22 Aralık 2022 Perşembe

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (2)

Başörtüsü çözülmeye çözüldü. Kız çocukları istediği yerde okuyabiliyor istediği yerde çalışabiliyor. Ama geçmiş tahrifat, birçoklarında derin izler bıraktı. Bu yazımda da bunun üzerinde durmaya çalışacağım. 

Kimi okurken başını açtı. Bir daha başını kapatmadı.

Açanların bir kısmı psikolojik sorun yaşadı. İlaç tedavisi gördü. Belki hala ilaç almaya devam ediyor.

Başını açmayıp görevinden atılanların bir kısmı travma yaşadı. Belki hala yaşıyor.

Okulunu yarım bırakanlar bu muameleyi hiçbir zaman kabullenmedi. (Bunda da haksız sayılmazlar.)

Yarım kalan eğitimini yurtdışında tanamlayanların ne tür sıkıntılar çektiklerini bir Allah bir aileleri bir de kendileri bilir. Ki bir kısmı da yabancı dil sorununu çözemediği için yurtdışındaki okulunu da bitiremedi.

Mağdur olanların hepsinin mağduriyeti giderilmese de kimi mağdurlar ön plana çıkarıldı. Bu mağduriyetlerinin karşılığını fazlasıyla gördü.

Başörtüsü ile birlikte katsayı kararı işin tuzu biberi oldu. Yüksek puanına rağmen birçok öğrenci, istediği bölümde okuyamadı. Katsayı konusunda erkek öğrenciler de aynı mağduriyeti yaşadı. Çoğu, hayallerindeki meslek dışında başka alanlarla yetinmek zorunda kaldı.

Başörtüsünün, bir kesim tarafından sürekli gündemde tutulması, bazılarında "Bu Müslümanların başörtüsünden başka derdi yok mu?" serzenişlerini dile getirmelerini beraberinde getirdi.

Başörtüsü mağduriyetinden dolayı kendisini itilmiş ve ötekileştirmiş hisseden bazı kız öğrenciler sonradan görev alabilseler de yaşadıkları süreç dolayısıyla çok sağlıklı görev yapamadı ve verimli olamadı.

Başörtüsü mücadelesine katılan, destek veren niceleri, bazı başı örtülülerin başörtüsü dışındaki giyim ve kuşamlarını, hal ve hareketlerini beğenmeyerek "Biz bunun için mi mücadele verdik?" dediklerine şahit olanlarınız vardır. (Buna başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun denebilir. Kimsenin örtünüp açılmasında değilim. Kimsenin ne şekilde giyinmesine de karışacak durumum yok. Zaten karışmaya kalkanlara da bazı kadınlar” Siz ne karışırsınız? Çekin ellerinizi üzerimizden” deyiveriyor. Ne derlerse desinler ama başörtüsü bir simge bir duruş bir zihniyeti temsil ediyor. Kadın ve kızlar kızsa da toplum başörtülüden başta giyimde özen ister. Çünkü başörtüsünün bir ağırlığı bir misyonu var. Öyle başını örtmüşler var ki keşke açık olsa diyesi geliyor insanın. Öyle bir görüntü veriyor ki bakmayın başımın kapalı olduğuna. Şekil A da göründüğü gibiyim diyenler, bu örtünün ağırlığını hafiflettiğini düşünüyorum.)

Zamanında başörtüsü mücadelesi vermiş, açmam diye direnmiş bazı kız öğrenciler hiçbir baskı olmamasına rağmen sonradan kendi isteğiyle başını açmıştır.

Bugün İHL okumuş bazı kız öğrenciler, okul bittikten sonra başını açma yoluna gitmiştir. Sayısının çok az olduğunu söyleyemem.

İHL okumamasına rağmen aile ve toplumun telkiniyle ya da başkası ne der endişesiyle başlarını örten niceleri baş örtüsünü atmaya başladı.

Diğer yazımda da bir zaman başörtülü iken sonradan başını açanlar üzerine yazmaya çalışacağım.

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (1)

Başörtüsü bu ülkede hiç gündemden düşmedi. Bu konuda kısa kısa açıklama yapmak istiyorum. *Müslümanlar için başörtüsü dinin bir emridir ama dinin kendisi değildir. Dinin birçok emrinden bir tanesidir. Örtünen dinin bu emrinin gereğini yerine getirmiş, örtünmeyen ise bu emri yerine getirmemiş olur. 

*Başörtüsü bu çağda gerekli veya değil meselesi değildir. Mantık aranmamalı. Nasıl ki Hz Adem'i Allah "Hepsi serbest, sadece şu ağaca yaklaşmayacaksın" şeklinde imtihan ettiği gibi kadınları da başörtüsü ile imtihan etmektedir. 

*Başörtüsü bu ülkede hep tartışma konusu olmuştur. Laikliğe aykırı denerek kamuda başörtüsü yargı eliyle yasaklanmıştır.

*Başörtüsü yasağı siyasi malzeme olarak kullanılmış. Laik, Kemalist, solcu ve sol partilerin çoğunluğu bu yasağı savunmuş, sağ partilerin çoğu özellikle muhafazakar ve İslamcı partiler bu yasağa karşı çıkmıştır. Her iki kesim de siyasette başörtüsü üzerine siyaset yaparak az veya çok ekmek yemiştir ve ekmek yemeye devam etmektedir. 

*Birileri başörtüsünün lehinde veya aleyhinde olarak ekmek yerken bu alanda en büyük mağduriyeti başı örtülü kız çocukları, başörtülü çalışan kadınlar ve bunların aileleri yaşamıştır. Üniversiteler başta olmak üzere tüm okul kademelerine başörtülü ile girilememiş, sınıfa girenler sınıftan ve sınavdan çıkarılmış, kurumların girişinde başörtü kontrolü yapılmıştır. ÖSYM'nin yaptığı merkezi sınavlarına alınmamıştır. Üniversitelerde ikna odaları kurulmuş, direnen öğrenciler hakkında disiplin cezası uygulanmıştır. Kimi öğrenciler okumak için başını açmış kimi peruk takarak eğitimine devam etmiş kimi de okulu bırakarak ya eğitimine devam edememiş ya da imkan bularak yurtdışındaki üniversitelerde eğitimini tamamlayabilmiştir. Kimi aileler de nasılsa başörtüsü yasak diyerek zorunlu eğitiminden sonra çocuğunu okutmamıştır. Tüm bu süreçten kamuda çalışan başörtülü kadınlar da mağduriyet yaşamıştır. Açmamakta direnenler kamudan ihraç edilmiştir. 

*Başörtüsü yasağı kalksın eylemleri meydanlara taştı. Başta öğrenciler olmak üzere başörtüsüne özgürlük eylemleri yapıldı. Öğrenciler polisle karşı karşıya geldi.

*Kanun ve Anayasa ile çözülemeyen başörtüsü bir zaman geldi, bir yönetmelikle çözüldü. Eğitimin her kademesinde kız öğrenciler başörtülü olarak okuyabiliyor. Kadınlar da başörtülü olarak kamu kurum ve kuruluşların her kademesinde çalışabiliyor. Yani bir zamanlar dokunanı yakan başörtüsü nicedir serbest. Ne laiklik elden gitti ne de bu ülkeye şeriat geldi. Okul ve kurumlarda açık-kapalı tartışması ve gerginliği de olmadı. 

*Başörtüsü sorunu yönetmelikle çözülmüş olmasına rağmen bu kazanılmış hak ileride bir yönetmelik değişikliğiyle tekrar elden alınır endişesiyle siyasiler, iktidarıyla-muhalefetiyle bu kazanılmış hakkı kanun ve Anayasa ile kesin olarak çözme girişimleri yapıyor. Geçmiş günleri bilenler bugünleri görünce nereden nereye demekte çok haklılar.

*Aslında başörtüsü için bir düzenleme için ne Anayasaya ne kanuna ne de yönetmeliğe ihtiyaç var. Çünkü başörtüsü bir tercih meselesidir. İsteyen dini gerekçe yüzünden isteyen de örfi olarak örtünebilmelidir. Durum böyle olması gerekirken Türkiye bu şekilcilik yüzünden çok çekti. Yine eski günlere dönmemek, birilerini mağdur etmemek için ister kanun ister Anayasa ile düzenlenebilir. İktidar ve muhalefet de bunu istediğine göre benim dediğim olacak, yok senin dediğin olacak kısır tartışması yapmadan bu mesele bir daha gündeme gelmeyecek şekilde Mecliste çözülmelidir. Bir daha da kimse ve hiçbir siyasi parti bu konuyu kadınlar üzerinden siyasi malzeme yapmamalıdır.

Diğer yazımda da başörtüsü üzerinden yaşanan mağduriyet ve travmayı ele almaya çalışacağım.

21 Aralık 2022 Çarşamba

Sözün ve Yazının Bir Anlamı Var mı?

Kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı,

Tarafgirliğin arttığı ve akılların hiç olmadığı kadar kiraya verildiği, 

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çoğu  insanın kaçındığı, bunu ifade etmekten korktuğu, sosyal medyada bir konuda görüş bildirmekten kaçındığı, 

İnsanların birbirlerine ve olup bitenlere karşı körler ve sağırlara oynadığı, 

Başkasına yapılan eleştirinin makbul, kendisine ve ait hissettiği camiaya yapılanın tu kaka yapıldığı,

Sözün doğru ve yanlışlığından ziyade sözü kimin söylediğine bakıldığı,

İnsanların hiç olmadığı kadar oluşturulan algılarla yaşadığı, değerlendirmeyi de bunun üzerine yaptığı, mahallelerin kavgasını algılar üzerinden yaptığı, 

İnsanların, yaşanan bütün dertlerden kurtaracak kurtarıcı beklediği,

Ana babası ve kendisinden ziyade başkasının şakşakçılığını yaptığı, ölümüne savunduğu, karşı cepheye karşı orantısız saldırıya geçtiği, 

Fikir ve düşünce bazında seviyeli tartışmanın yapılamadığı, 

Bir fikrin kişiler üzerinden savunulduğu, kişilerin sonuna -ci, -cu eklemek suretiyle ben şucuyum, bucuyum dediği,

Bir olay vuku bulduğunda ne tepki verileceğinin bilinmediği, aidiyet duygusuyla bağlı olduğu kişilerin görüş bildirmesinin beklendiği,

Çoğu insanın kafasını kuma gömüp gerçeklerle yüzleşmediği, üç maymuna oynadığı,

Ne dediğinden ziyade ne demek istediğin üzerine niyet okuyuculuğunun yapıldığı, 

Milli, manevi ve ortak değerlerin ikbal uğruna hoyratça kullanıldığı, 

Hiç olmadığı kadar söz ve eylem çelişkisine imza atıldığı, 

Dine mesafe koyanların niçin bu hale geldiklerinin sebeplerinin üzerine kafa yorulmadığı, sebebin buldukları günah keçisi üzerine yıkıldığı, 

Çoğu insanın hiç olmadığı kadar gerçeklerle yüzleşmek istemediği, 

Hamaset, slogan ve avutmanın hala prim yapmaya devam ettiği,

İnsanların işiyle gücüyle uğraşmayı bırakıp hiç olmadığı kadar siyaset yaptığı, yapılan siyasetin ise tespitten ziyade övgü ve yergi üzerine yapıldığı,

Sosyal medyada trollerin cirit attığı,

Bilerek veya bilmeyerek oluşan/oluşturulan mağduriyet üzerinden birilerinin ekmeye yemeye devam ettiği, birilerinin de bu mağduriyet biraz da bize uğrasa diye sıra beklediği,

Çoğu insanın hiç olmadığı kadar kendisi olamadığı, kendi penceresinden bakamadığı, başkasının penceresinden hayata baktığı...

Bir ortamda gerçekten sözün ve yazının bir anlamı var mı?

20 Aralık 2022 Salı

Hayatın Zorluğu ve Kolaylığı *

Hayat zor olmaya zordur. Çünkü bir mücadeleden ibarettir. En kolayı yeme ve içmedir. Bunun için de çiğneme ve yutma eforu sarf etmek gerekir. 

Hayat bize hiçbir zaman toz pembe hayat sunmaz. Sevinç ve mutluluk kadar üzülme de bu hayatın cilvelerindendir. Allah bir kulunu hep sevindirmez hep de üzmez. Bir konuda işimiz rast gider, seviniriz. Tersi olur, üzülürüz. Tüm bunlar hayatın doğasında vardır. 

İşimizin rast gitmemesi hayatın sonu mudur? Değil elbet. Şayet son olsaydı, dünyada hiçbir canlı kalmazdı. 

Hayat gül gibidir ve her mevsim açmaz. Bir bakmışsın solmuş bir bakmışsın açmıştır. Gül aynı zamanda dikeniyle müsemmadır. Dikenine elini batırmadan gülü koklayabilirsen, hayat denen şey ancak mutluluk ve huzur verir. Elini dikene batırırsan, acıma hisseder, üzülürsün. Bugün üzülen yarın güler, bugün gülen ise yarın üzülebilir. Kısaca hayat sürprizlerle doludur. 

Tüm acısına rağmen yaşanmaya değer bu hayatı kolaylaştıran, mücadele ederken sebepleri işlemek, yapılması gerekenleri yapmaktır. Ardından sonucunun hayırlı olmasını temenni etmek ve beklemeye koyulmaktır. Beklerken de ümit ve racayı elden bırakmamak ve sonucuna katlanmak gerekir. İş bizim istediğimiz gibi gitmişse, zaten sebebini işledik ve sevinmek hakkımızdır. Şayet istediğimiz gibi gitmediyse üzülsek de sonucuna katlanmak gerektiğini zaten biliyoruz. 

Tüm zorluğuna rağmen hayat yaşanmaya değer ve bu hayatı zorlaştırmak da kolaylaştırmak da elimizdedir. Bir beklenti içerisine giren için beklentisi gerçekleşmediği zaman o hayat zordur ve çekilmezdir. Beklenti gerçekleştiği zaman da çok huzur bulacağını sanmıyorum. Özellikle beklentisi, kişi veya kişiler aracılığıyla gerçekleşiyorsa, ömrü boyunca o kişilere minnet borcu olur. Halbuki bunun ilacı, hayattan ve kimseden bir beklenti içerisine girmeden ayakta durmaya çalışmaktır. Gelmek istenilen ve hedeflenilen her yere tırnaklarıyla kazıyarak gelinirse, tadından yenmez. İnsanın içi huzurla dolar. Çünkü kimseye minnet borcu olmaz. Sırtında yumurta küfesi taşımaz. Kimseye de eyvallahı olmaz. İşte bu, hayatı kolaylaştıran en önemli etkendir. Bir konuda yola çıkan, o konuda başına gelebilecek seçeneklerin en olumsuzuna kendini hazırlarsa, sonuç o kimse için vız gelir, tırıs gider. Çünkü olabilecek en kötü sonuca zaten kendini hazırlamıştır.

Sürprizlerle dolu hayatın bizin için neyi hazırladığını bilmiyoruz. Her sürpriz bir imtihandır aynı zamanda. Çünkü bu dünyaya geliş amacımız budur. Önemli olan gücümüz nispetinde bu imtihanların altından kalkabilmektir. Acısıyla ve tatlısıyla bu imtihan dünyasında Rabbimizden istediğimiz, namerde muhtaç etmemesidir. Kendi kendimizle yetinmemizdir. Altından kalkabileceğimiz imtihanlarla sınanmamızdır. Ötesi karın doyurmak değil mi? Ha şurada olmuş ha burada. Ne fark eder...

* 24 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

19 Aralık 2022 Pazartesi

Şişede Durduğu Gibi Dursa

İnsana sarhoşluk verdiği ve aklı kullanmasının önüne geçtiği için yasaklanan içki; şişede kalsa, bağımlıları içemese, vitrinlerde bulunan birçok süs eşyası gibi vitrinlerde yerini alsa, bu içkinin kime ne zararı olur? İçilmediği için belki yasak da olmazdı.

Adalet, doğruluk, güvenilirlik, ehliyet ve liyakat dediğimiz din umdeleri, uygulamaya yönelik olmadan bir söylemden ibaret olsaydı, söylemlerini pratiğe dönüştüremeyenlerin elini ne güzel rahatlatırdı. Böyle bir din tadından yenmezdi. Zira sadece konuşup mangalda kül bırakmaz, dini de kimseye vermezdi.

Hz Ömer bir hutbe iradında, "Ben haktan ayrılırsam, ne yaparsınız" sorusuna, cemaatten birinin "Seni şu kılıcımla düzeltirim" demesine Hz Ömer'in, "Adaletten ayrıldığı takdirde kendisini düzeltecek bir cemaate sahip olduğundan dolayı ellerini açarak Allah'a şükrettiği” rivayet olunur. Rivayetin aslı var veya yok. Şayet adlı var ise amirin hatasını düzeltme işi sadece piyeslerde oynansa, seyirciler de bu anekdottan etkilense, çıktıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etseler, kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın modunda yollarına devam etseler, bedel ödenmeyeceği için hayat ne güzel olurdu.

Eleştiri denen hakkın, sadece kültürümüzde yerinin olduğunu, pratikte bunun yerinin olmadığını bilsek, bunun insanı mükemmelleştirmek için olduğunun sadece bir safsatadan ibaret olduğu bilgisini, okullarda ders olarak vermeyi benimsesek, kimse kimseyi eleştirmese, birbirimizi körler-sağırlar misali ağırlayıp dursak, arada hiç niza çıkar mıydı? Şu üç günlük dünyada gül gibi geçinip gidilirdi. Eleştiri olacaksa da herkes kendi liginde birbirini karşılıklı eleştirse, eleştiri denen ne menem şeyin bir hiyerarşi içerisinde yukarıdan aşağıya doğru olsa, aşağıdan yukarıya olmasa, ast üstüne karşı haddini bilse, üstün her dediğinde bir hikmet aransa, kurum ve kuruluşlar huzurla dolmaz mıydı?

Deneme dediğimiz şey olmasa, insanlar özellikle dürüst olduğunu söyleyenler hiç test edilmese, herkesin dürüstlüğü beden eğitimi derslerinde olduğu gibi 100 puan olsa, insanlar bu notlarıyla övünüp dursa; dürüstlük test edilecekse de bu dürüstlük söylemden ibaret olsa, dünyada dürüst olmayan kimse kalır mıydı? Hepimiz dürüst oğlu dürüst olurduk.

Makam, mevki ve itibarlar, belli soyadlara ya da arkası olanlara verilseydi, soyadı tutmayan ve arkası olmayanlar makam ve mevkie gelmek için çaba gösterirler miydi? Böylece makam ve mevkilerde olanlar makamlarını kaybetme endişesi yaşamazdı. Koltuk garantisi olunca iş verimleri de haliyle artardı...

Gördüğünüz gibi ararsak hayatı güzelleştirecek şeyleri bulabiliyoruz. Yeter ki istemiş olalım ve bize biçilen role razı olalım.

18 Aralık 2022 Pazar

Bilen mi, Karışan mı?

Biri benimle ilgili "Bir insanın anladığı bir alan olur. Bu ise her alanda yazıyor. Yazmadığı konu yok" demiş. 

Bunu diyen kişi belli ki yazılarımı takip ediyor. Takip etmekle kalmıyor, satır satır okuyor. Bilgi edinmek ve merak ettiği için mi okuyor? Burasını bilmiyorum. Belki de her satırı okuyarak ileride bir yerlerde veya aleyhimde kullanmak üzere arşiv oluşturuyor. Her ne sebeple olursa olsun, bilinçli bir okuyucuyla karşı karşıyayım ve yazılarımı takip etmesi beni ancak mesrur eder. 

Bilinçli okuyucumun benimle ilgili tespitini bana yapmasını isterdim. Belki de gerek duymamış belki de zamanı olmamıştır. Kendi tercihidir. Varsın arkamdan konuşsun. Yalnız herkesi tenzih ederim ama bizim kültürümüzde bir kişi hakkında gıyabında konuşmak dedikodu sayılır. Bunu da hatırlatmış olayım. 

Geleyim yazılarıma. Hemen hemen her konuda yazıyor muyum? Elhak doğrudur, bugüne kadar yazmadığım alan yok gibidir. Yazılarımı takip eden bir arkadaşım bir gün "Ağabey, her konuyla ilgili yazın var. Yazmadığın alan var mı diye düşünüyorum. Ama bulacağım. Mesela dondurma ile ilgili yazın var mı, merak ettim" dedi gülerek. Beni bir düşüncedir aldı. Acaba dondurmayla ilgili bir yazım var mıydı? Bloğumu açıp dondurma yazdım ve arama butonuna bastım. Karşıma beş sene önce yazdığım bir dondurma yazısı çıktı. Aha işte dedim. Yapma ya bu da mı varmış dedi, gülüştük.

Bir insanın her konuda bilgi sahibi olması mümkün mü? Değil elbet. Zira bir insanın bildiği bir alan olur. O konuda bilgi sahibidir. Diğer alanlar tali alanlarıdır. Kendi alanı gibi bilgi sahibi olması ve anlaması mümkün değildir. Bir insan kendi alanı dışında yazamayacak mı? Beyzademe göre yazılmaması gerekir. Şayet böyle ise gazetelerde günlük makale yazan yazarlar sadece bir konuda yazması gerekir ki aynı konuda günlük yazmak bıkkınlık verir ve kişi bir müddet sonra kendisini tekrarlamış olur. 

Meraklısı için devam edeyim. Gazetelerin köşesinde köşe yazarlığı yapmak hemen hemen her konuda yazmak demektir. Çünkü hiçbir yazar sadece bir konuya saplanıp kalmaz. Sonra gazete yazısı dediğin her yazı uzmanlık gerektiren bir yazı değildir ki. Güncel ve gündeme dair halkı ilgilendiren her konuda yazarak o konudaki görüşünü ve duruşunu belirtirsin. Bazen bir cümle bazen bir üslup, bir yazı konusu olabiliyor. Bunun için illa gazetecilik okumak da gerekmez. Ki bugün gazetelerde yazıp çizen çoğu kimsenin esas mesleği gazetecilik değildir. Başka meslek erbabı da buralarda yazıyor. Köşe yazısı dediğin kompozisyondur. Ortaokul ve lise bitiren kimseler kompozisyonun nasıl yazılacağını Türkçe ve edebiyat derslerinden öğrenmişlerdir. Öğrenmekle de kalmayıp öğretmenler sınavlarda bir cümle, bir atasözü vermek suretiyle açıklayın sorusu sormuşlardır. Sınav dışında da kompozisyon ödevi veren öğretmenler olmuştur. O yüzden mesleği ve uzmanlık alanı ne olursa olsun, kendisine ve bilgi dağarcığına güvenen, cesareti olan ve bir gazete köşesi bulabilen herkes yazabilir. Yazının olup olmadığını okuyucu takdir eder. Gazete yetkilileri de uygun görürse yayımlar. Yazmanın sonucunda risk yok mu? Risk olduğu gibi rezil olmak da var. Hasılı, her konuda yazıyor diyen okuyucum da sonuçlarına katlanmak suretiyle yazabilir. 

Gelelim, her konuda yazıyor, bir insan bir konudan anlar sözünün mimarına. Benden bu şekilde bahseden kişi, kendinden de iki cümle ile bahsetse daha iyi olurmuş. Başkasına çuvaldızı batırırken kendisine de iğneyi batırması lazım. Zira kendisi de her şeye karışıyor.  Karıştığına göre her şeyden de anlıyor yani bilgi sahibi demektir. Öyle ya anlamazsa niye karışsın? Burada sormak lazım: Her şeyden az veya çok bilgi sahibi olmak mı, olur olmaz her şeye karışmak mı? Kendisini bilmem ama vatandaş her konuda az veya çok bilgi sahibi olanı takdir ederken her şeye karışanı tasvip etmez. En hafifiyle her şeye maydanoz oluyor, her şeye karışıyor der. Beyzadem, her şeyden yazıp çizeni dedikodu yoluyla eleştirirken önce aynaya bakmasında ve nasıl bir görüntü verdiğini görmesinde fayda vardır. 

16 Aralık 2022 Cuma

Bazı Mahallelerin Sahibi Yok

Her ne kadar "Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her birine" mahalle dense de mahalleden biri hakkında konuşurken "Bizim mahallenin çocuğu", aynı düşünceyi paylaşanlara camia anlamında "Bizim mahalleden", yine düşünce olarak farklılaşanlara "Mahalleyi terk etti" veya "Mahallesini sattı" dendiğini de biliyoruz.

Gördüğünüz gibi mahalle kavramı farklı anlamlar da kullanılabiliyor. 

İşim gereği bugün resmi bir kuruma uğradım. İlgili kişinin yanından dönerken koridorda tanıdığım bir yetkiliyle karşılaştım. Hal hatırdan sonra ayaküstü lafladık. Biri hakkında "O, bizim mahallenin insanı" dedi. Kastettiği kişiyi düşündüm. Bir kurumda çalışıyordu. Yani aynı mahallede oturmuyor, belki de aynı düşüncede değildi ama mahalle kavramının kurumlarla ilgili de kullanıldığını bu vesileyle öğrenmiş oldum. Buradan hareketle eğitimciler, mülkiyeliler, harbiyeliler, tıbbiyeliler, tarımcılar vb. kurum çalışanlarına da mahalleli anlamı verilebiliyor.

Tüm bunlardan benim anladığım, mahalleli kavramı aynı zamanda bir dayanışma ve sahip çıkma anlamı da içeriyor. Kurum içinde ne döndüğü bilinmez ama bazı kurumlar vardır ki personeline ve kurumuna sahip çıkmada diğer kurumlardan ileri seviyededir. Mesela mülkiye, tıbbiye, adliye ve harbiyeyi buna örnek olarak verebiliriz. Bu kurumlar hakkında bir olay vuku bulduğunda veya çalışanları ile ilgili bir durum ortaya çıktığında, o kurum çalışanları ve o kurumların başındakiler, düşünceleri ne olursa olsun, hemen kenetleniveriyorlar. Yani içeriden kolay kolay bir sarı öküz vermiyorlar, meslektaşlarını başkasına yem etmiyorlar. Belki de kendi içlerinde, aralarında kıyasıya mücadele ediyorlardır ama dışa verdikleri görüntü bu. Görünen o ki bu kurumların sahibi var. Zira mahallelerine sahip çıkıyorlar.  

Mülkiye, harbiye, tıbbiye ve adliye çalışanlarının kendi aralarında birbirlerini sahiplenmesi, meslek dayanışması göstermesi takdire şayandır. Aynı dayanışma ve sahiplenme duygusu diğer meslek gruplarında ve kurumlarda da var mıdır? Varsa da inan bilmiyorum. Zira iç halleri ve iç işleyişleri hakkında kurumlarla ilgili bu konuda, sahiplenme/meslek dayanışması var veya yok demek dışarıdan gazel okumak gibidir. Hiçbir kurum ismi vermeden bu konuda ancak gözlemlerimi söyleyebilirim: Bahsettiğim dört kurum dışında kalan diğer kurumlarda sahiplenme ve dayanışma ya yoktur ya da çok zayıftır.

Meslek dayanışması ve sahiplenme duygusu güçlü olan kurumların diğerlerini dışarıda bırakarak bir tanesine bir soruyla örnek vermek istiyorum. Farz edelim ki bir mülkiyeli ile başka bir kurumda bir çalışan arasında bir sorun ya da anlaşmazlık olsa kim galip gelir? Cevabımız, kim haklı ise o kazanır olmalıdır. Zira olması gereken de budur. Çünkü hakkaniyet bunu gerektirir.

Olması gereken cevabı verdik. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Teorisi böyle olan bu işlerin uygulaması böyle midir? Yani haklı olan mı kazanır? Üzülerek söyleyebilirim ki pek az istisna hariç, mülkiyeliler genellikle diğer kurumlara galip gelir. Bu da çoğu kurumun sahibinin olmadığını ve mahallesine sahip çıkmadığını gösteriyor. Sahibi varsa da yaptığı, kurumun koltuğunu işgal etmekten ibarettir. Nasılsa ellerinde bol bol sarı öküzleri vardır. İster suçlu olsun ister olmasın. Sırası geleni seve seve kurban ederler. Seve seve olmasa da iyi geçinme ve karşıma almayayım düşüncesiyle kendi personelini başkasına kurban vermekten çekinmezler. Zira dayanışması ve sahiplenilmesi güçlü olan kurumların ricaları bile bir emir kabul edilir diğer bazı kurumların sahipleri tarafından. Yapacakları tek şey, bu ricayı kılıfına ve kitabına uydurmaktır ibarettir. Haklarını yemeyelim, bunda da çok mahirdirler.

Sonuç olarak bu konuda şunu söylemek isterim. Bazı mahalleler korunup gözetilse de bu mahallelerin sahibi varsa da bazı mahallelerin sahiplerinin ha varlığı ha yokluğu olsa da tüm mahallelerin üstünde aynı zamanda yerin, göğün ve her şeyin sahibi bir vardır. O ne güzel sahiptir ne güzel vekildir.