14 Ocak 2023 Cumartesi

Alim ve Cahil

1. "Dinlemeden cevap vermek, 

2. Anlamadan karşı çıkmak, 

3. Bilmediği şey hakkında hüküm vermek,

cahilin sıfatlarındandır". 

Bu cümle sanal alem ve sosyal medyada güzel sözler muvacehesinde paylaşılıyor. Sözün sahibi kimdir, tespit edemedim. Kimi Hz Ali'ye kimi de Cafer-i Sadık'a atfederek kimi de isme yer vermeden  paylaşmış.  Yazı açık ve ne demek istediği belli ise de izninizle bu yazıyı biraz açmak istiyorum. 

1.Dinlemeden cevap vermek. Sözü kişinin ağzına tıkmak ve onun ağzından almak, kişinin sözünü bitirmesine gerek duymadan araya girmek, tek kelimeyle o sözün sahibine yapılan saygısızlıktır, muhatabın ve sözüne değer vermemektir. Bir diğer husus, cümlesini bitirmeye fırsat vermemek, o kişiye senin ne söyleyeceğini biliyorum anlamında bir niyet okuyuculuğudur. Bu konuda çoğumuz sınıfta kalır. Çünkü bunu toplum olarak çok yapıyoruz. Toplumdan geçtim, vekillik görevinde bulunan siyasilerimiz, isminin önünde Prof. unvanına sahip akademisyenlerimiz, gazetecilerimiz vs. TV'lerdeki tartışma programlarında birbirlerinin sözünü kesmek suretiyle bunu bol bol yapıyorlar. Hatta birbirini dinlemeden karşılıklı konuşuyorlar. Konuşurken de seslerini yükseltiyorlar. Yani okumuş olsalar da cahilliğin en güzel örneğini veriyorlar. Haklarını yemeyelim ve genellemeyelim. Zira bu tür programlara çıkıp muhatabını güzelce ve sessizce dinleyen, hiç araya girmeyen ve söz kesmeyen konuşmacılar da var. Söz sırası geldiğinde konuşurlar. Bunlar da güzel örneklerdir. 

2. Anlamadan karşı çıkmak. Bu da iletişim esnasında sıkça karşılaştığımız ve başvurduğumuz yollardan birisidir. Burada da bir niyet okuyuculuğu ve muhataba karşı bir önyargı söz konusudur. Cahilin sıfatı olan ilk cümle olan dinlemeden cevap vermek kısmının doğal bir sonucudur. Muhatabı amasız, fakatsız dinlemedikçe, ona olan peşin hükümlülüğü terk etmedikçe cahilin sıfatlarından olan bu vasfı da maalesef işlemeye devam ediyoruz. İşin garibi, tüm bunları yaparken anlamadığımızı da kabul etmiyoruz. Hatta bazen karşı çıktığımız kişiyle o konuda aynı düşündüğümüz bile olabiliyor. Mesele anlaşıldıktan sonra geriye onca tartışma ve birbirimizi kırıp geçirdiğimiz kalıyor.

3. Bilmediği şey hakkında hüküm vermek. Bu sıfat da bize yabancı değil. Zira çoğumuz işin içindeyiz. Bilip bilmeden her konuda bana göre deyip lafa giriyoruz olur olmaz konuşuyoruz. İlmin yarısı “bilmiyorum” kıstasını hiç örnek almayız. Aslında, tüm bildiklerimiz sağdan soldan duyduğumuz bilgi kırıntılarını karşı tarafa anlatmaktan ibarettir. Bu işi uzmanlarına ve ehline bırakalım, bu konuda bilgi sahibi değilim, konuşmak için araştırma yapmam lazım demeyiz ve her konuda ahkam keseriz.

Sonuç olarak cahilin vasıflarından bu üç sıfata baktığımız zaman kendimizle ilgili bir özeleştiri yapıp “Ben kendimi alim ve bilen sanıyordum. Her konuda fikrimi söylüyorum. Demek ki bu yaptıklarım cahilin vasıflarındanmış. Alim değilsem de cahil olmamaya özen göstereceğim” diyebiliyor muyuz? Diyebiliyorsak, formülü bulduk demektir ve gereğini yapalım. Yok, ben bu halimden memnunum, zira cahillik bana yakışıyor diyorsak, bu vasfımıza hayırlı olsun demek düşer bize.

Konya Millet Bahçesi

Millet Bahçesinin içinde cami ve Kur'an Kursu inşaatının yapımı devam ediyor. Bilenler Türkiye'nin en büyük Camii olacağını söylüyor. 
Caminin adı da Merkez Camii imiş. Burası Konya'nın tam merkezi olduğu için mi bu isim verildi bilmiyorum. Bir meraklı, Konya'yı bir baştan diğer başa ölçer de burasının tam Konya'nın merkezi olduğunu ortaya çıkarırsa, merakımı gidermiş ve bir hayır işlemiş olur. Değilse, burası ile SÜ Yerleşkesini, yine bura ile Taşra Kaaslan arasının kaç adım olduğunu ölçmek bana düşecek.

İsmini Merkez Camii olarak koyanlar iyi bilir ama ben olsaydım, Millet Bahçesinin içindeki caminin adını bahçeden mütevellit olarak Millet Camii koymak daha uygun düşerdi. Yoksa başka bir çağrışım yapar düşüncesiyle bu isimden vaz mı geçildi? Diyelim ki Millet siyasi bir çağrışım olur. Eski Stadın adına buraya Stat Camii denebilirdi. 

Bu arada burada bir camiye ihtiyaç var mıydı? Her bulduğumuz boşluğa böyle cami yapmak zorunda mıyız? Diyelim ki Yeryüzünün her yeri mescit sözünü her yere mescit yapmak şeklinde anladık ve bir cami yaptık. Kur'an Kursuna ihtiyaç var mıydı? İhtiyaç varsa cami de Kur'an Kursu da yapılsın. Ama ihtiyaç yoksa israf denince hala sadece ekmek israfını mı anlamaya devam edeceğiz?

Diyelim ki caminin israfı olmaz. Din adına yapılanın zararı yoktur. Bu kadar büyük cami yaparken bu büyük camiinin özellikle cuma namazlarında dolacağını, buraya namaza gelenlerin özel aracıyla gelebileceğini hesaba katmak, ona uygun bir otopark düşünülmesi daha uygun olmaz mıydı? Çünkü araç parkı için bahçenin doğu tarafındaki caddenin sağ ve soluna yapılan araç park yeri yeterli gelmez. Bu durumda bu camiye gelenler, araçlarını ya Muhacir Pazarının içine koyacak ya da Millet Bahçesinin dört bir tarafındaki caddelere sağlı sollu aracını park edecek. Bu da yolun tek şeride inmesi ve trafiğin aksaması demektir. Otopark ihtiyacı sadece namaza gelenlerin değil, aynı zamanda bu bahçeye gezip dolaşmak için gelenlere de ihtiyaç. Çünkü bizim insanımızın çoğu toplu taşıma araçlarını değil, özel aracıyla gidip gelmeyi ve gezip tozmayı sever. Anlatmak istediğim bir şeyi planlayıp yaparken birçok ihtiyacı da göz önünde bulundurmak gerek. Pekala bu bahçenin altına bir kapalı otopark düşünülebilirdi.

Millet Bahçesi birçok şey düşünülmeden yapılıp edildi. Bu aşamadan sonra şöyle olsaydı, böyle olsaydı, şu düşünülseydi demenin bir anlamı olmasa da burada bir temennimi dile getirmek isterim. Ben olsaydım, bu Millet Bahçesinin dört bir tarafına yürüyüş parkuru, bisiklet yolu ve eski Stadı hatırlatacak şekilde koşu alanı yapardım. Bahçeyi alabildiğine sade yapar, gözün alabildiği oranda yeşil alan olarak kalmasını isterdim. Ayrıca lokanta, cafe, cami vb. binalara yer vermezdim. Yapacağım binalar, gelen insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde WC, lavabo, küçük bir mescit ve bir büfe olurdu. Ötesine gerek yoktu. Çünkü burası adı üzerinde bir bahçedir. 

Derdim Ne Benim?

Aklımın erdiği, bilgi dağarcığımın yettiği her konuda yazı yazmaya çalışıyorum. Yazılarımda karamsarlık, eleştirel yaklaşım söz konusu. Her eleştiri yaklaşımda da yapıcılık ve nasıl olması gerektiğine dair yol gösterme var. Mizahi yazılarımda da aynı yaklaşım hakimdir. Bu türden yazılarım tersinden okumalıdır. Yani yapmayın demektir. Över gibi yaptığım ama yerdiğim, yerer gibi yapıp övdüğüm yazılarım da bu meyandadır. 

Çoklarının hoşuna gitmez benim bu tarzım. Yazılarımı okuyup da mesafe koyanların sayısı az değil. Tasvip ve takdir edenler de yanımda görünmemeye çalışır. 

Bu durum yani anlaşılmamak beni üzmüyor mu? Üzmez olur mu? Herkes yazdığının tasvip görmesini ister. Tasvip derken herkes gözü kapalı yazılarımı takdir etsin değil isteğim. İsterim ki olumlu ya da olumsuz tepkiler gelsin. Olumlu tepkilerle ilgili demek ki bu konuda yalnız değilim, benim gibi düşünenler de var diyorsun. Eleştiri alan yazılarla ilgili de demek ki yazım bu yönüyle eleştiri aldı der, kendimi sorgularım. Yanlışım varsa düzeltirim. Yoksa olaya hangi yönden baktığıma dair karşı tarafa kendimi izah etmeye çalışırım. Nasıl ki ben eleştirel yaklaşıyorsam, yazılarıma eleştirel yaklaşanlara da saygı duyuyorum. İşte bunlar dosttur. Çünkü dost dediğin katılmadığı yönü ve yeri söyler. Bunu yaparken nasıl ki ben kırmadan, dökmeden bunu yapmaya çalışıyorsam, dostlarım da böyle yapmalıdır. Savunma ve saldırı, hele yazıyı anlamadan yazıdan niyet okuyuculuğu yapılır; dışlama, ötekileştirme ve mimleme yoluna gidilirse, bilinsin ki bunu tasvip etmiyorum. Yazıma katılmadığını ve ben bu konuda şöyle düşünüyorum denmesi benim için yeterlidir. Ha herkes görüşüme katılsın, herkes böyle düşünsün, bu dediklerim gerçek doğrudur diye bir iddiam yok. Herkesin düşüncesi kendisine. Kendi baktığım çerçeveden benim gördüğüm budur. Ben bunu görürüm, bir başkası başkasını. Kimse kimsenin düşüncesine sekte vuramaz ve herkes bir konuda aynı düşünecek diye bir şey asla olamaz. Saygı çerçevesinde herkes birbirinin görüşüne tahammül etmeyi öğrenmelidir.

Bir diğer husus, yazılarımı takip edenlerin eleştiri ile muhalifliği bir tutmamaları gerektiğini düşünüyorum. Zira eleştiri başka, muhaliflik başkadır. Eleştiriden, kendi yaptığına güvenmeyenler gaz almaz. Doğru yaptığına inanan niye eleştiriye gelmesin, öyle değil mi? Demek ki tam anlaşılmamış der, yaptığını daha güçlü savunur ve izah eder. Çünkü yaptıklarının doğru olduğuna inananların, bunu anlatarak toplumu ikna gibi bir görevleri vardır. Unutmayalım ki ikna edemediğin doğru, doğru değildir. Eleştiriye hak verdiği halde bunların yazılmayıp ifade edilmemesi gerektiğini düşünenler de var. Bunlar kol kırılır, yen içeride kalsın düşüncesinde olanlardır. Topluma mal olmamış özel durumlar için bu böyle olabilir ama yapılanları sağır sultan duymuşsa, burada kol ve yenden bahsetmenin bir anlamı yok. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor ve bunu herkes görüyor. Başkası yapsın, sen yapma. Zira başkasına malzeme veriyorsun denirse, esas bu yapılan doğru değildir, iyilik de değildir. Bu yüzden olur olmaz her şeye şakşakçılık yerine, içten eleştiri yapılmalı ki eksiklikler giderilebilsin.

Eleştiri ile muhalifliği karıştıranlara, bundan dolayı hop oturup hop kalkanlara şunu söylemek istiyorum. Bir konuda çözüm mercii olanlar sonuç alıcı çözümlerinde tasvibi hak ederken çözmedikleri veya çözmedikleri konularda da eleştiriye açık olmalıdır. Çünkü amme adına iş yapanlar eleştirilir.

Burada bir de şuna değinip bu konuyu sonlandırmak istiyorum. Gücü elinde bulunduranlara eleştiri, herkesin işi değil, er işidir ve cesaret ister. Çünkü tepki geleceğini bile bile eleştiriye devam edenlerin yardım ve destekten ziyade bir ikbal beklentisi yoktur. Esas bir beklentisi olmayan insanların yaptığı eleştirilere kulak vermek lazım. Çünkü bu insanlar bir güce yaslanarak ihya olma imkanı varken işin ucunda dışlanma olsa da eleştiriye devam ediyor. Bu durum tekdir değil, ancak takdiri hak eder. Tüm bu sözlerim de anlayana ve anlamak isteyene. 

Hakim ve Muhakkik

Hakim, yargıç demektir. Mevzuatın kendisine verdiği yetki çerçevesinde sanık ve zanlıyı yargılayan, bu yargılamayı da millet adına yapan kimsedir. Suçluyu cezalandırır, masumu berat ettirir. Yani adalet dağıtır. Taraf değildir. Kimseden emir ve talimat almaz, ihsası reyde bulunmaz. Yargılamada somut delilleri esas alır. Duygusal davranmaz, yanlı olmaz. Şuna bir haddini bildireyim demez. Bu şekilde verdiği karardan dolayı da kestiği parmak acımaz. Zira adalet mülkün temelidir. Hakim gerçeğin peşindedir. Verdiği karar maşeri vicdanda makes bulmuşsa, verdiği karar doğrudur. Hakimler hukuk fakültesi mezunu olur. 

Muhakkik ise gerçeği araştıran; soruşturan, soruşturmacı ve soruşturucu demektir. Bu görev için il veya bakanlıklarda görev yapan müfettişler görevlendirilir, bazen devlette görev yapan yöneticilere de bu görev verilebilir.

Hakimin yargılaması sonucu tüm süreç bittikten sonra kişilere mahkumiyet, berat veya takipsizlik verilirken muhakkikin inceleme ve soruşturması sonucunda da iddia edilenler sübut bulmuşsa soruşturulan kişiye idari, adli ve mali yönden cezalar teklif edilir. Bunların dışında bir suç tespit edilmişse yargılanması için adli yönden de teklif yapılır. Muhakkikin teklifini cezanın durumuna göre disiplin amiri, il disiplin kurulu veya bakanlıklar onar ya da reddeder.

Burada hakim ile muhakkiki ele almamın sebebi, muhakkikin görevi de bir nevi hakimlik görevi gibidir. Nasıl ki hakimin birinci önceliği adaleti gözetmek ise muhakkikin görevi de budur. Kimseden emir ve talimat almaz. Yönlendirmelerden etkilenmez. Soyut ve sübjektif delillere yer vermez. Somut delillerle sonuca gitmeye çalışır ve kanaatini belirtir. Yani şunun kellesini alayım, şuna haddini bildireyim demez. Şunun istediği olsun, bunun gönlünü alayım demez. İdeolojik ve kişisel davranmaz. Çünkü görevi de tıpkı hakim gibi adaleti tesis etmek ve adaletten ayrılmamaktır. Suçlu ise isnatları sübut bulmuş, gereği der. Değilse bir ceza teklifi yapmaz. 

İster hakim ister muhakkik somut delillerle hareket etmediği takdirde taraflar bir üst mahkemeye ya da mercie müracaat ederek hakkını arar. Yanlış hesap ve karar bir şekilde düzeltilerek adalet ve hak yerini bulur.

Burada hakim ve muhakkikler taraflı davranıyor, birilerini koruyup kollarken diğer tarafı mağdur ediyor iddiasında bulunacak değilim. Zira böyle bir isnadı kendilerine yakıştıramam. Bu açıdan kahir ekseriyetini tenzih ederim. Emir ve talimat alanlar var mıdır? İnsanın olduğu yerde her şey olabileceği gibi bu görevi yapanlar içinde de yaptığı kutsal göreve halel getirecek kimseler de pekala çıkabilir.

Kararın doğru olup olmadığı taraflar arasında tartışılır elbet. Kimi hak yerini buldu der kimi de haksızlık yapıldı der. Bunlardan ziyade bu görevi ifa eden hakim veya muhakkik, bir dosya hakkında karar verdikten sonra içi huzurla doluyorsa, yatağına yattığında rahat bir şekilde uyuyabiliyorsa, görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir. Kendinde bir durgunluk, içinde bir rahatsızlık hissi duyuyorsa, acaba şöyle mi karar verseydim ikilemi yaşıyorsa ve rahat uyuyamıyorsa, bilin ki görevini doğru yapmamış demektir. Çünkü adalet ince bir çizgidir. Adalet dağıtanlar da sağa sola sapmadan bu ince çizgi üzerinden yürümek zorundadır.

Nurettin Topçu’dan Müslümanlara Serzenişler

Hizmetine ömrümü harcadığım bu memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey. Adeta yapayalnızım, boşlukta ve adeta etrafımdakilerden başka bir dünyadayım.” (Aynı iklimden beslendiğin aynı dili konuştuğun aynı duygu ve düşüncede olduğun insanlar, ortak dertlere sırt çevirdiğinde, senin dert edindiğini dert edinmediğinde, seni anlamadığında ya da anlamak istemediğinde, yanında görünmekten korkup yanında görünmek istemediğinde ve bir hesap peşinde koştuğunda insanın kendisini dostlarına yabancı hissetmesi normal değil mi?)

İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim; ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi birtakım haşerelermiş. (Bedenin düşkünlüğüne ve bedenin hayvani arzuları kuvvetli bir irade ile dizginlenebilir ve kişi tedavi edilebilir. Ama ruh sefaletinin tedavisi çok zordur...Kişinin kaliteli bir kumaş olup olmadığı menfaat anında belli olur.)

Ahlâksızlığın ummanı olan Şark'ı, yaşadıkça çok daha iyi tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. (Bir şeye doyumsuz olanlar, bir şeyin açlığını çekenler ahlaksızlıkta sınır tanımaz. Dürüst görünürse de bu dürüstlük denememiş ve test edilmemiş dürüstlüktür. Yani onu dürüst yapan imkansızlıklardır. En ufak bir imkan eline geçti mi dğrüstlerin çoğu sınıfta kalır.)

Ah, 'Müslümanız' diyen şu insan yığını yok mu? İşte, onlar, Şark'ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. (Çünkü bu Müslümanlık bir övünç kaynağıdır. Keşke sadece Müslümanı demek yeterli olsaydı...)

Müslümanlık, yani yaşanan şekliyle Müslümanlık, Şark'ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlâk; ne de Allah uzanır bunlara… (Yaşanan Müslümanlık kültürel Müslümanlıktır. Gerçek Müslümanlıkla alakası yoktur. Bu Müslümanlık kimseyi Müslüman yapmaz ancak nefret ettirir ve kimseyi cennete götürmez çünkü. Müslümanlığı özden olmayanın semtine ilim ve ahlak uğrar mı? Allah’a da yabancıdır bu Müslümanlık.)

Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lâzım! (Geldiğimiz nokta itibariyle önce Müslüman mı olalım yoksa insan mı? İnsanlığı olmayanın Müslümanlığı ne işe yarar?)                                                                                                                   Nurettin Topçu

Nurettin Topçu dert adamı imiş vesselam. Haklı mı? Yerden göğe kadar. Zira başta Müslümanlığımız olmak üzere her şeyimizle yerlerde sürünüyoruz. Buradan kalkma gibi bir niyet ve çabamız da yok. Kısaca  bu mantalite ile bu Şark'tan yani bizden bir cacık olmaz demek istemiş. Allah ondan razı olsun. İçimizde Müslümanlığı dert edinenlerin sayısını çoğaltsın. 

13 Ocak 2023 Cuma

Kişilik ve Karakter Bozukluğu (2)

Kişilik ve karakter bozukluğunun sebeplerini ve özelliklerini bir önceki yazımda alıntılarla ifade etmeye çalıştım. Bu yazımda da bazı kişilerin kişilik özelliğine yer vereceğim.

Bir insanın bir günde dört mevsim yaşaması, 

Ne zaman, hangi harekete ne tepki vereceğinin belli olmaması, 

Çalışanlarına güven duymaması, 

Üslubunun herkesi kırıp geçirmesi ve incitmesi, 

Korku ve tehditler salması, 

Etkili, yetkili ve de sorumlu bir makamda olmasına rağmen altındaki personeli hakkında dedikodu yapması, personelinin kötü olduğu hakkında başkalarını yanına çekmeye çalışması, 

İnsanların ikili konuşmalarına varıncaya kadar haberdar olmak istemesi, 

Gerekli, gereksiz her şeye inceleme ve soruşturma başlatması, 

Yapılan her planı benim niye haberim yok diye bozması, pişmiş aşa su katması, 

Ben yaptım oldu psikolojisinde olması, 

Kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanması, 

Aşırı kin ve intikamla dolu olması, 

İnatçılığı, 

Kafasına taktığının birden olmasını istemesi, 

Sabırsızlığı, 

Her işe, her şeye burnunu sokması ve maydanoz olması, 

Gittiği her yer ve ortamda huzur bozması, 

Kin ve intikam listesine aldığı kişileri öveni de kara listeye alması, 

Ölümlerin mesai saatleri dışında olması, mesai içinde ölecekse de defin işlemlerinin mesaide sonra yapılması. (Çünkü mesaiden ödün verilemez. Çünkü cenaze nasılsa bir şekil kalkar.)

Kendisinden başka herkesin yattığına kendisini inandırması, 

Kendisini mükemmel, akıllı ve çok zeki gördüğü için asla eleştiriye gelmemesi. Çünkü böyle özellikli birini eleştirmek kimsenin haddi değil.

“Bir şey yapmayacağım” demesine rağmen tükürdüğünü yalayıp bir ve çok şeyler yapması.

Kafasını taktığı konuda sonuca varıncaya kadar o işin peşini bırakmaması, gerekirse o işi Filistin ve İsrail meselesine dönüştürmesi,

İnsanların rahat ve huzurunu bozmaktan aşırı zevk ve haz alması ama mutluluğu için tüm bunları yeterli gelmemesi,

Bir başına kalmaktan korkması, sözünün geçtiği yerlere giderek her şeye çomak sokması,

Aşırı şüpheci olması,

Kimsenin işini düzgün yapmadığına dair kendini inandırması...

Var mıdır bu özelliklerde olanlar? Sanmıyorum. İyi ki yoklar. Değilse hayat çekilmez olurdu. 

Kişilik ve Karakter Bozukluğu (1)

Kişilik, "bir kimseye özgü belirgin özellik; manevi ve ruhi niteliklerinin bütünü, şahsiyet" . "İnsanlara yakışacak durum ve davranış". 

Karakter, "Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı, seciye". 

"Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü". 

Tanımlarda görüleceği üzere kişilik ve karakter aynı anlamda kullanılıyor. Yazımda kişilik ve karakter bozukluğuna ve özelliklerine alıntılarla yer vermek istiyorum:

"Kişilik özellikleri esneklikten yoksun ve uyum bozucu, işlevsellikte belirgin bir bozulma ya da öznel bir sıkıntıya neden oluyorsa kişilik bozuklukları düşünülebilir." (memorial.com.tr.)

"Bazı hastalar, kişilik bozukluğunun olduğunun farkında olamayabilir, çünkü düşünme ve davranış tarzı kendilerine son derece normal gelmektedir. Bu durumda hasta, karşılaştığı zorluklar veya olumsuzluklar için başkalarını suçlayabilir. (acibadem.com.tr)

"Kişilik bozuklukları bir kişinin sağlıklı bir şekilde düşünmesine engel olan ve davranışlarında anormal değişimlere sebep olan psikolojik bir rahatsızlıktır. 

Genetik yatkınlığın etkisi olduğu gibi kişinin yaşamış olduğu ağır depresif durumlar da bu hastalığa neden olmaktadır.

Kişilikte yaşanan bozukluklar özellikle ergenlik döneminden itibaren belirginleşmeye başlamaktadır. 

Kişilik bozukluğuna sahip olan kişilerde toplumsal uyum sorunu, arkadaşlık kuramama ve iş veya okul hayatında düzenli olarak sorunlar yaşama görülmektedir. 

Bu gibi rahatsızlıklara sahip olan kişiler hastanelerde bulunan psikiyatri polikliniklerine başvurarak tedavi olmalıdır.

Kişilik bozuklukları birbirinden farklı pek çok türe sahip olan bir rahatsızlıktır ve her türün kendine özgü bir tedavi seçeneği bulunmaktadır. Uygun tedavi yöntemi ile bu rahatsızlık kolay bir şekilde tedavi edilmektedir. Fakat yaşanan rahatsızlığın kökleri çok derinlere dayanıyorsa yani hastalık uzun süredir var ise tedavi süreci uzamakta ve zorlaşmaktadır”. (koruhastanesi.com)

Kişilik Bozukluğuna Neden Olan Etkenler:

“Çocukluk döneminde yaşanan psikolojik travmalar, şiddet görme ve yanlış yönlendirmeler,

Çocukluk döneminde dış dünya ile sağlıklı iletişim kurulamaması ve dış dünyadan soyutlanmış olma,

Genetik yatkınlık hali,

Çocuğun dünyaya geldiği ve büyüyüp geliştiği çevre,

Çocuğun aile bireylerinin diğer insanlar ve çevre ile olan etkileşimi,

Çok sevilen ve değer verilen bir kişinin ölümü,

Beyin yapısı ve işleyişinde meydana gelen farklılıklar,

Herhangi bir nedene bağlı olarak oluşmuş fiziksel eksiklikler,

Ağır ruhsal bunalımlar,

Olumsuz örnek teşkil eden insanların çocuğun çevresinde yer alması,

Küçük yaşta yaşanan cinsel istismar durumları kişilikte bozulmalara neden olan en etkili hallerdendir.

Bu durumlar özellikle yaşça küçük çocukların zihinlerinde derin yaralar açmakta ve kişilik eğilimlerinin değişmesine sebep olmaktadır. 

Kişilik bozuklukları hakkında yapılan tüm araştırmalarda kökenlerini çocukluktan aldığı görülmekte olduğundan ebeveynler son derece dikkatli davranmalıdır. Çocuklarının gelişimi esnasında onlara sağlıklı ve mutlu bir ortam sağlamalıdır. Yaşanacak olumsuz durumlarda çocukları bu ortamlardan uzak tutmalıdır. Genetik bir yatkınlık durumu söz konusu ise sürekli olarak doktor kontrollerine gidilmelidir. Kişilik bozukluğu insanların tüm yaşantısını olumsuz etkilediğinden dolayı bu konuda son derece dikkatli ve özenli olmak gerekmektedir. Kişilik bozuklukları her ne kadar çocukluk ve ergenlik döneminde sıklıkla görülse de ilerleyen yaşlarda da bu durum ortaya çıkabilmektedir." (koruhastanesi.com)

Kişilik bozukluklarının çok çeşitleri olsa da burada bir tanesine yer vereceğim. Bu da” Paranoid Kişilik bozukluğudur.

Bu rahatsızlık genellikle erken erişkinlik yaşayan bireylerde görülmektedir. 

Paranoya hali bu türün en belirgin özelliğidir.

Bu tür bozukluğa sahip olan bireyler herkese kuşkucu yaklaşmakta ve kimseye güvenememektedir.

İnsanların kendilerine zarar vereceğini veya küçük düşüreceğini düşünmektedirler. 

Sürekli olarak içlerinde kin duygusu barındırmaktadırlar. 

Bu kişiler evlilik ve ilişkilerinde partnerlerine büyük sorunlar yaşatmaktadır”. (koruhastanesi.com)