2 Nisan 2023 Pazar

Seccade

Seccadeyle işim olmaz, 

Çünkü namazda gözüm yok. 

Ama seccade görünce

Ayakkabımla basarım. 

Anı ölümsüzleştirmek için

Bir de fotoğraf çekinirim. 

Paylaşırım cümle aleme. 

Birileri ayıplarmış, 

Umurumda olmaz hiç. 

Üzgün olsam da

Sevinirim içten içe. 

Çünkü reklamın kötüsü olmaz. 

Yeter ki beni izlemeye devam edin. 

Daha neler yapacağım neler! 

Belki de nutkunuz tutulacak, 

Ama ben yolumdan dönmeyeceğim. 

Birileri eleştirecekmiş, 

Varsın eleştirin. 

Birileri içten içe gülecekmiş, 

Varsın gülsün. 

Herkes bana bir şey diyecek diye

Rahatımdan ödün mü vereyim? 

Araştırdım kutsal değilmiş ayrıca

Günah da değilmiş basmak. 

Arkasına baksanız ayrıca 

Dokunmuştur Güney Kore'de, Çin'de. 

1 Nisan 2023 Cumartesi

Uygulanacak Yedi Kıstas

Hz Ebu Zer el-Giffari (ra)'nin  rivayet ettiğine göre, "Peygamber (sav) efendimiz bana yedi şeyi vasiyet etti:

1-Fakirleri sevmemi, fakirlere yaklaşmamı,

2-Dünyalıkta kendimden daha aşağıda olanlara bakmamı, kendimden daha yukarıda olanlara bakmamamı,

3-Benden uzaklaşsalar bile akrabalarımla bağımı kesmememi,

4-'La havle ve la kuvvete illa billah' sözünü bol bol söylememi,

5-Gerçeği acı da olsa söylememi,

6-Allah'a çağırma konusunda, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmememi,

7-İnsanlardan hiçbir şey istememeyi" (Taberani).

Vasiyetler açık. Ayrıca izaha gerek olmasa da maddelere kısaca değinmek isterim.

2. maddeyle ilgili olarak, günümüzde maaşlı çalışanların çoğu gelirlerini kendilerinden yüksek maaş alanlarla kıyaslama yoluna giderler. Kendi işleri daha zor ve riskli olmasına rağmen kendilerinden daha yüksek maaş aldığından dem vururlar. Bu da çekememezliğe ve gereksiz tartışmaya sebebiyet verebiliyor. Halbuki kendimizden düşük gelire sahip olanlara baksak, halimize şükrederiz. Bu konuda kadının yaşı, erkeğin maaşı sorulmaz sözünü prensip edinsek, yani kimsenin maaşından haberdar olmaz isek daha rahat etmiş oluruz.

Ebu Zer 5. ve 6. maddeleri hayatına tam olarak uygulamış, Hz Osman'ın devlet yönetiminde akrabalarını gözetmesini eleştirmesi üzerine Şam'a gönderilmiş. Şam'da da Muaviye'nin yaşadığı saltanatı ve savurganlığı tenkit etmiş, Muaviye'nin Hz Osman'a serzenişinin ardından Rebeze'ye sürgün edilmiş, geri kalan ömrünü sürgünde tamamlamıştır. 

1, 4 ve 7. maddeyle ilgili olarak, Ebu Zer fakir gelmiş fakir gitmiş, züht hayatını düstur edinmiş, derviş gibi yaşamıştır. Ne makam ne mevki ne de dünyalık beklentisi içerisinde olmuştur. Kimseye eyvallahı olmamıştır.

Hasılı beşinci Müslüman olarak bildiğimiz Ebu Zer, özü ve sözü bir, doğru bildiğini esirgememiş, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini layıkıyla yapmış, kınayanın kınamasına aldırmamış, bizim için her yönüyle örnek bir sahabidir.

Allah Ebu Zer el-Giffari'den razı olsun. Yolundan gitmeyi bizlere nasip etsin.

Farklılıklar Zenginliğimiz midir?

İslam tek olmasına rağmen İslam'ı farklı yorumları diyebileceğimiz çokça siyasi, itikadi, fıkhi mezhepler ve tasavvufi yorumlar vardır. Hepsinin çıkış noktası da Kur'an ve sünnet temellidir. Ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler ve bu çerçevede verilen fetvalar sonrasında farklı farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Zaman zaman birbirlerinin görüşlerine karşı çıkılıp sert mücadeleler yapılsa da mezhepler varlığını geçmişten günümüze sürdürmüştür.

Günümüzden bakınca, mezheplerin isabet eden görüşleri olduğu gibi isabet etmeyenleri de vardır. Mezhepler dinin kendisi olmadığı için bir mezhepteki isabet eden bir görüşü diğer mezhep müntesipleri alıp uygulayabilmektedir. 

Mezhepleri tasnif ederken bazıları hak ve batıl  mezhepler şeklinde tasnif etse de her mezhep mensubuna göre kendi mezhebi haktır.

Bazıları İslam tek olmasına rağmen bu kadar değişik mezhebe anlam vermezken işin erbabı, bu farklılığı "İslam'daki fikir, inanç ve görüş zenginliğinin bir gereği olarak açıklar. Bunu da hoşgörü çerçevesinde değerlendirir. Ayrıca çeşitli mezheplerin uygulamada kolaylık sağladığını belirtir. Yine mezhep çeşitliliğinin bölge ihtiyaçlarından, farklı coğrafya şartlarından, mezhep imamlarının ölçü aldığı delillerden ve temel kaynaklara ulaşmadan, birden fazla anlama gelen kelimelerin yapısından, siyasal olaylardan, anlama ve yorumlama kapasitesinden kaynaklandığını dile getirirler. 

Anlatmak istediğim, İslam’da hoşgörünün; fikir, inanç, kanaat ve ifade hürriyetinin olduğu, farklılıkların ve farklı düşünmenin Müslümanların zenginliğini gösterdiği, birbirinden farklı mezheplerin de buna verilebilecek en güzel örnek olduğudur.

Konuşurken ve anlatırken bu zenginliklere işaret ederiz ama uygulama nasıl? Bu konuda sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Çünkü farklı fikirlere tahammül yok. İstenen tekdüze olmaktır. Farklı fikri söylemenin önünde bir engel yok. Eleştirinin de hakeza. Şayet dışlanmayı, ayıplanmayı, mimlenmeyi göze alırsan, o başka. Bu durum bazı öğretmenlerin “Sınavımda kopya çekmek serbesttir. Yakalanmamak şartıyla” sözüne çok benziyor. Evet, bu topraklarda farklı düşünebilirsin. Zira çeşitliliktir. Ama bu çeşitliliği ifade etmek yasaktır. Sonucuna katlanmak şartıyla bu da serbesttir. Ama başına neler gelebileceğini baştan kestirmek zordur. Bedel ödemeyi göze alan, eleştiri yolunu rahatça kullanabilir.

O yüzden ağrımaz başın ağrımasın ve yalnızlığa terk edilmek istemiyorsan, aykırı görüşten, hoşnutsuzluktan ve farklı fikirden uzak durmakta fayda vardır. Bunun için tek yapabileceğin, uydum kalabalığa deyip sesi gür çıkanların kollarına kendini teslim etmektir. Kim düşünürse düşünsün, bana ne demektir. İlla düşüneceğim dersen, düşünülüp servis edilen düşünceyi özümsemek, bu benim görüşüm ve çizgim demek, ben çizgimi hiç değiştirmedim demek, bu devirde yapılacak en akıllıca hareket sanki. Kalabalık sana uymuyorsa sen kalabalığa uyacaksın. Aynı şekilde zaman sana uymuyorsa, sen zamana uyacaksın. Farklı düşünüp sap gibi orta yerde kalmak iş değil. Zira üç günlük dünyada rahatından ödün vermeye ve rahatını bozmaya değmez.

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (2)

Buradan HDP (Halkların Demokrasi Partisi)’ye gelelim. Çünkü dışlanan bir parti de budur. Milli Görüş dinci, fanatik ve radikal bir parti olarak dışlanırken bu parti de terör partisi olarak görüldü ve dışlandı.

Bu parti 91 seçimlerine SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partisi) çatısı altında girerek ilk defa Mecliste 18 vekil ile yer aldı. Bir zaman bağımsız vekil olarak Meclise bile girdiler.

Bugüne kadar tıpkı Milli Görüş partileri gibi HEP, DEHAP, HADEP gibi değişik adlar altında ne kadar parti  kurdularsa terörle bağını kesmediği ve terörün odağı gerekçesiyle yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Bu partilerin vekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, kimi hapse gönderildi. Yani siyaseten, hukuken bu zihniyetle mücadele edildi.

Bugün HDP adıyla aynı çizgisini devam ettiren partinin kazandığı belediye başkanlıkları düşürülerek yerine kayyum atandı.

Yine bir kapatma davasıyla karşı karşıya kalan bu partinin yüzde on barajını aşamama riski kalmadı. Bugün Meclisin üçüncü büyük partisidir.

Vekil yönünden üçüncü büyük parti olmasının yanında bu parti, yeni hükümet sisteminde kilit parti durumunda. Bu partinin seçmeni hangi ittifaka yönelirse o ittifakın seçimi kazanacağı yüksek perdeden konuşuluyor.

Görünen o ki ne yapılırsa yapılsın, hangi yollar denenirse denensin, öcü gibi gösterilen Milli Görüş partileri yok edilemediği gibi Kürt partisi ya da terörle bağını kesmemiş parti olarak bilinen HDP de yok edilemeyecektir.

Geldiğimiz nokta itibariyle dışlanan iki zihniyetin biri yıllardır bu ülkede iktidar ve söz sahibi, diğeri de iktidarı belirleyecek kilit parti konumuna yükseldi.

Beğensek de beğenmesek de siyasi yelpazede uçta yer alan bu iki çizginin tabanı olduğu müddetçe bu partiler ve zihniyetleri yok edilmeyecektir. Siyaset arenasında hep var olacaklardır. Bu ayrıştırıcı, ötekileştirici ve vebalı muameleyle bu partiler büyümeye devam edecektir.

Bugün HDP’ye ve bu partiye yaklaşanlara karşı izlediğimiz dışlayıcı politikaya imza atanlar, Milli Görüş zihniyeti ile yaptıkları mücadelelerinin bu partiyi büyüttüğünü, aynı yoldan gittikleri takdirde HDP’yi de büyüteceklerini akıllarından çıkarmamalılar. En azından ötekileştirici dili terk ederek rakipleriyle mücadele için başka yollar denemelidirler. Çünkü RP gerçeğinde görüldüğü gibi dışlayıcı siyaset bir zihniyeti küçültmüyor, yok etmiyor. Hazırında büyütüyor. Bundan ders almak isteyenler HDP ile mücadele etmek istiyorlarsa, ötekileştirici-toptancı anlayıştan ziyade suçun bireyselliğini ön plana çıkararak suç işleyen partiliyi adaletin huzuruna çıkarıp ceza almasını sağlamalarıdır. Belki de bu partiyi normalleştirmenin yolu, dışlamaktan ziyade içlerine veya yanlarına alarak kontrol etmek ve aşırılıklarını törpülemektir.

Dışlamaya verebileceğim bir örnek de bugün küçük bir parti olsa da 2000 öncesi adından sıkça söz ettiren ve devlet tarafından terör örgütü kapsamına alınan Hizbullah adlı örgüt ile bağı olduğu söylenen Hüdapar isimli partinin de dışlanmasını Milli Görüş partileri ve Kürt menşeli partiler gibi değerlendirebiliriz. 

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (1)

Baştan söyleyeyim. Amacım siyaset yapmak, bir partinin lehine veya aleyhine olmak değil, bir tespitte bulunmak, bu tespitte hareketle siyaset yapan partilerimize geçmişten ders çıkarmalarına yardımcı olmaktır.

Bu girişin ardından gelelim sadede.

Doksanlı yılların parlayan partisi Refah Partisidir. Yani baba Erbakan’ın başını çektiği Milli Görüş hareketidir.

80 öncesi küçümsenen bu parti, merkeze yön verenler tarafından dini siyasete alet ediyor, bunların amacı teokratik bir düzen kurmak ve şeriatı getirmek şeklinde görüldü. Bu partiye ve destekçilerine mürteci, gerici gibi yaftalar yapıştırıldı.

80 ihtilalinin ardından yapılan 82 Anayasası ile koalisyonlara geçit vermemesi ve RP gibi uç partilerin Meclise girmemesi için yüzde on barajı getirildi.

90’lı yıllara kadar baraj altı kalan bu parti, 91 yılında baba Türkeş’in genel başkanı olduğu MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi) ve Aykut Edibali’nin partisi IDP (Islahatçı Demokrat Parti) ile ittifak yaparak Meclise girdi.

Bu üçlü ittifak, toplam 60 vekil ile Mecliste partilerini temsil etti. RP Meclis çalışmalarıyla adından çokça söz ettirdi. Halkın teveccühünü aldı. 94 mahalli seçimlerinde Meclisin 4.partisi olmasına rağmen en fazla ilin belediye başkanlığını kazandı.

95 genel seçimlerine giderken DYP genel başkanı Tansu Çiller ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz tarafından bu parti vebalı ilan edildi. Miting meydanlarında halkı RP ile korkuttular. Seçimin ardından kurulacak koalisyon hükümetinde bu partiye yer olmadığını, hükümeti kuracak oyu alanın bu partiyle koalisyon kurmaması, bunun sözünün seçimden önce partiler tarafından verilmesi gerektiğini seçim meydanlarında ve TV ekranlarında işlediler ve bunun sözünü de verdiler. Çünkü onlara göre RP tehlikeli bir partiydi. Asker ve ülkenin derin devleti de aynı düşüncede idi. Kısaca gerilimi yükselttikçe yükselttiler.

Vebalı ilan edilen bu parti 95 seçimlerinden birinci parti çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, 158 vekil ile Meclise girdi. Kimse bu partiyle koalisyona yanaşmadı. En büyük parti olmasına rağmen Ana-Yol koalisyonu kuruldu. Fakat bu hükümetin ömrü üç ay sürdü. Erbakan ANAP ile koalisyon çalışmaları yürütürken araya birileri girerek bu koalisyonu önledi. DYP ile Refah-Yol hükümeti kuruldu. Bu koalisyonun ömrü de 11 ay sürdü. Çünkü 28 Şubat postmodern darbesi oldu. Ardından Ecevit başkanlığında üçlü-dörtlü azınlık hükümeti kuruldu. RP irticanın odağı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Sonrasında kurulan FP (Fazilet Partisi) de muhalefette olmasına rağmen aynı gerekçe ile yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Kısaca 2000 öncesinin partileri, asker, yargı, derin devlet, basın, Milli Görüş’e vebalı muamelesi yapmıştır. 28 Şubat darbesiyle bu düşünceyle mücadele etme kararı verildi ve bu süreç 1000 yıl devam edecekti. Bu süreçte ilk defa MGK, terörle mücadeleyi ikinci plana iterek bu zihniyeti yani irticayla mücadeleyi tehlike sırasında ilk sıraya aldı.

Sonuçta MNP-MSP-RP ve FP ismiyle siyasetimizde yer alan Milli Görüş çizgisi, 2001 ekonomik krizinin ardından yapılan seçimde aynı çizgiden gelen AK Parti, büyük bir çoğunlukla tek başına iktidara geldi. 2002 yılından 2023 yılına kadar bu çizgi beş dönemdir bu ülkede iktidardadır. Kısaca 90 yılların sakıncalı piyadesi ve vebalı partisi bu ülkede tek söz sahibi. Bu zihniyeti yok etmeye çalışanlar, bu zihniyeti yok edemedikleri gibi dışlaya dışlaya daha da büyüttüler. Geldiğimiz nokta itibariyle kimse Milli Görüş çizgisinden korkmuyor. Hatta öyle zamanlar geldi ki bu parti her iki seçmenden birinin oyunu aldı. Kısaca birilerinin saldığı korku fayda sağlamadı, korkunun ecele faydası olmadı, yaptıklarıyla topuklarına sıktıkları gibi bu ülkeyi isteyerek veya istemeyerek bu zihniyete teslim ettiler.

31 Mart 2023 Cuma

Salgının Ardından

Covid-19 adı verilen, iki yıldan fazla süren, küresel salgının zararı fazla oldu: 

Hayatımıza maske, mesafe ve hijyen girdi. 

Bu hastalığa yakalanan binlerce kişi öldü.

Kapanmadan dolayı üretim durma noktasına geldi.

Onlarca gerekli gereksiz yasaklarla tanıştık. 

Bu hastalığı tetikleme ihtimali olan yüzlerce sektör aylarca kapalı kaldı. 

Enflasyon azdı. 

İşsizlik arttı. 

Hastaneler test yaptıranlarla doldu taştı.

Hastanelerin yoğun bakımları ve hastaneler yeterli gelmedi.

Binlerce kişi hastanelerin yoğun bakımlarında ölümle pençeleşti.

Hastanelerde tedavi görmeyen hastalar evlerinde karantinaya alındı. 

Eğitim ve öğretim sekteye uğradı. Yüz yüze eğitimden uzak kaldık. Uzaktan öğretimle tanıştık. 

Esnek mesai, dönüşümlü çalışmayı gördük.

HES (Hayat Eve Sığar) uygulamasına geçildi.

Bu süreçte herkes birbirinden kaçtı.  

Aşılar hayatımıza girdi. Aşı olmak isteyenler ve olmak istemeyenler tartışması yapıldı. Kimi aşı oldu kimi olmadı.

Salgın hala tam bitmese de ölümcüllüğü geride kaldı. Hastalananlar da ayakta geçiriyor bu hastalığı. 

Hastalık etkisini her geçen gün kaybediyor olsa da bu salgının doğal bir virüs mü olduğu yoksa laboratuvarlarda üretilmiş olup olmadığı konuşuldu ama daha bu virüsün nasıl oluştuğu tespit edilemedi. Bu da zihinlerde bir şüphe olarak kalacak.

Zihinlerde kalacak bir başka şey daha var. O da aşıların yan etkisinin olup olmadığı. İnsanlar kendi arasında “Kalp krizini tetiklediği, bazı hastalıklara yol açtığı, vücutta etkiler bıraktığı...” yönünde konuşup duruyor. Aşıların böyle yan etkisi var mı, yok mu konusunun gerçekliği de ortaya çıkmayacak. Çünkü bu konuda yapılmış bir araştırma yok. Halk arasında aşıların yan etkisi konuşulunca bazılarının “Biz aşı olmadık” şeklinde bıyık altından güldüğü de gözlerden kaçmıyor.

Virüsün yapay, aşıların yan etkisinin olduğu yönünde bu konuyu gündeme getirince, bazıları bunu paranoya görse de dünyaya yön vermeye çalışanlar ve borusu ötenler dünya insanına güven vermedikleri müddetçe, gerçek ortaya çıkmadan acabalar zihinleri kurcalamaya devam edecektir.

Nimetin Elden Çıkması

Hayat bir mücadeleden ibarettir. 

Bu mücadele uzun bir maratondur. 

Bu maraton tekdüze değildir. 

İnişi vardır, çıkışı vardır, zorluğu vardır, kolaylığı vardır.

Üzüntü ve keder, sevinç ve mutluluk iç içedir.

Kimseye her daim tozpembe değildir, hepten eza da değildir. Zira adı üzerinde imtihan dünyasıdır. 

Bu imtihandan yüzünün akıyla çıkmak da vardır, varlık gösterememe de vardır, rezil olmak da.

Bir hedefe ulaşmak için yola çıkanlar, çıktıkları bu hedefe ulaşmak için ibadet aşkı içerisinde çalışırlar, çalışırken şımarmazlar, çağın ve zamanın ruhuna uygun hareket ederler ise önlerine engeller çıksa da bu engelleri birer birer aşmasını bilirler. Karşılığını da alırlar. Çünkü her insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Allah da bunlara çalıştığının karşılığını verir ve zirveye çıkarır.

Kendilerinden ve yaptıklarından emin olarak ayakları yere sağlam basanlar zor veya kolay zirveye çıkar. Yeter ki bunda samimi olunsun, zirve azmi olsun, yapabilecek irade gösterilsin, bu konuda güven verilsin ve zirvenin bir menfaat elde etmek olmadığı hususunda halk ikna edilsin.

Zirveye çıkmak zor olsa da mümkündür. Çünkü çalışmak insandan, tevfik de Allah’tandır.  

Zirveye çıkılır çıkılmasına ama esas mesele zirvede tutunmak ve kalıcı olmaktır. Zira zirvede tutunmanın imtihanı daha bir başkadır. Burası hem nimet hem de ateşten kordur.

Burada kalite tesadüf değil demek de vardır, imkanların içerisinde kaybolmak da vardır.

Zirvede tutunmaya çalışmak zirveye çıkmaktan daha zordur. Çünkü bir şeyin zirvesi demek inişe yakın olmaktır. Bir bedel ödemeden zirveye çabucak çıkanların inişi çok kolaydır. Çıkmalarıyla inmeleri bir olur. Bedel ödeye ödeye zirveye çıkanlar ise zirvenin kıymetini bilir ve zirvede tutunmanın yollarını arar. Şımarmazlar, güç zehirlenmesi yaşamazlar, zirveden aşağıya tepeden bakmazlar, Zafer sarhoşu olmazlar, yol arkadaşlarına çalım atmazlar, birbirlerine empati yapar ve diğerkamlığı tercih ederler, en ufak bir şayiada teyakkuza geçerek içlerine giren virüsü temizlerler. Kısaca hem geldikleri yeri unutmazlar hem de en ufak bir sendelemede inişe geçeceklerini çok iyi bilirler ise zirve her daim onların olur ve buranın nimetlerinden halkı faydalandırırken kendileri de yararlanmış olurlar.

Böyle yapmazlar, hoşnutsuzluğa tedbir almazlar, çözüm üretmezler, ekip ruhuna önem vermezler, ehliyet ve liyakat yerine sadakati tercih ederler, gerçekleri görmemek için kafalarını kuma gömerler, halkın derdiyle dertlenmeyi bırakırlar, korku dağları salmaya yönelirler, gerçekleri gizlemek için olguları algı, algıları da olguya döndürmeye yeltenirler ise iniş er veya geç kaçınılmaz olur. Allah bu nimeti alır, bir başkasına verir. Çünkü toplumsal yasa gerçekleşmiş olur.

Bu durumda kimseye kızmaya hakları olamaz. Çünkü başa gelen her şey yapıp ettiklerimizin bir sonucudur.