binince ayak düştü. Çarşıya git gel, yapıştırıcıya para ver, yapıştırma işiyle uğraş. Uğraşın sonunda tüm emekler boşa gitsin. (Devam edeceğim) 

Yersiz Endişe

Ekonominin gidişatıyla ilgili Hazine Bakanı,

''Dolar yükselince endişelenmeli miyiz?'' sorusuna, 

"Dolarla mı maaş alıyorsunuz?”

“ Dolar borcunuz mu var?”

“ Dolarla bir işiniz var mı?" şeklinde cevap vermiş.

Düşündüm. Bakan haklı. Bu ülkede kim dolarla maaş alıyor ki...

Haliyle bu cevap gönlümüze su serpti. 

Dolarla maaş almadığımıza ve dolarla da borçlanmadığımıza göre doların TL karşısında yükselişi yersiz bir endişe. Çünkü petrol istasyonuna bile gitsek kimse bize "Burada TL geçmez. Git, dolar getir" demiyor.

Aynı şey altın için de geçerli. Altın yükseliyormuş. Bize ne? Hangi birimiz altınla maaş alıyor, altın borcu var? O yüzden istediği kadar yükselsin. 

Hasılı, Bakanın açıklamaları beni ikna etti. Siz de vakit kaybetmeden ikna olsanız, çok iyi olur. Çünkü iyimserlik varken endişe içerisine girmek akıllara ziyan.

Öyle ya yazık değil mi sağlığımıza. Sağlık elden gittikten sonra vara dolar yükselseydi de sağlığımız yerinde olsaydı deriz de iş işten geçmiş olur.

Kim bilir, belki bu yersiz endişeler yüzünden döviz TL karşısında yükselişe geçiyor. O yüzden bırakalım bu felaket tellallığını da. İşimize bakalım. 14.08.2020

Evden Eve/İlden İle Taşıma

Eskiden taşınmalarda eş dost bir araya gelir. Taşınacak olan kimsenin ev eşyasına el verilir. Eşya arabaya yüklenir ya da arabadan eve taşınırdı. Güçlü ve kuvvetliler ağır olanları, biraz zayıf ve yaşlı olanlar hafifleri taşırdı. Komşu, eş dost çay-yemek, soğukluk vs. getirir, ikramını yapardı. İş bitince hep birlikte taşınan ile helalleşilir, uğurlanırdı. Yeni gelene ise hoş geldiniz, hayırlı olsun denirdi. Eş dost ile ortaklaşa, imece usulü yapılan bu taşınmalarda ücret verilmediği gibi teklif dahi yapılmazdı. Taşıyan da ücret beklentisi içlerine girmezdi. Teklifi bile hakaret sayılırdı. Allah razı olsun denir. Herkes işine giderdi. 

Bu şekil taşınma şimdilerde kalmadı. Her alanda olduğu gibi bu taşınma işinde de sektörler oluştu ve paralar dönüyor. İlden ile, evden eve taşımalar yaygın. Bundandır ki taşınmalarda kimse eşe-dosta haber vermiyor. Bir taşınma şirketiyle anlaşıyor. Veriyor parasını. Taşınıyor. 

*

Hayatım göçebe gibi taşınmakla geçti. Eskiden ben başkasının nasıl taşınmasına yardım etmişsem, başkası da bana yardım etti. Taşınma işlerini böyle hallettim. Zamanın ruhu gereği son birkaç taşınmamı evden eve nakliye aracılığıyla hallettim.

İlk taşınmayı ilden ile nakliye aracılığıyla yaptım. Ne beklediğim günde geldiler ne de saatinde. Beşinci kattan indirilecek denmesine rağmen üç elemanla gelmişler taşımaya. Asansörleri de yoktu. Saatlerce süren taşımaya ailecek giriştik. Güya taşımacıya vermiştik. Onlar parasını aldı, biz ise meccanen çalışmış olduk. Güya elimizi sıcak sudan soğuk suya değmeyecektik.

Eşya yüklendikten sonra biz Konya'ya hareket ettik. Araç da arkamızdan gelecekti. Bugün yarın derken hacı yolu bekler gibi bekledik kamyonun gelmesini. O gün Adana'da kalmışlar. Niye kaldılar, başka ne iş yaptılar, bilen yok.

Zemin kata güç bela girdirdiler eşyayı. İki tane çekyat vardı. Yüzüne bakılacak hali kalmamış. Çivi falan çakmışlar. O da olmamış. Ne bunların hali dedim. Böyleydi zaten dediler. Böyle ise diyecek bir şey yok. Taşındığımıza şükrettik.

*

Oturduğum evde epey eskimiş olmalıyım ki 2016 yılında başka bir eve çıkmaya karar verdim. Taşınmak zordu ama nasılsa evden eve taşımacılık var. Elini dokunmadan taşıyorlar. Onlar kendileri toplayıp paketliyorlar. Duyan böyle söylüyor.

Bir firma ile anlaştım. Taşınma günü gelmeden ve taşımacılara pek iş bırakmadan koli ayarlayıp her şeyi paketledim.

Taşımacılar bir evden alıp diğer eve geçince ara verdirip yemek ikram ettim.

Bitmeye yakın şu kalkmıyor, bu girmiyor demeye başladılar. Anladım ki birçok alanda temayül hale gelen bahşiş taşımaya da girmiş. Firmaya ödediğimiz taşıma ücretinin yanında bir de bu taşıyanlara bahşiş verdim. İlaveten şunu da alın, bunu da alın demek suretiyle kullanmadığım ayakkabı, elbise de verdim.

Evde eve taşıma işinde her şeyi anladım. Diğer alanlarda olduğu gibi bahşiş işine bir türlü aklım yatmadı. Bu işte çalışanlar taşıma başına para alıyorlar. Yani bu işi meccanen yapmıyorlar. Firmanın bu bahşiş işinden haberi var. Alıyorlar deyip geçiştiriyor işi.

*

2016 yılında oturduğum bu evden 2021 yılında çıkmaya karar verdim. Bir taşıma şirketi ile anlaştım. Yine her taşımada olduğu gibi kırılacak, dökülecek ne varsa paketledim. Bu şekil taşınacakların çoğunu kendi arabalarımızla taşıdık. Taşımacılara kaba eşyalar kaldı. Bir de kitaplar. Kitapları kolileyip aşağıya indirttim. Bağışlayacağım okul gelip oradan aldı.

Şirket elemanları taşırken arada dolaşan ev halkı hiçbir şey yapmasak da onlar kadar yoruluyoruz.

Elemanların yaptıkları bir nevi hamallık. Zor mu elbette zor. Ama taşımada çok özen gösterdiklerini söyleyemem. Örnek vermem gerekirse, yeni evime taşınırken arabadan eşyaları alıp asansöre veren kişi, eşyaların en üstüne koydukları vantilatörü almak için birkaç zıpladı. Sonunda ayağından yakaladı. Asıldı, gelmedi. Sonunda kendine doğru çekti ve vantilatörün ayağını kırdı gözümüzün önünde. Asansöre koymadan bize uzattı. Ayağı çıktı. Sonra takarsınız dedi. Elimize aldık. Takılacak gibi değildi. Çünkü kırılmıştı. Kırmışsın demedim. Olur deyip aldım elime. Keşke böyle diyeceğine, arkadaş, bu mereti ben kırdım. İş kazası. Eşyalarınız sigortalı olduğu için bunu firma öder ya da firma ödemez, bunu ben ödeyeceğim veya yaptırayım deseydi ya da kusura bakmayın kırdım dese, canın sağ olsun der, ödeme talebinde bulunmazdım. Tüm bunları demediği gibi gözümü içine baka baka, alın çıktı. Sonra takarsınız demesi insanın zoruna gidiyor. Neyin ahlakını yaşıyoruz, bilemedim gitti.

Adet olduğu üzere bir güzel karınlarını doyurdum. Üzerine de üzerimize farz olan bahşişlerini verip gönderdim. Siz siz olun, taşınma esnasında sadece evden eve nakliye şirketine vereceğiniz paranın hesabını yapmayın. Yemek artı bahşiş, artı kırılan eşya olursa onu da hesaba katın. Taşındığınız eve alacağınız eşyayı saymaya gerek yok sanırım.

Hasılı taşınıyor musun? Derdin var ve yandın demektir. Benden söylemesi. 

Yazım uzadı. Şu ayağı çıkan vantilatörün akıbetini başka yazımda konu edineyim.

13 Ağustos 2023 Pazar

Bir Trolün Dünyası

2022 yılında oturduğum evden bir başka eve taşınırken kitaplığı kolilemeye başladım gecenin bir vakti. İki kişinin elleşerek kaldırmakta zorlandığı büyük 9-10 koli kitap oldu. Bir koliye de ayırdığım kitapları koydum. İki büyük koliye de yaramaz dediğim kitap, kırtasiye vb. doldurdum. Bol miktarda ajanda vardı. Kimi geçmişte kullanılmış, kimine el sürülmemiş. Öylesine içine bakıp yazılı olanları ve yazılı olmayanları ayırdım. Yazılı olmayanları bağışlayacağım okul kolisine koydum. Öğrencilere verip günlük ya da karalama olarak kullansınlar diye. Yazılı olan ajandalara göz attım. Önemli bir not var mı diye. Gece gece uyku semesi ne kadar bakabildiysem artık.

Ajandaların biri 2014 yılına ait. Boş bir sayfaya yazdığım not dikkatimi çekti. O yıl büyük oğlanın evliliği için bir iki beyaz eşyacıya uğramıştım. Bir tanesinin verdiği teklifi not almışım. Aradan 8 yıl geçmiş. Benim için bir hatıra olmuştu artık. Fotoğraflayıp cep telefonumdaki fotoğraf arşivime eklenmiş oldu.

Aldığım nota göre 2014 yılı haziran ayında beğendiğimiz çamaşır makinesi 1.170 lira. Fırın 900 lira. Buzdolabı 1.340 lira. Bulaşık makinesi 990 lira imiş.

Evi taşıdım. Ayırdığım 9-10 koli kitabı bir okula bağışladım. Eve yerleştikten sonra 2014 yılına ait beyaz eşya ve fiyatlarını yukarıdaki gibi sosyal medyada paylaştım. Paylaşımın üstüne de "2014 yılında mahdum evleneceğinde seçip aldığımız beyaz eşyalar" yazdım. Başka da bir şey demedim. Beyaz eşya o yıl şu kadarmış, bu yıl şu fiyat şeklinde bir karşılaştırma yapmadım. Nereden nereye. Bu pahalılık ne böyle demedim. Ki halihazırda bir ihtiyacım olmadığı için beyaz eşya fiyatlarını da bilmiyorum. O zaman niçin paylaştım? Geçmişin bir anısıydı benim için. Başka da bir amacım yoktu. 

Benim bir amacım, gizli bir ajandam olmasa da sosyal medyayı mesken edinmiş, ağzı küfürlü, her paylaşımı siyasi içerik olan, yaptığı trollükten başka bir şey olmayan, her paylaşımı kendinden bir şey katmadan birileri tarafından hazırlanıp servis edilen algı oluşturmaya dayalı asparagas olan, savunduğu siyasi yapıya yapılan her eleştiriye cevaplar yazan kişi benim anıma kafayı taktı. Çünkü ona göre benim bu paylaşımım onun savunduğu partiyi eleştirmek demekti. Durur mu hiç yerinde. "Bu paylaşım bir eleştiri. Nasıl paylaşırmışım. Bir de iyi şeyleri görmeliymişim." türünden yorumlar yazdı. Böyle bir kastım yok. Benim için geçmiş bir anıyı paylaşmaktan ibaret. Kendince niyet okumak yanlış dedim ise de "Yok yok yok. Burada düpedüz bir fiyat karşılaştırması var. Pahalılıktan dert yanıyormuşum. Biraz da şükretmeyi bilmeliymişim" dedi durdu. Hasılı kendine savunma ve saldırma görevi veren bu zatı ikna etmek mümkün olmadı. Çünkü suçluluk psikolojisini yaşayanların sağlıklı düşünüp cevap vermesi mümkün değil. Güya karşılaştırma yapmıyorsam da paylaşımım o manaya geliyormuş. Ne bilirdim, geçmiş bir anının bu şekil paylaşımının suç olduğunu. Aman siz siz olun, böyle niyet okuyuculara ve suç bastırmaya çalışanlara karşı dikkatli olun. Paylaşacağınız her anıyı bir daha düşünün. Mesela bugünlerde havalar çok sıcak ya. Sakın ola ne bu sıcaklar. Daha önce hiç görmedik demeyin.

Neyse ilgili kişi şimdilerde trollüğü bıraktı. Seçimden sonra son paylaşımını yaptı. Etrafın menfaatçilerle dolu olduğunu yazdı, siyasetten soğuduğunu, çok yanlışların yapılmakta olduğunu, bu yüzden siyaseti bıraktığını yazdı ve kenara çekildi. Bu arada kendi eleştirdiğinde sorun yok. Ne oldu hayırdır dedim ise de kem küm etti. Şimdilerde sosyal medyada görünmüyor. O yüzden rahat bir şekilde geçmiş anılarınızı paylaşabilirsiniz. Kim bilir belki mahalli seçimler öncesi mücadele ve dava için tekrar huzursuz etmek için arzı endam eder.

Eskilerin Dünyası

Evimin yakınında yol üzerinde işlek bir market var. Şehrin değişik yerlerinde şubeleri olan mahalli zincir market. Zaman zaman alışveriş için bu markete giderim.

Bu marketi diğer marketlerden ayıran özelliği, alışverişinin zorluğu. Zira çetin mi çetin. Alacağını alıp çıkamıyorsun bir türlü. Düzenini kim yapmışsa, aralardan bir kişi ancak bir alışveriş arabasıyla zoraki geçebilir. Karşılıklı iki kişi karşılaşsa, ikisi birden yan yana dönerek geçebilir. Önlerinde araba varsa birinin centilmenlik yapıp geri geri gitmesi gerekir. Mümkün değil iki arabanın yan yana geçebilmesi.

İki kapısı var. Hem giriş hem çıkış olarak kullanılmakta. Her ikisinde iki kasiyer var. Bir kapıdaki kasa çoğu zaman kapalı olur. Tek kasiyerin önünde uzun sıra olur. Kazara ilerideki ürünlerden alacağın olursa yanlarından geçemezsin. Ancak müsaade istersen, ilerideki bir boşluğa kadar geçerse öyle geçebilirsin. Sırada durdukları yerin sağında ve solunda ürünler var. Buralardan bir ürün almak zorunda kalırsan, boşalmayınca alamazsın. Alışveriş arabasıyla hiç geçemezsin. Hoş, alışveriş arabası arasan da bulamazsın. Birkaç tane var. Onu da elemanları sahiplenmiş. Oradan oraya eşya taşıyorlar. Alışverişte kullanılmak üzere içine doğru dürüst eşya koyamayacağın değişik sepetler konmuş. Alıp kullanmaya kalkarsan ne yerde durur ne de sürülür.

Marketin ön yüzünde dışarıda market reyonu var. Buranın dizaynı da içeriden farklı değil. Aralarda market arabasını gezdiremezsin. Ya çoğu yerde takılır ya geçmez ya da karşıdan biri gelirse işini bitirmeden geri geri çıkmak zorundasın. Hoş araba yokken bile sebze seçmenin yanından geçemezsin. Ya boşaltacak ya da sürtünerek geçeceksin. Bir defasında savaştan sağ çıkmış gazi misali sebze ve meyveyi poşete koyup tartı işlerinde yardımcı olan personelin yanına geldiğimde, kızım, sağa sola çarpmadan gelene bedava mı ürünler dedim. Çünkü geçmek, seçmek, poşetlemek mesele. Bu ne darlık. Şu araları biraz açsanız olmaz mı dedim. Ne yapayım amca. Sahipleri böyle istiyor dedi. Belli ki sahiplerinin ne görüntü  zevki var ne de kolay alışverişi sağlama niyeti.

Market küçüktür. Ürün çeşidi çoktur demeyin. Bu marketin geniş diğer şubelerini de bilirim. Oralar da aynı. Aynı mantalite aynı mantık öbürlerinde de aynı. Acemi de değiller. Çünkü bu işi yıllardır yapıyorlar. Ne halleri varsa görsünler diyeceğim ama bir gün sahipleriyle müşerref olursam, böylesi dizaynın sebebini soracağım.

Neyse, akşamüstü girdim bu marketin bir kapısından. Aradığım ürünü araya araya öbür kapıya doğru yaklaştım. On kişilik bir kuyruk vardı kasada. Yine her zaman olduğu gibi diğer kasa kapalıydı. Arkamdan biri yüksek sesle bağırarak geliyordu. “Diğer kasayı niye açmıyorsunuz. Bu milleti bekletmekten zevk mi alıyorsunuz. Açın haydi. Elemanınız yok mu sizin” dedi durdu. Yemek molasında. Hemen çağırıyorum cevabı geldi.

Benim şimdilik kasada işim olmasa da acaba aradığım ürün kapının diğer köşesinde olabilir mi diye bekleşenlerin yanından zoraki geçmeye çalıştım. Ben müsaade istedikçe kadını, erkeği özür diledi. Aslında faullü duruşları yoktu. Beklerken sere serpe yayılmamışlardı. Dedim ya marketin dizaynı böyle.

Aradığımı bulamadım. Tekrar geri döneyim istedim. Bu sefer kasada bir tartışma başladığına şahit oldum. Kasanın en önünde, aldığı ürünleri geçirip ödemesini yapmakla meşgul orta yaşlı bir hanımefendi, herkesin duyacağı şekilde bir şeyler söylemiş olmalı ki cevap beş sıra arkasındaki daha yaşlı bir kadından gelmiş. Kadınların tartışması sesler yükselmeden devam etti. Çoğu erkekler gibi değildi. “Teyzeciğim ben pes ettim. Sustum tamam. Mücadele etmiyorum artık” dedi. Arkadaki yaşlı olan ise “Sen benim kızım yaşındasın. Biz geçmişi de gördük. Siz geçmişi görmediğiniz için böyle konuşursunuz. Biz geçmişi iyi biliriz” dedi. Kadın tekrar sustum, özür dilerim dedi. Arkadaki “kendince çalışıp çabalıyor, mücadele ediyor. Kolay mı sanırsın. Takdir etmek lazım” dedi. Öyle ya takdir varken bu tekdir niye. Mevcuda şükretmek ve rıza göstermek gerek yaşlı kadına göre. 

Aradaki tartışmayı tam anlayamasam da tahmin edebiliyorum. Belli ki önceki daha genç olanı fiyatlardan dert yanmış. Yanındakiler duyacak şekilde kendi kendine konuşmuş. Arkadaki kaçın kurası. Ne de olsa görmüş geçirmiş biri. Dertlenmeyi dert edinip geçmişi de bilirim demek suretiyle savunmaya geçivermiş. Belli ki öndeki olup bitene anlam veremiyor. Arkadaki ise ne var bunda. Sen bir de geçmişi gör demek suretiyle bugünü geçmişle kıyaslıyor. Biri bugünü yaşıyor, diğeri ise geçmişte yaşamaya devam ediyor. Aslında dünü bırakıp güne dair bir şeyler söylemek lazım.