6 Mart 2023 Pazartesi

Olan Bana Oldu

Aralarında anlaşamayıp bu bari olsun diyerek ibre bana döner diye düşünmüştüm. Son dakika golü ile yıkıldım.

Cumhurbaşkanlığı olmazsa, yardımcılığına yardımcı olurum diye düşünmüştüm. Geçiş sürecinde genel başkanlar cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı açıklandığına göre yardımcılık da hayal oldu.

Geçiş süreci sonrasında bu koltukta bana yer olabilir mi diye heveslendim. Bu da kursağımda kaldı. Çünkü geçiş süreci bittikten sonra da iki belediye başkanını getireceklermiş. 

Kabinede bakan düşünülmüş olabilir miyim diye içimden geçirdim. Bakanlar ittifaka mensup partilerden seçilecekmiş. İttifakta yer almadığıma göre bakanlık da yok. 

O zaman politika kurulları ve ofislerinde değerlendirebilirler dedim. Bu kurul ve ofisleri de lağvedeceklermiş. Buradan da avucumu yaladım. 

Tüm karar ve atamalar ittifaka mensup genel başkanlarla uzlaşı içinde yapılacağına göre şuraya kimi atayalım diye bana sormayacaklar demektir. Yani bir bilen olarak bana başvurulmayacak. 

Şu ana kadar ittifaka dahil olanlar içerisinde seni partimizden kazanacağın yerden aday göstermeyi düşünüyoruz teklifi gelmediğine göre TBMM’de de bana ekmek yok.

Geçiş sürecinde yürütme ve atama dahil, her şey uzlaşı ve istişare ile olacağı açıklandığına göre uzlaşı olmadığı takdirde hakem kim olacak? Burası belirsiz. Acaba beni uzlaştıracak hakem olarak tayin ederler mi diye kendime pay çıkarmış bulunmaktayım. 

Şimdilik gözle görülür bir ışık göremediğime göre yönetimde uzlaşı olmadığında başvurulma ihtimali olan hakem rolü bana en yakın rol gibi geliyor. Beni hayata bağlayan da bu. Değilse, hiçbir yerde istenmiyorum diye kahrımdan çatlar ölürdüm.

Halihazırda bana dair açık bir rol tanımlanmış olmasa da bağımsız bir kimse olarak bu görevin bana tevdi edileceğine elleri mahkum görünüyor. Öyle ya bu konuda benden iyisini bulacaklar? Partilere ve kişilere eşit mesafedeyim. Tarafgir değilim. Bu da benim en büyük artım. Yetmez mi?

Bu rolü de basite almamak lazım. Düşünün bir kere. Uzlaşı olmadığında devlet krizi meydana gelir. Bunca sıkıntı arasında ülke bu krizi kaldıramaz. O yüzden önemli bir görev üstleneceğimi düşünüyorum. Bu da ülkeyi benim yöneteceğim anlamına gelir. Çünkü bu süreçte bana çok iş düşecek ve işim kolay olmayacak. Çünkü uzlaşamayacakları o kadar çok konu olacak ki bunların hepsi beni bulacak. Kurtar bizi diyecekler. Kestiğimi yiyecekler artık. Çok çalışacağım ama mesele memleket ise ne haliniz varsa görün diyemem. Taşın altına elimi koyacağımdan kimsenin endişesi olmasın.

Siz kendini darı ambarında görmeye, kendi kendine gelin, güvey olmaya devam et diye burun kıvıra durun. Unutmayın ve bilin ki beni hayata bağlayan bu darı ambarıdır.

Kadın Kajuyu Kaptı

Birkaç kalem ihtiyacımı gidermek için bir markete girdim. Bir yarım kilo koyup tartması için görevlinin gelmesini bekliyorum. 

Beklerken 30-35 yaşlarında bir kadının bir elinde poşet, diğer elinde kürekle bir şeylerle uğraştığı dikkatimi çekti. Dikkat çekmeyecek gibi değildi. Çünkü koca kürekle ağzı açık şeffaf poşetin içine bir, iki, üç tane bir şeyler boşaltıyordu. Sanırım görevli olmalı. İçine karışan bir şeyleri alıyor elini dokunmadan dedim. 

Bu seçilen ne olabilir diye poşete baktım. Karışık kuru yemişten seçtiklerini koyuyordu poşete. Seçmek için de özeniyor. Tezgahtaki kuru yemişin bir orasına, bir burasına küreği götürüp, küreğe gelenleri poşete atıyor.  Böyle epey seçtikten sonra benim gelmesini beklediğim görevliye uzattı seçtiklerini tartması için. Belli ki görevli değil, benim gibi müşteri imiş. 

Kadın ayrıldıktan sonra neyin içinden ne seçmiş olabilir diye karışığa baktım. İçinde ceviz içi, fındık içi, badem içi, kaju, Antep fıstığı ve fıstık içi karışımlı karışık kuru yemişmiş seçtiği. Cevizi bol karışımın içinde en az olanı da kaju. Fiyatı da 160 lira imiş karışımın. Fıstık içi dışında her birinin fiyatı da yüksek bildiğim kadarıyla. Karışımın içinde ne kadar kaju ve Antep fıstığı varsa seçmiş, ara ara da küreğe gelen badem ve fındık içi koymuş poşete. Herhalde seçtiğim belli olmasın diye yapmış olmalı.

Görevli bu karışıma bir şey der mi diye baktım. O da hiçbir şey demeden tartıp verdi. Ardından benim istediğimi vermek için yanıma geldi. Alacağımı tartıp verdi. Diğer reyonlara gittim. Oradaki işlerimi hallettikten sonra kasaya doğru giderken hanımefendinin seçtiği kaju kaç paradır diye kuru yemiş reyonuna tekrar geldim. 329 lira imiş kaju. Antep fıstığı da 350 liraymış bu arada. Akıllı kadınmış vesselam, kajuyu kaptı dedim. Çünkü 329 liralık kajuyu 160 liraya getirdi.

Kadının ne yapmaya çalıştığını umarım anlatabilmişimdir. Akıllı kadınmış dediğime bakmayın. Zira bunun savunulacak, hoş görülecek bir tarafı yok. Öyle zannediyorum bu kadının yaptığı sizin de hoşunuza gitmemiştir. Bir sonra bu karışımdan almaya gelen müşteriye de kajusuz karışım bırakmış oldu. Bunu çocuk yapsa kızarız. Yapan kocaman bir kadın olduğuna göre buna ne diyeceksiniz. Hanımefendi, ayıp yaptığınız desen, belki de bir sürü laf sayacak. Yaptığının ayıp olduğunu bilse zaten yapmaz. Haydi müşteri olarak ben tepki göstermedim, çalışan niye bir şey demedi, anlaşılır gibi değil. Hasılı kimse bir şey demediğine göre kadının yaptığı yanına kar kaldı ve kadın kendine Müslümanlığını göstermiş oldu.

Malını seçtirmeyen esnafa özellikle pazarcı esnafına malına güvenmediği için seçtirmiyor, çürük çarık dolduruyor diye kızarız. Ki kızmakta da haklıyız. Ama karışımın içindeki kuru yemişi seçen bu kadını görünce bir an için esnaf seçtirmeme de haklıymış dedim. Demek ki bu iş tamamen bize bırakılsa, anasını ağlayacağız ürünlerin.

Hasılı, sebzeyi, meyveyi seçelim seçmesine ama karışım türünden kuru yemişleri de al kendin doldur diye biz müşteriye bırakmamak lazım. Çünkü karışımlar fiyatına göre belli bir gram koymak suretiyle harmanlanıyor. Ucuzun içine pahalısını da konuyor. Herkes böyle seçerse, en son kalan müşteriye sanırım sadece fıstık içi kalır. Bunun adı da karışım olmaz.

Kadın Cenazeye Dair Hassasiyet

Fi tarihinde, trafik kazasında vefat eden yaşlı bir kadının cenazesine katıldım. Cenaze kabre indirilirken defne katılanlar bir şeyler yapabilir miyiz diye mezarın başında bekleşirken çevresinde hoca olarak bilinen biri, "Çekilin oradan. Kadının cenazesinin başında durulmaz, ona bakılmaz" şeklinde bağırdı. Kimse sesini çıkarmadan, neye uğradığını şaşıracak bulduğu kenara çekilip beklemeye koyuldu.

Bugün yine yaşlı bir kadın cenazesine katıldım. Yakınları cenazeyi mezara indirirken ben de bir büyüğüme, kenarda hal hatır soruyorum. Büyüğüm, "Müftüye söyleseniz de kadın cenazenin başında durmasalar. Kadın öldükten sonra kocası bile ona dokunamaz" dedi. Oğlun televizyonda konuşma yaptığı zaman bu konuya değinsin. Ayrıca oğlunun müftülükle arası iyi. Onlara bu konuyu açsın dedim. Definden sonra dağıldık.

Mezarlıktan çıktıktan sonra çarşıya yürüdüm. Çay içmek için bir çay ocağına oturdum. Ne yazayım demedim. Nicedir aklımda olan erkeğin hanımın cenazesine dokunup dokunmayacağı konusunu irdeledim. Nedir bunun aslı diye. Çünkü kabaca insanları uyaran bir hoca ile dini eğitim almamış birinin kibarca bu hassasiyeti dile getirmesinden bu meselenin toplumumuzda yer edindiği anlaşılıyor.

Halkımızın bu hassasiyeti Hanefi mezhebine dayanıyor. Mezhebe göre ölümle birlikte karı koca arasındaki evlilik ilişkisi sona verdiğinden, kocası iddet beklemeyeceğine göre artık hanımı kendisine yabancı olmuştur. Bundan dolayı koca hanımını yıkayamadığı gibi ona dokunamaz da. Hanımına gelince, hanımının iddeti devam ettiğinden, kocasını yıkayabildiği gibi ona dokunabiliyor da.

Şafii mezhebine göre ise kadının kocasının, kocanın hanımının cenazesini yıkamasında ve ona dokunmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Hz Ali, kendisinden önce vefat eden eşi Hz Fatıma'nın cenazeni yıkadığını da örnek olarak vermektedir.

Bu iki fetvaya baktığımızda, Hanefi mezhebinin bu konuda verdiği fetvasının isabetli olmadığını, Şafii mezhebinin verdiği fetvası ise isabetli olduğu gibi eşine karşı son vazifesini yerine getirebilmesi yönünden insanidir. Hanefi mezhebinin fetvasının uygulanabilecek ve izah edilebilecek bir geçerliliği yoktur. Kadın dokunabiliyor ama kocası dokunamayacak. Gereksiz ve anlamsız bir hassasiyet var burada.

Durum bu iken Hanefi mezhebinin bu konuda verdiği bu fetva halkımız arasında epey bir yer edindiği görülmektedir. Burada Diyanet İşleri Başkanlığına görev düşmektedir. Bu konuda İmamı Şafii’nin fetvasını görüş olarak açıklamalı. Açıklamayla da yetinmemeli. Bu konuyu hutbe ve vaazda konu edinmelidir. Kocasının, eşinin cenazeni yıkamasının önünde bir engel olmadığını; teçhiz, tekfin ve defin işinde öncelikli olarak görev almasının daha iyi olacağını belirtmelidir.

Kadın cenazeye yardım etmek amacıyla kabrin başında duranlara da “Bakmayın, durmayın” şeklindeki hassasiyetin de aynı fetvanın bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. İnsanımızın kadına bakma niyetinden ziyade misafir gibi durmayayım, acılı aileye karınca kararınca yararım dokunsun düşüncesiyle hareket ettiğini düşünüyorum. Gerçekten ölmüş hele de yaşlı birinden kimin ne beklentisi olabilir, öyle değil mi?

5 Mart 2023 Pazar

Uzak Durulması Gereken Tipler

Kovuculuk veya koğuculuk yapan,

Muhbirlik ve jurnalcilik yapan, 

Yüze gülüp arkadan vuran, 

Yaralı parmağa işemeyen, 

Her devirde işini çıkaran, her devrin adamı olan,

Senin yanında seninle, başkasının yanında başkasıyla olan,

Koruyup kollama adına hep savunan, 

Suç bastırmak amacıyla sesini yükselten, 

Karşı çıkma adına her şeye karşı daima saldırıya geçen, 

Doğruyu içine atıp dışa renk vermeyen, 

Kendine Müslüman olan, 

Çağı okuyamayan ve zamanın ruhuna uygun hareket edemeyen, 

Olgularla değil, algılarla yaşayan, 

Sevdiklerinin gözündeki çöpü görmeyip başkasındaki merteği gören ve arayan,

Sinsi olan, 

Kinci olan, 

Hep geçmişte yaşayıp günümüze gelmeyen, 

Makul eleştiriye dahi gelmeyen, 

Gerçekleri görmek istemeyen,

Önyargılı olan,

Aklını başkasına kira veren,

Bir zihniyetin trolü olan,

Kişiliğini başkasının kimliğinde bulan,

Hep gerekçe ve bahane üreten,

Kamu malını har vurup harman savuran,

Gücünü yaslandıklarından alan,

Laf getirip götürerek insanların arasını açan...

Ne Ayak Olabildim Ne de Baş

Dediler bana kırılan masanın bir ayağı kırıldı. Gel onun yerine sen ayak ol.

Dedim, ayak olmak için mi geldim ben bu dünyaya? Baş olmak varken ayak olmak neyime?

Sonra niye ayak olmamı istiyorlar? Başkası üzerime binecek. Onları ben taşıyacağım. Başkası emir verecek, ben onu yerine getireceğim. Başkası yemek yemek veya başka bir niyetle masaya oturacak. Masanın üzerine onca nevale konacak. Bu kadar ağırlığı ayak olarak çekmek zaten sıkıntı iken bir de yemek yiyen ellerini masaya koyacak. Bu demektir ki ikinci bir yük. Koltuğa otururken ayağını masanın altına uzatacak. Pis ayakkabısıyla bana dokunacak. Yediği kırıntıları da aşağıya yani ayağımın ucuna dökecek. O yiyecek, ben onun yükünü taşıyacağım. O keyif atacak, ben onun kahrını çekeceğim. Bir de sofra Halil İbrahim sofrası olacağına göre masaya oturanın sayısı da belli olmaz. Birileri yiyecek, içecek. Ben masanın altında daş kökü yiyeceğim. Yok öyle yağma. Hasılı ayak olamam. Kim olursa olsun. 

Bir şey olacaksam ayak değil, baş olurum. Bir başına, başıma buyruk olurum. Emir almam, emir veririm. Masanın en mutena köşesinde otururum. Yediğim önümde, yemediğim arkamda kalır. 

*

Duydum ki bir masanın ayağı olan biri, masadan ayrılarak masayı beş ayaklı bırakmış. Yine duydum ki o kişi bir baş arıyormuş. Ben ne güne duruyorum burada derken, televizyonda konuşan birisine gel başımız ol demiş. Ayağıma kadar gelen bu başı kaçırmama üzüldüm mü, üzüldüm. Baş olamayacağıma mı üzüleyim, zamanında televizyonların tartışma programına çıkmadığıma mı? Nereden bilebilirdim bu başın TV ekranından seçileceğini? Bileydim, ben de çıkar konuşurdum. Hatta konuşurken kimseye lafı vermezdim. Kimse de ağzımdan lafı alamazdı. Hep ben konuşurdum. Ki o yeteneği görüyorum kendimde. Konuşa konuşa, ekranlara çıka çıka bilmediklerimi de öğrenirdim. Halkı da bir güzel aydınlatırdım. Hasılı kaçırdım ayağıma kadar gelen bu treni.

Baş ol denen kimseye gelince, akıllı adammış vesselam. Biliyormuş demek ki baş olmanın yolunun ekranlardan geçtiğini. Göstermeliyim kendimi demiş. O yüzden atmış kendini ekranlara. Ama hakkını da verdi kaç yıldır. Hukukçu olmasına bakmayın. Ekranlara çıka çıka asli mesleğinin yanında ekonomist de oldu. Devletin nasıl yönetileceğini de iyi biliyor. Her alanda bir bilgi ve birikimi var. Yemedi, içmedi, ekranlara çıkmadan önce konusuna hazırlandı. Geldiği nokta itibariyle hemen her konuda çözüm önerileri var.

Hasılı ekranların tanıdık simasının tek sermayesi, konuşmasıyla baş olmaya doğru gidiyor. Bileydim, yazacağıma ben de konuşurdum. Ama iş işten geçti. Olan da bana oldu.

Bu aşamadan sonra her akşam konuşmasıyla evlerimize misafir olan baş adayı baş olmayı hak etti. Bükemediğim eli öpmek düşer bana.

Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. İlgili kişi cumhurbaşkanı olsa bile ekranları bırakmaz. Tartışma programlarına katılmaya yine devam eder. Bir kanalda yaptığı tartışmalar tüm diğer kanallarda canlı verilir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma riski var.

Kural dışına çıkmaz. Bir şeyi kitabına uydurmaz. Mevzuat ne diyorsa, onu uygular. Kanun, kural tanımazların çekeceği var.

Her konuda bilgi sahibi olduğu için her şeye karışır. Buna da yabancı değiliz diyorsanız, buyurun hayırlı olsun.

4 Mart 2023 Cumartesi

Ne Ayak!

Eve bir masa lazım oldu. Hayat pahalılığını buldu ama mecburen alacağım.

Girdim bir mağazaya. Göster masa çeşitlerini dedim. Bir sürü masa gösterdi tezgahtar ama masaların hepsinin altı ayağı vardı.

Dedim bunların dörtlüsü yok mu? Benim bildiğim bir masanın dört ayağı olur. Altı ayak da nereden çıktı dedim.

Haklısınız efendim ama yeni moda altı ayaklı masa dedi. Yahu moda diye eski köye yeni adet getirmeyin. Sonra benim modayla işim olmaz. Sen bana 4 ayaklı bir masa göster dedim.

Efendim, elimizde yok maalesef dedi. Ama altı ayaklı masa hem moda hem de daha sağlam olur. Çünkü yere ne kadar ayak basarsa, masa o kadar sağlam olur. Gelin inat etmeyin. Üstelik dört ayaklı masa fiyatına dedi. Bunu düşünmem lazım. Yarın gelirim deyip çıktım.

Evde istişare yaptım. Madem dört ayaklısı yoksa varsın altı ayaklı olsun. Üstelik daha sağlam olurmuş. Bir de dört ayak fiyatınaymış. Altı ayak bize garip gelirse, gerekirse iki ayağını çıkarırız. Böylece masamız dört ayaklı olur dedik ve altı ayaklı masayı almaya gittim.

Gittim ama benim altı ayaklı masanın yerinde yeller esiyor. Mağaza sahibine, dünkü altı ayaktan bir masa alacağım mecburen. Hani nerede dedim.

Adam dedi ki maalesef elimizde altı ayaklı masa yok dedi. Şaşırdım. Üstüme iyilik sağlık. Bana ayak yapmayın, bu ne ayak. Daha dün altı ayaklı değil miydi bana pazarladığın dedim. Adam dedi ki evet öyleydi ama o moda dünde kaldı. Elimizde kalmadı dedi. Dünden bugüne ne ara o kadar müşteri geldi de hepsi kapışıldı? Sonra herkesin masaya mı ihtiyacı varmış dedim.

Bugün beş ayaklı masa moda. O yüzden tüm altı ayaklı masaların bir ayağını çıkarıp attık dedi.

Hayret bir şey. Sizin moda dediğiniz günlük değişiyor mu böyle dedim. Evet efendim. Hızına biz de yetişemiyoruz dedi.

Mübarek, altı olmaz derken eh dedim. Şimdi de tutturmuşsunuz beş ayaklı masa. Tamam anladım da beş ayaklı masa nasıl olacak? Nasıl ayakta duracak? Çünkü beş ayak demek tek ayak üzerinde durmak gibidir. Üzerine yaslandığın zaman hatta elini koyduğun zaman yıkılmayacak mı? Bu durumda nerede kaldı bu masanın sağlamlığı. Madem iki ayak birden çıkarsaydınız da masa dört ayaklı olsaydı dedim. Düşüneceğim deyip çıktım dükkandan.

Düşüneceğim düşünmesine de. Yarın beş ayağa razı olup almaya varsam, masanın kaç ayağının kalacağından emin değilim.

Kahtı Rical

Bazı insanlar prensip sahibidir. Bu prensipleri uğruna yaşar. Başarılı olur veya olmaz ama prensiplerinden ödün vermez. Çünkü kişiliği oturmuştur. Doğru yaptığından emindir. Gerekirse bu uğurda tek kalır, yolculuğuna değerli yalnızlık olarak bir başına yürür.

Bazıları da vardır, kişiliği oturmamıştır. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen bir daldan diğer dala atlar durur. Her gittiği yerde el üstünde tutulur, kendisine değer verilir. Yerini, yurdunu ve yuvasını buldu sanılır.

Bir müddet işini yapar, çevresine güven verir. Sonra orada işi bitince bir bakmışsın, çeker gider. Tüm bunlar kendi iradesi midir, bilinmez. Ama yaptıklarına bakılırsa, kendi iradesinden ziyade birileri adına çalışan bir misyon mensubu olduğu anlaşılıyor. Demek ki şuraya git deniyor, oraya gidiyor, haydi oradan ayrıl deniyor ayrılıyor.

Belli ki böylelerinin omurgası önce umut vermek, umut olmak sonra oluşan umudu yok edip hayal kırıklığına uğratmak.

Verilen bu görevi de daldan dala atladığı geçmişi gösteriyor aslında. Bu yönüyle büyük bir tecrübe birikimine sahip.

Bu çağda böyleleri nasıl prim yapar? Kaht-ı rical sıkıntısı çekilince prim yapıyor. Çünkü oyun kurucular bu işi hakkıyla yerine getirebilecek birikime sahip insanları bir şekilde saha dışına itiyor. Çıkmaya kalkan olursa, bir yol ile gözden düşürüyor. Sahaya böylelerini kurtarıcı olarak sunuyor.

Bu ülke insanına, birilerinin sahaya sürdüğünü oylamak kalıyor. Yani kimi dayatıyorlarsa o geliyor. Kimi sevdiğinden kimi kurtarıcı gördüğünden kimi başka alternatif olmadığından kimi başkasının korkusundan kerhen kimi de kötülerin içerisinde iyisi demek suretiyle ehven olanı diye seçiyor. Başka da elinden bir şey gelmiyor. Çünkü bu ülkenin insanı oyun kurucu değil. Kurulan oyunu da bozacak ne gücü var ne de çapı. Maalesef bu ülkenin çaresizliği de budur. Devran bu şekilde dönüyor. Olgular değil, algılar hakimdir. Algılar kazandırır veya kaybettirir.

Hangisi gelirse ki hangisi gelirse diye bir şey yok. Kurulan ve oynanan oyun gereği kimin gelmesi isteniyorsa, sonuç o şekilde çıkar. Halk da her daim öpülür. Öpülmeye de alıştı nasılsa. Zira hangisi gelirse gelsin, oyun kuruculara çalışıyor. Her gelen vuruyor, sırada bekleyen gelse o da vuruyor.

Halk her defasında bu oyuna nasıl geliyor? Çünkü oyun kurucular sahaya birden fazla kişiyi haydin yarışın diye sunuyor. Bunlar, arkalarına taktıklarıyla yarışa dursunlar. Rakip görünenler de verilen bu rolü oynarken oyun kurucunun kazanması istediğine çalışıyor. Halkın farkına varamadığı da bu. Bunun adına da demokrasi diyoruz. Yesinler bu demokrasiyi.