29 Nisan 2023 Cumartesi

Din İstismarcılığı

Bir ülkenin içeride ve dışarıda yönetilmesidir siyaset. Birilerinin eliyle yapılması lazım. Seçimler de bunun için yapılıyor. Kim daha fazla oy alırsa ülkeyi bir beş yıl yönetme hakkına sahip oluyorlar.

Bir seçime giderken seçmenin oyunu almak ve onları ikna edebilmek için partilerin kendilerini ifade etmesi, yapacaklarını anlatması demokrasinin gereğidir. 

İyi olanın kazanması istenen bu yarışın eşit şartlarda olması, rakiplerinin birbirini kötüleme yerine kendilerini ifade etmeleri, birbirlerine karşı centilmen olmaları, ağızlarını bozmamaları siyasilerden beklenen davranışlardır.

Siyasilerin uzak durması gereken alanlardan bir tanesi de din ve dince kutsal sayılan değerlerdir. Bu değerleri siyasete malzeme yapmamaları gerekir. Din ticareti, din siyaseti, din silahı ve din istismarı diyebileceğimiz bu durum eşit şartlarda olması gereken siyasetin önündeki en büyük engeldir. Bu değerleri üç beş oy uğruna emellerimize alet etmek ve meze yapmak bu dine ve dinî değerlere yapılabilecek en büyük kötülüktür. Hiç kimsenin bu değerleri malzeme hakkı yoktur.

Din ve dini değerleri işimize, aşımıza, siyaset ve ticaretimize alet etmeden yapmamız gereken siyaset maalesef bu konuda iyi bir sınav vermemektedir. Bazı siyasiler geçmişten günümüze yanlarına din silahını alarak siyaset yapmışlardır:

Miting meydanlarında Kur'an hediye edilip öpülmesi,

Miting meydanında seccade hediye edilmesi ve bu seccade ile şükür namazı kılacaklarının ifade edilmesi,

Kendilerine oy vermeyenlerin patates dininden olduklarının söylenmesi,

Bu seçim sonucunu şampanya patlatarak açanların ile şükür namazı kılacaklarının seçiminin olacağının ifade edilmesi,

Siyasi figürlerin din bilgisinin ve inancının sorgulanması, Fatiha’yı bilmez denmesi,

Cami havlularında konuşma yapılması,

Dini tekeline alıp başkasına layık görmemesi,

Bize oy vereceklerini cennete gidecek denmesi,

Siyasi liderlerini peygamberle eşdeğer gören açıklamalar yapılması,

Bunlar gelirse imam gariplere yeniden kat sayı getirir denmesi,

Başörtülüleri devlet kademesine girdirmezler denmesi vs.

Bu ve benzeri açıklamaları bazen partileri trolleri bazen yetkili kişiler söyleyebiliyor.

Bunlar hoş şeyler değil. Siyasette olmaması gerekir. Siyasiler yaptıkları, konuşmaları ve vaatleriyle değerlendirilmesi lazım. Kimse inancından dolayı ne yargılanır ne tan edilir. Türkiye din üzerinden yapılan ucuz siyaseti bir tarafa bırakıp ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına eğilmeli artık. Unutmayalım ki herkesin inancı kendisinedir. 

Oy Vermede Seçmen Ne Kadar Özgür?

Dindar, mütedeyyin, İslamcı, mukaddesatçı, muhafazakar ve sağcı vb. biri misin?

Bir cemaat ve tarikata bağlı mısın?

Başörtülü müsün?

İmam Hatip mezunu musun?

İlahiyat fakültesini mi bitirdin?

Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni misin?

Kaçar yanın yok. Mutlaka oyunu bize vereceksin.

Bize vermeyip de içkici, ayyaş ve de din düşmanlarına mı vereceksin? Eğer böyle bir niyetin varsa, bunun vebali var. Allah öbür dünyada sorar. Nankörlüğün gereğini yok.

Onları kazandırırsan, onlar zaferlerini şampanya ile kutlarlar. Biz ise şükür namazı ile kutlayacağız.

Onlar gelirse, imam hatiplere kat sayı engeli getirirler, başörtülüleri okullara almazlar, devlet dairesinde başörtülü çalışanı barındırmazlar.

*

Laik, seküler, Atatürkçü, çağdaş, modern, Kemalist biri misin?

Dine saygılı veya mesafeli misin?

Alevi misin?

Gidecek yerin mi var sanki? Oyunu bize atacaksın. Mecbursun buna.

Biz çağdaş Türkiye'yi temsil ediyoruz, sanata önem veriyoruz.

Laikliğin bekçisiyiz. Onlar gelirse, kızlara zorla başörtüsü taktırırlar.

*

Türk milliyetçisi misin? Oyunu bize vermeyip de kime vereceksin?

Bu ülkenin bölünmesinin önündeki en büyük engel biziz.

Teröre karşıyız.

Ülkenin beka sorunu varken maceraya gerek yok. Tüm milliyetçilerin oyu bizim.

*

Kürt müsün? Bu işin lamı cimi yok. Oyunu mutlaka Kürt partisine vereceksin.

Sizin verilmeyen haklarını biz savunuyoruz. Haklarınızı mücadele ederek elde edeceğiz.

Ana dilde eğitim hakkını savunuyoruz. Dilimize kimse "bilinmeyen dil" diyemez.

Terörle bağımız kesiyoruz. Öcalan'a sayın demeye devam ediyoruz. 

*

Komünist misin? Oyun komünist partiye.

*

Sosyalist misin? Oyun işçi partiye...

28 Nisan 2023 Cuma

Camiler ve Sergi

Hiçbir hafta geçmiyor ki cuma namazı sonrasında bir sergi açılmasın. Kah cami inşaatı kah kurs inşaatı kah cami giderleri kah kurs giderleri kah depremzedeler kah merkezi ezan sisteminin yenilenmesi kah muhtelif yerler vs. Açılan yardım sergisi ihtiyaç veya değil, zorunluluk veya değil, üzerinde durmayacağım.

Nedense her ihtiyaçta pamuk eller cebe denip halka avuç açılıyor. Bu avuç açmada nedense hep cami ve cuma akla geliyor. Sanırım yetkililer acizlikten ya da hafta boş geçmesin diye her cuma sonrası yardım toplamayı ve sergi açmayı rutine bindirdiler. Tüm camilerden bir haftada ne kadar yardım toplanıyor bilmiyoruz. Bilinen bir gerçek var ki her hafta bu sergiler açıldığına göre haftalık toplanan yardımlar safra şifa olmuyor. Yağmasa da damlasın düşüncesi güdülse gerek.

Çarşı, pazarda bu işi meslek haline getiren dilencileri anlıyorum. Bu işten ekmek yiyorlar. Günlük ne kadar hasılat toplarsak, kısa günün karı deniyor. Öyle zannediyorum, müftülükler ve Diyanet de Allah'ın evini, namazgahı giderleri karşılamak için gelir kapısı görüyor. Bu yönüyle meslek icabı dilenenlerle Diyanet'in yaptığı arasında hiçbir fark yok. Her ikisinin yaptığı da dilenciliktir. Tek farkı, dilencilerin yaptığı kayıt dışı ekonomi ve kendi ceplerine çalışmak, Diyanet'in yaptığı ise resmi dilenciliktir. Dilenci ne verilirse, cebine atar, camide toplananlar ise tutanakla kayıt altına alınır ve kurumlarına tutanakla teslim edilir.

Camilerin namaz sonrası resmi dilencilik merkezi haline getirilmesinden, caminin müdavimlerinin kahir ekseriyeti ve cami görevlilerinin çoğu da hoşnut değil. Hangi tür ihtiyaç olursa olsun, bu ihtiyaçları gidermenin başka yolu yok mu deniyor?

Burada başka çare yok denebilir. Bence başka yolları vardır bunun. Yeter ki dervişin fikri ne ise zikri de odur mantalitesinden vazgeçilsin ve alternatif yollar aransın. Mesela;

Yardım toplanacak yerle ilgi İban numaraları başta camiler olmak üzere tüm resmi kurum ve kuruluşların görünür yerlerine yapıştırılabilir. Dijital ortamda reklam şeklinde yansıtılabilir. İlgili yardım ve İban, görevli tarafından her cuma hutbesinin ardından hatırlatılabilir. Radyo ve televizyonlarda duyurusu yapılabilir. Yardım yapacak kişi, verilen Ibana havale veya EFT yapabilir.

Bu önerime bu iş İban ile olmaz. Kimse göndermiyor denebilir.

Yardım yerlerinde kullanılmak üzere gönüllüler arasından bir üyelik grubu/sitesi kurulabilir.

Yardım yeri için insanlara mesaj gönderilebilir.

Müslümanlara yardım/bağış vergisi adı altında vergi konabilir. Toplanan para devlet eliyle ilgili yardım kuruluşlarına iletilebilir.

Camilerde sergi açmak suretiyle giderlerini karşılayan kurs, cami vb. yerlerin giderlerini sergi açmadan karşılamak için vakıf geçmişimizden yararlanılabilir. Bunun için vakıflar kurulabilir. Kurulan bu vakıflara gelir getiren gayrimenkul bağışı yapılabilir. Hazine arazileri bu vakıflara tahsis edilebilir. Bu gayrimenkullerden elde edilen gelir ilgili kurum ve kuruluşların giderlerinde kullanılır.

Anlatmak istediğim, her ihtiyaç hissedilen kurum, kuruluş, kurs, cami, okul vb. yerlerin, sergi açılmadan kendi yağıyla kavrulmasını sağlamaktır.

Camilerde, doğal afet gibi umulmadık durumlar için çok zaruri durumlarda sergi açma yoluna gidilmelidir. Bu da senede bir veya birkaç olabilir ki böyle seyrek yardım toplamalarda yapılan yardım miktarının çok fazla olacağını düşünüyorum.

Fiyat Değişkenliği ve Bardağın Dolu Tarafı

Kimi görsen, kiminle konuşsan, alışveriş ödemelerinde sıra bekleyenleri görsen, hepsinde bir tedirginlik hepsinde bir serzeniş söz konusu. Hepsinin ortak derdi, ne olacak bu fiyatların hali, böyle böyle nereye kadar gidecek... 

Hak vermekle beraber bu tür serzenişlere katılmıyorum. Tüm bu dertlenmeler bardağın boş tarafından bakmaktır. Herkes bardağın dolu tarafından bakıverse, orta yerde ne sorun kalacak ne de dert. 

Bu insanlar dünyanın sabit kalmayıp sürekli döndüğünü kabul ederler. Nedense fiyatların değişmesine tahammül edemiyorlar. Madem ki dünya dönüyor, her şey hareket halinde. Fiyatlar da bunlara paralel değişecek. 

Fiyatlar değişecek ki insanlar, kendi aralarında ortak nokta bulabilsinler. İki yabancı kırk yıllık arkadaş gibi konuşuyorlar. Bir düşünün, fiyatlar sabit kalsa, iki yabancı birbirine somurtup duracak. 

Fiyatlar değişecek ki insanımız her alışverişe gözü kapalı gitmeyecek, hesap kitap yapacak.

Her değişen etiketi görünce sadece gözü değil, başta beyni olmak üzere tüm vücut harekete geçecek. Kah homurdanacak kah kızacak kah bundan iyisi can sağlığı kah Avrupa'ya göre yine iyiyiz kah evet pahalı ama şu şu artı yönümüz var kah eskiden bunları paramızla bulamıyorduk, başkası gelince daha mı iyi yapacak, inadına istikrar, inadına değişim diyecek. Böylece tüm vücut harekete geçecek. Sabit vücudu harekete geçirerek vücudunun sadakasını vermiş olacak. 

Şaka yapmıyorum, ironi asla. Bunun adı bedenin atıl kalan yönlerini harekete geçirmektir. Düşünmektir, zihni zorlamaktır, zihni açmaktır, dertlenmektir, dert ve sıkıntılara karşı bilenmektir, her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışmaktır. Daha önceki bolluk ve refah adına bugünlere katlanmaktır, ardından iyi günlerin geleceğini umut etmektir, hayattan beklentiyi azaltmaktır. 

Aslında tüm sıkıntıların kaynağı hayattan ve gelecekten çok şey beklemektir. Beklentiyi azalttıkça hatta yok ettikçe, olanla yetindikçe hayat daha bir güzel olacaktır. Deneyelim bu dediklerimi. Geri kalan ömrümüz daha huzurlu geçecektir. 

Devam edelim. Anne karnında dokuz ay on gün kalmayı unutup değişen fiyatlara tahammül edemiyor musun? Bu durumda yapacağın şey, alışverişte fiyat sormayacaksın, terekten alacağını alıp etiketlere bakmayacaksın, alavereni gözün kapalı yapacaksın, kasaya yanaşıp kasiyere ödeme yaparken kartı uzatıp çekmesini söyleyeceksin. Kaç para tuttuğuna bakmayacaksın. Yapacağın tek şey kart şifreni girmek olacak. Bu kadarına da katlan artık. Hatta kartında temassız özelliği varsa, kartı post makinesine dokundurup çekeceksin. Karşılığında alışveriş fişini ve slip almayıp kartı hemen cebine koyacaksın. Arkana bakmadan evin yolunu tutacaksın.

Yine tüm bu olup biten de sorumlu aramayacaksın. Tüm dünyada böyle, başa gelen çekilir hem biz daha iyi durumdayız diyeceksin.

Kaldı mı sorun? Bence sorun yok. Hayata biraz da bardağın böyle dolu tarafından bakalım. Ayrıca meseleleri sorun etmemek de meseleleri yok ettiğini unutmayalım ve geri kalan ömrümüzü huzurla geçirelim. Dünya gailesi ve dünya meşgalesi için üç günlük huzur bozmaya değmez.

Düşünün sene, hayat hep tozpembe olacak, hep gül olacak, dikeni olmayacak. Hep iyi ve güzel şeyler... Çekilir mi bu hayat. Hem her şey güzel olacak da biz yazı konusu olarak ne bulacağız değil mi?

Abdülhamit Kıyası

Her seçim öncesi Abdülhamit kıyası yapılır. Günümüz siyasi iktidarı Abdülhamit ile kıyaslanır. Kıyas yapılırken Elmalı, Sait Nursi, Mehmet Akif gibi İslamcıların Abdülhamit’e karşı çıktıklarını, onu kıyasıya eleştirdiklerini, hal edildikten sonra pişmanlık duyduklarını, yönetim İttihat ve Terakki'ye geçtikten sonra Osmanlı'nın yıkıldığını, aklımızı başımıza almaz isek aynı akıbetin bizi beklediğini anlatıp dururlar.

Kıyasta her iki liderle ilgili ortak noktalar var:

Her ikisi de İslamcıdır. İslamcılığı ağızlarından düşürmezler. Din, iman siyaseti yapmışlardır. Her ikisi de İslam Birliği adına adım atmaktan kaçınmamış fakat başarılı olamamışlardır. İslamcılık ise ülke sınırları içerisinde yürürlükte olan bir geçer akçe olmuştur. 

Her ikisi de güvenlikçi politika izlemektedir.

Şu yönleriyle de benzerlikler var:

Her ikisi de iktidara ilk geldiklerinde demokrasi ve özgürlük vadetmiş, açılım yapmışlardır. Meşrutiyet ilan edilmiş-AB ilkeleri çerçevesinde kanun yapımına hız verilmiştir. Ne var ki bu açılım bazı endişe ve korku endişesiyle yerini güvenlikçi politikaya bırakmıştır. İzlenen bu güvenlikçi politikayla biri otuz üç yıl iktidarda kalmış, diğeri ise 21 yıldır iktidarda.

Her ikisi de dönemlerinde efsane olmuş iki liderdir. Bugünkü siyasi lider Abdülhamit benzetilmektedir. Birinciye sahip çıkamadık, buna da sahip çıkmazsak aynı akıbet bizi bekliyor denmek isteniyor.

Benzerlikler olsa da bu kıyas tam gerçeği yansıtmamaktadır. Bir defa yönetim şekli aynı değildir. Osmanlı’da son yıllarında nispi değişiklik olsa da mutlakiyet yönetimi varken Türkiye’de cumhuriyet yönetimi var. Osmanlı’da meşrutiyetle birlikte Meclisi Mebusan seçimleri yapılırken padişah için herhangi bir seçim söz konusu değildir. Yani vekil seçimlerinde meclis çoğunluğu ne olursa olsun, padişah değişmez. Günümüzde ise hem Cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçimleri beş yılda bir yenilenmektedir. Abdülhamit 33 yıl ülkeyi seçimsiz kesintisiz yönetirken günümüz iktidarı 4-5 yılda bir seçim yapılmasına rağmen her bir seçimi kazanarak 21 yıldır kesintisiz devam ediyor. Abdülhamit alınan fetva ile padişahlıktan hal edilmiştir. Padişahlıktan el çektirilmesi kılıfına uydurulmuş bir darbedir. Yerine yine hanedandan bir başkası getirilmiştir. Yani bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Sadece padişah değiştirilmiştir. Günümüzde ise Cumhurbaşkanı’nın değişmesi ve değiştirilmesi ancak seçimden seçime olmaktadır. Seçimde yüzde 51’i aldığı takdirde aynı Cumhurbaşkanı ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Yeterli çoğunluğu alamadığı takdirde partisi yine Mecliste olacak, ülkeyi bir başka Cumhurbaşkanı yönetecektir. Kısaca yönetimdeki kişi değişmekle beraber ülkede bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Bir darbe söz konusu değildir. Seçilen kişi padişahlık sisteminde olduğu gibi ölünceye kadar yönetimde kalmayacak. Bir beş yıl sonrasında tekrar sandığa gidecektir. Üstelik günümüz Cumhurbaşkanı’nın yönetmesi iki dönemle yani on yıl ile sınırlıdır.

Cumhurbaşkanı değişikliği ile ülke savaşa girmeyecek, yok olmayacak, ülkemize kem gözle bakanlara ve silah doğrultanlara buyurun bakın ve yok edin denmeyecek, güvenlik ihmal edilmeyecek. Çünkü devlet olmanın gereği budur.

Kısaca bu ülke Cumhuriyet ilan edildikten sonra değişik Cumhurbaşkanları ve başbakanlar tarafından yöneltilmiş, Meclis 27 defa yenilenmiş, şimdi de yeni Cumhurbaşkanı ve Meclisi seçmek için yeniden sandığa gidilecek. Her biri kendi çapında bu ülkeyi yönetmiştir. Hiçbiri ülkeyi bir başkasına peşkeş çekmemiştir.

Kıyas yapalım yapmasına. Benzerliklere vurgu yapalım ama sapla samanı da karıştırmayalım. Demokrasiyi özümseyelim, etrafa korku dağları salmayalım.

26 Nisan 2023 Çarşamba

Yeter ki Baltan Olsun!

Baba, bu da ne?

Kör müsün balta. 

Gördüm de şey... 

Beğenemedin mi?

Beğendim. Güzel görünüyor. 

O zaman mesele ne?

Buna ne gerek vardı şimdi?

Kendi icadım. 

Yüzde yüz mü?

Yüzde yüz sayılır. Sapını ağaçtan kestim. Demirini ise satıcıdan aldım. 

O zaman yüzde elli. 

Bakma sen yüzde elli olduğuna. Bu, yüzde yüz demektir. Bir kedere sap olmak gibi bir şey bu.

Neyse ne?

Baltaya ihtiyaç mı vardı ki aldın o kadar ihtiyaç varken?

İleride doğal gaz kesilirse, ormandan odun kesmek için ya da oduncudan aldığımız odunları bölmek için. Ayrıca eve girmeye kalkan hırsıza karşı bir silah görevi görecek. Yine kurban kesince kemikleri parçalamada ihtiyaç olacak. Ayrıca evin uygun bir yerine koyar, gelip gidene gösteririz. Hatta arabanın arkasına koyarız. Gelip geçen görür. Kısaca bir gün lazım olur. 

İyi de baba. Doğal gazın kesildiği yok. Oduncudan odun almayalı yıllar oldu. Zaten aldığımız zaman da kırılmış aldık. Ormanda kesilecek ağaç mı kaldı. Olan yakılıyor zaten. Haydi kesmeye gittik. Ormancı ne yapar bize. Hırsız biz evde iken girmiyor. Girse de götüreceği bir şey yok. Biz evde iken girdi diyelim, baltayı silah olarak kullanırsak, yargı hırsızı adam yerine koyar, bize bir sürü ceza verir. Adli kontrol şartıyla çıkma imkanımız da olmaz. Bu sene kurban kesebilecek miyiz, dur bakalım. Çünkü et fiyatları yüzünden kaç aydır evimize bir kilo et gitmiyor. Bir kilo alamayan biz nasıl kurban keseceğiz ki kemikleri kırmak için balta alıyoruz? Bir gün lazım olurmuş... Ölme eşeğim ölme. Baltanın neresini teşhir edeceğiz sonra. Balta baltadır.

Baltaya sevineceğini, mutluluktan uçacağını, hatta dedem bile bir balta edinememişti. Aile ilk defa bir balta gördü sayende diyeceğini sanmıştım. Vah yazık...

Malın zararı olmaz. Bir gün kullanırız elbet. Yalnız baltaya varıncaya kadar almamız gereken çok şey var. 

Mesela?

Mesela, yemek pişirecek mutfağa bir şeyler alabilirdin. Çünkü baltadan önce yaşamak için karnımızı doyurmamız lazım. Sonra karın doymadan bu baltayı nasıl kullanacağız? Hasılı balta karın doyurmaz. Sen en iyisi mi bu baltayı satışa koy. Yerine sebze, meyve al.

Nankör seni. Seni farklı sanırdım. Sen de aynı çıktın. Seni karnını doyuracak diye prensiplerimden vazgeçemem.

Şimdi de nankör oldum öyle mi?

Ya ne deseydim? Şu var ki benim gibi büyük düşünemiyorsun. Sen de başkası gibi mide derdindesin. Yani küçük işler peşindesin. Acımdan ölürüm, bu baltadan vazgeçemem. Bu da son sözüm. 

Seçimlerin Görünen Yüzü

Demokrasiye, milletin son sözü söylemesine sözümüz yok. 

Her seçim öncesi vaat ve müjdeler de hoşumuza gidiyor. 

Piyasaya bir canlılık geliyor. Halkın tek ve değişmez bir gündemi oluyor. 

Aylar öncesinden konuşup duruyoruz.

Televizyonlar gündem sıkıntısı çekmiyor. Her akşam ekranların eski yüzleri ve demirbaşlarıyla gündem değerlendiriliyor. 

Kim kazanır heyecanıyla anket şirketlerine daha fazla iş düşüyor. Her biri bazen birden fazlası ekranlarda ulaştığı sonuçları analiz ediyor.

Sokak röportajları hız kesmeden devam ediyor. Vatandaşa mikrofon uzatılıyor. Görüşü soruluyor. Adam yerine konuyor. Kendisine mikrofon uzatılan talihli kendini ekranlarda görüp seyrediyor. Ben neymişim diyor.

Siyasilerimiz onca iş güç arasında zaman ayırıp ayağımıza kadar geliyor. Destek verirsek coşuyor. Tepki gösterirsek, sabır abidesi kesiliyor ve fesuphanallah çekiyor içinden.

Ekran bulan siyasi canlı yayına koşuyor. Kendini anlatıp duruyor. Çoğunlukla da rakiplerini eleştiriyor, tu kaka yapıyor. Aman ha deyip korkutuyor.

Her biri bir dürüstlük abidesi kesiliyor. Dinleyince bir bunlar var doğru. O zaman bu kadar sorun ve kötülük ne diyorum. Belli ki tüm sorun halkta.

Koşuşturmaktan hastalanıyorlar, sesleri kısılıyor.

Kendileri için bir şey isteseler, amaçları ceplerini doldurmak diyeceğim. Gördüğüm kadarıyla tüm çabaları bizim için. Ama görmüyoruz nedense.

Oyumuzu kendilerine yani belirledikleri listeye veriversek, reçete hazır. Ülke olarak düze çıkıp uçacağız.

Tüm bunları görünce moralim yerine geliyor, hastalığım falan kalmıyor. Kendimi hiç olmadığı kadar değerli hissediyorum. Ben neymişim diyorum.

Bu seçim atmosferinde tek moral bozan, partilerin trolleri. Göğsümüzü kabarta kabartma şuna vereceğiz diyemiyoruz. Açık edene ne diyorlar ne diyorlar.

Demokrasi böyle bir şey demek ki. Fanatiklerin yolundan gitsek, onlar neyi savunuyorsa, eyvallah desek, demokrasimizdeki dikenler de bir bir temizlenecek ve huzura kavuşacağız. Çünkü fanatik olduklarına göre var bir bildikleri.

Bu ateşli savunmalarına karşın hala peşlerinden gidilmediğine göre belli ki bir eksiklikleri var. Belki sakalları eksik ya da bir şeyh olsalar, bir bildikleri var denir, peşlerinden gidilir. Bence demokrasiyi hazmeden, başarı ve başarısızlığa tahammül eden bu demokrasi sevenler önerilerimizi dikkate alırlarsa, bu kadar efor sarf etmelerine gerek yok. Yazık, onlar adına üzülüyorum. Yırtınıyorlar. Yine seçim çalışmalarına verdikleri eforu deruhte ettikleri asli görevlerine verseler, ülkenin birçok sorunu kendiliğinden yok olur.

Burada siyasilerimizde de bir eksiklik var belli ki. Tam görevlerini yapsalar, troller işlerini bırakıp siyasi propaganda yapmayacaklar ve işlerine yoğunlaşacaklar.

Siyasilerimiz eksikliğimiz ne ola ki derlerse, lütfen fanatiklerine sorsunlar. Zira onlar her bir şeyi bilirler.