Ana içeriğe atla

Nimetin Elden Çıkması

Hayat bir mücadeleden ibarettir. 

Bu mücadele uzun bir maratondur. 

Bu maraton tekdüze değildir. 

İnişi vardır, çıkışı vardır, zorluğu vardır, kolaylığı vardır.

Üzüntü ve keder, sevinç ve mutluluk iç içedir.

Kimseye her daim tozpembe değildir, hepten eza da değildir. Zira adı üzerinde imtihan dünyasıdır. 

Bu imtihandan yüzünün akıyla çıkmak da vardır, varlık gösterememe de vardır, rezil olmak da.

Bir hedefe ulaşmak için yola çıkanlar, çıktıkları bu hedefe ulaşmak için ibadet aşkı içerisinde çalışırlar, çalışırken şımarmazlar, çağın ve zamanın ruhuna uygun hareket ederler ise önlerine engeller çıksa da bu engelleri birer birer aşmasını bilirler. Karşılığını da alırlar. Çünkü her insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Allah da bunlara çalıştığının karşılığını verir ve zirveye çıkarır.

Kendilerinden ve yaptıklarından emin olarak ayakları yere sağlam basanlar zor veya kolay zirveye çıkar. Yeter ki bunda samimi olunsun, zirve azmi olsun, yapabilecek irade gösterilsin, bu konuda güven verilsin ve zirvenin bir menfaat elde etmek olmadığı hususunda halk ikna edilsin.

Zirveye çıkmak zor olsa da mümkündür. Çünkü çalışmak insandan, tevfik de Allah’tandır.  

Zirveye çıkılır çıkılmasına ama esas mesele zirvede tutunmak ve kalıcı olmaktır. Zira zirvede tutunmanın imtihanı daha bir başkadır. Burası hem nimet hem de ateşten kordur.

Burada kalite tesadüf değil demek de vardır, imkanların içerisinde kaybolmak da vardır.

Zirvede tutunmaya çalışmak zirveye çıkmaktan daha zordur. Çünkü bir şeyin zirvesi demek inişe yakın olmaktır. Bir bedel ödemeden zirveye çabucak çıkanların inişi çok kolaydır. Çıkmalarıyla inmeleri bir olur. Bedel ödeye ödeye zirveye çıkanlar ise zirvenin kıymetini bilir ve zirvede tutunmanın yollarını arar. Şımarmazlar, güç zehirlenmesi yaşamazlar, zirveden aşağıya tepeden bakmazlar, Zafer sarhoşu olmazlar, yol arkadaşlarına çalım atmazlar, birbirlerine empati yapar ve diğerkamlığı tercih ederler, en ufak bir şayiada teyakkuza geçerek içlerine giren virüsü temizlerler. Kısaca hem geldikleri yeri unutmazlar hem de en ufak bir sendelemede inişe geçeceklerini çok iyi bilirler ise zirve her daim onların olur ve buranın nimetlerinden halkı faydalandırırken kendileri de yararlanmış olurlar.

Böyle yapmazlar, hoşnutsuzluğa tedbir almazlar, çözüm üretmezler, ekip ruhuna önem vermezler, ehliyet ve liyakat yerine sadakati tercih ederler, gerçekleri görmemek için kafalarını kuma gömerler, halkın derdiyle dertlenmeyi bırakırlar, korku dağları salmaya yönelirler, gerçekleri gizlemek için olguları algı, algıları da olguya döndürmeye yeltenirler ise iniş er veya geç kaçınılmaz olur. Allah bu nimeti alır, bir başkasına verir. Çünkü toplumsal yasa gerçekleşmiş olur.

Bu durumda kimseye kızmaya hakları olamaz. Çünkü başa gelen her şey yapıp ettiklerimizin bir sonucudur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde