2 Aralık 2022 Cuma
Üç Harfliler
Boykotçu Taifesi *
Bu ülkede boykot bitmez. Yeter ki birileri birini, bir ülkeyi bir markayı bir işletmeyi hedef göstersin. Ne oluyoruz, bu işin künhü nedir denmez, hemen atlanır. Bir zaman ABD, Fransa, İsrail gibi ülkelerin ürünlerine boykot çağrısı yapıldı. Aynı anda sosyal medyada boy boy paylaşımlar yapıldı. Boykotun bu ülkelerin ürünlerine ne kadar katkısı oldu, o ülkeler ne kadar yola geldi ve diz çöktü bilinmez. Bilinen o ülkeler ve o ülkelerle özdeşleşmiş ürünlerin hala tedavülde, gözde ve aranan ürün olduğudur. Bir müddet sonra kızgınlık gidiyor. Bir bakmışsın başta o ürünlere boykot çağrısı yapanlar olmak üzere herkes o ürünleri almaya devam ediyor. Durum bu iken niye boykot çağrısı yapılır, insanlar paylaşımlarıyla bu boykot çağrısına niye katkıda bulunur, anlaşılır gibi değil. Halbuki iş boykot aşamasına gelmişse, burada beklenen, karşı tarafa diz çöktürmek olmalı. Yani attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmeli.
Geçmiş tecrübelerden ibret almadığımız belli ki şimdi de nicedir her türlü fahiş fiyatın anası ve günah keçisi olarak hedef gösterilen zincir marketler yeniden topun ağzında. Burada zincir marketleri özellikle öne çıkarılan üç harflileri savunacak değilim. Şu kadarını söyleyeyim. Fahiş fiyat ve pahalı ürün satmada suçlu aranacaksa en son sırada zincir marketler ve perakende ürün satanlar gelir. Yani bu konunun en masumu bunlardır. Birileri topun ağzına bu marketleri koyarak hedef saptırmaya çalışıyor. Çünkü herkes bilir ki birkaç yıldır ürünlerin fiyatları katmerlendi. Herkes pahalılıktan dert yanıyor. Salgın kaynaklı; mal temini, emtia fiyatlarının yükselmesi, akaryakıt başta olmak üzere elektrik ve doğal gaza gelen zamlar, asgari ücrete yapılan ayarlamalar, ürünlere zam olarak yansıdı. Diğer ülkelere göre zammın daha fazla yansıması bir türlü dövizin ateşinin söndürülememesi yani TL'nin aşırı değer kaybetmesidir. Biz paramızın değerini belirli bir seviyede tutabilseydik ya da değerini koruyabilseydik, inanın hayat pahalılığından bu derece etkilenmeyecektik. Durum bu iken bu marketleri günah keçisi ilan etmek ne derece hakkaniyete sığar?
Bir diğer husus, bir ürünü ederinden ve piyasasından yüksek veren kaç işletme ayakta durur? Bunu hiç düşündük mü? Rekabet ortamına ve rekabet mantığına ters bir defa. Bilelim ki vatandaş gözü kapalı alışveriş yapmıyor. Hangi ürün nerede, ne kadar bunun hesabını yapıyor ve pahalı ürünü almıyor. Aldıysa da bir defa alıyor. Başta üç harfliler olmak üzere bu sektörde tutunmak isteyenler göz göre göre ve bile bile ürünlere zam yapmaz. Yaparsa da topuğuna sıkmış olur. Bir müddet sonra önce sinek avlar, ardından havlu atar. Merak ediyorum, fiyat belirleme yetkisi elinde olan devlet çok mu makul zam yapıyor? Yine devlet destekli Tarım Kredi Kooperatiflerinin sattığı ürünler çok mu makul? Lütfen içinden çıkamadığınız ve çözümünde aciz kaldığımız çıkmazımızı birilerini suçlu ilan ederek onları hedef göstermeyelim. Bu şekil yaparak rahatlayacaksak, faydası olacaksa ve fiyatlar inecekse, buyurun hep birlikte boykot edelim. Ama boykot çağrısı yapanlar ve bu boykota destek paylaşımı yapanlar da bilirler ki kazın ayağı öyle değil. Suç bastırma psikolojisidir bu. Hedef saptırmadır. Cambaza bak cambaza denerek algı oluşturmaktır.
Diyelim ki suçlu ilan ettiğimiz bu marketleri boykot ederek kapanmalarını sağladık ve bir zafer ilan ettik. Bu beşli marketlerin ilk yapacağı, binlerce çalışanına tazminatını vererek onlarla olan iş akitlerini sonlandırmak olacaktır. İşsizler ordusuna yeni işsizler katılacak demektir bu. Bu çalışanlar yabancı ülkenin insanları değil. Hepsi senin, benim, komşunun en az lise bitirmiş çocuklarıdır. Merak ediyorum, bu insanlara bu boykotçular iş verebilecekler mi? Veremeyeceklerse -ki veremezler- iş yapacağız derken çiş yapmasınlar.
* 05 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
1 Aralık 2022 Perşembe
Cami ve Kur'an Kursları (2) *
Kur'an Kursu
sayısına gelince, resmi verilere göre 2021 itibariyle 19.503 Kur'an Kursu var.
Bu sayının içerisine vakıf, dernek ve cemaatlere ait kurslar dahil mi
bilmiyorum. Diğer şehirlerde durum nasıldır, bir bilgim yok ama Konya'daki çoğu
caminin altında veya yanında Kur'an Kursu tabelası var. Yine bir mahalle veya
köyde yeterli kursiyer olduğu takdirde kullanılmayan bir bina veya odada Kur'an
Kursu açılabiliyor. Aynı şekilde halk eğitim müdürlükleri bünyesinde Kur'an
eğitimine dair kurslara da yer veriliyor. Özellikle yaz döneminde aşağı yukarı
her camide Kur'an eğitimi veriliyor.
Verdiğim istatistiklerden
anlaşılacağı üzere camiye oranla Kur'an kursları makul gibi görünüyor. Kur'an
kursları zorunlu eğitimin önce 8, ardından 12 yıl olmadan önce önemli bir
ihtiyacı giderdi. Anadolu'da birçok insan Kur'an'ı buralardan öğrendi. Hafızlığa
kalanlar hıfzını buralarda tamamladı. Birçok insanımız çocuğunu ortaokula
göndermeden veya bir meslek öğrensin diye sanayiye vermeden önce ilkokuldan
sonra bir yıl Kur'an Kursuna vererek Kur’an öğrenmesini sağladı.
8 yıl kesintisiz
mecburi eğitimle birlikte Kur'an kursları büyük bir darbe yedi. Öğrenci sayısı
iyice düştü. 12 yıllık zorunlu eğitimle birlikte çoğu Kur'an Kursu öğrencisiz
kaldı. Sadece yaz dönemi buralarda öğrenci yoğunluğu yaşanıyor.
Anlatmak istediğim,
kreş eğitimi veya anasınıfı diyebileceğimiz 4-6 yaş Kur'an kursları haricindeki
kurslarımızın çoğu, öğrencisizlikten dolayı kapanmakla karşı karşıya. Buna
rağmen 2013 yılında 13 bin Kur'an Kursu varken 2021 itibariyle 19.503'e çıkmış.
Yani öğrenci sayısı azalmasına rağmen Kur'an Kursu binasında artış var.
2012 yılından
itibaren İmam hatip ortaokullarının yeniden açılması ve çok sayıda İHL'nin
açılmasıyla birlikte Kur'an Kursu sayısının azalacağı yerde artış göstermesi
bana manidar geldi. Çünkü İHO ve İHL'ler bugün zaten Kur'an Kursu işlevi
görüyor. Proje İHO’larda diğer derslere ilaveten ayrıca hafızlık eğitimi
veriliyor.
Durum bu iken 12
yıllık eğitimle beraber bu kurslara kim, nasıl ve niye gitsin veya çocuğunu
niçin göndersin? Hal böyle iken hala Kur'an Kursu inşaatlarının devam etmesi;
bu kursların, ihtiyacın ötesinde yapılmaya devam edildiğinin bir göstergesidir.
Bunu birkaç haftada bir cuma hutbelerinin sonunda "Yapımı devam etmekte
olan cami ve Kur'an kurslarına yardım" taleplerinden de anlayabiliriz.
Yine de ihtiyaç varsa Kur'an Kursu da yapılsın ama ihtiyaç değilse bilelim ki
içinde Kur'an öğretilecek de olsa bu binalar da tıpkı camiler gibi israftır.
Hele her cami aynı şekilde Kur'an öğretilebilecek şekilde düzenlenebilecek iken
ayrıca kurs binasını anlamıyorum. Pekala namaz vakitleri dışındaki saatlerde,
bu camilerde görev yapan görevliler öğretici görevini üstlenebilirler.
Son söz olarak
lütfen cami ve Kur'an Kursu yapımı konusunda iyi bir planlama yapalım. Bu
konuda yoğurdu üfleyerek yiyelim. Cami ve Kur'an Kursu inşaat sektörünü
bırakalım. İnşaat sektörüne yapacağımız masrafı; insana, insanın gelişmesine ve
eğitimine yapalım. Binaya yapılan gereksiz harcamanın vebali vardır. İnsana
yapılan masraf boşa gitmez. Maddi imkanları, okuma imkanı vermeyen ama gelecek
vadeden çocuklarımıza burs vermek suretiyle onların okumalarına imkan
verelim. Böylece daha hayırlı bir iş yapmış oluruz.
* 14 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Cami ve Kur'an Kursları (1) *
İsraf denince bu
toplumun aklına hep ve ilk başta ekmek israfı gelir. "Yazık, bak şu ekmeği
çöpün oraya koymuşlar. Nimet atılır mı ya! Günlük çöpe atılan ekmekle şu kadar
asfalt, bu kadar okul yapılır. İnsanımız bayat ekmeği yemiyor. Bunu bulamayan
da var. Biz bayat ekmeği şöyle yapar yeriz. Başımıza gelenler ekmeği israf
ettiğimizden..." deriz. Tüm bunları söylerken de ekmek israfının içine
kendimizi koymayız.
Ekmek ve birçok
alanda bu ülkede israf var mı? Var. Özellikle kamu kaynakları çarçur ediliyor
mu? Ediliyor. Zira kamu kaynaklarının sahibi yok.
Niyetim ekmek ve
diğer kamu kaynaklarının israf edilmesini ele almak değil. Hepsi ayrı ayrı yazı
konusu. Maalesef her alanda israf karnemiz kabarıktır. Bu yazımda tüm israf
alanlarını bir tarafa bırakarak özelde eleştirisi yapılan fakat genelde
çoğumuzun sesinin çıkmadığı iki israftan bahsedeceğim. Bunlar, cami ve Kur'an
kurslarıdır. Bu konuyu ele almadan önce israfın tarifini yeniden bir
hatırlayalım. TDK israfı, gereksiz yere para, zaman, emek vb.yi harcamak,
savurganlık, tutumsuzluk şeklinde tarif eder. Kısaca ihtiyaç fazlası ve yerli
yerinde kullanılmayan her şeye israf diyebiliriz.
Gelelim camilere...
2020 sonu itibariyle DİB verilerine göre Türkiye'deki cami sayısı 89. 445'tir.
Başı 3. 530 cami ile İstanbul çekerken 3.238 cami ile Konya 2.sırada, Ankara
ise 3.171 cami ile 3. sıradadır. Bu sayıya son iki yılda yapılan camiler ve
Diyanet'e bağlı olmayan camiler dahil değildir. Nüfusu 85 milyon kabul edersek,
Türkiye'de her 900 kişiye bir cami düşerken Konya özelinde 700 kişiye bir cami
düşüyor. Her ne kadar en fazla cami İstanbul'da ise de nüfusa oranlarsak, 4.250
kişiye bir cami düşüyor. Bu sayıya sabi sıbyan, Müslim ve gayri Müslim de
dahildir.
İşin istatistiğinde
değilim. Cami sayısı 89 bin değil, 100 bin de olabilir. Yeter ki ihtiyaç olsun
ve içi doldurulsun. Yine nüfusa göre camileri oranlamak da bizi yanıltabilir.
Yerleşim alanının dağlık ve dağınık olması da cami ihtiyacını artıran
etkenlerden biridir.
Burada üzerinde
durulması gereken bu camilerin ne kadarı ihtiyaç ne kadarı değil? Bu camilerin
birbirine uzaklığı ne kadardır? Camilerimizin cuma ve bayram namazları dışında
doluluk oranı nedir? Bir yere cami yaparken yetkililerin elinde bir plan var
mıdır yoksa rastgele mi yapılmaktadır. Bir yerde meskun mahal olmadan ilk önce
cami yapılan kaç yerimiz var? Camiler yapılırken bu caminin ihtiyaçlarını
karşılayacak gelir getirici işyerine yer veriyor muyuz? Yanında hastane,
kütüphane, aşevi, okul, yatakhane gibi müştemilatı olan kaç camimiz var? Etrafı
açık olan ve yüksek binalar arasında sıkışmamış kaç camimiz var? Yapılan bu
cami mahalle sakinlerinin hepsini alır mı ya da yapılan bu cami birkaç yıl
sonra ihtiyaca cevap veremeyecek duruma gelebiliyor mu? Yapılan camilerin
birbirine mesafesine bakılırsa cami yapmada bir planlama olduğu kanaatinde
değilim. Üç beş kişinin öncülüğüyle, bir hayırseverin arsa bağışlamasıyla cami
inşaatına kalkıldığı şeklinde bir görüntü var. Öyle camiler var ki yola sıfır
yapılmış. Yol genişleyecek veya mahallede kentsel dönüşüm yapılıyor. Evler tek
tek yıkılırken cami orada kalıyor. Normal şartlarda caminin de yıkılması
gerekiyor ama kaç yetkili buna yanaşır. Adının cami yıkan başkan olmasını
hiçbir belediye başkanı istemez. Tüm bunları geçtim. Bugün belli muhitlerdeki
bazı camilerin dışında kalan birçok cami tek tük cemaatle beş vakti kılıyor.
Eskiye oranla camiye devam eden cemaat sayısında her geçen yıl bir azalma söz
konusu. Mevcut camilere nasıl cemaat çekeriz, bu insanımızın camilerden uzaklaşmasının
sebep ya da sebepleri nelerdir üzerine kafa yoracağımıza, ihtiyaç mı, değil mi
demeden cami yapımına devam ediyoruz. Eskiden cami yapımına karışmayan devlet
ve belediyeler cami yapımına öncülük ediyor hatta yardım ediyor. Tamam yapsın.
Zira bu da dini ve toplumsal bir ihtiyaç. Ama Millet Bahçelerinde olduğu gibi
yeşil alanın büyük bir kısmını kapsayacak şekilde büyükçe bir cami yapılmamalı
diye düşünüyorum. Elbette bu tür yeşil alanlarda nasıl ki yeme, içme, büfe, WC,
lavabo ile birlikte burada eğlenen insanların namazlarını kılabileceği küçük
bir mescit de olsun. Ama her gördüğümüz boşluğa illa büyük bir cami kondurma
hülyasından vazgeçmek lazım. Böyle yapmazsak, Avrupa'daki cemaati olmayan
kilise bolluğu gibi yakında bizde de cemaati olmayan cami bolluğu olacaktır.
Hristiyanların her yerde kilisesi anlaşılabilir. Çünkü Hristiyanlara göre ayin
mutlaka kilisede yapılmalı. Halbuki bizde cuma ve bayram namazları dışında
ibadet her yerde bireysel ve toplu yapılır. Bunun için de illa cami olması gerekmez.
Zira bize göre yeryüzünün her bir yeri mescittir ve her yerde ibadet yapılır.
Durum bu iken cami yapımını abartmamak lazım. Birbirine yakın yapılan her cami
diğer caminin cemaatini eksiltmektedir. Bu da topluluk anlamına gelen cemaatin,
toplayan anlamına gelen caminin köküne dinamit koymaktır. Kısaca yerinde ve
ihtiyaca binaen yapılmayan her cami ekmek israfına rahmet okutacak şekilde
israftır.
* 09 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
29 Kasım 2022 Salı
Neyin Kafası? *
İlkokul çağındaki
çocuğunu okula göndermeyen bir vatandaşla karşılaştım. Niçin göndermediğini
sordum. Dini gerekçelerle göndermediğini söyledi. İçimden ben bunu ikna ederim.
Benim için çocuk oyuncağı dedim. Şuradan, buradan derken alttan aldım, üstten
çıktım, ayet hadis okudum, İslam tarihinden ve peygamberlerin hayatından
anekdotlar anlattım. Ama nafile. Bir saatlik zaman diliminde bırakın ikna
olmayı. Nuh dedi, peygamber demedi. Benden fazla o konuştu. Bana vaaz verdi
anlayacağınız.
Ona göre;
Devlet küfür
devletiydi.
Toplum ise şirk
toplumu.
Devlette görev
alanların zaten yatacak yeri yoktu.
Camilerde ki imamlar
birer belamdı. Beraber olduğumuz zaman ben namaza kalktım. Onlar akşam kılarız
dedi.
Arkamdaki fotoğrafı
gösterdi durmadan. Yanıma gelme sebebi de bana tebliğ yapmak, bu durumdan beni
kurtarmak olduğunu, rızkı verenin Allah olduğunu söyledi.
"Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir" ayetini önce
orijinalinden okudu. Ardından anlamını verdi.
Kendisinin İmam
Hatipte okuduğunu, okul hayatı boyunca yalan yanlış bilgilerle beynini
yıkadıklarını, anlatılan dinin gerçek dinle alakasının olmadığını, müzik ruhun
gıdasıdır dediklerini, gıda alacağım diye durmadan her yerde müzik dinlediğini,
çeyrek hafız olduğunu, gerçek İslam'ı gizlemek için Kur'an'ın mealini
okutmadıklarını, birkaç yıl önce İnternette bir hocayı dinlediğini, müziğin boş
şey olduğu gerçeğini ondan öğrendiğini, ardından telefonundaki kayıtlı 750
müzik parçasını tek tuşla sildiğini, artık müzik dinlemediğini, kendisine
gerçekleri gösteren bu hocayı durmadan dinlediğini vs. ikide bir Arapçasından
ayetler okuyarak bana vaaz verdi.
Ona, görüşlerine
katılmasam da saygı duyuyorum. Konumuza dönelim. 45 yaşına gelinceye kadar
cahiliye dönemi yaşadığını, tarikat ve cemaatlere karşı olduğun halde bu hocayı
dinleyerek kendince doğru yolu bulduğunu söylüyorsun. Okur yazar olmasaydın,
devletin bu okullarında okumasaydın, bu araştırmayı yapabilecek miydin dedim.
Rabbimin sayesinde dedi. Çocuğun da okusun. Şeytan kitap yazdı ise onun kötü
biri olduğunu öğrenmek için onun da kitabını okusun. Çocuğunu okula
göndermezsen, senin araştırdığın gibi çocuğun birçok şeyi araştıramaz. Sürekli
göndermesen de bazı günlerde gönder okula dedim. Çocuğum cahil kalmıyor ki... Buraya
gelmeden çocuğuma iki saat ders verip geldim. Her gün ders vererek onu yetiştiriyorum
dedi. Sadece çocuğumu değil, şu ana kadar beş kişiyi hidayete erdirdim. Durmak
yok. Daha çok kişiyi yola getireceğim dedi.
Çocuğunuz zorunlu
eğitim yaşında. Okula göndermemekle suç işliyorsun. Göndermediğin her gün için
idari para cezası var dedim. Ceza gelirse gelsin. Hiç umurumda değil. Zaten
ödemem. İstersen kapıma polis gelsin, istersen içeriye atsınlar. Kararım
kat'idir. Bir gün bile göndermem. Korkum yok dedi. Param olmadığı için çocuğumu
okula göndermediğimi sanıyorsan, eskisinden çok param var. Kooperatifim vardı
sattım. Devletle ne işim varsa bıraktım. Yeğenlerimin üniversite okumasını
engellemeye çalıştım. Akrabalarım bana tavır aldı ama pes etmek yok dedi.
Devlette görev
alanlara söylediklerinden dolayı Yusuf peygamberin Mısır'da hazine işlerinin
yükümlülüğünü aldığını, bu konuda ne demek istediğini sordum. Belamlar bunun
arkasına sığınıyor. Aslı astarı yok bunun. Yusuf süresini oku. Bir defa Yusuf
bu görevi almadan önce Mısır kralı Yusuf'un dinine girdi. Ondan sonra Yusuf bu
görevi üstlendi dedi. Yusuf süresini biliyorum. Kralın hidayete ermesi durumu
söz konusu değil. Hangi ayette yazıyor dedim. Yusuf süresinde yazıyor
dedi.
Hasılı, eli yüzü
düzgün, ağzı laf yapan, dini bilgisi olan, kendi elinin emeğiyle geçinen,
herkese inandığı dini anlattığını söyleyen ve kendince tebliğ görevi yaptığını
ifade eden bu arkadaşı bir saat dil dökmeme rağmen ikna edemedim. Sayısının az
olmadığını sandığım bu tür arkadaşlar neyin kafasını yaşıyor, bilemiyorum. Öyle
zannediyorum, bu kişiler, 80'li yılların "Bu devlet darülharptır. Bu
ülkede cuma kılınmaz. Devlette görev alınmaz..." dönemini biraz geriden
yaşıyorlar. Çocuklarını da bu gerekçelerle okullara göndermiyorlar. 80'li yıllarda
çok gündemde olan "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse
kafirlerin/zalimlerin/fasıkların ta kendisidir" ayetlerini ağızlarından
düşürmüyorlar. Yine tağut, belam, şirk gibi kavramları da aşağı yukarı her
cümlelerinde kullanıyorlar.
Bu tür düşüncede olanları
ayıplamıyorum. Bunların üzerine gidilsin de demiyorum. Samimiyetlerini de
sorgulamıyorum. Ki bu düşüncelerinde samimi olduklarına inanıyorum. Bu
düşüncedeki insanların sayısı içimizde az değil. Bizimle birlikte yaşıyorlar.
Çoğu da çocuğunu okula göndermiyor. Bunlar nasıl ikna edilir bilmiyorum. Etkili
ve yetkililerin, bunları ikna edecek bir orta yol bulmasında fayda olduğunu
düşünüyorum. Gördüğünüz gibi ben başarılı olamadım. Ama bunlara yaklaşacak
mutlaka bir yol vardır. Yeter ki devlet bunu dert edinsin. Görmezden gelinerek
bir şey yok olmuyor. Burada devlete ve devlet adına ülkeyi yönetenlere görev
düşüyor. Demek ki bu kafadaki insanlar devlete güvenmiyor, verdiği eğitimi din
karşıtı görüyor. Pekala bunlara güven vererek bir adım atılabilir. Unutmayalım
ki ikna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Devlet el atmaz, bu kafayı
görmezden gelir, yok kabul ederse, tabiat boşluk kabul etmez. Bu tip insanları
bazı yerlerdeki toplantılarda ve YouTube kanalları aracılığıyla bazı hocalar
eğitiyor. Belki bu hocalardan işe başlanabilir.
*03 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
28 Kasım 2022 Pazartesi
Vakfiyeler Hiç mi Değiştirilemez? *
İslam medeniyetinde, kaynağını ayet ve
hadisten alan vakıflar var. Şimdilerde azalsa da geçmişte hemen hemen her
konuda bir vakıf bulmak mümkün. Her vakfın da amacı doğrultusunda hizmet etmesi
için vakfiyeleri vardır. Çünkü ileride birileri bu tür vakıfları eline
geçirerek vakfın imkanlarını amacı dışında kullanabilir. Bu yüzden vakfiyeler
önemlidir ve değiştirilmemeli.
Vakfiyeler hiç
değiştirilemez mi? Şartların değişmesine göre vakfiye de değiştirilmeli yani
güncellenmeli. Ne demek istediğimi bir örnek vererek açıklamak istiyorum.
Konya'nın bir mahallesinde, imamların kadrolu olmadığı, cami cemaatinin parayla
imam tuttuğu çok eski yıllarda, cami cemaatinden bir hayırsever, tarlasını
camiye vakfeder. Hazırlanan vakfiyeye de "Bu tarlanın gelirinin 3'te 2’si
caminin ihtiyaçları için harcanacak. Geriye kalan 3'te 1'i de imama
verilecek" yazılır.
Gördüğünüz gibi
hayırsever iyi düşünmüş. Caminin tamir, ısınma ve diğer ihtiyaçlarının
giderilmesi için camiye sürekli bir gelir olsun diye düşünmüş. Aynı şekilde
camide görev yapan imamı da ihmal etmemiş. Bu yol ile İmam, aylık veya yıllık
gelirinin bir kısmını buradan karşılayacak. Geri kalan kısmını da her ay veya
yıl sonu cemaatten toplayacak. Cami ve imam için bir akar olan bu inceliği
düşünen vakıf sahibine sonsuz teşekkürler. Allah hayrını kabul etsin. Amel
defteri de daima açık olsun.
Bir ay öncesinde
bu vakfiyeden haberim oldu. Hayırseverin vakfiyesi aynı şekilde devam
ediyormuş. Yani tarlanın gelirinin üçte ikisi camiye, üçte biri de imama.
Camiyi anladım. Aynı cami. İhtiyaçları vardır. Gelir, vakfiyede olduğu gibi
aynen verilmeye devam etsin. Burada sorun, üçte birinin imama verilmeye devam
etmesi. Burada gariplik nerede derseniz, imamlar bugün kadrolu ve maaşlı. Yani eskisi
gibi parasını cemaat vermiyor. Üstelik diğer devlet memurlarına göre çoğunun
cami yanında lojmanı bile var. Maaşlı olmasına rağmen bu vakfiyenin aynen uygulanması
doğru mu? Bence doğru değil. Diyelim ki vakfiyenin dışına çıkılamaz. İmam niye
bu parayı alıyor? Ben bunu hiç etik bulmam. Vakfiyeyi yürütenler vakfiyeye
uygun şekilde imama verseler bile imamın, "Arkadaş, bu vakfiyenin şartları
değişti. Bu vakfiye yazıldığında buranın imamı devletten maaş almıyordu. Ben
ise devletten maaş alıyorum. Bu maaşı alamam" demesi gerekmez mi? Haydi
aldı diyelim. İmamın, "Bana verilen bu parayı caminin ihtiyaçlarında
kullanmak üzere bağışlıyorum. Kesin makbuzu" demeli değil mi?
Diyelim ki vakfiye
sahipleri dini derinliğe sahip olmadıkları için cesaret edemiyor ve imamın
payını vermeye devam ediyor. Paranın yüzü sıcak misali imama ek gelir olduğu
için imam da almıyorum diyemiyor. Bu durum dini konuda uzman fıkıhçılara soruluyor.
Onların verdiği cevap da "Vakfiye değiştirilemez. İmam almaya devam
edecek" şeklinde fetva veriyorlar.
Hasılı, geçmişte
hayırseverin sadakayı cariyem olsun diyerek vakfettiği tarlanın gelirini bugün
bu vakfiyeyi devam ettirenler vakfiyeye uygun şekilde vermeye devam ediyor.
Veren veriyor, alan alıyor, birileri de almasında sakınca yok diyor. Kusura
bakmayın ama kıt aklım ve yarım dini bilgimle söylüyorum. Bu vakfiye bu haliyle
devam etmemeli, güncellenmeli: Tarlanın gelirinin üçte üçü de caminin ihtiyaçlarına
harcanacak, nokta denmeli. Böyle olursa bu vakfiyenin bir anlamı olur. Bugünkü
haliyle imama ek gelir şeklindeki payı uygun ve dini görmüyorum. Bu tür vakfiye sadece Konya'daki bir caminin vakfiyesinde yazmıyordur. Öyle zannediyorum, birçok ilimizde benzer durum söz konusudur. Diyanet yetkililerinin şartları değişmiş vakfiyelere güncel bir fetva vermeli. Kafalardaki müphemi gidermeli.
*02 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Akıllı Ol!
—Babacığım, yazar olmak istiyorum.
—Çocuklara yönelik hikaye ve masal yazarlığı mı?
İyi para kazanırsın. Okul okul dolaşır, kitaplarını imzalarsın.
—Değil.
—Ne yazarlığı o zaman?
—Bir gazetede köşe yazarlığı.
—Ne tür konulara yer vereceksin?
—Gündeme dair her konuda.
—İyi halt edersin.
—Niye ki?
—Gündem dediğine dini, siyasi, ekonomi vb. her
konu girer.
—Öyle elbet.
—Hiç tavsiye etmem evlat.
—Neden? Yazmak, bir konuda görüş ortaya koymak iyi
değil mi? Okuyucunun buna ihtiyacı var.
—Boş ver bu ihtiyacı kim karşılarsa karşılasın.
Kendine başka bir meşgale bul. Sonra kimsenin ihtiyacını bu tür yazılarla
karşıladığı falan yok. Bu ülkede herkes her konu ve her şeyin alimidir.
—Niye ki?
—Kutuplaşan ve herkesin tarafgir olduğu ülkemizde
senin yazı yazmanın bir karşılığı yok. Zira herkesin safı belli.
—Bu kadar olacağını sanmıyorum. Yine de
deneyeceğim. Bu konuda önerilerin ne olur?
—Yazılarında nasıl bir yaklaşım izleyeceksin?
—Doğruya doğru, yanlışa yanlış. Eleştirel
yaklaşacağım. Bu yanlış, doğrusu şu diyeceğim. Kişiselleştirmeden hareketleri
tenkit edeceğim. Kimsenin, hiçbir grup ve zümrenin adamı ve kılıç sallayanı
olmayacağım...
—Yani yanacağım diyorsun.
—Ne alaka? Buna kim ne diyebilir?
—Esas bu yolu takip edersen yanarsın. Zira kimse
içinden geldiği gibi yaz demiyor. Kendi kafa yapısına uygun yazarsan seni el
üstünde tutarlar. Yani noterler olmanı istiyorlar yoksa tu kaka yaparlar. Bu
şekil birileri seni el üstünde tutarken diğer kesim seni yağcı ve yalaka olarak
görür. Kimseye yaranamazsın. Hele eleştirel yaklaşımdan seni men ederim. Zira
eleştirinin bu topraklarda karşılığı yok. Şakşakçı olacaksan o başka.
—Eleştiri doğru olsa da mı?
—Esas doğru eleştiri sorun. Çünkü "Bizi esas
inciten eleştiriler isabet eden eleştirilerdir". Zira çok dokunur. O
yüzden eleştiri yolunu seçeceksin, isabet etmeyen eleştiriler yap. Değilse,
vazgeç bu sevdadan.
—Yazacağım.
—Oğlum, baba sözü dinle. Yok, illa yazacağım
diyorsan, kutuplar arasında kalma. İki kutuptan birini, özellikle güçlü olanı
seç. Böylece en azından bu adam bizden diyen arkanda bir çoğunluk olur. Yok
illa yazacağım diyorsan;
Fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin. Ne şiş yanacak ne de kebap. Hiç renk vermeyeceksin. Hem nalına hem mıhına vuracaksın ya da etliye sütlüye karışmayan yazılara yer ver. Siyasi söylemlerden uzak dur. İma yoluyla bile olsa asla güçlü olanı eleştirme. İnan, bir kaşık suda boğarlar. Hiçbir şey yapmasalar bile seni değerli yalnızlığa duçar ederler. Görüşlerini takdir edenlere gelince, kendi içlerinde senin görüşlerine katılsalar dahi ne olur ne olmaz diyerek yanında görünmezler. Yani yel değirmenlerine karşı savaşamazsın. O yüzden akıllı ol. Bırak başkasını, Türkiye’yi ve dünyayı düzeltmeyi ve yol göstermeyi, kendini düzeltmeye ve kurtarmaya bak. İşte o zaman gemisini kurtaran kaptan olursun.