Bir seçim yapılır, sıra diğer seçime gelir. Halk mevcudu
beğenirse devam der, beğenmezse değiştirir, bir başkasını dener.
Demokrasinin gereği olarak seçimler yapılsa da bu ülkede
her seçim ölüm kalım savaşı gibi hep gerilimli geçer.
Gerilimi yüksek seçimlerin olmasının temelinde, oturmuş bir
devlet sistemimizin olmaması, sistem ve işleyişin iktidara gelen kişi ya da
kişilere göre şekillenmiş olmasıdır. Yani yönetimimiz tüm yönleriyle işleyen
bir sistem değil, kişilere bağlı bir sistemdir. Sistem, yönetime gelene yön
göstereceği yerde, yönetime gelen sisteme yön vermektedir. Bu yönüyle siyaset,
hayatın her alanına müdahale edebilmektedir. Birileri mağdur edilirken birileri
ihya edilebilmektedir. Bundandır ki milletçe siyaset yapıyor, seçim sonuçlarına
odaklanıyoruz. Çünkü başa gelecek kişi tüm sorunlarımızı çözecek bir kurtarıcı
mesabesinde görülür. Savunduğumuz kişi veya parti iktidara gelmeli ki bizi tüm
dertlerden kurtarsın, mevcut kazanımlarımız varsa devam ettirsin ya da
mağduriyetlerimizi gidersin. Bir başkası gelirse, tüm kazanımlar gider ve
mağdur oluruz. Bu düşünceyle seçimlere gideriz. Seçimlere katılım da bu yüzden
yüksektir.
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla oturmuş, tıkırında işleyen bir
devlet yönetim sistemimiz olsaydı, seçimlere katılım bu derece yüksek olmazdı,
seçimden seçime beş yıl siyaset konuşulmazdı, seçimler yüksek gerilimli
geçmezdi, seçimden sonra tepeden tırnağa bürokrasi kıyımı ve yerlerine yenisi
getirilmezdi.
Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir devlet mekanizmasının
olması demek, iktidara gelen kimsenin hiç dahili olmayacak anlamına gelmez.
Elbette at sahibine göre kişner misali yönetimde bir takım değişiklikler
olacaktır ama bu değişiklik devlet yönetimini daha iyi ve daha sağlıklı götürme
üzerine olur. Siyaset, oturmuş devlet sistemine müdahale etmez ve kişiselleştirme
yapılmaz. Kin ve intikam duygusuyla hareket edilmez. Devlet ele geçirilmeye çalışılmaz.
Devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla uyum ve eşgüdüm içerisinde çalışılır. Sistemin
aksayan yönlerini gidermeye yönelik çalışma yapılır. Bu çalışmanın da sınırları
bellidir. Siyasetçi ne kadar rolünün olduğunu bilir, sınırını da bilir, haddini
de.
Siyasi iktidar devleti tüm kurul ve kurallarıyla yönetirken,
vatandaş veya çalışanlar, oy versin veya vermesin, hükümetinin icraatından endişe
ve korku duymaz. El çektirilirim zehabına kapılmaz. Rutin işine devam eder. Büyük
bir beklenti içine de girmez. Çünkü işleyen sistemde yaşayanlar sandığın her şey
olmadığını çok iyi bilir. Herhangi bir mağduriyet durumunda yargı görevini yapar.
Muhalefet etkindir, denetim görevini yerine getirir. Bir devlet kültürü vardır.
Bu sistemde hata yapanlar korunup kollanmaz. En ufak bir iddia
ve ihmalde istifa eder. Vatandaş duyarlıdır. Vatandaş siyasetçiden değil, siyasetçi
vatandaştan çekinir. Denetim sistemi güçlüdür. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz.
Tüm kurum ve kuruluşlar iktidarın değil, devletin kurumudur. Hiçbir devlet kurumu
iktidarların kalesi veya arka bahçesi değildir.
Kişilere endeksli işleyen sistemlerde ise ahbap çavuş ilişkisiyle
yürür işler. Alımlarda torpil had safhadadır. İktidara destek verenler öncelikli
olarak atanır. Ne kadar hata ve suç yapılırsa yapılsın, istifa asla düşünülmez.
Suçlular korunur. Denetimler formaliteyi yerine getirmek için yapılır ve iktidarın
gözetimindedir. Korunup kollananların yaptıkları yanlarına kar kalır. Kısaca bir devlet kültürü yoktur.
Hasılı, Eğer ülkede kusursuz işleyen bir sistem varsa, iktidara kimin ya da hangi zihniyetin gelmesinin pek önemi yoktur.
Tüm bu açıklamalardan, Türkiye’de kusursuz işleyen bir sistemin mi olduğu ya da kişilere göre işleyen bir sistemin mi olduğu öyle zannediyorum daha iyi anlaşılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder