16 Aralık 2022 Cuma

Bazı Mahallelerin Sahibi Yok

Her ne kadar "Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her birine" mahalle dense de mahalleden biri hakkında konuşurken "Bizim mahallenin çocuğu", aynı düşünceyi paylaşanlara camia anlamında "Bizim mahalleden", yine düşünce olarak farklılaşanlara "Mahalleyi terk etti" veya "Mahallesini sattı" dendiğini de biliyoruz.

Gördüğünüz gibi mahalle kavramı farklı anlamlar da kullanılabiliyor. 

İşim gereği bugün resmi bir kuruma uğradım. İlgili kişinin yanından dönerken koridorda tanıdığım bir yetkiliyle karşılaştım. Hal hatırdan sonra ayaküstü lafladık. Biri hakkında "O, bizim mahallenin insanı" dedi. Kastettiği kişiyi düşündüm. Bir kurumda çalışıyordu. Yani aynı mahallede oturmuyor, belki de aynı düşüncede değildi ama mahalle kavramının kurumlarla ilgili de kullanıldığını bu vesileyle öğrenmiş oldum. Buradan hareketle eğitimciler, mülkiyeliler, harbiyeliler, tıbbiyeliler, tarımcılar vb. kurum çalışanlarına da mahalleli anlamı verilebiliyor.

Tüm bunlardan benim anladığım, mahalleli kavramı aynı zamanda bir dayanışma ve sahip çıkma anlamı da içeriyor. Kurum içinde ne döndüğü bilinmez ama bazı kurumlar vardır ki personeline ve kurumuna sahip çıkmada diğer kurumlardan ileri seviyededir. Mesela mülkiye, tıbbiye, adliye ve harbiyeyi buna örnek olarak verebiliriz. Bu kurumlar hakkında bir olay vuku bulduğunda veya çalışanları ile ilgili bir durum ortaya çıktığında, o kurum çalışanları ve o kurumların başındakiler, düşünceleri ne olursa olsun, hemen kenetleniveriyorlar. Yani içeriden kolay kolay bir sarı öküz vermiyorlar, meslektaşlarını başkasına yem etmiyorlar. Belki de kendi içlerinde, aralarında kıyasıya mücadele ediyorlardır ama dışa verdikleri görüntü bu. Görünen o ki bu kurumların sahibi var. Zira mahallelerine sahip çıkıyorlar.  

Mülkiye, harbiye, tıbbiye ve adliye çalışanlarının kendi aralarında birbirlerini sahiplenmesi, meslek dayanışması göstermesi takdire şayandır. Aynı dayanışma ve sahiplenme duygusu diğer meslek gruplarında ve kurumlarda da var mıdır? Varsa da inan bilmiyorum. Zira iç halleri ve iç işleyişleri hakkında kurumlarla ilgili bu konuda, sahiplenme/meslek dayanışması var veya yok demek dışarıdan gazel okumak gibidir. Hiçbir kurum ismi vermeden bu konuda ancak gözlemlerimi söyleyebilirim: Bahsettiğim dört kurum dışında kalan diğer kurumlarda sahiplenme ve dayanışma ya yoktur ya da çok zayıftır.

Meslek dayanışması ve sahiplenme duygusu güçlü olan kurumların diğerlerini dışarıda bırakarak bir tanesine bir soruyla örnek vermek istiyorum. Farz edelim ki bir mülkiyeli ile başka bir kurumda bir çalışan arasında bir sorun ya da anlaşmazlık olsa kim galip gelir? Cevabımız, kim haklı ise o kazanır olmalıdır. Zira olması gereken de budur. Çünkü hakkaniyet bunu gerektirir.

Olması gereken cevabı verdik. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Teorisi böyle olan bu işlerin uygulaması böyle midir? Yani haklı olan mı kazanır? Üzülerek söyleyebilirim ki pek az istisna hariç, mülkiyeliler genellikle diğer kurumlara galip gelir. Bu da çoğu kurumun sahibinin olmadığını ve mahallesine sahip çıkmadığını gösteriyor. Sahibi varsa da yaptığı, kurumun koltuğunu işgal etmekten ibarettir. Nasılsa ellerinde bol bol sarı öküzleri vardır. İster suçlu olsun ister olmasın. Sırası geleni seve seve kurban ederler. Seve seve olmasa da iyi geçinme ve karşıma almayayım düşüncesiyle kendi personelini başkasına kurban vermekten çekinmezler. Zira dayanışması ve sahiplenilmesi güçlü olan kurumların ricaları bile bir emir kabul edilir diğer bazı kurumların sahipleri tarafından. Yapacakları tek şey, bu ricayı kılıfına ve kitabına uydurmaktır ibarettir. Haklarını yemeyelim, bunda da çok mahirdirler.

Sonuç olarak bu konuda şunu söylemek isterim. Bazı mahalleler korunup gözetilse de bu mahallelerin sahibi varsa da bazı mahallelerin sahiplerinin ha varlığı ha yokluğu olsa da tüm mahallelerin üstünde aynı zamanda yerin, göğün ve her şeyin sahibi bir vardır. O ne güzel sahiptir ne güzel vekildir.

Mağduriyetten Ekmek Yiyenler

Kimse mağduriyet yaşamak istemez. Çünkü her mağduriyet bir sıkıntıdır. Bu sıkıntı bir anlık olabileceği gibi bazen yıllar yılı da sürebiliyor. Hatta yaşanan mağduriyet kişinin belleğinde yer edinebiliyor ve kişi, hayatı boyunca bunun etkisinde kalabiliyor. Özellikle hak etmeden maruz kalınan mağduriyetler kişide derin izler bırakabilir. Çoğu zaman da dengeli hareket edebilmesinin önüne geçebiliyor. Bu, içe kapanma şeklinde olabildiği gibi fırsat eline geçtiği zaman öç alma duygusunu da tetikleyebiliyor.

Bazı mağduriyetler kişinin geleceğini etkileyip ikbalini yok etse de bazıları vardır ki yürü ya kulum cinsindendir yani kişinin önünü açan mağduriyetlerdir. Özellikle siyaseten yaşatılan mağduriyetler, inanç ve fikir özgürlüğü yönünden yaşatılan mağduriyetler, anlaşılması zor ve kamuoyunun ikna olamadığı uyduruk disiplin ve hapis cezaları örnek olarak verilebilir. Hepsi aynı kefeye konmasa da yaşattırılan mağduriyet dolayısıyla bu mağduriyetten uzun yıllar hatta hayatı boyunca ekmek yiyen, yemeye devam eden ve devam edecek olanlara bazı örneklere burada yer vermek istiyorum:

80 ihtilali sonrasında hapis yatan nice kişiler, yaşadıkları bu sürecin ardından uzun yıllar TBMM'de vekil olabilmişlerdir. Aşağı yukarı her partide var böyleleri. 

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı iken okuduğu bir şiir yüzünden Erdoğan'ın dört ay hapis yatması, bir süre siyasi yasaklı olması belki de önünü açan ve 20 yıldır siyasette sözü geçen biri olmasında en önemli faktördür. 

Ak Partide kaç dönem vekillik yapan aynı zamanda parti genel başkanlığı görevini yürüten Konya milletvekili ve aynı zamanda İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan Leyla Şahin Usta, başörtülü olarak tıp fakültesini bu ülkede bitiremeyip öğrenimini yurtdışında tamamlayan mağdurlardan biri. 

Halen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu'nun kesinleşme süreci tamamlamayan aldığı hapis ve siyasi yasak cezası, Erdoğan'ın siyasette söz sahibi olmasına benziyor. Bu konuda son sözü İstinaf ve Yargıtay söyleyecek. Çok anormal bir gelişme olmazsa İmamoğlu hakkındaki yargının kesin kararı 2023 seçim sonrasına kalacak. Ceza onanır veya kaldırılır ama bilelim ki bu ara karar seçim boyunca konuşulacak. Önü kesilmeye çalışıldı denecek. Belki de bu karar, adayını açıklamakta zorlanan Altılı Masaya, bu işin lamı cimi yok. Adayınız İmamoğlu mesajı veriyor. İmamoğlu aday yapılır mı, yapılırsa Cumhurbaşkanı seçilir mi, bunu zaman gösterecek ama haklı veya haksız alınan veya verilen bu ceza, İmamoğlu'nu kahraman yapmaya ve önünü açmaya yönelik bir hamledir. Bunun izlerini karar açıklanır açıklanmaz İmamoğlu cephesindeki sevinç gösterilerinden görebiliriz. Normal şartlarda alınan ya da verilen bir cezaya ağır olsun, hafif olsun üzülünür. Sahi, kim ya da kimler aldığı 2 yıl 7 ay, 15 günlük hapis cezasına bu şekil sevinebilir? Kim, ne derse desin, mağdur rolüne bürünmüş bu sevinç gösterisi İmamoğlu'nu kahraman yapmaya yönelik önemli bir hamledir. Tutar veya tutmaz ama görünen o ki Ekrem İmamoğlu da bu mağduriyetten ekmek yiyecek. 

15 Aralık 2022 Perşembe

Ya Tutarsa Siyaseti

Siyasetimizi takip edenler bilir, bizim siyasetimiz, birilerinin parti kurup haydi kozlarımızı paylaşalım, kim yenerse ülkeyi o yönetsin üzerine yürümüyor. Birileri oyun kurucu. Bunlara üst akıl diyebiliriz. Bunlar Türk siyasetine yön verirler. Pek az istisna hariç kurdukları senaryolar kurguladıkları şekilde sonuçlanır. Siyasetçilerimize ve seçmenlere de düşen bilerek veya bilmeyerek senaryonun amacına hizmet etmektir. Yani figüranlık ya da oluşturulan algıya gönüllü veya gönülsüz teslimiyettir.
Üst akıl, sonuçlara etki etmek için siyasetimizi dizayn eder. Bazen bir zamanlar dördüncü kuvvet kabul edilen basın ve medyayı bazen "Genç subaylar rahatsız" başlığı attırılarak askeri bazen sendika ve odaları bazen yargıyı bazen arşivdeki kasetleri devreye sokar. Bazen ülke ekonomik krize sürüklenir bazen de terörü azdırarak terörden medet beklenir. Korku ve ümitsizlik pompalanır. Tüm bunlar ve daha fazlası, kamuoyunu olumlu veya olumsuz şekilde etkilemek, siyasete soyunan kimselerin kimini gözden düşürmek kiminin de yıldızını parlatmak amacıyla yapılır. Yani amaç seçmenin çoğunluğunu bir yöne kanalize etmektir. Mağduriyet oluşturarak kahraman ve kurtarıcı bulmaktır. Bunun için de çok çaba sarf etmiyorlar. Nasılsa oluşan algı ile planları tıkır tıkır işliyor. Seçmen, oluşturulan algı üzerinden siyasi tercihini belirlerken bunlar da yine büyük bir iş yaptık diyerek perde gerisinde kıkır kıkır gülüyor.
Örnek mi istersiniz? Çok eskiye gitmeyeceğim. Buyurun: İstanbul Belediye Başkanı iken okuduğu şiir yüzünden Erdoğan'a mahkumiyet verilmesi ve siyasi yasaklı hale getirilmesi. Bu kararın sonucunda da Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürülmüştü. Biraz aklıselim düşünülse, başkasının yazdığı, okunması yasak olmayan bir şiiri okumasından dolayı bir kimseye ceza verilse buna kargalar bile güler. Kararı verenlerin niyeti Erdoğan'ın önünü kesmek, muhtar bile olmasının önünü kesmek ise de sonuçları itibariyle düşünüldüğünde, burada oluşturulan mağduriyet, Erdoğan'ın önünü açmıştır ve Sayın Erdoğan 20 yıldır bu ülkeyi tek başına yönetiyor. 
Özetlersek, Erdoğan'ın uzun yıllar bu ülkede söz sahibi olmasında ve oylarını artırmasında; şiir yüzünden ceza alıp hapis yatması, ilaveten siyasi yasaklı kılınması, 28 Şubat süreci, 367 garabeti, 27 Mart dijital muhtırası gibi müdahalelerin katkısı büyüktür. Burada sormak lazım. Halihazırda önü kesilmek istenen Erdoğan mı mağdur, önü kesilsin diye ceza verelim diyenler mi? 
Gelelim İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu. Başkana verilen hapis ve siyasi yasak cezası, nihai karar olmamasına rağmen verilen bu ceza, ister istemez Erdoğan'ın önünü kesme niyetini akla getiriyor. Dün Erdoğan'ı mağdur edenler bugün İmamoğlu'nu mağdur etmek istiyor. Süreç aynı, sadece aktörler farklı. 
İmamoğlu Erdoğan olabilir mi? Bunu zaman gösterecek olsa da bu kararla, adaylığı dillendirilen Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının önü kesilmiş, İmamoğlu'nun ise adaylığının önü açılmış oldu. İmamoğlu aday olunca kazanır mı? Bunu da zaman gösterecek. Halihazırda görünen, yazılan bu senaryonun aynısını film olarak seyrettik biz. 

Harçlıklarda Gidişat

Vay efendim, harçlığını bundan sonra döviz olarak istiyormuş. Sebebi de ben harçlığını kendisine ulaştırmadan harçlığı eriyormuş. Bir de iyilik lutfeder gibi ister dolar ister EURO olarak verebilirmişim.

Şaka yapıyor olmalı diye yüzüne baktım. Seni kerata seni diyerek güldüm. Hiç olmadığı kadar ciddiyim dedi.

Yahu ben dövizle mi alıyorum da benden döviz istiyorsun dedim. Hayatın acı gerçeği bu. Maalesef gerçekler acıdır. Kendimi düşünmek zorundayım dedi.

İyi oğlum, bu gerçekliğin suçlusu ben miyim dedim. O da ben miyim dedi. Evde suçlu bulamadık. Hoş, dışarıda da yok. Suç orta yerde sahibini arayıp duruyor. Çok bekler daha. Zira suçun sahibi olur mu?

Neyse uzatmayalım, aynı yastığa baş koyduğum annesi de oğlan haklı demez mi? Yeni bir aile faciasına sebebiyet vermemek için dediğiniz gibi olsun. Yalnız harçlığın ederi ne ise döviz cinsinden TL olarak vereyim dedim. Ona da yanaşmadı. Anlatamadım galiba. Harçlığım erir dedi tekrar. Burnumdan soluyorum dedim. Hakkımı istemek ne zamandan burundan soluma sebebi dedi. O zaman hesabından bir döviz hesabı açtır. Gönderdiğimi dövize çevir dedim. Ben sanal dövizi ne yapayım? Döviz dediğin cebimde olmalı. Haydi bundan da geçtim. Bir OHAL'den bahsediliyor. Parama el konabilir dedi. Oğlum, aslı yokmuş. Yetkili ağız açıkladı dedim. Şu aşamadan sonra kendim dahil kimseye güvenmiyorum. Zira kime güvendi isem, beni yarı yolda bıraktı. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Zira güvendiğim dağlara hep karlar yağdı. O yüzden nakit istiyorum dedi. O zaman TL vereyim, döviz bürosundan kendin al dedim. Yav baba, bana TL deme. Dövizciye giderim gitmeye ama ya ben döviz alırken gören biri, ulen ahlaksız, TL varken döviz alınır mı? Bu yaşadıklarımız senin yüzünden derse ne yapacağım? Ölür müsün, öldürür müsün bu durumda. Oğlum, abartıyorsun dedim. Tamam, döviz almaya giderim ama gidinceye kadar kur değişirse farkını alırım tamam mı dedi. Tamam, ulen, dediğin gibi olsun dedim.

Hasılı bir aile faciasına sebebiyet vermeden bu işi şimdilik hallettik. Birileri yüksek kur politikası izlese de ben kurun düşmesini dört gözle bekleyeceğim. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirme derseniz, benim oğlanın sosyal medyası yok. Siz düşünün derim. 

Not: Yazının gerçeklikle bir alakası yoktur. 15.12.2021

14 Aralık 2022 Çarşamba

Söylem ve Eylem Birlikteliği*

Fikri ve zikri ne olursa olsun, bu ülkenin en büyük problemi söz ve eylem çelişkisi yaşamamızdır. İçimizde söylem ve eylem birliği olan insanımızın bir elin parmakları kadardır. "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı", "Dediğini yap, gittiği yoldan gitme" sözleri de özü sözü bir olmayan yani söz ve eylem birlikteliği olmayan hocalar için söylenir. Hoca dedimse dini, diyaneti, ayeti, hadisi bilen hocalar kastediliyor. Evet, toplumun birçok kesiminde olduğu gibi hocaların çoğunda da söz ve eylem çelişkisi başlıca sorunumuzdur. Buna hoca değilse de dini hassasiyeti olan ve İslam'ı referans alan kişileri de eklemek lazım. 

Başkasının söz ve eylem çelişkisi tasvip edilmese de hocaların ve dini hassasiyeti olanların bu çelişkiyi yaşaması daha fazla dikkat çeker. Dini hassasiyeti olmayan kişiler dahi hocaların ve dini referans alanların söz ve eylem birliği yaşamasını ister. Bu çelişkiyi yaşayan hocaları görünce, "Adı üzerinde hoca. Bir de hoca olacak. Oturur kalkar, Allah der, peygamber der. Hoca böyle yaparsa başkası neler yapmaz. Hoca dediğin adaletten ayrılmayacak, etrafına güven verecek, emanete hıyanet etmeyecek, ayrıştırıcı değil, toparlayıcı ve arabulucu olacak, sonucu ne olursa olsun, asla doğrudan ayrılmayacak, siyasete angaje olmayacak, kimsenin güdümüne girmeyecek, yaşantısıyla örnek olacak..." gibi sözleri söyler mi söyler.

Doğruluk, dürüstlük, hak ve adalet gibi değerler sadece hoca ve dini hassasiyetleri olanları bağlamaz. Çünkü hepimizde olması gereken hasletlerdir. Ama toplumun hocalardan ve ağzından ayet ve hadisi bırakmayanlardan bu konularda daha fazla hassasiyet beklemesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü bilen birinin, ben bu işin mürekkebini yaladım diyenin ve kitabi konuşanın sorumluluğu öbürlerinden daha fazladır. Bu konuda "Niçin yapamayacağınız şeyleri söylersiniz" ayetini hocalar daha iyi bilir. Aynı zamanda dediğiyle yaptığı örtüşmeyenleri Kur'an'ın kitap yüklü merkebe benzettiğini de bilirler.

Konuyu biraz daha genelleyeyim. Müslüman olmayanların Müslümanlardan bekledikleri, yaşantılarıyla herkese örnek olmalarıdır. Yani dinlerinin gereklerini yapmalarıdır. Bence Müslümanların kahir ekseriyetinin en büyük problemi de budur. Hz. Muhammed'in bizzat rakibi müşrikler tarafından verilen emin sıfatını örnek alabilmiş olsak, inanın dünyada Müslüman olmayan kalmaz. Müslüman olmasalar bile onlar güvenilir kişi demek suretiyle bir hakkı teslim ederler. Böyle bir durumda yani güvenilir olma vasfına haiz olmamız dolayısıyla İslam'ı anlatmak, tebliğ ve irşat görevinde bulunmak için söze de gerek kalmaz. Gören, şekil A da göründüğü gibi der.

Göründüğümüz gibi olamadığımız için Müslümanlar her geçen gün irtifa kaybetmekte ve güven bunalımı yaşamaktadır. Bizi gören onlar Müslümansa ben Müslüman değilim deme noktasına gelebiliyor. Bununla kalsa iyi her geçen gün dine mesafe koyan insanımızın sayısı çoğalıyor. Önce deist sonra ateiste kadar gidebiliyor. Katılır veya katılamazsınız, dini hassasiyeti olan insanların iktidarı ve din adına çalışan bazı grupların gerçek yüzünün ortaya çıkması dine lakaytlığın ve mesafenin en önemli sebeplerindendir.

Ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye biri 1990’lı diğeri de 2020-2021 yılında yapılmış bir araştırma sonucuna da yer vermek istiyorum. Soru şu: Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekiyor. Aşağıdaki meslek gruplarından hangisine çocuklarınızı bırakırsınız? 90’lı yıllarda bu soruya ilk sırada din görevlilerine cevabı verilirken, 2020-2021 yıllarında ise verilen cevapların içerisinde ilk on sırada din görevlileri sınıfı ve dini çağrıştıran bir meslek grubu da yer almıyor. Acı olan ve üzerinde kafa yormamız gereken de bu araştırma sonucu bence. Aynı soruya iki farklı cevabın verilmesinde, 90’lı yıllarda dindar ve mütedeyyin insanların iktidarından söz etmek mümkün değil. Bürokraside de dini referans kabul edenlerin sayısı fazla değil. 2000’li yıllardan sonra dini referans alanların iktidarını ve bürokraside bu hassasiyette olanların ağırlıkta olduğunu hiçbirimiz inkar edemeyiz. Sonucun farklı çıkmasını ben, 90’lı yıllarda Müslümanların makam, mevki ve imkanlarla sınanmayan test edilmemiş dürüstler olarak görüldüğünü, şimdilerde ise test edilmemiş dürüstlerin denendiği bir dönemi yaşadığımız ve bu denemeyi kaybettiğimiz anlamını çıkarıyorum.

Sonuç olarak bu konuda kim, ne derse desin, söz ve eylem birlikteliği dini referans alanlar için önemli. Buna dikkat etmezsek her geçen gün itibar kaybetmeye devam ederiz.

*19 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Uydum Kalabalığa! *

Bir elin tetiklemesiyle, üç harflilere karşı bir boykot bir kızgınlık bir tepki vardı. Hikmeti nedir bilmiyorum, bıçak gibi kesildi. Saman alevi gibi birden söndü. Bu nasıl bir güçtür, ne iştir anlamadım. Biri kalkıp senin kalemini kırdım dedi. Yaşa, var ol, haklısın, arkandayız, sana destek oluyoruz. Zira yılanın başı bunlardır diyen hatırı sayılır bir kalabalık bu boykota katıldı. Katılmakla kalmayıp sosyal medyada paylaşımlar yaparak sürece hararetle destek verdi.

Anlamadığım, bu boykot başlamasıyla bitmesi bir oldu. Boykot sona ersin etmeye de biraz çabuk bitmedi mi? Boykota katılan ve destek verenlerden olmadım ama tasası ban düştü. Merak bu ya...

Fiyat yükseltenlerin bu üç harfliler olmadığı mı anlaşıldı?

Hedef gösterene, adı geçen üç harfliler bir yanlış anlaşılma oldu deyip anlaşmaya mı vardı? 

Üç harflilerin pastasından pay alamayan bazı gazeteler reklam mı aldı? Eğer böyleyse hepsi bu kadar mıydı? Biraz ucuza gitmedi mi? Tüm mesele bir yorgan kavgası mıydı? Yorganı kim ya da kimler aldı? Yorgan yünden mi idi yoksa elyaf ya da pamuktan mıydı? 

Yoksa olup biten gündem saptırmak için taraflar arasındaki bu kavga bir kayıkçı kavgası mıydı? 

Acaba üç harfliler, boykotçular haklı. Biz de enflasyon bahanesiyle fahiş fiyat yapmıştık. Şu fiyatları makul seviyeye en azından Tarım Kredi Kooperatiflerindeki fiyatlara çekelim. Biz ettik, siz etmeyin, aha yeni  fiyatlarımız mı dedi? 

Zabıta, başkan ve kolluk kuvvetlerinin denetimleri fayda verip üç harfliler insafa mı geldi? 

Fiyatlar normale indirilmediyse boykottan niçin vazgeçildi? Boşu boşuna boykot yapılmış olmadı mı?

Bu üç harflilerin FETÖ bağlantısı araştırıldı. Pirüpak oldukları mı anlaşıldı? Adamlar da masummuş, boşu boşuna günahlarını aldık mı dendi? 

Bir insaf sahibi başka işiniz yok mu? Koca koca adamlarsınız, bırakın şu kavgayı. Dostu üzüyor, düşmanı sevindiriyorsunuz mu dedi?

Taraflar bir gecede hidayete mi erdi? 

Taraflar arasında bir anlaşma söz konusu olduysa, sosyal medyada boykota katılanların bu anlaşmadan nasıl haberi oldu da paylaşımlardan vazgeçtiler? 

Tüm bu olup biten ve komediyi andıran boykot sürecine, balıklama atlayan uydum kalabalığa taifesi; kandırıldık, kumpasa geldik, oyuna geldik mi dedi acaba? Yoksa pişman değilim, bugün olsa yine yaparım mı diyorlar? 

Acaba, altı yaş olayı dolayısıyla gündem mi değişti? Muhterem uydum kalabalığı, şimdilerde daha önemli bir gündem dolayısıyla bu boykota ve paylaşımlara ara mı verdi? Bu insanlar ne oluyor bize? Bize dayatılan gündeme ne oluyor, bu olayın perde gerisi nedir, birileri kalkın ey millet, memleket elden gidiyor dedi. Biz de aslı var sandık. Biz kalktık, onlar oturdu. Bir daha tövbe. Babam da olsa kimsenin dolduruşuna gelmem şeklinde bir özeleştiriye varlar mı? 

Acaba bu gündem saptırma reklam olsun, zira reklamın kötüsü olmaz. Altı yaş, altıyı daha doğrusu altılı masayı belleklere bu vesileyle yerleştirir düşüncesiyle altılı zevatın işi olmasın. 

Acaba şu boykottan kurtulalım diyerek altı yaş iddiasını üç harfliler icat etmiş olmasın? Biliyorsunuz cin taifesi bizim yapamadığımız çoğu şeyleri yapabiliyor. 

Acaba bu üç harfliler boykotu, dış güçlerin içimize saldığı yeni bir fitne olmasın? 

Bu süreç yaşanması gerekiyordu. Geçti gitti. Tarihin çöplüğünde yerini alsın. Deşeleyen kedi köpektir mi diyorsunuz? 

Acaba şu altı yaş olayı sona erdikten sonra üç harfliler yeniden günah keçisi olmaya pardon boykot kaldığı yerden devam edecek mi? 

Gördüğünüz gibi benim niyet okumam uzar gider. Bu konuda ciltli kitaplar bile yazdırır benim bu vesveseli halim. Belki de boykotun sona ermesi benim bu zanlarımdan hiçbiri değil. Ne edersiniz ki ben buyum. Bir türlü olumlu düşünemiyorum. 

Aman neyse ne? Siz benim gibi olmayın. Elinizi yormayın. Kafanızı hiç. Gözünüzü asla. Beynimizi şeytanın vesvesiyle meşgul etmeyin. En iyisi yarın ne yapacağınızın haberini bekleyin. Onlar düşünsün, siz uygulayın. Uygularken niyet etmeyi de unutmayın: Buyurun, uydum hazır olan kalabalığa. Zira yalnızlara oynamak, değerli yalnızlığı tercih etmek akıl karı değildir, kurt kapar. 

* 16 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

13 Aralık 2022 Salı

En Büyük Kötülük

Saçımızı süpürge etmek, bir dediklerini iki etmemek; el bebek, gül bebek büyütmek, ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek, yaşına uygun sorumluluk vermemek, nazlı büyütmek, uçan kuştan korumak, ben çektim, onlar çekmeyecek demek, kısaca aşırı korumacılık, çocuklarımıza yaptığımız en büyük kötülüktür. Büyüyüp anne baba olsalar dahi sırtımızdan inmezler.

Toplumsal infiale sebebiyet verecek bir olayla ilgili iddialar ortaya çıkar çıkmaz, iddiaların gerçek olup olmadığı ortaya çıkmadan "bunlar zaten böyledir" deyip saldırıya geçmek, aynı şekilde "bunlar böyle değildir" deyip savunmaya geçmek, gerçeğin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engeldir. Çünkü saldırgan ve savunmacı ekibin amacı gerçeği karartmaktır. 

Toplumun herhangi bir kesiminde tepki çeken ve derin yaralar açan bir olay vuku bulduğunda, suçun kişiselliği geri plana itilerek "bunların hepsi böyledir" toptancılığına girişmek, gerçeğin ortaya çıkmasından ziyade o kesim üzerinde algı oluşturmaya yöneliktir. İftiradan farklı değildir.

Bir kesimde, birilerinin ahlaka mugayir bir davranışı yaptığı iddiası, basının gündemine düşer düşmez, suçu ispatlanıncaya kadar kişiler masumdur karinesi bir tarafa bırakılarak hakim ve savcı rolünü üstlenmek, kamuoyu ve gündem oluşturmaya veya gündem saptırmaya, yargısız infaz yapmaya, karalamaya, oy devşirmeye, dürüstlük abidesi kesilmeye yönelik davranışlardır. Hakkaniyete sığmaz. Birileri kavgasını bu şekilde başkası üzerinden yürütür. Bunlar toplumu bölmeye ve kutuplaştırmaya yönelik davranışlardır. Aynı şekilde iddia aşamasında iken bekleyip görelim demeden, ölümüne savunmaya geçip avukat rolünü üstlenmek de aynı amaca hizmet eder.

Bir kesimde işlenmiş edebe mugayir bir eylemi, başkasının daha önce yaptıklarıyla savunmaya kalkmak yani bu konuda siz de çok temiz değilsiniz demeye getirmek, tencere dibin kara, seninki benden kara mantığından ve suç bastırma psikolojisinden başka bir şey değildir.

Bir kesimin içinde yapılan nahoş bir hareket eleştirilmeye kalkıldığında "Yok böyle bir şey. Bu düpedüz bir iftiradır. İslam ve Müslümanlara yapılmış bir saldırıdır" anlayışı, sağlıklı bir anlayış değildir. Halbuki böyle yapılacağına, "Bu kişi şayet bu nahoş harekete imza atmışsa, bunu yargıya ilk önce biz teslim edeceğiz. Şimdiden harekete geçiyor ve yargılanması için savcılığa suç duyurusunda bulunuyoruz" demek o kesimi korumaya, temize çıkarmaya yönelik bir davranıştır. Takdir görür. Bu vesileyle bir kişinin yaptığı eylem tüm camiaya mal edilmez. Suçu olan cezasını çeker. O camia da temize çıkmış olur.

Başkasında gördüğü nahoş bir hareketi, bir kesimin bizde asla olmaz demesi çok iddialı bir sözdür ve boyundan büyük laf etmektir. Çünkü insanın ve toplulukların olduğu yerde her kesim içinde her türlü insan olur. Tıpkı sağlam meyvenin içerisinde çürüklerinin olduğu gibi. 

Suç işlediği tespit edilen birini başkasına yedirmeyeceğiz düşüncesiyle savunmak, o kişinin şımarmasına yol açar. Bu suçuma rağmen koskoca camiam benim arkamda düşüncesine kapılmasına sebebiyet verir ve o kimse yaptıklarıyla yüzleşmez.

Çocuk yaşta evlilik yapanlar, yaptıkları bu evliliği dinden aldığı referansla yapmazlar. Örfi bir durumdur. Burada kişilerin yaptığı, yaptıkları bu işe dinden kılıf bulmaktır. Zaten ararlarsa yorumlarla kendilerine dinden bir çıkış bulabilirler. Bu şekil çocuk evliliği yapanlara birileri, bunlar referansını dinden alıyor, dinin gereğini yapıyorlar dedirtmek istemiyorsak, gelenek fıkhında Arap örfünden etkilenmek suretiyle cevaz verilen çocuk evliliklerinin, günümüz fıkhında geçerli olmadığı fetvasını vermek gerekir. Değilse, birilerinin ağzını büzemezsin. Efendim, alimlerin verdiği fetvalara dokunulamaz. Biz kimiz ki demek ve fetva kitaplarının içinden demode olmuş fetvaları ayıklamamak dine yapılan en büyük kötülüktür.