20 Aralık 2022 Salı

Hayatın Zorluğu ve Kolaylığı *

Hayat zor olmaya zordur. Çünkü bir mücadeleden ibarettir. En kolayı yeme ve içmedir. Bunun için de çiğneme ve yutma eforu sarf etmek gerekir. 

Hayat bize hiçbir zaman toz pembe hayat sunmaz. Sevinç ve mutluluk kadar üzülme de bu hayatın cilvelerindendir. Allah bir kulunu hep sevindirmez hep de üzmez. Bir konuda işimiz rast gider, seviniriz. Tersi olur, üzülürüz. Tüm bunlar hayatın doğasında vardır. 

İşimizin rast gitmemesi hayatın sonu mudur? Değil elbet. Şayet son olsaydı, dünyada hiçbir canlı kalmazdı. 

Hayat gül gibidir ve her mevsim açmaz. Bir bakmışsın solmuş bir bakmışsın açmıştır. Gül aynı zamanda dikeniyle müsemmadır. Dikenine elini batırmadan gülü koklayabilirsen, hayat denen şey ancak mutluluk ve huzur verir. Elini dikene batırırsan, acıma hisseder, üzülürsün. Bugün üzülen yarın güler, bugün gülen ise yarın üzülebilir. Kısaca hayat sürprizlerle doludur. 

Tüm acısına rağmen yaşanmaya değer bu hayatı kolaylaştıran, mücadele ederken sebepleri işlemek, yapılması gerekenleri yapmaktır. Ardından sonucunun hayırlı olmasını temenni etmek ve beklemeye koyulmaktır. Beklerken de ümit ve racayı elden bırakmamak ve sonucuna katlanmak gerekir. İş bizim istediğimiz gibi gitmişse, zaten sebebini işledik ve sevinmek hakkımızdır. Şayet istediğimiz gibi gitmediyse üzülsek de sonucuna katlanmak gerektiğini zaten biliyoruz. 

Tüm zorluğuna rağmen hayat yaşanmaya değer ve bu hayatı zorlaştırmak da kolaylaştırmak da elimizdedir. Bir beklenti içerisine giren için beklentisi gerçekleşmediği zaman o hayat zordur ve çekilmezdir. Beklenti gerçekleştiği zaman da çok huzur bulacağını sanmıyorum. Özellikle beklentisi, kişi veya kişiler aracılığıyla gerçekleşiyorsa, ömrü boyunca o kişilere minnet borcu olur. Halbuki bunun ilacı, hayattan ve kimseden bir beklenti içerisine girmeden ayakta durmaya çalışmaktır. Gelmek istenilen ve hedeflenilen her yere tırnaklarıyla kazıyarak gelinirse, tadından yenmez. İnsanın içi huzurla dolar. Çünkü kimseye minnet borcu olmaz. Sırtında yumurta küfesi taşımaz. Kimseye de eyvallahı olmaz. İşte bu, hayatı kolaylaştıran en önemli etkendir. Bir konuda yola çıkan, o konuda başına gelebilecek seçeneklerin en olumsuzuna kendini hazırlarsa, sonuç o kimse için vız gelir, tırıs gider. Çünkü olabilecek en kötü sonuca zaten kendini hazırlamıştır.

Sürprizlerle dolu hayatın bizin için neyi hazırladığını bilmiyoruz. Her sürpriz bir imtihandır aynı zamanda. Çünkü bu dünyaya geliş amacımız budur. Önemli olan gücümüz nispetinde bu imtihanların altından kalkabilmektir. Acısıyla ve tatlısıyla bu imtihan dünyasında Rabbimizden istediğimiz, namerde muhtaç etmemesidir. Kendi kendimizle yetinmemizdir. Altından kalkabileceğimiz imtihanlarla sınanmamızdır. Ötesi karın doyurmak değil mi? Ha şurada olmuş ha burada. Ne fark eder...

* 24 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

19 Aralık 2022 Pazartesi

Şişede Durduğu Gibi Dursa

İnsana sarhoşluk verdiği ve aklı kullanmasının önüne geçtiği için yasaklanan içki; şişede kalsa, bağımlıları içemese, vitrinlerde bulunan birçok süs eşyası gibi vitrinlerde yerini alsa, bu içkinin kime ne zararı olur? İçilmediği için belki yasak da olmazdı.

Adalet, doğruluk, güvenilirlik, ehliyet ve liyakat dediğimiz din umdeleri, uygulamaya yönelik olmadan bir söylemden ibaret olsaydı, söylemlerini pratiğe dönüştüremeyenlerin elini ne güzel rahatlatırdı. Böyle bir din tadından yenmezdi. Zira sadece konuşup mangalda kül bırakmaz, dini de kimseye vermezdi.

Hz Ömer bir hutbe iradında, "Ben haktan ayrılırsam, ne yaparsınız" sorusuna, cemaatten birinin "Seni şu kılıcımla düzeltirim" demesine Hz Ömer'in, "Adaletten ayrıldığı takdirde kendisini düzeltecek bir cemaate sahip olduğundan dolayı ellerini açarak Allah'a şükrettiği” rivayet olunur. Rivayetin aslı var veya yok. Şayet adlı var ise amirin hatasını düzeltme işi sadece piyeslerde oynansa, seyirciler de bu anekdottan etkilense, çıktıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etseler, kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın modunda yollarına devam etseler, bedel ödenmeyeceği için hayat ne güzel olurdu.

Eleştiri denen hakkın, sadece kültürümüzde yerinin olduğunu, pratikte bunun yerinin olmadığını bilsek, bunun insanı mükemmelleştirmek için olduğunun sadece bir safsatadan ibaret olduğu bilgisini, okullarda ders olarak vermeyi benimsesek, kimse kimseyi eleştirmese, birbirimizi körler-sağırlar misali ağırlayıp dursak, arada hiç niza çıkar mıydı? Şu üç günlük dünyada gül gibi geçinip gidilirdi. Eleştiri olacaksa da herkes kendi liginde birbirini karşılıklı eleştirse, eleştiri denen ne menem şeyin bir hiyerarşi içerisinde yukarıdan aşağıya doğru olsa, aşağıdan yukarıya olmasa, ast üstüne karşı haddini bilse, üstün her dediğinde bir hikmet aransa, kurum ve kuruluşlar huzurla dolmaz mıydı?

Deneme dediğimiz şey olmasa, insanlar özellikle dürüst olduğunu söyleyenler hiç test edilmese, herkesin dürüstlüğü beden eğitimi derslerinde olduğu gibi 100 puan olsa, insanlar bu notlarıyla övünüp dursa; dürüstlük test edilecekse de bu dürüstlük söylemden ibaret olsa, dünyada dürüst olmayan kimse kalır mıydı? Hepimiz dürüst oğlu dürüst olurduk.

Makam, mevki ve itibarlar, belli soyadlara ya da arkası olanlara verilseydi, soyadı tutmayan ve arkası olmayanlar makam ve mevkie gelmek için çaba gösterirler miydi? Böylece makam ve mevkilerde olanlar makamlarını kaybetme endişesi yaşamazdı. Koltuk garantisi olunca iş verimleri de haliyle artardı...

Gördüğünüz gibi ararsak hayatı güzelleştirecek şeyleri bulabiliyoruz. Yeter ki istemiş olalım ve bize biçilen role razı olalım.

18 Aralık 2022 Pazar

Bilen mi, Karışan mı?

Biri benimle ilgili "Bir insanın anladığı bir alan olur. Bu ise her alanda yazıyor. Yazmadığı konu yok" demiş. 

Bunu diyen kişi belli ki yazılarımı takip ediyor. Takip etmekle kalmıyor, satır satır okuyor. Bilgi edinmek ve merak ettiği için mi okuyor? Burasını bilmiyorum. Belki de her satırı okuyarak ileride bir yerlerde veya aleyhimde kullanmak üzere arşiv oluşturuyor. Her ne sebeple olursa olsun, bilinçli bir okuyucuyla karşı karşıyayım ve yazılarımı takip etmesi beni ancak mesrur eder. 

Bilinçli okuyucumun benimle ilgili tespitini bana yapmasını isterdim. Belki de gerek duymamış belki de zamanı olmamıştır. Kendi tercihidir. Varsın arkamdan konuşsun. Yalnız herkesi tenzih ederim ama bizim kültürümüzde bir kişi hakkında gıyabında konuşmak dedikodu sayılır. Bunu da hatırlatmış olayım. 

Geleyim yazılarıma. Hemen hemen her konuda yazıyor muyum? Elhak doğrudur, bugüne kadar yazmadığım alan yok gibidir. Yazılarımı takip eden bir arkadaşım bir gün "Ağabey, her konuyla ilgili yazın var. Yazmadığın alan var mı diye düşünüyorum. Ama bulacağım. Mesela dondurma ile ilgili yazın var mı, merak ettim" dedi gülerek. Beni bir düşüncedir aldı. Acaba dondurmayla ilgili bir yazım var mıydı? Bloğumu açıp dondurma yazdım ve arama butonuna bastım. Karşıma beş sene önce yazdığım bir dondurma yazısı çıktı. Aha işte dedim. Yapma ya bu da mı varmış dedi, gülüştük.

Bir insanın her konuda bilgi sahibi olması mümkün mü? Değil elbet. Zira bir insanın bildiği bir alan olur. O konuda bilgi sahibidir. Diğer alanlar tali alanlarıdır. Kendi alanı gibi bilgi sahibi olması ve anlaması mümkün değildir. Bir insan kendi alanı dışında yazamayacak mı? Beyzademe göre yazılmaması gerekir. Şayet böyle ise gazetelerde günlük makale yazan yazarlar sadece bir konuda yazması gerekir ki aynı konuda günlük yazmak bıkkınlık verir ve kişi bir müddet sonra kendisini tekrarlamış olur. 

Meraklısı için devam edeyim. Gazetelerin köşesinde köşe yazarlığı yapmak hemen hemen her konuda yazmak demektir. Çünkü hiçbir yazar sadece bir konuya saplanıp kalmaz. Sonra gazete yazısı dediğin her yazı uzmanlık gerektiren bir yazı değildir ki. Güncel ve gündeme dair halkı ilgilendiren her konuda yazarak o konudaki görüşünü ve duruşunu belirtirsin. Bazen bir cümle bazen bir üslup, bir yazı konusu olabiliyor. Bunun için illa gazetecilik okumak da gerekmez. Ki bugün gazetelerde yazıp çizen çoğu kimsenin esas mesleği gazetecilik değildir. Başka meslek erbabı da buralarda yazıyor. Köşe yazısı dediğin kompozisyondur. Ortaokul ve lise bitiren kimseler kompozisyonun nasıl yazılacağını Türkçe ve edebiyat derslerinden öğrenmişlerdir. Öğrenmekle de kalmayıp öğretmenler sınavlarda bir cümle, bir atasözü vermek suretiyle açıklayın sorusu sormuşlardır. Sınav dışında da kompozisyon ödevi veren öğretmenler olmuştur. O yüzden mesleği ve uzmanlık alanı ne olursa olsun, kendisine ve bilgi dağarcığına güvenen, cesareti olan ve bir gazete köşesi bulabilen herkes yazabilir. Yazının olup olmadığını okuyucu takdir eder. Gazete yetkilileri de uygun görürse yayımlar. Yazmanın sonucunda risk yok mu? Risk olduğu gibi rezil olmak da var. Hasılı, her konuda yazıyor diyen okuyucum da sonuçlarına katlanmak suretiyle yazabilir. 

Gelelim, her konuda yazıyor, bir insan bir konudan anlar sözünün mimarına. Benden bu şekilde bahseden kişi, kendinden de iki cümle ile bahsetse daha iyi olurmuş. Başkasına çuvaldızı batırırken kendisine de iğneyi batırması lazım. Zira kendisi de her şeye karışıyor.  Karıştığına göre her şeyden de anlıyor yani bilgi sahibi demektir. Öyle ya anlamazsa niye karışsın? Burada sormak lazım: Her şeyden az veya çok bilgi sahibi olmak mı, olur olmaz her şeye karışmak mı? Kendisini bilmem ama vatandaş her konuda az veya çok bilgi sahibi olanı takdir ederken her şeye karışanı tasvip etmez. En hafifiyle her şeye maydanoz oluyor, her şeye karışıyor der. Beyzadem, her şeyden yazıp çizeni dedikodu yoluyla eleştirirken önce aynaya bakmasında ve nasıl bir görüntü verdiğini görmesinde fayda vardır. 

16 Aralık 2022 Cuma

Bazı Mahallelerin Sahibi Yok

Her ne kadar "Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her birine" mahalle dense de mahalleden biri hakkında konuşurken "Bizim mahallenin çocuğu", aynı düşünceyi paylaşanlara camia anlamında "Bizim mahalleden", yine düşünce olarak farklılaşanlara "Mahalleyi terk etti" veya "Mahallesini sattı" dendiğini de biliyoruz.

Gördüğünüz gibi mahalle kavramı farklı anlamlar da kullanılabiliyor. 

İşim gereği bugün resmi bir kuruma uğradım. İlgili kişinin yanından dönerken koridorda tanıdığım bir yetkiliyle karşılaştım. Hal hatırdan sonra ayaküstü lafladık. Biri hakkında "O, bizim mahallenin insanı" dedi. Kastettiği kişiyi düşündüm. Bir kurumda çalışıyordu. Yani aynı mahallede oturmuyor, belki de aynı düşüncede değildi ama mahalle kavramının kurumlarla ilgili de kullanıldığını bu vesileyle öğrenmiş oldum. Buradan hareketle eğitimciler, mülkiyeliler, harbiyeliler, tıbbiyeliler, tarımcılar vb. kurum çalışanlarına da mahalleli anlamı verilebiliyor.

Tüm bunlardan benim anladığım, mahalleli kavramı aynı zamanda bir dayanışma ve sahip çıkma anlamı da içeriyor. Kurum içinde ne döndüğü bilinmez ama bazı kurumlar vardır ki personeline ve kurumuna sahip çıkmada diğer kurumlardan ileri seviyededir. Mesela mülkiye, tıbbiye, adliye ve harbiyeyi buna örnek olarak verebiliriz. Bu kurumlar hakkında bir olay vuku bulduğunda veya çalışanları ile ilgili bir durum ortaya çıktığında, o kurum çalışanları ve o kurumların başındakiler, düşünceleri ne olursa olsun, hemen kenetleniveriyorlar. Yani içeriden kolay kolay bir sarı öküz vermiyorlar, meslektaşlarını başkasına yem etmiyorlar. Belki de kendi içlerinde, aralarında kıyasıya mücadele ediyorlardır ama dışa verdikleri görüntü bu. Görünen o ki bu kurumların sahibi var. Zira mahallelerine sahip çıkıyorlar.  

Mülkiye, harbiye, tıbbiye ve adliye çalışanlarının kendi aralarında birbirlerini sahiplenmesi, meslek dayanışması göstermesi takdire şayandır. Aynı dayanışma ve sahiplenme duygusu diğer meslek gruplarında ve kurumlarda da var mıdır? Varsa da inan bilmiyorum. Zira iç halleri ve iç işleyişleri hakkında kurumlarla ilgili bu konuda, sahiplenme/meslek dayanışması var veya yok demek dışarıdan gazel okumak gibidir. Hiçbir kurum ismi vermeden bu konuda ancak gözlemlerimi söyleyebilirim: Bahsettiğim dört kurum dışında kalan diğer kurumlarda sahiplenme ve dayanışma ya yoktur ya da çok zayıftır.

Meslek dayanışması ve sahiplenme duygusu güçlü olan kurumların diğerlerini dışarıda bırakarak bir tanesine bir soruyla örnek vermek istiyorum. Farz edelim ki bir mülkiyeli ile başka bir kurumda bir çalışan arasında bir sorun ya da anlaşmazlık olsa kim galip gelir? Cevabımız, kim haklı ise o kazanır olmalıdır. Zira olması gereken de budur. Çünkü hakkaniyet bunu gerektirir.

Olması gereken cevabı verdik. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Teorisi böyle olan bu işlerin uygulaması böyle midir? Yani haklı olan mı kazanır? Üzülerek söyleyebilirim ki pek az istisna hariç, mülkiyeliler genellikle diğer kurumlara galip gelir. Bu da çoğu kurumun sahibinin olmadığını ve mahallesine sahip çıkmadığını gösteriyor. Sahibi varsa da yaptığı, kurumun koltuğunu işgal etmekten ibarettir. Nasılsa ellerinde bol bol sarı öküzleri vardır. İster suçlu olsun ister olmasın. Sırası geleni seve seve kurban ederler. Seve seve olmasa da iyi geçinme ve karşıma almayayım düşüncesiyle kendi personelini başkasına kurban vermekten çekinmezler. Zira dayanışması ve sahiplenilmesi güçlü olan kurumların ricaları bile bir emir kabul edilir diğer bazı kurumların sahipleri tarafından. Yapacakları tek şey, bu ricayı kılıfına ve kitabına uydurmaktır ibarettir. Haklarını yemeyelim, bunda da çok mahirdirler.

Sonuç olarak bu konuda şunu söylemek isterim. Bazı mahalleler korunup gözetilse de bu mahallelerin sahibi varsa da bazı mahallelerin sahiplerinin ha varlığı ha yokluğu olsa da tüm mahallelerin üstünde aynı zamanda yerin, göğün ve her şeyin sahibi bir vardır. O ne güzel sahiptir ne güzel vekildir.

Mağduriyetten Ekmek Yiyenler

Kimse mağduriyet yaşamak istemez. Çünkü her mağduriyet bir sıkıntıdır. Bu sıkıntı bir anlık olabileceği gibi bazen yıllar yılı da sürebiliyor. Hatta yaşanan mağduriyet kişinin belleğinde yer edinebiliyor ve kişi, hayatı boyunca bunun etkisinde kalabiliyor. Özellikle hak etmeden maruz kalınan mağduriyetler kişide derin izler bırakabilir. Çoğu zaman da dengeli hareket edebilmesinin önüne geçebiliyor. Bu, içe kapanma şeklinde olabildiği gibi fırsat eline geçtiği zaman öç alma duygusunu da tetikleyebiliyor.

Bazı mağduriyetler kişinin geleceğini etkileyip ikbalini yok etse de bazıları vardır ki yürü ya kulum cinsindendir yani kişinin önünü açan mağduriyetlerdir. Özellikle siyaseten yaşatılan mağduriyetler, inanç ve fikir özgürlüğü yönünden yaşatılan mağduriyetler, anlaşılması zor ve kamuoyunun ikna olamadığı uyduruk disiplin ve hapis cezaları örnek olarak verilebilir. Hepsi aynı kefeye konmasa da yaşattırılan mağduriyet dolayısıyla bu mağduriyetten uzun yıllar hatta hayatı boyunca ekmek yiyen, yemeye devam eden ve devam edecek olanlara bazı örneklere burada yer vermek istiyorum:

80 ihtilali sonrasında hapis yatan nice kişiler, yaşadıkları bu sürecin ardından uzun yıllar TBMM'de vekil olabilmişlerdir. Aşağı yukarı her partide var böyleleri. 

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı iken okuduğu bir şiir yüzünden Erdoğan'ın dört ay hapis yatması, bir süre siyasi yasaklı olması belki de önünü açan ve 20 yıldır siyasette sözü geçen biri olmasında en önemli faktördür. 

Ak Partide kaç dönem vekillik yapan aynı zamanda parti genel başkanlığı görevini yürüten Konya milletvekili ve aynı zamanda İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan Leyla Şahin Usta, başörtülü olarak tıp fakültesini bu ülkede bitiremeyip öğrenimini yurtdışında tamamlayan mağdurlardan biri. 

Halen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu'nun kesinleşme süreci tamamlamayan aldığı hapis ve siyasi yasak cezası, Erdoğan'ın siyasette söz sahibi olmasına benziyor. Bu konuda son sözü İstinaf ve Yargıtay söyleyecek. Çok anormal bir gelişme olmazsa İmamoğlu hakkındaki yargının kesin kararı 2023 seçim sonrasına kalacak. Ceza onanır veya kaldırılır ama bilelim ki bu ara karar seçim boyunca konuşulacak. Önü kesilmeye çalışıldı denecek. Belki de bu karar, adayını açıklamakta zorlanan Altılı Masaya, bu işin lamı cimi yok. Adayınız İmamoğlu mesajı veriyor. İmamoğlu aday yapılır mı, yapılırsa Cumhurbaşkanı seçilir mi, bunu zaman gösterecek ama haklı veya haksız alınan veya verilen bu ceza, İmamoğlu'nu kahraman yapmaya ve önünü açmaya yönelik bir hamledir. Bunun izlerini karar açıklanır açıklanmaz İmamoğlu cephesindeki sevinç gösterilerinden görebiliriz. Normal şartlarda alınan ya da verilen bir cezaya ağır olsun, hafif olsun üzülünür. Sahi, kim ya da kimler aldığı 2 yıl 7 ay, 15 günlük hapis cezasına bu şekil sevinebilir? Kim, ne derse desin, mağdur rolüne bürünmüş bu sevinç gösterisi İmamoğlu'nu kahraman yapmaya yönelik önemli bir hamledir. Tutar veya tutmaz ama görünen o ki Ekrem İmamoğlu da bu mağduriyetten ekmek yiyecek. 

15 Aralık 2022 Perşembe

Ya Tutarsa Siyaseti

Siyasetimizi takip edenler bilir, bizim siyasetimiz, birilerinin parti kurup haydi kozlarımızı paylaşalım, kim yenerse ülkeyi o yönetsin üzerine yürümüyor. Birileri oyun kurucu. Bunlara üst akıl diyebiliriz. Bunlar Türk siyasetine yön verirler. Pek az istisna hariç kurdukları senaryolar kurguladıkları şekilde sonuçlanır. Siyasetçilerimize ve seçmenlere de düşen bilerek veya bilmeyerek senaryonun amacına hizmet etmektir. Yani figüranlık ya da oluşturulan algıya gönüllü veya gönülsüz teslimiyettir.
Üst akıl, sonuçlara etki etmek için siyasetimizi dizayn eder. Bazen bir zamanlar dördüncü kuvvet kabul edilen basın ve medyayı bazen "Genç subaylar rahatsız" başlığı attırılarak askeri bazen sendika ve odaları bazen yargıyı bazen arşivdeki kasetleri devreye sokar. Bazen ülke ekonomik krize sürüklenir bazen de terörü azdırarak terörden medet beklenir. Korku ve ümitsizlik pompalanır. Tüm bunlar ve daha fazlası, kamuoyunu olumlu veya olumsuz şekilde etkilemek, siyasete soyunan kimselerin kimini gözden düşürmek kiminin de yıldızını parlatmak amacıyla yapılır. Yani amaç seçmenin çoğunluğunu bir yöne kanalize etmektir. Mağduriyet oluşturarak kahraman ve kurtarıcı bulmaktır. Bunun için de çok çaba sarf etmiyorlar. Nasılsa oluşan algı ile planları tıkır tıkır işliyor. Seçmen, oluşturulan algı üzerinden siyasi tercihini belirlerken bunlar da yine büyük bir iş yaptık diyerek perde gerisinde kıkır kıkır gülüyor.
Örnek mi istersiniz? Çok eskiye gitmeyeceğim. Buyurun: İstanbul Belediye Başkanı iken okuduğu şiir yüzünden Erdoğan'a mahkumiyet verilmesi ve siyasi yasaklı hale getirilmesi. Bu kararın sonucunda da Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürülmüştü. Biraz aklıselim düşünülse, başkasının yazdığı, okunması yasak olmayan bir şiiri okumasından dolayı bir kimseye ceza verilse buna kargalar bile güler. Kararı verenlerin niyeti Erdoğan'ın önünü kesmek, muhtar bile olmasının önünü kesmek ise de sonuçları itibariyle düşünüldüğünde, burada oluşturulan mağduriyet, Erdoğan'ın önünü açmıştır ve Sayın Erdoğan 20 yıldır bu ülkeyi tek başına yönetiyor. 
Özetlersek, Erdoğan'ın uzun yıllar bu ülkede söz sahibi olmasında ve oylarını artırmasında; şiir yüzünden ceza alıp hapis yatması, ilaveten siyasi yasaklı kılınması, 28 Şubat süreci, 367 garabeti, 27 Mart dijital muhtırası gibi müdahalelerin katkısı büyüktür. Burada sormak lazım. Halihazırda önü kesilmek istenen Erdoğan mı mağdur, önü kesilsin diye ceza verelim diyenler mi? 
Gelelim İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu. Başkana verilen hapis ve siyasi yasak cezası, nihai karar olmamasına rağmen verilen bu ceza, ister istemez Erdoğan'ın önünü kesme niyetini akla getiriyor. Dün Erdoğan'ı mağdur edenler bugün İmamoğlu'nu mağdur etmek istiyor. Süreç aynı, sadece aktörler farklı. 
İmamoğlu Erdoğan olabilir mi? Bunu zaman gösterecek olsa da bu kararla, adaylığı dillendirilen Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının önü kesilmiş, İmamoğlu'nun ise adaylığının önü açılmış oldu. İmamoğlu aday olunca kazanır mı? Bunu da zaman gösterecek. Halihazırda görünen, yazılan bu senaryonun aynısını film olarak seyrettik biz. 

Harçlıklarda Gidişat

Vay efendim, harçlığını bundan sonra döviz olarak istiyormuş. Sebebi de ben harçlığını kendisine ulaştırmadan harçlığı eriyormuş. Bir de iyilik lutfeder gibi ister dolar ister EURO olarak verebilirmişim.

Şaka yapıyor olmalı diye yüzüne baktım. Seni kerata seni diyerek güldüm. Hiç olmadığı kadar ciddiyim dedi.

Yahu ben dövizle mi alıyorum da benden döviz istiyorsun dedim. Hayatın acı gerçeği bu. Maalesef gerçekler acıdır. Kendimi düşünmek zorundayım dedi.

İyi oğlum, bu gerçekliğin suçlusu ben miyim dedim. O da ben miyim dedi. Evde suçlu bulamadık. Hoş, dışarıda da yok. Suç orta yerde sahibini arayıp duruyor. Çok bekler daha. Zira suçun sahibi olur mu?

Neyse uzatmayalım, aynı yastığa baş koyduğum annesi de oğlan haklı demez mi? Yeni bir aile faciasına sebebiyet vermemek için dediğiniz gibi olsun. Yalnız harçlığın ederi ne ise döviz cinsinden TL olarak vereyim dedim. Ona da yanaşmadı. Anlatamadım galiba. Harçlığım erir dedi tekrar. Burnumdan soluyorum dedim. Hakkımı istemek ne zamandan burundan soluma sebebi dedi. O zaman hesabından bir döviz hesabı açtır. Gönderdiğimi dövize çevir dedim. Ben sanal dövizi ne yapayım? Döviz dediğin cebimde olmalı. Haydi bundan da geçtim. Bir OHAL'den bahsediliyor. Parama el konabilir dedi. Oğlum, aslı yokmuş. Yetkili ağız açıkladı dedim. Şu aşamadan sonra kendim dahil kimseye güvenmiyorum. Zira kime güvendi isem, beni yarı yolda bıraktı. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Zira güvendiğim dağlara hep karlar yağdı. O yüzden nakit istiyorum dedi. O zaman TL vereyim, döviz bürosundan kendin al dedim. Yav baba, bana TL deme. Dövizciye giderim gitmeye ama ya ben döviz alırken gören biri, ulen ahlaksız, TL varken döviz alınır mı? Bu yaşadıklarımız senin yüzünden derse ne yapacağım? Ölür müsün, öldürür müsün bu durumda. Oğlum, abartıyorsun dedim. Tamam, döviz almaya giderim ama gidinceye kadar kur değişirse farkını alırım tamam mı dedi. Tamam, ulen, dediğin gibi olsun dedim.

Hasılı bir aile faciasına sebebiyet vermeden bu işi şimdilik hallettik. Birileri yüksek kur politikası izlese de ben kurun düşmesini dört gözle bekleyeceğim. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirme derseniz, benim oğlanın sosyal medyası yok. Siz düşünün derim. 

Not: Yazının gerçeklikle bir alakası yoktur. 15.12.2021