20 Nisan 2023 Perşembe

Tercihlerde Kıstas

Mahallende iki berber var. Bu berberlerin her biri mesleğinin erbabı. Bu durumda hangisine tıraş olmak istersin? Hangisi düşüncene daha yakınsa herhalde o tercih edilir. 

Berberin biri kasap gibi ama düşüncene yakın, diğeri işinin ehli ama düşüncene ve hayat felsefene ters. Bu durumda herhalde dünya görüşüme uygun diye kasap olan berber seçilmez. Aksi tercihe sanırım, aklından zoru var denir. Bu örneği her meslek ve zanaat sahibi için verebiliriz. Öyle zannediyorum, kimse bizim adam, adam gibi adam, varsın kötü olsun, param başkasına gitsin demez. Kim işini en iyi yapıyorsa ona gider ama gönüllü ama gönülsüz. Bu konuda aklın yolu bir. Aksini düşünen ve tercih eden sonucuna katlanır. 

*

Peygamberimiz bir hadisinde "Kadın dört şey için nikahlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. Sen dindar olanı seç. Aksi halde sıkıntıya düşersin, buyurur. Hadiste niçin erkek için tercih hakkı verilirken kadın için bir tercihin söz konusu olmadığı dikkat çekmekte. Bunu da mefhumu muhalifinden ya da erkek için söylüyorum, kızlar da kıssadan hisse çıkarsın, tercihini ona göre belirlesin şeklinde anlayabiliriz. Eş seçiminde bu dördünden birini veya birden fazlasını tercih etmede adaylar özgürdür. Tercih isabetli olursa, huzurlu bir evlilik olur. İsabet olmazsa, bir ömür huzursuzluğa mahkum olmak demektir. Hadiste geçen dördüncü seçenek için ahlaklı olan şeklinde anlamak daha iyi olur. Çünkü İslam güzel ahlak olduğuna göre dindarlıktan kastın güzel ahlak olduğu anlaşılırsa seçimde isabet olur. 

*

Herhangi bir eşya, mal veya ürün alınırken herkes bütçesine göre hareket etse de insanların tercihi sağlam, kullanışlı ve uzun ömürlü olanı tercih eder. Bu tercihi yaparken ürünün kime ait olduğu önemli ise de hangi marka tutuluyorsa, kişi gider onu alır. Alırken de firmanın inancına ve düşüncesine bakmaz. Sadece özellikleri aynı iki ürünü alırken düşüncesini kendine yakın bulduğu firmanın ürününü tercih eder. Bu da olması gerekendir.

*

Arkadaşlık ve dostluk kurarken, oturup kalkarken veya ortak bir iş yapacağımızda herkesle irtibat ve iletişim halinde olsak da düşüncemize ve kafa yapımıza uygun kişilerle dostluk kurar, arkadaşlık yapar, oturup kalkar ve ortak iş yaparız.

*

Mahallemizde iki market var. Biri düşüncene ve kafa yapına uygun ama ürünleri fahiş. Diğer market sahibi ise fikren ve zikren düşüncene yabancı hatta düşman ama ürünleri makul. Bu durumda hangisinden alışveriş yaparsın? Herhalde bizim adam, varsın pahalı versin, inadına gidip ondan alacağım demezsin. Dostluk başka alışveriş başka deyip uygun satış yapandan alavere yaparsın. Aklın yolu da budur. Buna rağmen bizim adam kazansın deyip pahalı satış yapan marketten alışveriş yapan olmaz mı? Olur olmaya ama bunun makul izahı olamaz.

Verdiğim örneklerden hareketle nasıl ki zevkler ve renkler tartışılmaz ise tercihler de tartışılmaz. Ülke yönetimi de böyledir. Seçmenin kendi düşüncesine uygun partiye oy vermesi kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız benim düşüncemde diye beceremeyen veya becerecek güveni vermeyen bir siyasi partiye de gidip oy verilmez. Çünkü mesele inanç, düşünce, kafa yapısı değil, ülke yönetimidir. Hangisi ülkeye daha iyi hizmet edecek iradeyi gösterebiliyor, bu konuda vatandaşa güven verebiliyorsa, gidip o siyasi partiye oy vermede bir sakınca yok. Ki olması gereken budur. Bu konuda kırsa da dökse de veya kırıp dökecek olsa da benim düşüncemde diye gidip oy verilmez.

Hasılı Türkiye’nin inanç ve düşünce üzerinden oy vermeyi aşması gerekir. Hiçbir siyasi parti hiçbir seçmeni çantada keklik görmemelidir. Her alanda seçmeni ikna edecek ve onlara güven verecek icraat, proje ve seçim beyannamesiyle seçmenin karşısına çıkması gerekir.

Nefsi Vahide ve Kaburga

Geçen gün bir yerde konu gereği bidat, hurafe ve İsrailiyata değindim. Özellikle İsrailiyatın tefsir ilmine girdiğini, Kur'an'ın genel hatlarıyla anlattığı ayetlerin içini doldurmak için müfessirlerin İsrailiyata başvurduğunu, mesela kadının Adem peygamberin kaburgasından yaratıldığı şeklindeki bilginin İsrailiyattan bizim kültürümüze girdiğini, bunun uydurma olduğunu ifade etmiştim. Bir dinleyici, "Kadının Hz Adem'in kaburgasından yaratıldığını ifade eden hadisler var. Bu, Kur'an'da geçmiyor diyerek reddetmek doğru mu? Hadisler de tıpkı ayetler gibi tevatüren gelmiştir. Ayeti kabul ediyoruz da hadisi niye kabul etmiyoruz? Havva'nın Adem as'ın kaburgasından yaratıldığı ile ilgili Nisa 1.ayette "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının..." diyor, dedi. 

Kendisine hadislerin toplanması ayetlerinki ile aynı değildir. Ayetler daha peygamber yaşarken kayıt altına alınmış, Peygamberin vefatının ardından Hz Ebu Bekir zamanında hafız olan Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan komisyon marifetiyle kitap haline getirildiğini, bunun için iki şahit şartı arandığını, hadislerin ise Ömer b. Abdulaziz zamanında toplanmaya başladığını, bu sürecin 2-3 asrı bulduğunu, Hz Osman ve sonrasında cereyan eden bazı siyasi ve kanlı olaylar sonrasında geriye doğru birçok hadisin uydurulduğunu, hadislerin çoğunun dilden dile aktarıldığını, hadislere aynı zamanda İsrailiyatın girdiğini, hadislerin doğruluğunun içerik yönünden değil, ravi yönünden incelendiğini, bir hadisi doğru kabul etmek için rivayetin Kur'an'a aykırı olmaması, akıl ve mantık süzgecinden geçirmek gerektiğini, bu metodun İmamı Azam ve İmamı Maturidi’nin metodu olduğunu, hadislere temkinli yaklaşmanın hadis inkarcılığı olmadığını söyledim. Öğrencim bana, akla nasıl güvenileceğini, her kafadan bir ses çıktığını ifade etti. Kendisine aklı küçümsememiz gerektiğini, Kur’an’da ayet sonlarında Allah sürekli akletmenin önemine işaret eder. Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdıracağını buyuruyor dedim.

Kendisinin, kaburga kemiğinden yaratıldığını bugün hiçbir kadın kabul etmez. Bu anlayış kadını küçümseyen bir İsrailiyat ürünüdür. Her şeyi yoktan var eden Allah malzeme sıkıntısı mı çekiyor ki kadını erkeğin kaburgasından yaratacak. Okuduğun ayette Allah sizi nefsi vahideden yarattığını, ondan da erkek ve kadını yarattığını, erkek ve kadından da kadın ve erkek neslini çoğalttığını söylüyor. Nefsi vahideden nasıl kaburga anlamı çıkarılır, anlamakta zorlanıyorum. Ki erkek nasıl ki topraktan yaratılmış ise kadın da aynı maddeden yaratıldığını anlıyorum ben bu ayetten dedim.

Öğrencim, ikna olmadı elbet. Bu konuda hadis var dedi durdu. Bu sefer başka bir örnek verdim. Bugün anayasalar var, kanunlar var. Asıl olan anayasadır. Hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz. Kur’an anayasa ise hadisler de kanun hükmündedir. Rivayette kaburgadan yaratılmış dediği halde bize gelişinde şüphe olmayan Kur’an, nefsi vahide diyorsa, bu çelişkiden kurtulmanın yolu anayasa olan Kur’an’ın dediğini doğru kabul etmek zorundayız dedim. Bu hadisi İsrailiyat ürünü kabul etmek hadisi inkar etmek değildir. Bu hadisin rivayetinde sıkıntı vardır. Az sayıda Yahudi Müslüman olmuş. Onlar da insanın yaratılışı ayetlerini okuyunca Talmut’ta geçen hikayeleri ifade ederek bu bilgilerin tefsir ilmine girmesine sebep olmuş olabilirler dedim.

Yazıma son verirken yukarıda birkaç defa insanın hammaddesi olan nefsi vahideden bahsettim. Ne demekmiş bunu da ifade edeyim. Nefis: “can, canlı, ruh, akıl, insan, şahıs, kimlik, hayatın özü, bir şeyin kendisi...” gibi birçok anlama gelmektedir. Yine bu kelimeye hücre anlamı da verebiliriz. Bu durumda nefsi vahideye “tek hücre, tek canlı” diyebiliriz. Aynı ayette Allah kadın olsun, erkek olsun, insanı tek hücreden, bu tek hücreden erkek ve kadını, erkek ve kadından da erkek ve kadın neslini çoğalttığını açıklayarak insanın yaratılış, doğuş ve çoğalma sürecini anlatıyor. Yine birçok ayette Allah insanı toprak ve sudan yarattığını ifade ediyor. Buradan hareketle, nefsi vahideyi erkek ve kadını aynı toprak cinsinden yarattığını, insanın ham maddesinin toprak olduğunu anlarsak ayeti daha iyi anlamış oluruz.

19 Nisan 2023 Çarşamba

Ne Gam Ne Keder!

Hayat pahalılığı artmış,

Fiyatlar uçup gitmiş,

Ne gam ne keder! 

Bize ezanlar yeter. 


Et almış, başını gitmiş, 

Soğan zirvedeymiş, 

Ne gam ne keder! 

Bize bayrağımız yeter. 


Doğal gazın fiyatı yüksekmiş, 

Elektrik cep yakıyormuş, 

Ne gam ne keder! 

Bize seccade yeter. 


Paramız pul olmuş, 

Bu da fiyatlara yansımış, 

Ne gam ne keder! 

Bize Allah'ımız yeter. 

Başarıdan Başarıya Koşmanın İpuçları

Sabredeceksin. Zira sabreden zafere ulaşır.

Hep kazanma amacın olacak. Bu konuda B planın olmayacak. 

Merkeze kendini koyacaksın. Her şey senin etrafında dönecek. Her şey ve herkes sana çalışacak. 

Kendini iyi pazarlayacaksın. 

Algı yönetimini iyi bileceksin. 

Ne kadar doğru olduğun değil, hep sureti haktan görünmeyi iyi bileceksin.

Herkesin kendini sende gördüğü bir şeytan tüyün olacak. 

Kriz yönetimini ve krizi lehine döndürmeyi iyi bileceksin. 

Başkasını kötüleme konusunda şeytana pabucunu ters giydireceksin. Muhatabını hep savunur durumda bırakacaksın.

Rakibini iyi seçeceksin. Çevreni rakibinle korkutacaksın. Bunu temcit pilavı gibi o kadar çok söyleyeceksin ki bu korkuyu içlerinden atamayacak şekilde insanların içine işleyecek ve hep bir endişe hali yaşatacaksın. Doğurduğun bu korku onlara yeter de artar bile.

Yola çıkarken kutuplaştırma silahını hiç elinden bırakmayacaksın. Çünkü bu uğurda kutuplaştırma başarının yarısıdır.

Din silahını hiç yabana atmayacaksın. Onu emellerine alet edeceksin. Çünkü bu alan çok bitek topraktır. Harca harca bitmez.

Israr ve inattan vazgeçmeyeceksin. Özellikle inattan. İnat senden ayrılmaz senin bir parçan olacak. Hep ben diyeceksin. Buna Rabbena, hebbana da diyebiliriz. 

Kazanmak için her yolu mubah göreceksin.

Gerekirse yol arkadaşını yanından uzaklaştıracak, senden uzak olanı yanına çekeceksin.

Ekibini akşam sabah seni öven, ağırlığı olmayan kişilerden seçeceksin. Onlar pot kırdıkça, herkes diyecek ki düzgün ve maharetli kimse yok. Bir kendisi var diyecek.

Erkek deveye dişi diyecek, öl deyince ölecek, vur deyince vuracak kadar seni seven insanların sayısını artıracaksın. Başarmanın yarısı da sevdirmektir. Bunu başardın mı her yaptığında bir hikmet aranacak. Çünkü sevgi selinin karşısında kimse duramaz.

Çevrende seni her halükarda savunacak bol miktarda savunucu bulunduracaksın.

Başarılı olduğun alanları anlatma ve aktarmada kimse eline su dökemeyecek. Başarısız olduğun alanlarda ise mazeret, bahane ve gerekçe kılavuzun olacak.

Hamaset ve sloganla yaşayacaksın.

Bir taraftan sureti haktan görünürken diğer taraftan doğal olacaksın. Ağzının fermuarı olmayacak. Kızıp sinirlendiğine içinden ne gelirse ağzından boşaltacaksın.

En son söyleyeceğini ilk başta söyleyeceksin.

Dün dündür ve U dönüşünde kimse eline su dökemeyecek...

Tüm bunları ve daha fazlasını yaparsan, hiç zirveden inmeyeceksin. Bu iyiliğimi de hiç unutma. Sonra demedi deme.

Şikayete Mebni Cezalar

Evini aldığım kişi evin anahtarını verirken "Şu da mutfak balkonunu içeriği aldığımın belgesi" diyerek bir evrak uzattı. Ardından, cezasını ödedikten sonra belediyeye giderek buranın ruhsatını aldım. Bir kenarda dursun. Belki lazım olur" dedi. Sonra "Aslında şu gördüğün üç blokta ne kadar balkon içeriye alınmış daire varsa hepsi kaçak. Hiçbirine ceza yazmadı belediye. Sadece bana yazdı. Görevliye, niye sadece bana ceza kestiniz. Bu dairelere niye yazmıyorsunuz dediğimde, 'Onların kaçak olduğunu biliyoruz. Onlarla ilgili şikayet yok. Sizinle ilgili şikayet var. Biz şikayet üzere ceza yazarız. Şikayet yoksa ceza yazmayız' dediğini söyledi.

Şikayet edeni de öğrenmiş. Hanım tarafından akrabası olan karşısında oturan bir sakinmiş. Gösterdiği eve baktım. O evin sahibi de balkonu içeri almış. Ama kendisine bir ceza kesilmemiş. Buradan da anladım ki akrabası olan komşu ile balkonu içeri alma yüzünden bozuşunca huzuru evi satıp başka yere gitmekte bulmuş.

Anlattığım bu anekdot, öyle zannediyorum, sizin de garibinize gitmiştir. Aynı usulsüzlüğü yapan kişilerden her birine ceza yazılacağı yerde sadece şikayete konu olan kişiye ceza kesilmiş. Bu demektir ki şikayet varsa ceza var, şikayet yoksa ceza yok. Buna da adalet diyoruz. Gel de isyan etme.

*

Adalet anlayışımız bununla kalsa iyi. Dersin ki bu kadarı kadı kızında da olur ve yakışır. Ama öyle değil. Bu ülkenin adalet anlayışı maalesef yerlerde sürünüyor. 

Devlet memurlarının siyaset yapması, partilerin lehinde veya aleyhinde çalışması ve görüş bildirmesi yasaktır. Bu yasağa ne kadar uyuluyor, bunu da takdirlerinize bırakarak bu konuda yaşanmış bir hikayeye yer vermek istiyorum: 

Bir devlet memuru, mahalli gazetelerde hemen hemen her konuda gündelik yazılar yazıyormuş. Bu işi esas işini aksatmadan yedi yıl sürdürmüş, kah esas ismiyle kah müstear isimle. Kendisi yazar olduğunu kabul etmese de ilgili kişinin dilinin kemiği olmadığı gibi kaleminin de kemiği yokmuş. Dert edindiği bir konuyu ele almadan edemezmiş. Bir yazısında da temsil kabiliyeti olmayan ama kendisini ve egosunu tatmin ettirmek için maiyetindekileri kırmış geçirmiş, göreve başladığı andan itibaren kırdığı yumurta kırkı geçmiş, bulunduğu yerde barış ortamı adına hiçbir şey bırakmamış, ben ne yapıyorum diye kendini sorgulayacağı yerde burnunun dikine giden birinden esinlenerek yer ve şahıs belirtmeden, içinde hiciv içeren bir senaryoya yer vermiş. Yazı kimseden bahsetmez ve kimseyi rencide etmezken alınganlığı üzerinde olan, sözünün üzerine söz söyletmeyen etkili ve yetkili kişi bu yazıdan alınmış. Yazıdan bir şey çıkmayacağını anlayınca da müflis tüccar eski defterleri açar misali, yazarın eski yazılarını didik didik etmiş. İmdadına, yazarın birkaç yazısı yetişmiş. Yazılarda siyasi partiler lehinde veya aleyhinde bir içerik olmamasına, herkesçe bilinen bazı tespitlere yer verilmiş olmasına rağmen bulunduğu statüyü kullanarak müstear isimle yazan kişiyi "Siyaset yapıyor" diyerek şikayet etmiş. İlgili kişi hakkında soruşturma açılmasını sağlamış. İlgili kişi de bu müstear isim ben değilim dememiş, safça benim demiş. Muhakkikler de sipariş ve yönlendirme üzerine ilgili memur hakkında idari yönden tenzili rütbeyi, disiplin yönünden de "Siyasi partilerle ilgili lehte veya aleyhte bilfiil çalışmak" maddesini ilgi tutarak kademe ilerleme cezası ile tecziye edilmesini teklif etmiş. Hem idari hem de disiplin yönünden cezalar onanmış ve ilgili kişi cezalandırılmış. Bunu da duyunca şaşırdım diyeceğim ama mevzubahis olan bu ülke ise şaşırmaya gerek yok.  

Diyelim ki ilgili kişi yasak olmasına rağmen siyaset yaptı ve bu cezayı hak etti. Buna da şeriatın kestiği parmak acımaz denir ve buna kim ne diyebilir. 

Bu konuda fiili durum nedir? Az buçuk sosyal medyayı takip edenler bilir ki sosyal medyada troller cirit atıyor. Açıkça ve alenen bir parti lehine veya aleyhine siyaset yapıyor. Bunlara ceza var mı? Yok. Niye olsun ki? Onlar hakkında şikayet yok. Şikayet olmayınca sorun da yok. Zira ceza sadece birilerinin suyunu bulandıran ve huzurunu kaçıranlara verilir. Bu konuda mutlaka şikayet gerekir. Unutmayalım ki fincancı katırlarını ürkütmediğin müddetçe bu ülkede adalet yerini bulur. Bu konuda serzenişte bulunup da "Adaletin bu mu dünya" denmez. Ancak yaşasın adalet, iyi ki varsın denir. 

Yalnızlık

Sosyal bir varlık olan insan için yalnızlık tercih edilmeyen aykırı bir durum ise de yalnızlık,

Kalabalıklar içerisinde bir başına kalmaktır. 

Kendisini yalnız hissetmek ve yalnız olmaktır.

Farkındalıktır. 

Farklı düşünmektir. 

Doğayı, insan hareketlerini ve insan tiplerini gözlemlemektir. 

Bir şeylere kafa yormaktır. 

Problemleri tespit etmektir. 

Çözüm yolları üretmektir. 

Her şeyi sorgulamaktır. 

Sürüden ayrı kalmaktır. 

Birey olmaktır. 

Kişinin kendisine vakit ayırmasıdır. 

İlginç fikirlerin akla dammasıdır. 

Aynı dili konuşanlara yabancı olmaktır. 

Özgün fikirleri zihinden geçirmektir. 

Düşünen beyin olmaktır. 

Geçmişi, anı ve yarını zihinden geçirmektir. 

Yalnızlaşmaktır. 

Banaldan kaçmaktır. 

Anlaşılmaz olmaktır. 

Absürt fikirler akla gelmektir. 

Hayal gücünü geliştirmektir. 

Sesten, gürültüden, rutinden kaçmaktır. 

Kendisine dert ortağı olmaktır. 

Zihinde dertlere çözüm üretmektir. 

Toplumdan kaçarak kendi olmaktır.

İnsanın kendini hissetmesi ve kendisini tanımasıdır. 

18 Nisan 2023 Salı

İsrailoğulları ve Soğan

Musa peygamber Firavun tarafından köle yapılan ve işkence gören İsrailoğullarını Mısır'dan kurtardıktan sonra Allah İsrailoğullarına emeksiz kudret helvası ve bıldırcın etini nimet olarak vermişti. Günlerce bu iki yemekten faydalanan Yahudiler Musa peygambere "Hani bir zamanlar, 'Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." demek suretiyle bu iki yemeğe karşı bıkkınlıklarını ifade ettiklerini, "Mûsâ ise, “İyiyi kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? " dediğini ve Yahudilerin Bakara 61.ayetle eleştirildiğini biliyoruz. 

Allah'ın verdiği nimetler say say bitmez. Nimetler arasında birini diğerine öncelemek ve tercih etmek olmaz ise de damak zevkine göre bazı yiyecekleri insanlar daha fazla ister ve yer. Bıldırcın etinin ve kudret helvasını yerini de hiçbir yiyecek tutmaz. Üstelik emeksiz, külfetsiz ve maliyetsiz yiyecekler. Yahudilerin istediği yerin yetiştirdikleri ürünler ise emek, maliyet ve külfet ister. Ayette Musa peygamber iyiyi daha düşüğü ile değişmek mi istiyorsunuz dese de insan vücudu yerin bitirdiklerini de ister. Çünkü vücudun buna ihtiyacı var. Ne de olsa topraktan geldik toprağa gidecek ve toprak olacağız. Ayrıca ayette geçen kudret helvası ve bıldırcın eti ne kadar değerli olursa olsun aynı şeylerden sürekli yiyen, bal yiyen baldan usanır misali, bir müddet sonra yediğinden bezer. Yine insanoğlu emeksiz elde ettiğinin ve bedava gelenin kıymetini bilmez. Kısaca insan psikolojisi böyledir.

Bu kısa açıklamayı yaptım. Malumunuz bugünlerde soğan üzerinden bu konu gündemde. Sayın Yasin Aktay da bu konuyu ele almış. Buraya alıntılıyorum: “Soğan sembolizmi aslında Ramazan dolayısıyla bugünlerde çokça okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’de de karşımıza çıkıyor. Hani Firavun’un köleleştirdiği İsrailoğulları, zulüm ve baskı altındayken Hz. Musa onları uzun ve yorucu bir sürecin sonunda özgürlüklerine kavuşturuyor ya.

Uzun süre bir bakıma ekmek elden su gölden ve özgürce bir hayat yaşamaktayken bir süre sonra “Hep bunları mı yiyeceğiz? Yok mu başka bir şey, hani soğan, hani sarımsak, mercimek?” diye söylenmeye başlıyorlar.

Burada, Hz. Musa’nın liderliğinde kendilerine sağlanmış olan o özgürlük ortamında, üstelik en kaliteli, belki üst sınıf insanlara özgü yiyecekler karşısında soğan talep edilmesi yine tesadüf değildir. Soğan belli bir konfora alışıp onu rutin olarak yaşayanlara çoğu kez musallat olan bir geçmişe özlem, yani nostaljinin ifadesidir.

Yanlış anlaşılmasın. Soğan kesinlikle önemsiz bir konu değildir. İşte önemi tarihsel olarak taa Hz. Musa zamanlarına kadar giden bir sembolik anlama da sahip.

Ama soğanı öne sürenler tarih boyunca olduğu gibi her zaman aynı zamanda daha iyi olana karşı daha kötü olanı öne sürerler. Bu da soğan sembolizmini tamamlayan bir konudur."

Sayın Aktay’ın soğan üzerinden değerlendirmesi böyle. Döktürmüş maşallah. Siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama sosyoloji yani toplum bilimi alanında ihtisas yapmış ve sahasında Prof. olmuş bir akademisyene bu değerlendirmesini yakıştıramadım. Kısaca Aktay soğan üzerinden sapla samanı karıştırmış. Benim bildiğim kıyas iki benzer arasında yapılır. Aklı sıra İsrailoğulları ile bugün soğanın pahalılığını dilinden düşürmeyenleri karşılaştırıyor. Bir defa bugünkü toplum ile İsrailoğulları aynı değil. Bu toplum dün köle değildi. Aynı zamanda kudret helvası ve bıldırcın eti ile beslenmiyordu. Kendi elinin emeğiyle yerin yetiştirdiklerinden kıt kanaat besleniyordu. İsrailoğulları gibi kölelikten sonra bir eli yağda, diğer eli balda bir konfora sahip değildi. Güya soğanı öne sürenler tarih boyunca vardı. Şimdi yeniden peyda oldu diyor. Yine bu toplum rahata kavuşmuş, birçok imkanlara sahip iken geçmişe özlem adına bu iyi duruma karşı soğan üzerinden kötü durumu özlüyor demek istiyor.

Sapla samanı karıştıran bu kıyası bir başkası yapsa gam yemeyeceğim. Branşı itibariyle toplumun nabzını tutması gereken ve yıllarca siyasetin içinde pişmiş, halk ile hemhal olmuş bir akademisyenin böyle bir kıyası yapması düşündürücü. Maalesef bu kıyası da batıl bir kıyastır. Bir mantık hatasıdır. Böyle diyeceğine, hayat pahalılığını soğan üzerinden yaşıyoruz. Biz bunun farkındayız. Alacağımız tedbirlerle soğanın bu saltanatına son vereceğiz dese daha inandırıcı olurdu. Unutmasın ki bu ülkede siyaset tencere, tava ve mutfak üzerinden yapılır. Hükümetleri getiren de hükümetten eden de mutfaktır. Sayın Aktay siyasetin duayeni olan Demirel’in “Tencerenin deviremeyeceği hükümet yoktur” sözünü de çok iyi bilir.

Evet, bu ülkede iyi giden güzel şeyler var. Ama bunlar başta soğan olmak üzere hayat pahalılığının üzerini örtemez. Bu ülke bazı alanlarda daha iyi şeyler yapabiliyor iken üretimi kolay soğanın zirveyi zorlaması ve bu durumun seyredilmesi anlaşılır değil. Bu vatandaş iyi şeylere layık olduğu kadar daha kötüsü kabul edilen soğanı da makul fiyatla almaya layıktır.