3 Aralık 2022 Cumartesi

Boykot Yapıyorum

 —Oğlum, üç harfli marketin yanındayım. Çabuk gel buraya. 

—Geldim baba. Neredesin.

—Marketin arkasındayım.

—Niye arkada duruyorsun?

—Boş ver şimdi bunu.

—Niye çağırdın beni?

—Al şu kartı. Şu üründen bolca al.

—Baba, kendin niye almadın da beni buraya kadar çağırdın?

—Oğlum, bir gören olur.

—Görsün. Ne var bunda?

—Öyle deme evlat. Ben bu marketleri boykot eylemine katıldım.

—Niye?

—Katıldım. Oldu bir kere.

—Madem boykot yapıyorsun. Beni o markete niye gönderiyorsun?

—Dediğim üründe indirim varmış.

—Kaç lira indirim varmış?

—20 liralık ürün, 19,98'e indirmişler.

—Ben bu marketten alınca senin protesto eylemin delinmiş olmuyor mu? Bunda bir çelişki yok mu? 

—Ben alırsam çelişki olur ama sen alınca olmuyor. Sözümde durmam lazım. 

—Ciddi misin?

—Hiç olmadığı kadar.

—Daha önce de bu telefonu kullanmayacağım diye kırmıştın. Sonra yenisini aldın.

—Karıştırma oğlum şimdi bunu. Boykot var derlerse katılacağız. Boykotun ateşi sönünce hiçbir şey olmamış gibi işimize bakacağız. Şu var ki ilanihaye küslük olmaz. 

—Bir şey anlamadım ama dediğin olsun.

2 Aralık 2022 Cuma

Ucuz Kurtulmak

Yeni ekonomik modelle ilgili siyasi irade bir dizi tedbir alırken ben de kendimce bazı önlemler aldım. Eve de sıkı sıkıya tembihledim. Fiyatlar kortuyor beni. Bir süre zaruri ihtiyaçlar dışında olanla yetinmemiz gerek. Ekmek dahil, zaruri alışverişe giderken bile ayaklarım geri geri gidiyor dedim. Ev tamam deyince mesajım anlaşıldı dedim, bir sevindim bir sevindim.

Hayat böyle devam ederken oğlanların anası, şu ayakkabıları giymeyeceğim artık dedi. İhtiyacın yok mu dedim. Hayır cevabı alınca bir ihtiyacı olan giysin diyerek arabanın bagajına koydum. Başkasına verdim.

Bu arada kış bastırdı. Karıncayı söylemeye gerek yok. Zaten kış hazırlığını yaptı. Hatta bu sene ağustos böceği bile tedarikliydi. Çocukların anası, bana kışlık ayakkabı lazım dedi. Kan beynime sıçradı ama oralı olmadım. Akşam sabah bu ihtiyaç ortaya dillendirildiyse de bir alınganlık gösterip mübarek kışlık botların var ya dedim. Varmış ama ayakları sıkıyormuş. Bot ayağı sıkınca haliyle benim de canımı sıktı. İçime bir daralma geldi. Hafakanlar bastı. Siz buna karabasan deyin. Vicdansız bot. Ayağı sıkacak zaman mıydı şimdi? Sıkacaksan benim ayağımı sık dedimse de kendim dahil kimseyi ikna edemedim. Zira her ikna çabam, gel sen onu benim külahıma anlat dercesine alim kaldı. 

Bir gün o değilden saat 10.30'da Zafer'de buluşalım. Senin şu ayakkabıya bakalım dedim. Dedim ama bu sene kalsın denir mi ya da bugün benim işim var, çıkamam, umudunu hep içimde taşıdım. Tamam cevabı karşısında hiç şaşırmadım. Çünkü ha düğüne gitmişiz ha alışverişe. 

Buluşmak için dediğim saatte Zafer'e geçtim. Millet Zafer'de başka amaçla buluşur, biz ise alışveriş için. Bir de en kaliteli en rahat ve pahalı ayakkabıyı bulmak için dükkan dükkan dolaşalım der mi? İşte o zaman yandım demektir. 

Girdik gördüğümüz ilk mağazaya. Sordum kışlık ayakkabı reyonunuz ne tarafta diye. Gösterilen yere yöneldik. Hanım ayakkabılara bakarken ben fiyatlara göz gezdirdim. Öyle ya herkesin ilgi alanı farklı idi. İki çeşit fiyat ağırlıktaydı. Taksitli tutarları farklı olsa da peşin fiyatları 350 ve 430 idi. 430'u gözden çıkardım. Çünkü bizim evde pahalı olan muteberdi. 

İki tanesini beğendi. Hangisini alayım derken fiyatlarını bir öğrenelim dedi çocukların anası. Kasiyere fiyatlarına bir bakar mısın dedim. Kutularıyla getirirsen yardımcı olurum dedi. Birkaç kutu birden açmıştık. O kutulardan iki tanesine koyup götürdüm. 430'muş fiyatları. Pahalısını seçmişim diye hanım bir sevindi bir sevindi. Yüzünden okudum bunu. 500'e denklersek 50 lira da indirim kazanırmışız. Buna da sevindi başka şeyler de alacağız diye. Bunu da belli etmedi ama ben kaçın kurrasıyım. Kasiyer  önündeki indirimli ürünleri gösterdi. Bunlardan alabilirsiniz dedi. Üstelik bu kampanyanın bugün son günüymüş. Bugün şanslı günümüzdeydik anlaşılan. Her zaman denk gelmezdi böylesi. 

Şunu mu alayım, bunu mu alayım sorusuna şu dedim. Başka mağazalara bakmayacak mıyız sorusuna, beğendi isen, ayağın da rahat ettiyse, dolaşmamıza gerek yok. Bunlardan birini al dedim. Nihayet karar kıldık bir tanesinde. Kasaya doğru giderken 70 liralık başka neler alabiliriz hesabı yaptığımız, sağa sola bskmamızdan belliydi. Çorap mı alalım, ayakkabı sileceklerinden mi yoksa kasiyerin önünde ne işe yaradığını bilemediğim şeylerden mi derken, seçtiğimiz ayakkabıyı kutusuyla beraber kasiyere uzattım. Fiyat, 349 çıktı bu sefer. Kız şaşırdı, hanım şaşırdı. Kasiyer bir kutuya bir içindeki ayakkabıya baktı. Yanlışlığı tespit için uğraştı. Ama nafile. Ayakkabı 349 lira idi. O ikisi birden nasıl oldu bu böyle diye şaşırıp dursun. Sevinme sırası bendeydi. 15 dakika içerisinde 81 lira indirim kazanmıştım. Hanım, kasiyer ayarladın mı yoksa dedi. Ne ayarlaması? Gerçeklerin er geç çıkma gibi bir huyu vardı. Bu indirim nasıl oldu, kocama daha fazla masraf ettiremedim diye hanım üzüle dursun. Çek kızım şu karta dedim. Kızımız kartı aldı. 500'e denklemeyecek misiniz? Değilse 50 liralık indirimden faydalanamayacaksınız dedi. Kızım, ayakkabı 450 olsaydı, 50 liralık indirim için bir 50 liralık ürün daha seçerdim. Buna değerdi. Ama 349'un üzerine 151 lira daha alışveriş yapmalıyım ki o gösterdiğin ürünler bedavaya gelsin? 50 lira için 150 lira harcamama değer mi dedim. Değil dedi kasiyer. Hah şöyle ya. İnsafa gelin biraz. 

Uzatmayayım, ayakkabıyı aldık. Yanında da ayakkabı süngerinden aldık. Etti mi 379 lira. Tam ödemeyi yapacakken taksit yok mu dedim. Şu kart varsa peşin fiyatına 6 taksit yaparım dedi. Bir daha sevindim. Zira o kart olmaz mıydı bende. Uzattım hemen. Kızımız başka bir şey satamayınca poşet satmaya kalktı. 25 kuruş değil mi tamam olsun dedim. Bir baktım 2 lira girdi. Bir üzüldüm bir üzüldüm. Meğersem bunların poşeti özelmiş. Kalsın da diyemedim. 151 liradan kurtuldum, 2 liranın lafı mı olur. 381 lirayı 6 taksit yapınca bu alışveriş bana bedava gibi geldi. 

Hasılı bu alışverişten indirimli ürünlerden satamadığı için kasiyer kızımız üzüldü. Ayakkabının pahalısını seçemediği için öyle zannediyorum, eşim de üzülmüştür. Bu kadar üzülenin içinde bir de sevinen çıksın değil mi? Bu sevincin sebebi ucuz kurtulmaktır. 

Üç Harfliler

Üç harflilere nadiren girerim. Girdiğimde de belli birkaç kalem alırım. Alışverişimi umumiyetle beşli zincir dışında yerel marketlerden yaparım.

Bir iki kalem alışveriş yapmak için markete girdim. Fiyatları normal görmedim. En iyisi üç harfliye gireyim dedim. Giremedim. Ya bir gören olursa korkusuna kapıldım. Öyle ya üç harflilere destek veren tüketici durumuna düşmek istemedim. Ama ihtiyaç o iki kalemi almalıydım.

Kendi halimde, içimde bir düşüncedir giderken sol tarafımda bir üç harfli gördüm. Gireyim mi, girmeyeyim mi? Girersem mimlenir miyim ya ihtiyacı almadan eve gidersem... Vay halime! Girişimi gören vay hain diyecek. Girmezsem elim boş eve gideceğim. Evden zılgıt yiyeceğim.

Sonunda ne olacaksa olsun dedim üç harfli markete yöneldim. Yöneldim ama markete ne giren vardı ne de marketten çıkan. Bir an için kapalı mı diye düşünmedim değil. 

Aldı beni bir korku. Ayaklarım gerisin geri gitse de markete girdim. İçerisi kalabalıkmış. Baktım, kimseye aldırmadan vatandaş, alaveresini yapıyor. Hayat normal yani.

Alışverişimi yaptım. Ödemeyi yaptım. Poşet ister misin sualine hayır dedim. 

Poşetin parasından geçtim. Yol boyu o üç harfli marketin poşetiyle yürüyeceğim. Bir de reklamlarını yapacağım. Bu girmiş, biz de girelim diyecekler. Bu vebalin altına giremezdim.

Hasılı, kimse bir şey demeden önceki markete göre iki ürünü uygun fiyata alıp evime girdim.

Siz siz olun, ortam normale dönünceye kadar ve de başka günah keçisi bulununcaya kadar üç, dört, beş, altı ve on bir harflisinden alışveriş yaparken dikkatli olun.

Boykotçu Taifesi *

Bu ülkede boykot bitmez. Yeter ki birileri birini, bir ülkeyi bir markayı bir işletmeyi hedef göstersin. Ne oluyoruz, bu işin künhü nedir denmez, hemen atlanır. Bir zaman ABD, Fransa, İsrail gibi ülkelerin ürünlerine boykot çağrısı yapıldı. Aynı anda sosyal medyada boy boy paylaşımlar yapıldı. Boykotun bu ülkelerin ürünlerine ne kadar katkısı oldu, o ülkeler ne kadar yola geldi ve diz çöktü bilinmez. Bilinen o ülkeler ve o ülkelerle özdeşleşmiş ürünlerin hala tedavülde, gözde ve aranan ürün olduğudur. Bir müddet sonra kızgınlık gidiyor. Bir bakmışsın başta o ürünlere boykot çağrısı yapanlar olmak üzere herkes o ürünleri almaya devam ediyor. Durum bu iken niye boykot çağrısı yapılır, insanlar paylaşımlarıyla bu boykot çağrısına niye katkıda bulunur, anlaşılır gibi değil. Halbuki iş boykot aşamasına gelmişse, burada beklenen, karşı tarafa diz çöktürmek olmalı. Yani attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmeli.

Geçmiş tecrübelerden ibret almadığımız belli ki şimdi de nicedir her türlü fahiş fiyatın anası ve günah keçisi olarak hedef gösterilen zincir marketler yeniden topun ağzında. Burada zincir marketleri özellikle öne çıkarılan üç harflileri savunacak değilim. Şu kadarını söyleyeyim. Fahiş fiyat ve pahalı ürün satmada suçlu aranacaksa en son sırada zincir marketler ve perakende ürün satanlar gelir. Yani bu konunun en masumu bunlardır. Birileri topun ağzına bu marketleri koyarak hedef saptırmaya çalışıyor. Çünkü herkes bilir ki birkaç yıldır ürünlerin fiyatları katmerlendi. Herkes pahalılıktan dert yanıyor. Salgın kaynaklı; mal temini, emtia fiyatlarının yükselmesi, akaryakıt başta olmak üzere elektrik ve doğal gaza gelen zamlar, asgari ücrete yapılan ayarlamalar, ürünlere zam olarak yansıdı. Diğer ülkelere göre zammın daha fazla yansıması bir türlü dövizin ateşinin söndürülememesi yani TL'nin aşırı değer kaybetmesidir. Biz paramızın değerini belirli bir seviyede tutabilseydik ya da değerini koruyabilseydik, inanın hayat pahalılığından bu derece etkilenmeyecektik. Durum bu iken bu marketleri günah keçisi ilan etmek ne derece hakkaniyete sığar?

Bir diğer husus, bir ürünü ederinden ve piyasasından yüksek veren kaç işletme ayakta durur? Bunu hiç düşündük mü? Rekabet ortamına ve rekabet mantığına ters bir defa. Bilelim ki vatandaş gözü kapalı alışveriş yapmıyor. Hangi ürün nerede, ne kadar bunun hesabını yapıyor ve pahalı ürünü almıyor. Aldıysa da bir defa alıyor. Başta üç harfliler olmak üzere bu sektörde tutunmak isteyenler göz göre göre ve bile bile ürünlere zam yapmaz. Yaparsa da topuğuna sıkmış olur. Bir müddet sonra önce sinek avlar, ardından havlu atar. Merak ediyorum, fiyat belirleme yetkisi elinde olan devlet çok mu makul zam yapıyor? Yine devlet destekli Tarım Kredi Kooperatiflerinin sattığı ürünler çok mu makul? Lütfen içinden çıkamadığınız ve çözümünde aciz kaldığımız çıkmazımızı birilerini suçlu ilan ederek onları hedef göstermeyelim. Bu şekil yaparak rahatlayacaksak, faydası olacaksa ve fiyatlar inecekse, buyurun hep birlikte boykot edelim. Ama boykot çağrısı yapanlar ve bu boykota destek paylaşımı yapanlar da bilirler ki kazın ayağı öyle değil. Suç bastırma psikolojisidir bu. Hedef saptırmadır. Cambaza bak cambaza denerek algı oluşturmaktır. 

Diyelim ki suçlu ilan ettiğimiz bu marketleri boykot ederek kapanmalarını sağladık ve bir zafer ilan ettik. Bu beşli marketlerin ilk yapacağı, binlerce çalışanına tazminatını vererek onlarla olan iş akitlerini sonlandırmak olacaktır. İşsizler ordusuna yeni işsizler katılacak demektir bu. Bu çalışanlar yabancı ülkenin insanları değil. Hepsi senin, benim, komşunun en az lise bitirmiş çocuklarıdır. Merak ediyorum, bu insanlara bu boykotçular iş verebilecekler mi? Veremeyeceklerse -ki veremezler- iş yapacağız derken çiş yapmasınlar. 

* 05 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

1 Aralık 2022 Perşembe

Cami ve Kur'an Kursları (2) *

Kur'an Kursu sayısına gelince, resmi verilere göre 2021 itibariyle 19.503 Kur'an Kursu var. Bu sayının içerisine vakıf, dernek ve cemaatlere ait kurslar dahil mi bilmiyorum. Diğer şehirlerde durum nasıldır, bir bilgim yok ama Konya'daki çoğu caminin altında veya yanında Kur'an Kursu tabelası var. Yine bir mahalle veya köyde yeterli kursiyer olduğu takdirde kullanılmayan bir bina veya odada Kur'an Kursu açılabiliyor. Aynı şekilde halk eğitim müdürlükleri bünyesinde Kur'an eğitimine dair kurslara da yer veriliyor. Özellikle yaz döneminde aşağı yukarı her camide Kur'an eğitimi veriliyor. 

Verdiğim istatistiklerden anlaşılacağı üzere camiye oranla Kur'an kursları makul gibi görünüyor. Kur'an kursları zorunlu eğitimin önce 8, ardından 12 yıl olmadan önce önemli bir ihtiyacı giderdi. Anadolu'da birçok insan Kur'an'ı buralardan öğrendi. Hafızlığa kalanlar hıfzını buralarda tamamladı. Birçok insanımız çocuğunu ortaokula göndermeden veya bir meslek öğrensin diye sanayiye vermeden önce ilkokuldan sonra bir yıl Kur'an Kursuna vererek Kur’an öğrenmesini sağladı.

8 yıl kesintisiz mecburi eğitimle birlikte Kur'an kursları büyük bir darbe yedi. Öğrenci sayısı iyice düştü. 12 yıllık zorunlu eğitimle birlikte çoğu Kur'an Kursu öğrencisiz kaldı. Sadece yaz dönemi buralarda öğrenci yoğunluğu yaşanıyor.

Anlatmak istediğim, kreş eğitimi veya anasınıfı diyebileceğimiz 4-6 yaş Kur'an kursları haricindeki kurslarımızın çoğu, öğrencisizlikten dolayı kapanmakla karşı karşıya. Buna rağmen 2013 yılında 13 bin Kur'an Kursu varken 2021 itibariyle 19.503'e çıkmış. Yani öğrenci sayısı azalmasına rağmen Kur'an Kursu binasında artış var.

2012 yılından itibaren İmam hatip ortaokullarının yeniden açılması ve çok sayıda İHL'nin açılmasıyla birlikte Kur'an Kursu sayısının azalacağı yerde artış göstermesi bana manidar geldi. Çünkü İHO ve İHL'ler bugün zaten Kur'an Kursu işlevi görüyor. Proje İHO’larda diğer derslere ilaveten ayrıca hafızlık eğitimi veriliyor.

Durum bu iken 12 yıllık eğitimle beraber bu kurslara kim, nasıl ve niye gitsin veya çocuğunu niçin göndersin? Hal böyle iken hala Kur'an Kursu inşaatlarının devam etmesi; bu kursların, ihtiyacın ötesinde yapılmaya devam edildiğinin bir göstergesidir. Bunu birkaç haftada bir cuma hutbelerinin sonunda "Yapımı devam etmekte olan cami ve Kur'an kurslarına yardım" taleplerinden de anlayabiliriz. Yine de ihtiyaç varsa Kur'an Kursu da yapılsın ama ihtiyaç değilse bilelim ki içinde Kur'an öğretilecek de olsa bu binalar da tıpkı camiler gibi israftır. Hele her cami aynı şekilde Kur'an öğretilebilecek şekilde düzenlenebilecek iken ayrıca kurs binasını anlamıyorum. Pekala namaz vakitleri dışındaki saatlerde, bu camilerde görev yapan görevliler öğretici görevini üstlenebilirler. 

Son söz olarak lütfen cami ve Kur'an Kursu yapımı konusunda iyi bir planlama yapalım. Bu konuda yoğurdu üfleyerek yiyelim. Cami ve Kur'an Kursu inşaat sektörünü bırakalım. İnşaat sektörüne yapacağımız masrafı; insana, insanın gelişmesine ve eğitimine yapalım. Binaya yapılan gereksiz harcamanın vebali vardır. İnsana yapılan masraf boşa gitmez. Maddi imkanları, okuma imkanı vermeyen ama gelecek vadeden çocuklarımıza burs vermek suretiyle onların okumalarına imkan verelim. Böylece daha hayırlı bir iş yapmış oluruz.

* 14 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Cami ve Kur'an Kursları (1) *

İsraf denince bu toplumun aklına hep ve ilk başta ekmek israfı gelir. "Yazık, bak şu ekmeği çöpün oraya koymuşlar. Nimet atılır mı ya! Günlük çöpe atılan ekmekle şu kadar asfalt, bu kadar okul yapılır. İnsanımız bayat ekmeği yemiyor. Bunu bulamayan da var. Biz bayat ekmeği şöyle yapar yeriz. Başımıza gelenler ekmeği israf ettiğimizden..." deriz. Tüm bunları söylerken de ekmek israfının içine kendimizi koymayız.

Ekmek ve birçok alanda bu ülkede israf var mı? Var. Özellikle kamu kaynakları çarçur ediliyor mu? Ediliyor. Zira kamu kaynaklarının sahibi yok.

Niyetim ekmek ve diğer kamu kaynaklarının israf edilmesini ele almak değil. Hepsi ayrı ayrı yazı konusu. Maalesef her alanda israf karnemiz kabarıktır. Bu yazımda tüm israf alanlarını bir tarafa bırakarak özelde eleştirisi yapılan fakat genelde çoğumuzun sesinin çıkmadığı iki israftan bahsedeceğim. Bunlar, cami ve Kur'an kurslarıdır. Bu konuyu ele almadan önce israfın tarifini yeniden bir hatırlayalım. TDK israfı, gereksiz yere para, zaman, emek vb.yi harcamak, savurganlık, tutumsuzluk şeklinde tarif eder. Kısaca ihtiyaç fazlası ve yerli yerinde kullanılmayan her şeye israf diyebiliriz.

Gelelim camilere... 2020 sonu itibariyle DİB verilerine göre Türkiye'deki cami sayısı 89. 445'tir. Başı 3. 530 cami ile İstanbul çekerken 3.238 cami ile Konya 2.sırada, Ankara ise 3.171 cami ile 3. sıradadır. Bu sayıya son iki yılda yapılan camiler ve Diyanet'e bağlı olmayan camiler dahil değildir. Nüfusu 85 milyon kabul edersek, Türkiye'de her 900 kişiye bir cami düşerken Konya özelinde 700 kişiye bir cami düşüyor. Her ne kadar en fazla cami İstanbul'da ise de nüfusa oranlarsak, 4.250 kişiye bir cami düşüyor. Bu sayıya sabi sıbyan, Müslim ve gayri Müslim de dahildir. 

İşin istatistiğinde değilim. Cami sayısı 89 bin değil, 100 bin de olabilir. Yeter ki ihtiyaç olsun ve içi doldurulsun. Yine nüfusa göre camileri oranlamak da bizi yanıltabilir. Yerleşim alanının dağlık ve dağınık olması da cami ihtiyacını artıran etkenlerden biridir. 

Burada üzerinde durulması gereken bu camilerin ne kadarı ihtiyaç ne kadarı değil? Bu camilerin birbirine uzaklığı ne kadardır? Camilerimizin cuma ve bayram namazları dışında doluluk oranı nedir? Bir yere cami yaparken yetkililerin elinde bir plan var mıdır yoksa rastgele mi yapılmaktadır. Bir yerde meskun mahal olmadan ilk önce cami yapılan kaç yerimiz var? Camiler yapılırken bu caminin ihtiyaçlarını karşılayacak gelir getirici işyerine yer veriyor muyuz? Yanında hastane, kütüphane, aşevi, okul, yatakhane gibi müştemilatı olan kaç camimiz var? Etrafı açık olan ve yüksek binalar arasında sıkışmamış kaç camimiz var? Yapılan bu cami mahalle sakinlerinin hepsini alır mı ya da yapılan bu cami birkaç yıl sonra ihtiyaca cevap veremeyecek duruma gelebiliyor mu? Yapılan camilerin birbirine mesafesine bakılırsa cami yapmada bir planlama olduğu kanaatinde değilim. Üç beş kişinin öncülüğüyle, bir hayırseverin arsa bağışlamasıyla cami inşaatına kalkıldığı şeklinde bir görüntü var. Öyle camiler var ki yola sıfır yapılmış. Yol genişleyecek veya mahallede kentsel dönüşüm yapılıyor. Evler tek tek yıkılırken cami orada kalıyor. Normal şartlarda caminin de yıkılması gerekiyor ama kaç yetkili buna yanaşır. Adının cami yıkan başkan olmasını hiçbir belediye başkanı istemez. Tüm bunları geçtim. Bugün belli muhitlerdeki bazı camilerin dışında kalan birçok cami tek tük cemaatle beş vakti kılıyor. Eskiye oranla camiye devam eden cemaat sayısında her geçen yıl bir azalma söz konusu. Mevcut camilere nasıl cemaat çekeriz, bu insanımızın camilerden uzaklaşmasının sebep ya da sebepleri nelerdir üzerine kafa yoracağımıza, ihtiyaç mı, değil mi demeden cami yapımına devam ediyoruz. Eskiden cami yapımına karışmayan devlet ve belediyeler cami yapımına öncülük ediyor hatta yardım ediyor. Tamam yapsın. Zira bu da dini ve toplumsal bir ihtiyaç. Ama Millet Bahçelerinde olduğu gibi yeşil alanın büyük bir kısmını kapsayacak şekilde büyükçe bir cami yapılmamalı diye düşünüyorum. Elbette bu tür yeşil alanlarda nasıl ki yeme, içme, büfe, WC, lavabo ile birlikte burada eğlenen insanların namazlarını kılabileceği küçük bir mescit de olsun. Ama her gördüğümüz boşluğa illa büyük bir cami kondurma hülyasından vazgeçmek lazım. Böyle yapmazsak, Avrupa'daki cemaati olmayan kilise bolluğu gibi yakında bizde de cemaati olmayan cami bolluğu olacaktır. Hristiyanların her yerde kilisesi anlaşılabilir. Çünkü Hristiyanlara göre ayin mutlaka kilisede yapılmalı. Halbuki bizde cuma ve bayram namazları dışında ibadet her yerde bireysel ve toplu yapılır. Bunun için de illa cami olması gerekmez. Zira bize göre yeryüzünün her bir yeri mescittir ve her yerde ibadet yapılır. Durum bu iken cami yapımını abartmamak lazım. Birbirine yakın yapılan her cami diğer caminin cemaatini eksiltmektedir. Bu da topluluk anlamına gelen cemaatin, toplayan anlamına gelen caminin köküne dinamit koymaktır. Kısaca yerinde ve ihtiyaca binaen yapılmayan her cami ekmek israfına rahmet okutacak şekilde israftır. 

* 09 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

29 Kasım 2022 Salı

Neyin Kafası? *

İlkokul çağındaki çocuğunu okula göndermeyen bir vatandaşla karşılaştım. Niçin göndermediğini sordum. Dini gerekçelerle göndermediğini söyledi. İçimden ben bunu ikna ederim. Benim için çocuk oyuncağı dedim. Şuradan, buradan derken alttan aldım, üstten çıktım, ayet hadis okudum, İslam tarihinden ve peygamberlerin hayatından anekdotlar anlattım. Ama nafile. Bir saatlik zaman diliminde bırakın ikna olmayı. Nuh dedi, peygamber demedi. Benden fazla o konuştu. Bana vaaz verdi anlayacağınız.

Ona göre;

Devlet küfür devletiydi. 

Toplum ise şirk toplumu. 

Devlette görev alanların zaten yatacak yeri yoktu. 

Camilerde ki imamlar birer belamdı. Beraber olduğumuz zaman ben namaza kalktım. Onlar akşam kılarız dedi. 

Arkamdaki fotoğrafı gösterdi durmadan. Yanıma gelme sebebi de bana tebliğ yapmak, bu durumdan beni kurtarmak olduğunu, rızkı verenin Allah olduğunu söyledi. 

"Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir" ayetini önce orijinalinden okudu. Ardından anlamını verdi.

Kendisinin İmam Hatipte okuduğunu, okul hayatı boyunca yalan yanlış bilgilerle beynini yıkadıklarını, anlatılan dinin gerçek dinle alakasının olmadığını, müzik ruhun gıdasıdır dediklerini, gıda alacağım diye durmadan her yerde müzik dinlediğini, çeyrek hafız olduğunu, gerçek İslam'ı gizlemek için Kur'an'ın mealini okutmadıklarını, birkaç yıl önce İnternette bir hocayı dinlediğini, müziğin boş şey olduğu gerçeğini ondan öğrendiğini, ardından telefonundaki kayıtlı 750 müzik parçasını tek tuşla sildiğini, artık müzik dinlemediğini, kendisine gerçekleri gösteren bu hocayı durmadan dinlediğini vs. ikide bir Arapçasından ayetler okuyarak bana vaaz verdi.

Ona, görüşlerine katılmasam da saygı duyuyorum. Konumuza dönelim. 45 yaşına gelinceye kadar cahiliye dönemi yaşadığını, tarikat ve cemaatlere karşı olduğun halde bu hocayı dinleyerek kendince doğru yolu bulduğunu söylüyorsun. Okur yazar olmasaydın, devletin bu okullarında okumasaydın, bu araştırmayı yapabilecek miydin dedim. Rabbimin sayesinde dedi. Çocuğun da okusun. Şeytan kitap yazdı ise onun kötü biri olduğunu öğrenmek için onun da kitabını okusun. Çocuğunu okula göndermezsen, senin araştırdığın gibi çocuğun birçok şeyi araştıramaz. Sürekli göndermesen de bazı günlerde gönder okula dedim. Çocuğum cahil kalmıyor ki... Buraya gelmeden çocuğuma iki saat ders verip geldim. Her gün ders vererek onu yetiştiriyorum dedi. Sadece çocuğumu değil, şu ana kadar beş kişiyi hidayete erdirdim. Durmak yok. Daha çok kişiyi yola getireceğim dedi. 

Çocuğunuz zorunlu eğitim yaşında. Okula göndermemekle suç işliyorsun. Göndermediğin her gün için idari para cezası var dedim. Ceza gelirse gelsin. Hiç umurumda değil. Zaten ödemem. İstersen kapıma polis gelsin, istersen içeriye atsınlar. Kararım kat'idir. Bir gün bile göndermem. Korkum yok dedi. Param olmadığı için çocuğumu okula göndermediğimi sanıyorsan, eskisinden çok param var. Kooperatifim vardı sattım. Devletle ne işim varsa bıraktım. Yeğenlerimin üniversite okumasını engellemeye çalıştım. Akrabalarım bana tavır aldı ama pes etmek yok dedi. 

Devlette görev alanlara söylediklerinden dolayı Yusuf peygamberin Mısır'da hazine işlerinin yükümlülüğünü aldığını, bu konuda ne demek istediğini sordum. Belamlar bunun arkasına sığınıyor. Aslı astarı yok bunun. Yusuf süresini oku. Bir defa Yusuf bu görevi almadan önce Mısır kralı Yusuf'un dinine girdi. Ondan sonra Yusuf bu görevi üstlendi dedi. Yusuf süresini biliyorum. Kralın hidayete ermesi durumu söz konusu değil. Hangi ayette yazıyor dedim. Yusuf süresinde yazıyor dedi. 

Hasılı, eli yüzü düzgün, ağzı laf yapan, dini bilgisi olan, kendi elinin emeğiyle geçinen, herkese inandığı dini anlattığını söyleyen ve kendince tebliğ görevi yaptığını ifade eden bu arkadaşı bir saat dil dökmeme rağmen ikna edemedim. Sayısının az olmadığını sandığım bu tür arkadaşlar neyin kafasını yaşıyor, bilemiyorum. Öyle zannediyorum, bu kişiler, 80'li yılların "Bu devlet darülharptır. Bu ülkede cuma kılınmaz. Devlette görev alınmaz..." dönemini biraz geriden yaşıyorlar. Çocuklarını da bu gerekçelerle okullara göndermiyorlar. 80'li yıllarda çok gündemde olan "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse kafirlerin/zalimlerin/fasıkların ta kendisidir" ayetlerini ağızlarından düşürmüyorlar. Yine tağut, belam, şirk gibi kavramları da aşağı yukarı her cümlelerinde kullanıyorlar. 

Bu tür düşüncede olanları ayıplamıyorum. Bunların üzerine gidilsin de demiyorum. Samimiyetlerini de sorgulamıyorum. Ki bu düşüncelerinde samimi olduklarına inanıyorum. Bu düşüncedeki insanların sayısı içimizde az değil. Bizimle birlikte yaşıyorlar. Çoğu da çocuğunu okula göndermiyor. Bunlar nasıl ikna edilir bilmiyorum. Etkili ve yetkililerin, bunları ikna edecek bir orta yol bulmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Gördüğünüz gibi ben başarılı olamadım. Ama bunlara yaklaşacak mutlaka bir yol vardır. Yeter ki devlet bunu dert edinsin. Görmezden gelinerek bir şey yok olmuyor. Burada devlete ve devlet adına ülkeyi yönetenlere görev düşüyor. Demek ki bu kafadaki insanlar devlete güvenmiyor, verdiği eğitimi din karşıtı görüyor. Pekala bunlara güven vererek bir adım atılabilir. Unutmayalım ki ikna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Devlet el atmaz, bu kafayı görmezden gelir, yok kabul ederse, tabiat boşluk kabul etmez. Bu tip insanları bazı yerlerdeki toplantılarda ve YouTube kanalları  aracılığıyla bazı hocalar eğitiyor. Belki bu hocalardan işe başlanabilir.

*03 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.