3 Nisan 2023 Pazartesi

Gafın Büyüğü

Din, milli, manevi ve ahlaki değerler, kutsallar, örf ve adetler, bir milleti millet yapan ortak değerlerdir. Tabu haline getirmeden, dokunulmaz kılmadan korumaya çalışmaktır. Birlik ve beraberlik ve ortak kültürün oluşması için gereklidir. Bayrak, İstiklal Marşı, milli ve dini bayramlar, belirli gün ve haftalar, kıble, başörtüsü, namaz takkesi, tespih ve seccade gibi dinle özdeşleşmiş araçlar, karşılıklı saygı ve sevgi, nezaket, birbirimize tahammül, fikirlere saygı vs. örnek olarak verilebilir.

Örnekleri çoğaltmadan ve her birinin üzerinde durmadan güncel konu seccadeye getirmek istiyorum sözü.

Seccade, namaz ibadetini yerine getirmek için hayatımıza sonradan girmiş bir bez parçasıdır. Namazın 12 rüknünden biri olan maddi pisliklerden temizlenmek anlamına gelen necasetten taharet şartını yerine getirmek gerekiyor. Bunun için mükellef; vücudunda, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde namaza mani maddi ve görünür bir pisliğin olmamasına özen göstermelidir. Değilse namaz olmaz. Yani namaz kılınacak yer pis değilse ayrıca seccade sermeye gerek yok. Toprak, kum vb. yerlerde de seccade olmadan namaz kılınır. Bu demektir ki seccade namazın olmazsa olmaz bir şartı değildir.

Siyer kitaplarından Mescidi Nebi’nin ilk ve orijinal halini incelediğimiz zaman Mescitte sergi namına ne halı var ne kilim ne de seccade var. Müslümanlar kum ve toprak üzerinde cemaatle namazlarını ifa etmişlerdir. Bugün ev ve iş yerlerinde halının üzerine seccade serip namaz kılmak, hadesten taharete önem vermenin dışında başka bir anlamı olmadığı gibi ayrıca kutsallığı da yoktur.

Seccadenin kutsal olmaması, üzerine ayakkabı ile basılabileceği anlamına gelmez. Bizim kültürümüzde değil seccadenin, herhangi bir serginin olduğu yere ayakkabı ile girilmez ve üzerine basılmaz. Bir yerde halı, kilim vb. ne varsa ayakkabı çıkarılır ve çıplak ayak veya çoraplı bir şekilde üzerine basılır.

Acizane bir yerde sergi varsa ayrıca seccade sermem. Boş bulduğum bir yerde namaza durur, vazifemiz ifa ederim. Ayrıca seccade sermeyi zait görürüm. Her namazda sergi temiz olmasına rağmen namazı ifa için namazlık serenleri de abartılı bulmakla beraber bu hassasiyetlerine saygı gösteririm.

Kutsallığı olmasa da namazlık da dediğimiz seccade üzerine ayakkabı ile basılmasını hoş karşılamam. Sadece seccadeye değil, bir serginin üzerine ayakkabı ile basılması da doğru değildir. Türk filmlerinde görmeye alıştığımız gibi rol icabı da olsa evlere ayakkabı ile girmeyi tasvip etmiyorum. Zira bizim kültürümüze ters. Bilmeden ve görmeden seccadeye ayakkabı ile basmak mazurdur. Pardon demesi veya özür dilemesi yeterlidir. Ayrıca üzerine gitmek, tiye almak, bilmediği ve görmediği bir şeyden dolayı ayıplamak, bir bardak suda fırtına koparmaya çalışmak, bunun altında başka manalar aramak seccadeye basmak kadar ayıptır. Çünkü bizim kültürümüzde aman dileyene el kalkmaz. Dilenen özrü erdemli bir davranış görmek gerek. Bilmeden yapılan bir hareketin gündem olması ve gündemi meşgul etmesi bile hoş değildir. Bilmeyen mazurdur ama ayıplayanı mazur değildir.

Amacım, seccade üzerinden birilerini haklı çıkarmak, birilerini de haksız göstermek değildir. Onca sorun arasında, seccade gibi bir konunun gündem olması bu ülkenin ayıbıdır. Ha bu konuda hassas mıyız? Tebrik ediyorum. Aynı hassasiyeti her konuda gösterelim. Tüm gaf ve potların kim tarafından yapıldığına bakmaksızın aynı tepkiyi verelim. Mesela seccadeye basmak mı daha ayıp yoksa sel baskınında boğulup ölen insanların ardından “Evet, 15 insanımız öldü ama toprak da suya doydu” demek mi daha çok ayıp? Evet, seccade üzerine ayakkabı ile basmak ayıptır. Bu toplumun hassasiyetini bilmemektir. Bu ayıp ve bilgisizlikten dolayı özür dilenir, kişi temize çıkar. Üzerine basılan seccade de makineye atılır, bir güzel yıkanır ve temizlenir. Kuruduktan sonra namazlık olarak kullanılır. 15 kişinin ölümü üzerinden toprağın suya doyduğunu telaffuz etme söylemini nasıl temizleyeceğiz? Var mı bunu temizlemenin ilacı? Ki bu gaftan dolayı özür dilendiğini de işitmedim.

Son söz olarak seccade olayı da gösterdi ki bu toplum birbirine yabancı. Ne Alevi, Sünninin hassasiyetin farkında ne de Sünni, Alevinin hassasiyetinin farkında. Sorunumuz da burada. 

Kişinin Kendisi Olması

Kurtuluşun ilk, son ve olmazsa olmaz yolu; dini, siyasi, iktisadi vb. alanlarda ben sizi kurtarırım diye ortaya çıkan kurtarıcılardan kurtulmaktır. Çünkü hiçbir kimse kurtarıcı değildir. Görevini layıkıyla yapan insanlar makbuldür. 

Hiç kimseye olduğundan fazla anlam yüklememektir. Ederinden fazla değer vermek, bunu sık sık vurgulamak, işini yapan veya yapmaya çalışan insana yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü şeyh uçmaz, mürit uçurur misali, aşırı övgü kişide öz güven patlamasına neden olur. Bilelim ki öz güvenin aşırısı hem kişiye hem de kendisine güvenenlere bir müddet sonra zarar vermeye başlar. En azından kişi kendini bir şey sanmaya ve başına buyruk hareket etmeye başlar. Ne laftan anlar ne de sözden.

Beklenti içerisine girmemektir. Çünkü beklentiler gerçekleşmezse kişiler hayal kırıklığına uğrar. Bunun sonucunda moraller bozulur. 

"Her kişi için ancak çalıştığının karşılığı vardır" düsturunu hayatına prensip edinmektir. 

Elinden gelen gayreti göstermek için çaba göstermektir.

Namerde muhtaç olmamak için uğraş vermektir.

Aklı kiraya vermemektir, sorgulamaktır, tarafgir olmamaktır, kimsenin şakşakçılığını yapmamaktır.

Kişiliğinden ödün vermemektir.

Omurgalı ve prensip sahibi olmaktır. Prensiplerin arkasından gitmektir. Kişilerin peşine takılmamaktır.

Zikzak çizmemektir, U dönüşü yapmamaktır. Yapılmışsa hata imiş, hatadan döndüm demektir.

Yanlışta ısrar etmemektir.

Hatalardan ders çıkarmaktır.

Kimseye boyun eğmemek, minnet etmemek ve eyvallah dememektir.

Kişilikten ödün vermeden uyumlu olmaya çalışmaktır. Aklının yapmadığı noktalara şerh koymaktır.

Gücü nispetinde katma değer üretmek ve faydalı olmaya çalışmaktır.

Hesap yapan değil, hasbi olmaktır.

Sırtında yumurta küfesi taşımamaktır.

Eleştiriyi ve öneri sunmayı ihmal etmemektir. İçine sinmeyen yanlışlar kimden gelirse gelsin, kınayanın kınamasına aldırmadan ifade etmektir.

Gücün baskısına boyun eğmemek, güce kendini teslim etmemek ve güçten beslenmemektir.

Kurt kapacak diye sürü psikolojisine teslim olmamaktır.

Algılarla değil, olgularla hareket etmektir.

Sunulan ve dayatılan korkularla yüzleşmektir.

Kısaca her halükarda kişinin kendisi olmasıdır.

2 Nisan 2023 Pazar

Seccade

Seccadeyle işim olmaz, 

Çünkü namazda gözüm yok. 

Ama seccade görünce

Ayakkabımla basarım. 

Anı ölümsüzleştirmek için

Bir de fotoğraf çekinirim. 

Paylaşırım cümle aleme. 

Birileri ayıplarmış, 

Umurumda olmaz hiç. 

Üzgün olsam da

Sevinirim içten içe. 

Çünkü reklamın kötüsü olmaz. 

Yeter ki beni izlemeye devam edin. 

Daha neler yapacağım neler! 

Belki de nutkunuz tutulacak, 

Ama ben yolumdan dönmeyeceğim. 

Birileri eleştirecekmiş, 

Varsın eleştirin. 

Birileri içten içe gülecekmiş, 

Varsın gülsün. 

Herkes bana bir şey diyecek diye

Rahatımdan ödün mü vereyim? 

Araştırdım kutsal değilmiş ayrıca

Günah da değilmiş basmak. 

Arkasına baksanız ayrıca 

Dokunmuştur Güney Kore'de, Çin'de. 

1 Nisan 2023 Cumartesi

Uygulanacak Yedi Kıstas

Hz Ebu Zer el-Giffari (ra)'nin  rivayet ettiğine göre, "Peygamber (sav) efendimiz bana yedi şeyi vasiyet etti:

1-Fakirleri sevmemi, fakirlere yaklaşmamı,

2-Dünyalıkta kendimden daha aşağıda olanlara bakmamı, kendimden daha yukarıda olanlara bakmamamı,

3-Benden uzaklaşsalar bile akrabalarımla bağımı kesmememi,

4-'La havle ve la kuvvete illa billah' sözünü bol bol söylememi,

5-Gerçeği acı da olsa söylememi,

6-Allah'a çağırma konusunda, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmememi,

7-İnsanlardan hiçbir şey istememeyi" (Taberani).

Vasiyetler açık. Ayrıca izaha gerek olmasa da maddelere kısaca değinmek isterim.

2. maddeyle ilgili olarak, günümüzde maaşlı çalışanların çoğu gelirlerini kendilerinden yüksek maaş alanlarla kıyaslama yoluna giderler. Kendi işleri daha zor ve riskli olmasına rağmen kendilerinden daha yüksek maaş aldığından dem vururlar. Bu da çekememezliğe ve gereksiz tartışmaya sebebiyet verebiliyor. Halbuki kendimizden düşük gelire sahip olanlara baksak, halimize şükrederiz. Bu konuda kadının yaşı, erkeğin maaşı sorulmaz sözünü prensip edinsek, yani kimsenin maaşından haberdar olmaz isek daha rahat etmiş oluruz.

Ebu Zer 5. ve 6. maddeleri hayatına tam olarak uygulamış, Hz Osman'ın devlet yönetiminde akrabalarını gözetmesini eleştirmesi üzerine Şam'a gönderilmiş. Şam'da da Muaviye'nin yaşadığı saltanatı ve savurganlığı tenkit etmiş, Muaviye'nin Hz Osman'a serzenişinin ardından Rebeze'ye sürgün edilmiş, geri kalan ömrünü sürgünde tamamlamıştır. 

1, 4 ve 7. maddeyle ilgili olarak, Ebu Zer fakir gelmiş fakir gitmiş, züht hayatını düstur edinmiş, derviş gibi yaşamıştır. Ne makam ne mevki ne de dünyalık beklentisi içerisinde olmuştur. Kimseye eyvallahı olmamıştır.

Hasılı beşinci Müslüman olarak bildiğimiz Ebu Zer, özü ve sözü bir, doğru bildiğini esirgememiş, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini layıkıyla yapmış, kınayanın kınamasına aldırmamış, bizim için her yönüyle örnek bir sahabidir.

Allah Ebu Zer el-Giffari'den razı olsun. Yolundan gitmeyi bizlere nasip etsin.

Farklılıklar Zenginliğimiz midir?

İslam tek olmasına rağmen İslam'ı farklı yorumları diyebileceğimiz çokça siyasi, itikadi, fıkhi mezhepler ve tasavvufi yorumlar vardır. Hepsinin çıkış noktası da Kur'an ve sünnet temellidir. Ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler ve bu çerçevede verilen fetvalar sonrasında farklı farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Zaman zaman birbirlerinin görüşlerine karşı çıkılıp sert mücadeleler yapılsa da mezhepler varlığını geçmişten günümüze sürdürmüştür.

Günümüzden bakınca, mezheplerin isabet eden görüşleri olduğu gibi isabet etmeyenleri de vardır. Mezhepler dinin kendisi olmadığı için bir mezhepteki isabet eden bir görüşü diğer mezhep müntesipleri alıp uygulayabilmektedir. 

Mezhepleri tasnif ederken bazıları hak ve batıl  mezhepler şeklinde tasnif etse de her mezhep mensubuna göre kendi mezhebi haktır.

Bazıları İslam tek olmasına rağmen bu kadar değişik mezhebe anlam vermezken işin erbabı, bu farklılığı "İslam'daki fikir, inanç ve görüş zenginliğinin bir gereği olarak açıklar. Bunu da hoşgörü çerçevesinde değerlendirir. Ayrıca çeşitli mezheplerin uygulamada kolaylık sağladığını belirtir. Yine mezhep çeşitliliğinin bölge ihtiyaçlarından, farklı coğrafya şartlarından, mezhep imamlarının ölçü aldığı delillerden ve temel kaynaklara ulaşmadan, birden fazla anlama gelen kelimelerin yapısından, siyasal olaylardan, anlama ve yorumlama kapasitesinden kaynaklandığını dile getirirler. 

Anlatmak istediğim, İslam’da hoşgörünün; fikir, inanç, kanaat ve ifade hürriyetinin olduğu, farklılıkların ve farklı düşünmenin Müslümanların zenginliğini gösterdiği, birbirinden farklı mezheplerin de buna verilebilecek en güzel örnek olduğudur.

Konuşurken ve anlatırken bu zenginliklere işaret ederiz ama uygulama nasıl? Bu konuda sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Çünkü farklı fikirlere tahammül yok. İstenen tekdüze olmaktır. Farklı fikri söylemenin önünde bir engel yok. Eleştirinin de hakeza. Şayet dışlanmayı, ayıplanmayı, mimlenmeyi göze alırsan, o başka. Bu durum bazı öğretmenlerin “Sınavımda kopya çekmek serbesttir. Yakalanmamak şartıyla” sözüne çok benziyor. Evet, bu topraklarda farklı düşünebilirsin. Zira çeşitliliktir. Ama bu çeşitliliği ifade etmek yasaktır. Sonucuna katlanmak şartıyla bu da serbesttir. Ama başına neler gelebileceğini baştan kestirmek zordur. Bedel ödemeyi göze alan, eleştiri yolunu rahatça kullanabilir.

O yüzden ağrımaz başın ağrımasın ve yalnızlığa terk edilmek istemiyorsan, aykırı görüşten, hoşnutsuzluktan ve farklı fikirden uzak durmakta fayda vardır. Bunun için tek yapabileceğin, uydum kalabalığa deyip sesi gür çıkanların kollarına kendini teslim etmektir. Kim düşünürse düşünsün, bana ne demektir. İlla düşüneceğim dersen, düşünülüp servis edilen düşünceyi özümsemek, bu benim görüşüm ve çizgim demek, ben çizgimi hiç değiştirmedim demek, bu devirde yapılacak en akıllıca hareket sanki. Kalabalık sana uymuyorsa sen kalabalığa uyacaksın. Aynı şekilde zaman sana uymuyorsa, sen zamana uyacaksın. Farklı düşünüp sap gibi orta yerde kalmak iş değil. Zira üç günlük dünyada rahatından ödün vermeye ve rahatını bozmaya değmez.

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (2)

Buradan HDP (Halkların Demokrasi Partisi)’ye gelelim. Çünkü dışlanan bir parti de budur. Milli Görüş dinci, fanatik ve radikal bir parti olarak dışlanırken bu parti de terör partisi olarak görüldü ve dışlandı.

Bu parti 91 seçimlerine SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partisi) çatısı altında girerek ilk defa Mecliste 18 vekil ile yer aldı. Bir zaman bağımsız vekil olarak Meclise bile girdiler.

Bugüne kadar tıpkı Milli Görüş partileri gibi HEP, DEHAP, HADEP gibi değişik adlar altında ne kadar parti  kurdularsa terörle bağını kesmediği ve terörün odağı gerekçesiyle yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Bu partilerin vekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, kimi hapse gönderildi. Yani siyaseten, hukuken bu zihniyetle mücadele edildi.

Bugün HDP adıyla aynı çizgisini devam ettiren partinin kazandığı belediye başkanlıkları düşürülerek yerine kayyum atandı.

Yine bir kapatma davasıyla karşı karşıya kalan bu partinin yüzde on barajını aşamama riski kalmadı. Bugün Meclisin üçüncü büyük partisidir.

Vekil yönünden üçüncü büyük parti olmasının yanında bu parti, yeni hükümet sisteminde kilit parti durumunda. Bu partinin seçmeni hangi ittifaka yönelirse o ittifakın seçimi kazanacağı yüksek perdeden konuşuluyor.

Görünen o ki ne yapılırsa yapılsın, hangi yollar denenirse denensin, öcü gibi gösterilen Milli Görüş partileri yok edilemediği gibi Kürt partisi ya da terörle bağını kesmemiş parti olarak bilinen HDP de yok edilemeyecektir.

Geldiğimiz nokta itibariyle dışlanan iki zihniyetin biri yıllardır bu ülkede iktidar ve söz sahibi, diğeri de iktidarı belirleyecek kilit parti konumuna yükseldi.

Beğensek de beğenmesek de siyasi yelpazede uçta yer alan bu iki çizginin tabanı olduğu müddetçe bu partiler ve zihniyetleri yok edilmeyecektir. Siyaset arenasında hep var olacaklardır. Bu ayrıştırıcı, ötekileştirici ve vebalı muameleyle bu partiler büyümeye devam edecektir.

Bugün HDP’ye ve bu partiye yaklaşanlara karşı izlediğimiz dışlayıcı politikaya imza atanlar, Milli Görüş zihniyeti ile yaptıkları mücadelelerinin bu partiyi büyüttüğünü, aynı yoldan gittikleri takdirde HDP’yi de büyüteceklerini akıllarından çıkarmamalılar. En azından ötekileştirici dili terk ederek rakipleriyle mücadele için başka yollar denemelidirler. Çünkü RP gerçeğinde görüldüğü gibi dışlayıcı siyaset bir zihniyeti küçültmüyor, yok etmiyor. Hazırında büyütüyor. Bundan ders almak isteyenler HDP ile mücadele etmek istiyorlarsa, ötekileştirici-toptancı anlayıştan ziyade suçun bireyselliğini ön plana çıkararak suç işleyen partiliyi adaletin huzuruna çıkarıp ceza almasını sağlamalarıdır. Belki de bu partiyi normalleştirmenin yolu, dışlamaktan ziyade içlerine veya yanlarına alarak kontrol etmek ve aşırılıklarını törpülemektir.

Dışlamaya verebileceğim bir örnek de bugün küçük bir parti olsa da 2000 öncesi adından sıkça söz ettiren ve devlet tarafından terör örgütü kapsamına alınan Hizbullah adlı örgüt ile bağı olduğu söylenen Hüdapar isimli partinin de dışlanmasını Milli Görüş partileri ve Kürt menşeli partiler gibi değerlendirebiliriz. 

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (1)

Baştan söyleyeyim. Amacım siyaset yapmak, bir partinin lehine veya aleyhine olmak değil, bir tespitte bulunmak, bu tespitte hareketle siyaset yapan partilerimize geçmişten ders çıkarmalarına yardımcı olmaktır.

Bu girişin ardından gelelim sadede.

Doksanlı yılların parlayan partisi Refah Partisidir. Yani baba Erbakan’ın başını çektiği Milli Görüş hareketidir.

80 öncesi küçümsenen bu parti, merkeze yön verenler tarafından dini siyasete alet ediyor, bunların amacı teokratik bir düzen kurmak ve şeriatı getirmek şeklinde görüldü. Bu partiye ve destekçilerine mürteci, gerici gibi yaftalar yapıştırıldı.

80 ihtilalinin ardından yapılan 82 Anayasası ile koalisyonlara geçit vermemesi ve RP gibi uç partilerin Meclise girmemesi için yüzde on barajı getirildi.

90’lı yıllara kadar baraj altı kalan bu parti, 91 yılında baba Türkeş’in genel başkanı olduğu MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi) ve Aykut Edibali’nin partisi IDP (Islahatçı Demokrat Parti) ile ittifak yaparak Meclise girdi.

Bu üçlü ittifak, toplam 60 vekil ile Mecliste partilerini temsil etti. RP Meclis çalışmalarıyla adından çokça söz ettirdi. Halkın teveccühünü aldı. 94 mahalli seçimlerinde Meclisin 4.partisi olmasına rağmen en fazla ilin belediye başkanlığını kazandı.

95 genel seçimlerine giderken DYP genel başkanı Tansu Çiller ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz tarafından bu parti vebalı ilan edildi. Miting meydanlarında halkı RP ile korkuttular. Seçimin ardından kurulacak koalisyon hükümetinde bu partiye yer olmadığını, hükümeti kuracak oyu alanın bu partiyle koalisyon kurmaması, bunun sözünün seçimden önce partiler tarafından verilmesi gerektiğini seçim meydanlarında ve TV ekranlarında işlediler ve bunun sözünü de verdiler. Çünkü onlara göre RP tehlikeli bir partiydi. Asker ve ülkenin derin devleti de aynı düşüncede idi. Kısaca gerilimi yükselttikçe yükselttiler.

Vebalı ilan edilen bu parti 95 seçimlerinden birinci parti çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, 158 vekil ile Meclise girdi. Kimse bu partiyle koalisyona yanaşmadı. En büyük parti olmasına rağmen Ana-Yol koalisyonu kuruldu. Fakat bu hükümetin ömrü üç ay sürdü. Erbakan ANAP ile koalisyon çalışmaları yürütürken araya birileri girerek bu koalisyonu önledi. DYP ile Refah-Yol hükümeti kuruldu. Bu koalisyonun ömrü de 11 ay sürdü. Çünkü 28 Şubat postmodern darbesi oldu. Ardından Ecevit başkanlığında üçlü-dörtlü azınlık hükümeti kuruldu. RP irticanın odağı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Sonrasında kurulan FP (Fazilet Partisi) de muhalefette olmasına rağmen aynı gerekçe ile yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Kısaca 2000 öncesinin partileri, asker, yargı, derin devlet, basın, Milli Görüş’e vebalı muamelesi yapmıştır. 28 Şubat darbesiyle bu düşünceyle mücadele etme kararı verildi ve bu süreç 1000 yıl devam edecekti. Bu süreçte ilk defa MGK, terörle mücadeleyi ikinci plana iterek bu zihniyeti yani irticayla mücadeleyi tehlike sırasında ilk sıraya aldı.

Sonuçta MNP-MSP-RP ve FP ismiyle siyasetimizde yer alan Milli Görüş çizgisi, 2001 ekonomik krizinin ardından yapılan seçimde aynı çizgiden gelen AK Parti, büyük bir çoğunlukla tek başına iktidara geldi. 2002 yılından 2023 yılına kadar bu çizgi beş dönemdir bu ülkede iktidardadır. Kısaca 90 yılların sakıncalı piyadesi ve vebalı partisi bu ülkede tek söz sahibi. Bu zihniyeti yok etmeye çalışanlar, bu zihniyeti yok edemedikleri gibi dışlaya dışlaya daha da büyüttüler. Geldiğimiz nokta itibariyle kimse Milli Görüş çizgisinden korkmuyor. Hatta öyle zamanlar geldi ki bu parti her iki seçmenden birinin oyunu aldı. Kısaca birilerinin saldığı korku fayda sağlamadı, korkunun ecele faydası olmadı, yaptıklarıyla topuklarına sıktıkları gibi bu ülkeyi isteyerek veya istemeyerek bu zihniyete teslim ettiler.