Ana içeriğe atla

Ne Ayak Olabildim Ne de Baş

Dediler bana kırılan masanın bir ayağı kırıldı. Gel onun yerine sen ayak ol.

Dedim, ayak olmak için mi geldim ben bu dünyaya? Baş olmak varken ayak olmak neyime?

Sonra niye ayak olmamı istiyorlar? Başkası üzerime binecek. Onları ben taşıyacağım. Başkası emir verecek, ben onu yerine getireceğim. Başkası yemek yemek veya başka bir niyetle masaya oturacak. Masanın üzerine onca nevale konacak. Bu kadar ağırlığı ayak olarak çekmek zaten sıkıntı iken bir de yemek yiyen ellerini masaya koyacak. Bu demektir ki ikinci bir yük. Koltuğa otururken ayağını masanın altına uzatacak. Pis ayakkabısıyla bana dokunacak. Yediği kırıntıları da aşağıya yani ayağımın ucuna dökecek. O yiyecek, ben onun yükünü taşıyacağım. O keyif atacak, ben onun kahrını çekeceğim. Bir de sofra Halil İbrahim sofrası olacağına göre masaya oturanın sayısı da belli olmaz. Birileri yiyecek, içecek. Ben masanın altında daş kökü yiyeceğim. Yok öyle yağma. Hasılı ayak olamam. Kim olursa olsun. 

Bir şey olacaksam ayak değil, baş olurum. Bir başına, başıma buyruk olurum. Emir almam, emir veririm. Masanın en mutena köşesinde otururum. Yediğim önümde, yemediğim arkamda kalır. 

*

Duydum ki bir masanın ayağı olan biri, masadan ayrılarak masayı beş ayaklı bırakmış. Yine duydum ki o kişi bir baş arıyormuş. Ben ne güne duruyorum burada derken, televizyonda konuşan birisine gel başımız ol demiş. Ayağıma kadar gelen bu başı kaçırmama üzüldüm mü, üzüldüm. Baş olamayacağıma mı üzüleyim, zamanında televizyonların tartışma programına çıkmadığıma mı? Nereden bilebilirdim bu başın TV ekranından seçileceğini? Bileydim, ben de çıkar konuşurdum. Hatta konuşurken kimseye lafı vermezdim. Kimse de ağzımdan lafı alamazdı. Hep ben konuşurdum. Ki o yeteneği görüyorum kendimde. Konuşa konuşa, ekranlara çıka çıka bilmediklerimi de öğrenirdim. Halkı da bir güzel aydınlatırdım. Hasılı kaçırdım ayağıma kadar gelen bu treni.

Baş ol denen kimseye gelince, akıllı adammış vesselam. Biliyormuş demek ki baş olmanın yolunun ekranlardan geçtiğini. Göstermeliyim kendimi demiş. O yüzden atmış kendini ekranlara. Ama hakkını da verdi kaç yıldır. Hukukçu olmasına bakmayın. Ekranlara çıka çıka asli mesleğinin yanında ekonomist de oldu. Devletin nasıl yönetileceğini de iyi biliyor. Her alanda bir bilgi ve birikimi var. Yemedi, içmedi, ekranlara çıkmadan önce konusuna hazırlandı. Geldiği nokta itibariyle hemen her konuda çözüm önerileri var.

Hasılı ekranların tanıdık simasının tek sermayesi, konuşmasıyla baş olmaya doğru gidiyor. Bileydim, yazacağıma ben de konuşurdum. Ama iş işten geçti. Olan da bana oldu.

Bu aşamadan sonra her akşam konuşmasıyla evlerimize misafir olan baş adayı baş olmayı hak etti. Bükemediğim eli öpmek düşer bana.

Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. İlgili kişi cumhurbaşkanı olsa bile ekranları bırakmaz. Tartışma programlarına katılmaya yine devam eder. Bir kanalda yaptığı tartışmalar tüm diğer kanallarda canlı verilir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma riski var.

Kural dışına çıkmaz. Bir şeyi kitabına uydurmaz. Mevzuat ne diyorsa, onu uygular. Kanun, kural tanımazların çekeceği var.

Her konuda bilgi sahibi olduğu için her şeye karışır. Buna da yabancı değiliz diyorsanız, buyurun hayırlı olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde