Ehliyet alınır da araba
alınmaz mı? Üzerinden bir iki yıl geçtikten sonra bütçeme uygun bir araba
almaya kalktım. Hangi araba kaç lira bilmem. Bildiğim, ayağımı yerden kesecek
bir araba alırsam bütün dertlerimin biteceği yönündeydi.
Araba al diyenlerin yanında
"Bir mutfak gideri kadar masrafın olur" diyenlere de kulak asmadım.
Zira içişleri bakanının baskı ve talimatı aile saadeti için daha önemliydi.
Araba alım satım işinden
anlayan Saadettin isimli arkadaş, ne kadar paran var? Mehmet'in arabası
emsallerine göre pahalı ama üçüncü eli sen olacaksın. Arabanın her yeri
orijinal dedi. Tamam, alalım. Ben arabadan ve piyasasından anlamam. Sen, sana
şu yarar de, alalım dedim. Bana, düşün taşın. Yarın pahalı almışsın deme dedi.
Der miyim, demez miyim bilmem ama konuşma özgürlüğüme sekte vuramazsın dedim.
Arabayı alacağız ama araba
Karapınar'da imiş. Mehmet Bey 2000 lira istiyormuş araca. Bu para o zamanın meşhur
yabancı parası Mark'ın 6660 Mark'ına tekabül ediyordu. Bunu da ayarladım.
Birlikte gidip aracı alıp
geldik.
Gören hayırlı olsun demeden
kaça aldığımı sordu. Bir Allah'ın kulu da piyasası bu civarda demedi. Sanki
aralarında anlaşmışçasına çok pahalı almışsın dedi. Ama araba temiz dediysem de
kimse oralı olmadı. Bunu duyan ben durur muyum? Aradan 25 yıl geçse de
Saadettin'i gördükçe o arabayı bana çok pahalıya aldırdın deyip deyip onu kızdırdım.
Kaç defa sana bir daha araba alırsam tehdidi savurdu bana ama olsun.
Aldığım araç 88 model eski
kasa Şahin'di. Size göre tüh, ala ala bunu mu aldın ise de benim için
önemliydi. Hem ilk göz ağrım idi hem de ayaklarımı yerden kesmişti.
Arabayı almıştım, ayaklarımı
yerden kesecekti ama bir sorunum vardı. Bu arabayı kim sürecekti? Çünkü ben
ehliyeti alalı iki yıl oldu. Zaten yarım yamalak öğrenmiştim. Binmeye binmeye
onu da unuttum. Varsa da cesaretim yoktu.
Fazlı isimli arkadaşa, gel
beni biraz çalıştırıver dedim. Sağ olsun, topraklı yolda bana biraz gösterdi.
Arka arkaya gitmeyi öğretmek için çok uğraştı. Öğrenirsin bizim oğlan ama zor
diyerek şoförlüğüme yeşil ışık yakmadı.
İlçeden Konya’ya geleceğim. İyi
de bu arabayı kim sürecekti? Kayınpederi çağırdık. O geldi sağ olsun ama şoför mahalline
oturmadı. Sen süreceksin dedi.
Bindim arabaya. Yetmiş beş km’lik
yolu üçüncü vitese atmadan arabayı bağırta bağırta Konya’ya getirdim. Üçüncü vitese
atmak zordu benim için. Duracağım yere epey mesafe varken arabayı boşa almayı kayınpederden
öğrendim. Hala bugün bile niye boşa aldırdı, anlamadım ama bilgi bilgidir.
Gün geldi, görev yerim Adıyaman
Kahta’ya gideceğim. Bu araba gidecek ama nasıl? Kayın birader ben sizi bırakır gelirim
dedi. Gitmeden bir arkadaş vasıtasıyla arabanın genel bir bakımını yaptırmak için
Hüsamettin (idi galiba ustanın adı) ustaya götürdük. Arabaya biner binmez arabanın
şu şu, bu bu, değişecek. Şunlar için de arabayı kaldırınca karar vereceğim dedi.
Arabanın bir güzel bakımını yaptı. Ustanın yanından ayrılırken lastikler paflaşmış,
bunları değiştir dedi. Tamam usta deyip ayrıldık.
Adıyaman’a kayın birader götürdü
bizi. Piknikte bana biraz sürüş öğretti kayınım. Sonra kenarda köşede, trafiğin
yoğun olmadığı tenha yerlerde yavaş yavaş sürmeye çalıştım.
Lastiklerini değiştirin diye kaç
lastikçiye gitmişsem, Allah’tan kork, bu lastikler yepyeni. Değişir mi hiç diyerek
her lastikçi lastiğin dişlerine baktı.
Yaz tatili gelip çattı. Konya’ya
döneceğim. Bu sefer bana kim şoförlük yapacaktı? Ya Konya’dan birini çağıracaktım
ya da iş başa düştü deyip kendim sürecektim. Erkenden çıkarsam, trafik yoğunluğu
olmadan otobana atarım kendimi dedim. Pozantı yolu kalabalıktır. Orada mola verir,
Konya’dan birini çağırırım dedim.
Dediğim gibi erkenden çıktım yola. Otobana girdim. Yollar bomboştu. Çünkü 2001 krizi öncesi idi. Yaprak kıpırdamıyordu. Bu da bana yaradı. Yolun tüm şeritleri benimdi. Sürdükçe cesaretim geldi. Pozantı’ya geldikten sonra da durmadan basıp Konya’ya geldim. Geldim ama gelin onu bana sorun. Ne ecel terleri dökmüşümdür. İşte böyle böyle araba sürmeyi öğrendim.