13 Mart 2023 Pazartesi

Abdülhamit ve Erdoğan

Bu yazı sosyal medyada başlıksız okuduğum bir paylaşım. Yazının sadece başlığı baba ait. Yorumsuz ve görüş belirtmeden aynen aktarıyorum:

“Eğer Sayın Erdoğan başkanlık sistemini daha güven veren, tek adamlığa izin vermeyen bir şekle dönüştürse idi, bugün CHP kazansa ne olur diye kimse tedirgin olmazdı.

Erdoğan, Abdülhamit'i öve öve aynı yoldan gitti, aynı şey gelecek başına. (Hiç temenni etmiyorum. RY)

Her sözünde; milletim ne derse o olur diyor ya.

İşte onu fiiliyata dökecekti, lafta kalmayacaktı.

Milleti kandırmayacaktı.

Erdoğan ne yapacaktı?

Siyasi partiler kanununu değiştirecekti.

Partilerdeki lider diktatörlüğüne son verecekti. 

Fırsat ve imkân vardı, yapmadı.

Cumhurbaşkanlığı yetkilerini denetleyecek, kararlara ortak olacak, halkın oyu ile bağımsız seçilerek gelen üyelerden oluşan bir millet konseyi kuracaktı. 

İmkanı vardı, fırsat vardı, yapmadı.

Seçim kanununu değiştirecekti. 

Milletvekili adaylarını parti liderlerinin belirlemesine son verecekti. 

İmkan vardı, fırsat vardı, yapmadı.

Şimdi çıkmış; bana muhtaçsınız, ben gidersem devleti yağmalarlar diyor.

Abdülhamit de aynı kafada idi. 

Gitti. 

Devlet yağmalandı. 

Ama hiç tedbir almadı. Yetki paylaşmadı.

Hanedanını ve saltanatı koruma derdine düştü. Milleti önemsemedi. 

İki yol iki köprü yaparak iki ray döşeyerek halkı ikna edeceğini, kandıracağını sandı. 

Olmadı, hesabı tutmadı.

Erdoğan aynı şeyleri Yeşilçam filmi gibi tekrar etti.

Tarihten hiç ders almadı.

Şimdi gidecek belki gerçekten sonrası tufan.

İçimizde bir korku bir endişe var.

Hırs, makam düşkünlüğü, dünya tamahı, güç gösterisi onunla beraber mezara gidecek. 

Tıpkı Abdülhamit gibi. 

Eziyetini bu millet çekecek.

Biri daha gelecek belki 5 veya 10 yıl sonra o da aynı çıkacak.

Çünkü o biziz.

Bizden çıkacak.”

                          Yakup Kanat

Sahibine Göre İşleyen Sistemler

Bir seçim yapılır, sıra diğer seçime gelir. Halk mevcudu beğenirse devam der, beğenmezse değiştirir, bir başkasını dener.

Demokrasinin gereği olarak seçimler yapılsa da bu ülkede her seçim ölüm kalım savaşı gibi hep gerilimli geçer.

Gerilimi yüksek seçimlerin olmasının temelinde, oturmuş bir devlet sistemimizin olmaması, sistem ve işleyişin iktidara gelen kişi ya da kişilere göre şekillenmiş olmasıdır. Yani yönetimimiz tüm yönleriyle işleyen bir sistem değil, kişilere bağlı bir sistemdir. Sistem, yönetime gelene yön göstereceği yerde, yönetime gelen sisteme yön vermektedir. Bu yönüyle siyaset, hayatın her alanına müdahale edebilmektedir. Birileri mağdur edilirken birileri ihya edilebilmektedir. Bundandır ki milletçe siyaset yapıyor, seçim sonuçlarına odaklanıyoruz. Çünkü başa gelecek kişi tüm sorunlarımızı çözecek bir kurtarıcı mesabesinde görülür. Savunduğumuz kişi veya parti iktidara gelmeli ki bizi tüm dertlerden kurtarsın, mevcut kazanımlarımız varsa devam ettirsin ya da mağduriyetlerimizi gidersin. Bir başkası gelirse, tüm kazanımlar gider ve mağdur oluruz. Bu düşünceyle seçimlere gideriz. Seçimlere katılım da bu yüzden yüksektir.

Tüm kurum ve kuruluşlarıyla oturmuş, tıkırında işleyen bir devlet yönetim sistemimiz olsaydı, seçimlere katılım bu derece yüksek olmazdı, seçimden seçime beş yıl siyaset konuşulmazdı, seçimler yüksek gerilimli geçmezdi, seçimden sonra tepeden tırnağa bürokrasi kıyımı ve yerlerine yenisi getirilmezdi. 

Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir devlet mekanizmasının olması demek, iktidara gelen kimsenin hiç dahili olmayacak anlamına gelmez. Elbette at sahibine göre kişner misali yönetimde bir takım değişiklikler olacaktır ama bu değişiklik devlet yönetimini daha iyi ve daha sağlıklı götürme üzerine olur. Siyaset, oturmuş devlet sistemine müdahale etmez ve kişiselleştirme yapılmaz. Kin ve intikam duygusuyla hareket edilmez. Devlet ele geçirilmeye çalışılmaz. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla uyum ve eşgüdüm içerisinde çalışılır. Sistemin aksayan yönlerini gidermeye yönelik çalışma yapılır. Bu çalışmanın da sınırları bellidir. Siyasetçi ne kadar rolünün olduğunu bilir, sınırını da bilir, haddini de.

Siyasi iktidar devleti tüm kurul ve kurallarıyla yönetirken, vatandaş veya çalışanlar, oy versin veya vermesin, hükümetinin icraatından endişe ve korku duymaz. El çektirilirim zehabına kapılmaz. Rutin işine devam eder. Büyük bir beklenti içine de girmez. Çünkü işleyen sistemde yaşayanlar sandığın her şey olmadığını çok iyi bilir. Herhangi bir mağduriyet durumunda yargı görevini yapar. Muhalefet etkindir, denetim görevini yerine getirir. Bir devlet kültürü vardır. 

Bu sistemde hata yapanlar korunup kollanmaz. En ufak bir iddia ve ihmalde istifa eder. Vatandaş duyarlıdır. Vatandaş siyasetçiden değil, siyasetçi vatandaştan çekinir. Denetim sistemi güçlüdür. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz. Tüm kurum ve kuruluşlar iktidarın değil, devletin kurumudur. Hiçbir devlet kurumu iktidarların kalesi veya arka bahçesi değildir.

Kişilere endeksli işleyen sistemlerde ise ahbap çavuş ilişkisiyle yürür işler. Alımlarda torpil had safhadadır. İktidara destek verenler öncelikli olarak atanır. Ne kadar hata ve suç yapılırsa yapılsın, istifa asla düşünülmez. Suçlular korunur. Denetimler formaliteyi yerine getirmek için yapılır ve iktidarın gözetimindedir. Korunup kollananların yaptıkları yanlarına kar kalır. Kısaca bir devlet kültürü yoktur. 

Hasılı, Eğer ülkede kusursuz işleyen bir sistem varsa, iktidara kimin ya da hangi zihniyetin gelmesinin pek önemi yoktur. 

Tüm bu açıklamalardan, Türkiye’de kusursuz işleyen bir sistemin mi olduğu ya da kişilere göre işleyen bir sistemin mi olduğu öyle zannediyorum daha iyi anlaşılır.

İttifaklar Üzerine

Çoğu tabela partisi olan yüzün üzerinde siyasi partimiz var. Bunlardan 36 tanesi seçime katılma hakkı elde etti. Bu partilerden bir kısmı da büyük partilerle bir araya gelerek seçim ittifakı yapma kararı aldı.

Halihazırda dört ittifak göze çarpıyor. İki ittifakta 6'ar, bir tanesinde üç, diğerinde de iki parti yer almaktadır. Bu da 36 partinin 17 tanesi ittifak bünyesinde girecek. Diğer geriye kalan seçime girmeye hak kazanmış 19 parti kalıyor. Bu partilerin hepsi seçime girerse, pusulada dördü ittifak partilerine ait olmak üzere 23 amblem yer alacak. Her bir parti veya ittifaka 1 cm yer ayrılsa, 23 cm'lik uzunlukta bir pusula olacak anlamına gelir. Her parti özellikle ittifaklar 1 cm'lik bir sütuna sığmayacağına göre bizi uzun bir oy pusulası bekliyor demektir. Bunu da YSK ve seçmen düşünsün. Yalnız parti çokluğu ülke için iyiye işaret değildir. Zira bir tabanı olmayan bu kadar partinin yer işgal etmekten başka bir anlamı yoktur ve gereksizdir. Keşke bu kadar partimiz olmasa da parti sayısı tüm toplumun renklerini bünyesinde barındıracak şekilde üç dört partiye indirgenebilse. 

Biz gelelim ittifaklara...

İttifak yoluyla da olsa partilerin bir araya gelip birlikte seçime girmeleri, seçimden sonra da birlikteliğe devam etmeleri, uzlaşı kültürü ve demokrasi adına sevindiricidir. Sadece birbirine yakın partilerin değil, birbirine zıt partiler bile bir araya gelebilmeli, seçim ittifakı yapabilmeli, koalisyon hükümeti gibi ülkeyi yönetebilmeli. Bu tür bir birliktelik garipsenmemeli. Bu uzlaşı kültürü bizde yerleşir, özellikle zıt kutuplu partiler bir araya gelebilir ve hükümet olurlarsa, partiler aşırılıklarını terk edecekler. Orta bir noktada anlaşacaklardır. Bu da ülke barışına katkı sağlayacaktır.

Hasılı, birbirine yakın veya uzak yelpazedeki partilerin bir araya gelip ittifak kurabilmelerinde bir beis yoktur hatta ülke yararı vardır. Yalnız ittifak kurarken birbirlerine karşı geçmişte söyledikleri her şeyle yüzleşmeleri, yanlış yapmışım demeleri, özür dilemeleri gerekir. Burada kastettiğim birbirlerine getirdikleri eleştiriler değil. Eleştirilerde sorun yok. Hatta olmalıdır. Hakaretlerden bahsediyorum. Yani siyasiler hakaretlerini masaya yatırmalı. İttifaktan önce bunu halletmeliler ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirmelidirler. Aynı yerimdeyim ya da maksadımı aşan ifadeler denir, yine ittifak için oturulur. Geçmiş hakaretler hala belleklerde ve dijital ortamlarda dolaşımda iken hiçbir şey yokmuş gibi geçmişi konuşmadan birliktelik kurmaları, geçmiş söylemleri hatırlatanlara kızıp köpürmeleri hiç hoş değildir. Bu, nasıl bir mide ve kalp taşıdıklarına dair ipuçları vermektedir.

Siyasi geçmişimiz maalesef ağza alınmayacak hakaretlerle dolu ve sonrasında bir özeleştiri dahi yok.

İttifaklar bundan sonra her seçimde elzem olduğuna göre farklı kulvarlarda siyaset yapan siyasilerimiz şu aşamadan sonra birbirlerine söylemlerinde dikkatli olmalarında fayda vardır. Eleştiri ve söylemler seviyeli olmalı. Çünkü bu seçim sistemi irili ufaklı her siyasi partiyi gönüllü veya gönülsüz birlikteliği zorunlu kılabilir.

Aç-Kapa Adliyeleri

Devletin bazı tasarruflarını zaman zaman eleştiririm. Olmaz böyle, şöyle olması lazım derim.

Dostlarım bana "Devlet dediğin senin dediğin gibi yönetilmez" eleştirisi getirir. Haliyle eleştiri ve önerilerimle bir başına kalırım. Eleştiri ve önerilerimden dolayı da utanırım. 

Mesela küçük küçük köy ve beldeler niçin ilçe yapıldı? Diyelim ki siyasi saiklerle yapıldı. Nereden dönülürse kardır. Buraların ilçeliği elinden alınmalı, derim. Dediğimle kalır ve mahcup olurum. Çünkü kızan kızana.

Çünkü bir yer ilçe yapılınca burası ilçe oldu denip bırakılmıyor. Bir ilçede bulunması gereken tüm kurumlar açılıyor. Adliyeler de bunlardan biridir. Devlet, binasını buluyor. Tefrişatını yapıyor. Hakim, savcı ve diğer personelini alıyor. Bilmem ne ilçe adliyesi tabelası çakılıyor. Bu da birileri için yeni bina ve kurumların gelmesi o ilçenin gelişimine katkı sağlar. En azından yeni istihdam demektir. Bölgenin esnafı satış yapacak. Evler kiraya verilecek. 

Yeni açılan adliye yavaş yavaş yerleşmeye başlamışken onra bir bakmışsın. Ben buraları kapatacağım deniyor ve kapatılıyor. Mevcut personel diğer ilçelere dağıtılıyor. Gerekçe de dosya ve dava sayısının çok düşük olması. 

Durum böyle aç-kapa devam ederken, dün ajanslara, kapatılan ilçelerin adliyelerinin yeniden açılacağı yönünde bir haber düştü. Yani adliyeleri lağvedilen ilçelere sil baştan yeni adliyeler kurulacak.

Adliyelerin yeniden açılmasına niçin gerek duyuldu, çok anlamış değilim. Acaba buraların nüfusu mu arttı? Başka ilçelere devredilen adliyelerin iş yükü mü arttı, bilinmez. Bilinen, yeniden açılacağıdır. Yeniden açılır mı, bekleyip göreceğiz. Ama kokusu çıkmışsa gerçekleşme ihtimali yüksek. 

Şimdi düşünüyorum da dostlarım haklı galiba. İyi ki devlet yönetimini bana bırakmıyorlar. Demek ki zamanında lüzum üzerine adliyeler kuruluyor. Sonra lüzum üzerine kaldırılıyor. Şimdi lüzum üzerine yeniden kurulacak. Yarın tekrar lüzum üzerine kapatılır ve aç-kapa yapılır mı? Niye olmasın. Kime ne sonra? Burada devlet yönetiliyor değil mi? Hikmetinden sual olunmaz. 

Hasılı burada bir devlet yönetimi vardır. Ki bu çocuk oyuncağı değildir ve bana bırakılacak kadar da lüks değildir. 13 Mart 2022

12 Mart 2023 Pazar

Seçime Ramak Kala Partilerimize Öğütler

1. Deprem bölgesini ihmal etmeyin. Aklınız estikçe yaraları sarmak için soluğu bölgede alınız.

2. Deprem bölgesi de olsa temizlik ve düzen önemli. Siz varmadan görevliler gereğini yapsın. Bir mıntıka temizliği yaptırsınlar.

3. Canlı yayında iken veya bir topluluğa hitap ederken ezan okunma saatini gözetiniz. Ezan okunmaya başlayınca konuşmayı keserek toplulukla beraber ezanı sessizce dinleyiniz. Spiker soru sormaya devam etmeye kalkarsa, lütfen ezanı dinleyelim diye uyarınız.

4. Bunu hepiniz yapmaya başlamış ise farklılığınızı göstermek için ezan bitimi ezan duası yapabilir ya da yaptırabilirsiniz. Bu size artı puan getirecektir. Ezan duasını biliyorsanız kendiniz yapınız. Bilmiyorsanız, yanınızda bir görevli götürünüz.

5. Konuşmanız esnasında bir çatlak ses çıkarsa, lütfen anında müdahale ediniz. Bu bölgede vakarınızı ve ciddiyetinizi takınınız.

6. Konuşmanızda rakiplerinizi siyaset yapmakla suçlayın. Çünkü siz yapmıyorsunuz, onlar yapıyor. Zaten sizin siyasetle işiniz olmaz.

7. Konuşmanıza besmele, Allah ile başlayın. Peygamberle devam edin. Dua ile bitirin.

8. Şu iki ayı çok iyi değerlendirin. Bir oradan bir burada koşturun. Yorulun. Amacınız seçimi kazanmak olsun. Bunun için bir oyu bile olsa her türlü partiyi yanınıza çekmeye, birlikte seçime gitmeye çaba gösterin. Zıt kutuplar da bile olsanız, daha önce birbirinize ağza alınmayacak şeyler de söylemiş olsanız bile bir araya gelmekten çekinmeyin. Çünkü önemli olan seçimi kazanmaktır. Mevzubahis olan ülke ise gerisi teferruattır. Önceki sözlerin ne önemi var. Düne değil, bugüne bakmak lazım değil mi cancağızım. Kazara bir densiz geçmiş söylemleri sormaya kalkarsa, onu anasından doğduğuna pişman edin. Böyle bir şeye fırsat vermemek için soruları ve soru soracakları önceden tespit ediniz ki biri bir densizlik yapmasın.

9. Seçimi kazanmak ve seçmeni konsolide edebilmek için ortamı gerdikçe gerin. Bu seçim hayat memat meselesi deyin. Böylece taraftarınızı tutacak, kararsız kalanları da yanınıza çekebileceksiniz.

10. Konuşmalarınız arasında “yaptıklarımız yapacaklarımızın” ya da “vaatlerimiz yapacaklarımızın teminatıdır” deyin.

11. Söyleyecek hiçbir şeyiniz kalmazsa seçmeni rakiplerinizle korkutun. O korku onlara yeter de artar bile. Zira korkunun ecele faydası yok.

12. Vekil adaylarını bizzat kendiniz seçin. Listeyi kendiniz yapın. Size sadakat göstermesinden endişe ettiklerinize listenizde yer vermeyin.

13. Vekil listenizde deprem bölgesinde görev yapan il, ilçe, büyükşehir belediye başkanlarına yer vermeyin. Onları ağır top olarak mahalli seçimlere saklayın. Özellikle defin işlerini usulüne uygun yapan belediye başkanlarını öncelikli olarak aday gösterin. Bir de rakip parti belediye başkanlarına bir mesafe koyup isimlerini dahi ağızlarına almayan başkanlarınız varsa, bunları geri plana gitmeyin.

Dayak

Hocanın vurduğu yerde gül bitmez, şiddet biter. Kişide hayatı boyunca yaşayacağı derin izler bırakır.

Dayak cennetten çıkma değildir. Olsa olsa cehennemden çıkmadır. Uğradığı yerlere fırtına eker, şiddet biçer.

Eve, bacaya bastırılmaz. Düşmana dahi layık görülmez. 

Dayak yiyen ne kadar hak ederse etsin, dayak atan ne kadar iyi niyetli olursa olsun, attığı bu dayaktan dolayı ona hayır dua edilmez.

Tedip amaçlı dayak olmaz. Zira dayak terbiye etmez. Duyguları ve kişiyi bastırır, başı öne eğdirir, onuru zedeler, kişinin gelişimini engeller. Kişiyi farklı dünyalara götürür. Kişideki özgüveni yok eder. İnsanın kişiliğini geliştirmez. Kişi ya içine kapanır ya da bırakıverir kendini. Yalan söylemeye teşvik eder insanı. Kısaca insanı insanlıktan çıkarır, başka bir kılığa sokar.

Dayak şiddeti doğurur. İnsanı kinlendirir. Sorunu zamana yayar.

Dayak kötü bir öğretmendir. Kişi kendinde gördüğü dayağı başkasına uygular. Şiddet toplumu olmamız da buna verilebilecek en iyi örnektir. 

Dayak acizliğin tipik bir örneğidir. Benim bu sorunu çözecek başka sermayem yok demektir.

Dayak güç gösterisidir. Gücü yeten gücü yetene dayak atar. Kimse, gücünün yetmediğine elini kaldırmaz.

Dayak sorun çözme aracı değil, sorun üretme aracıdır. Sorunun devam etmesine zemin hazırlar.

Dayak öfkenin dışavurumudur. Kişinin farklı yüzünün dışa yansımasıdır. Hem dayak atanı hem de dayak yiyeni insanlığından çıkarır.

Dayak, aklın devre dışı kalmış halidir. İnsanın hayvani yönünün baskın çıkmasıdır.

Dayak, insaf sınırının aşılması, merhamet duygusunun yok olmuş halidir.

Dayak sevgi yoksunluğunun dışa yansımasıdır. Sorunu dayakla çözmeye kalkan sevgisiz ortamda büyümüştür.

Dayak, korku salar, korku verir.

Her dayak nedamettir.

Şiddet toplumu olarak uygulamada dayak olsa da insan gelişiminde, psikolojide, toplum hayatında dayağın izahı yoktur. Evlerden ırak, her şart ve ortamda insanımızdan uzak olmalıdır. 

Çünkü dayak sözün bittiği yerdir. 

11 Mart 2023 Cumartesi

Kur'an Kursu ve Dayak

Bir cemaate ait bir Kur'an kursunda, 13 yaşındaki bir erkek çocuğun hocası tarafından yere fırlatılması ve yumruklanması görüntüleri sosyal medyada yayımlandı.

Ailenin şikayeti üzerine şiddet uygulayan hoca tutuklanmış. Sanık, kendisiyle dalga geçtiği için dövdüğünü itiraf etmiş ifadesinde.

Çocuk dalga geçti veya geçmedi. Olayın aslı astarı nedir bilmiyoruz. Bilinen bir gerçek var ki küçük bir çocuğun, kendisinden kaç yaş büyük olan sakallı ve şalvarlı birinden defalarca yumruk yediği. Görüntülerden anlaşıldığına göre dayak yenilen yer kursun mescidi sanki.

İzlediğim görüntü, beni dehşete düşürse de çok yadırgamadım. Zira geçmişte bu tür görüntülerin alası olmuştur bu tür kurslarda. Günümüzden tek farkı, geçmiş dayak ve şiddetlerin görüntüsünün olmaması. Kolun kırılıp yeninin içinde kalması. Günümüzde ise cep telefonları marifetiyle bu tür şiddetlerin gizli çekiminin yapılıp cümle aleme duyurulması. Bunun dışında gördüğüm kadarıyla bir değişiklik yok.

Beni üzen, bu tür görüntülerin hala günümüzde oluyor olması. Biz de sanıyorduk ki bu tür dayaklar geçmişte kaldı. Artık çocuklarımız şiddet görmüyor. Üzülerek görüyoruz ki istisnalar kaideyi bozmamakla beraber geçmişten günümüze kurslarda bir değişiklik yok. Şiddet gırla gidiyor. Demek ki bu tür yerlerde görev yapan bazı hocalarımız bir arpa boyu yol almadan aileler tarafından emanet edilen küçücük çocuklara şiddet uygulamaya devam ediyor. Belki bu görüntü, onlarca şiddetten bir tanesinin ortaya çıkmasıdır. Kim bilir çekimi yapılmayan, gizli kapaklı yerlerde kaç çocuk bu şekil şiddete maruz kalıyordur. Ümit ediyorum ki bu nefret edilesi görüntünün fiili başka bir örneği yoktur. 

Şiddet uygulayan kişi, çocuğa göre güçlü ve kuvvetli olsa da yaptığı acziyetinin bir göstergesidir. Çünkü şiddet, elinde başka sermayesi olmayan aciz yaratıkların başvurduğu bir yöntemdir.

Bu görüntü bize gösterdi ki her sakallıyı amca sanmamak gerektiği gibi her Kur’an okumasını bilen kişiyi de hoca görmemek lazım. Hoca dediğin çocuğun psikolojisini bilen, çocuğun seviyesine inebilen, pedagojiden anlayan olmalı. Geçmişte şiddet görmüş, şiddete meyilli, en ufak bir acizlikte dövmek için elini kaldıran, elini kaldırmasa da diliyle şiddet çağrıştıran biri allameicihan da olsa hoca yapılmamalı, önüne çocuk konmamalı. Çünkü bu tür aciz yaratıklar bu yaptıklarıyla çocukları dinden soğutan, çocuklardaki özgüveni yok eden, çocuğun kişiliğinin oturmasını engelleyen kişilerdir. Böyleleri düşman başına.

Şu bilinmeli ki bu hoca kılıklı insanın, çocukluğuna inilirse görülecektir ki bu kişi çocukluğunda şiddete maruz kalmış zavallı biridir. Çünkü bu şiddeti uygulayan ancak şiddet görmüş biridir. Unutmayalım ki şiddet gören şiddet uygular ve bu dayak yiyen çocuk da büyüdüğü zaman eline fırsat geçerse şiddet uygulayacaktır. Çünkü her dayak şiddete meyilli insan üretir.

Burada devlete bir sözüm olacak. Mevcut Kur’an kurslarının sayısı mı yeterli değil ki cemaatlere değişik yollarla kurs açma imkanı veriliyor? Çocukların yeri yurdu mu yoktur ki bu yaşlardaki çocukların yurt ve kurs ortamlarında aile ortamından uzak bir şekilde yatılı kalmasına izin veriliyor? Bu çocuklar bu yaşlarda birilerinin tedrisine verilerek bu tür yapıların bendesi olmasına niçin sesini çıkarmıyor? Devlet korumakla yükümlü olduğu çocukları böyle mi koruyor?

Birkaç söz de dinini, diyanetini öğrensin ve hayırlı evlat olsun düşüncesiyle çocuğunu bu tür yerlere gönderen anne ve babalara söyleyeyim. Bilin ki çocuklarınıza iyilik değil, kötülük yapıyorsunuz. Çocuğunuz bu gördüğü şiddetle büyüse dahi hayatı boyunca bu ezikliği yaşayacaktır. Çocuğunuz, dinini ve Kur’an’ı öğrense, namazını kılsa dahi ne zaman bir Kur’an görse, bir kursun yanından geçse, hoca denilen biri ile karşılaşsa, ne zaman mescide gitse gözünün önüne yediği veya gördüğü dayak gelecektir. Beyninde şimşekler çakacaktır. Dinini yaşamaya çalışsa dahi yaşantısından zevk almayacaktır. Dinini öylesine yaşayacaktır. İnsan kendi çocuğuna bu kötülüğü yapar mı? Sonra bu din, diyanet sadece kurslarda mı öğrenilir? Niçin başka alternatifler düşünmezsiniz? Unutmayın ki din öğretme konusunda tek alternatif cemaatler ve hocalar değildir. Eskidenmiş bilginin kaynağının hocalar olduğu. Günümüz imkanlarıyla ve geldiğimiz bilgi çağıyla, bilgiye ulaşmanın yolları çoktur. Yeter ki çocuğunuz istesin. Bugün olmuyorsa, yarın bu bilgiye ulaşabilir. Ne olur, Kur’an öğrensin diye çocuklarınızın geleceğini ehliyetsiz bazı kişiler eliyle karartmayın. Bırakın çocuğunuz -adı üzerinde çocuk- çocukluğunu yaşasın. Çocukluğunu ve hayatını zindan etmeyin. Bu dünyaya geldiğine, geleceğine pişman etmeyin. Çocuğunuz zamanı gelince, susadığı ve ihtiyaç hissettiği her şeyi öğrenir. Siz çocuğunuza iyi bir kişilik ve özgüveni vermeye çalışın. Özgüvenini yok eden şiddet türünden çocuğunuzu uzak tutun. İnan, çocuğunuza en büyük iyiliği yapmış olursunuz.