16 Ekim 2022 Pazar

İlk İntiba

—Beni tanıyor musun? 

—Teşehhüt miktarı kadar. 

—Yani yeterince tanımıyorum diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—Ama benim hakkımda kanaat belirtmişsin. 

—Doğrudur. Hakkınızda konuştum. 

—Halbuki ben size hep iyi davrandım. 

—Doğrusu hep iyi ve nazik davrandınız ve değer verdiniz. 

—O zaman mesele ne? 

—Konuştuklarım benim meselem değil. Efkarı umumiyenin derdine tercüman olmak istedim. 

—Sen onların avukatı mısın? 

—Değilim ama bigâne de kalamazdım. Çünkü aynı ortamda yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. 

—Yeterince tanımadığın biri hakkında konuşmak doğru mu? 

—Hem doğru hem doğru değil. Yeterince tanımıyorum. Bu yönüyle hakkında ileri geri konuşmam doğru değil. Tanımama rağmen hakkında konuşma yapmamın doğruluğuna gelince, yaptığım kanaattir. Bu, ilk intiba demektir. Kanaat ve intiba tanıdıkça değişebilir. 

—Bak, gördün mü? Bu, yanıldığının itirafı değil mi? 

—Ama değişmeyebilir de. 

—O zaman erken hüküm vermemek en doğru olan değil mi? 

—İnsani bir durumdan bahsediyorum. 

—İnsanilikle ne alakası var? 

—Bir insanı ilk gördüğünde ve teşehhüt miktarı hasbihal ettiğinde, hakkında olumlu ya da olumsuz bir kanaat edinir insan. Hatta bununla ilgili "İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır" da denir. Yine "En iyi dostluklar kavgayla başlar" da denir. Bu iki söz bile kişiler hakkında ilk intibaların olduğunu, bu intibaların daha sonra değişebileceğine işaret eder. Sizinle ilgili kanaat ve intibaya gelince, bunu kompozisyona da benzetebiliriz. Bildiğin gibi kompozisyonlar giriş, gelişme ve sonuç bölümünden oluşur. Hakkındaki kanaatim halihazırda giriş bölümünden ibarettir. Takdir edersin ki kompozisyon giriş bölümünden ibaret değildir. Gelişme ve sonuç bölümü, girişe uygun devam edebileceği gibi değişebilir de. Derim ki yaptıklarından dolayı X kişi hakkında şöyle şöyle düşünmüştüm. Şimdi aynı kanaatte değilim. Yanılmışım derim. Aynı şekilde sizin de beni yeterince tanıdığınızı sanmıyorum. Ama bir kanaat sahibisiniz. Yani sizin durumunuz da benden farklı değil. Bunu ayıplamıyorum. Çünkü doğal olan bu. İnsanlar ilk intibadan sonra daha fazla beraber oldukça birbirlerini daha iyi tanır. Halihazırda ikimiz de birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Zamana ihtiyacımız var. Zira zaman her şeyin ilacıdır. Üstelik birbirimizi tanıyacak yolları daha yaşamadık. Ne yolculuk yaptık ne komşuluk yaptık ne de alışveriş. İnsan tanıma yolları diyebileceğimiz bu üç kaideyi belki yaşamayacağız ama işte çalışırken de pekala birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz. Yeter ki ilk intibada saplanıp kalmayalım. Şunu unutmayalım ki hiçbir insan özünde kötü değildir, kötü olayım da demez. Ben şöyleyim demekle de kişi tanınmaz. Kişi ne olursa olsun, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, o kişi çevrenin tanıdığı ve anladığı kadardır. Yanlış tanınıyorsa, bunda kişinin de payı vardır. Çünkü kişi ne dediğinden, ne yaptığından çok, karşı tarafın anladığı kadardır. Son söz iletişim çoğu kapalılıkları giderir. Yeter ki bu yolu açık tutalım. 

15 Ekim 2022 Cumartesi

Grizu Patlaması ve Biz *

Bartın'da meydana gelen maden faciası 41 cana mezar oldu. Ateş düştüğü yeri yaksa da acımız büyük. Bu faciada vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, vefat edenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum. 

Temennim, bu tür maden facialarının son bulması. Ama temenniden öteye geçmiyor bu dileğim. Çünkü geçmişte benzerlerini çok gördük, şimdi de gördük, böyle giderse yarınlarda da görme ihtimali yüksek.

Patlamanın olduğu andan itibaren eksik olmasınlar, devlet ricali Bartın'da idi. Ne zaman bir deprem, sel baskını, maden faciası olsa devlet ateşin düştüğü yerde oluyor. En azından acılarınızı paylaşıyoruz demektir bu. Ailelerin acılarını yok etmese de birtakım yardım ve destek açıklamaları da olay yerinde sıcağı sıcağına yapılıyor. 

Devletin olay yerine gidip birinci elden açıklama yapması, süreci yönetmesi, devletin tüm imkanlarını seferber etmesi, yaralı ailelere yardım ve destek açıklaması takdire şayan ama tüm bu yapılanlar yeterli mi? Bence yeterli değil. Yapılanları önemsemekle beraber bu tür patlamaların bir daha olmaması için devletin her türlü tedbiri alması gerekiyor. Olaylara ve yazılıp çizilenlere savunmacı anlayışla yaklaşanların, devlet elinden geleni yapıyor, daha ne yapsın diyebilir. Varsın desinler. Müsaadenizle devlet neler yapabilirdi sorusuna cevap aramaya çalışacağım. Niyetim suçlu aramak, suçu birilerinin üzerine atmak değildir. Bir daha böyle facialarla karşılaşmamaktır temennim. 

Bu tür maden faciaları neden bu ülkede oluyor? Başka ülkelerde grizu patlaması olduğunda onlarda ölen olmuyor da niçin bizim ülkemizde onlarca canı madene kurban ediyoruz? Patlamaya ve can kaybına "kader" demek, sorumluluğumuzu Allah'a yüklemek olmaz mı? Farz edelim ki bu tür facialar bir kaderdir. Allah'ın bu kaderi başka ülkelerde ölümle sonuçlanmıyor da neden bu ülkede cereyan ediyor? Derdi nedir Allah'ın bu ülkenin yerin 300-350 metre altında rızkını temin için didinen madencilerle? Bu sorularıma sadece haşa, sümme haşa derim. Bu tür maden kazalarını kadere yüklemeyi de Allah'a atılmış bir bühtan görürüm. Suçu kadere yıkmak suç bastırmaktır. Hele bu şeyi ve her şeyi kaderle ilişkilendirmek her olup bitende "dış güçler" parmağı aramaktan başka bir şey değildir. Zira maden kazasının kaderle zerre alakası yoktur. Olsa olsa sorumsuz davranışlarımızdır. Geliyorum diyen kazaya tedbir almamaktır. Kazayı kadere yüklediğimiz kadar bilerek veya bilmeyerek kazaya sebebiyet vermeyi sorgulamamız gerekiyor. İlk açıklama, "varsa sorumluları gereği yapılacak" demek iş değil. Zira burada sorumlu ya da sorumlular var. Araştırma, inceleme ve soruşturma inceden inceye yapılmalı. Ucu kime dokunuyorsa, yargılanıp en ağır cezayı almalı. İçimizden, ceza veriliyor diyeniniz çıkabilir. Kusura bakmayın ama ben bugüne kadar bu tür patlamalarda ceza alan ocak sahibine, düzgün denetim yapmayan bürokrata doğru dürüst ceza verildiğini görmedim. Veriliyorsa da caydırıcılığı yok ki bu facialar devam ediyor. Ölen öldüğüyle kalıyor, çocuğu öksüz, hanımı da dul kalıyor, o kadar. Gerçi olayı kadere bağlamak yargılamayı düşürür. Ne de olsa ortada bir takdiri ilahi var, öyle değil mi? 

Olayın sıcaklığıyla bunları yazmak istemezdim. İstediğim bu vesileyle biraz ciddiyet. Bu ülkede çalışan insanın değeri bu kadar ucuz olmamalı. Yetmedi mi grizu patlamalarına ve göçüklere verdiğimiz kurbanlar? 

*17/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Grizu Patlaması" başlığıyla Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

12 Ekim 2022 Çarşamba

Bana Nasihat Verir misin?

—Babacığım, bir dediğini iki etmem. Zira sever sayarım. 

—Teşekkür ederim evlat. Sadede gelirsen.

—Biliyorsun. Hedeflediğim okulları kazanıp mezun oldum. Devlete atanmak için de iyi puan aldım. Atanma bekliyorum. 

—Hayırlısıyla atanırsın evlat. Benden ne istiyorsun?

—Biliyorsun, sınavlardan iyi puan almak yeterli değil. Çünkü sınav tek başına hayatın kendisi değil. Göreve başlayınca her şeyi kırıp dökmek istemiyorum. Senin tecrübelerinden faydalanmak istiyorum. 

—Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır evlat. Kendi yolunu kendin bulursun. Buna da saygı duyarım. Yalnız şu söylediklerim de kulağına küpe olsun. 

—Lütfen! Zira ihtiyacım olacak.

—Evlat, insanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır sözünden hareketle, görevde ilk vereceğin imaj çok önemlidir. Biliyorum, mükemmeliyetçi bir kişiliğin var. Herhangi bir aksamaya meydan vermeden her şeyin zamanında düzgün olsun şeklinde bir duruşun var. Zekana zaten diyecek yok. Allah vergisi.  Çalışkanlığına ben şahidim. Zira iki günü eşit tutmazsın. Mükemmeliyetçiliğine yeniden gelirsek, bu hem avantaj hem de dezavantaj. 

—Nasıl?

—Bir işi en güzel şekilde yapmak aynı zamanda dinimizin bir emri. Bu konuda en büyük örnek peygamberimizdir. Malumundur, peygamberimizin oğlu İbrahim küçük yaşta vefat ettiğinde, mezarını kazanlar mezarı yamuk kazmışlar. Yamukluk, evlat acısıyla gözyaşlarına hakim olamayan peygamberimizin dikkatini çeker. Niçin yamuk kazdınız der. Ya Rasulallah, mezar değil mi, zaten az sonra kapatılacak der mezar kazıcıları. Peygamberimiz, evet öyle. Ama Allah güzeldir, güzeli sever buyurur. Hasılı evlat, işlerin düzgün, hemen ve güzel olmasını istemen güzel. Bunu sadece sen değil, herkes ister ama bu işler istemekle bitmiyor. Pratikte mükemmelliğin yeri yok demeyeyim ama insanın olduğu yerde mükemmellik çok zordur. Çünkü mükemmel olsun diyenlerin bile önlerine zaman zaman başka saiklerle engeller çıkar. Bu da aksamalara sebebiyet verir. Aksamalar da senin mükemmeliyetçi yapına ters olduğuna göre karşındakileri kırıp geçirmenden korkuyorum. Bu da üslup demektir. Niyetin ne kadar iyi olursa olsun, usul olmadan vusul olmaz. Ha şunu da söyleyeyim. Atandığın yerde memur olarak kalsan, problem değil. Verilen işi düzgün yaparsın. Olur biter. Çünkü sadece kendinden sorumlusun. Yalnız bu zeka sende varken sen memur olarak kalmazsın. Mutlaka amir olursun. Sorun da amir olduktan sona başlar. Çünkü amir olduktan sonra sorumluluğun artacak; emredeceksin, rica edeceksin. Emrin altındakilerden her şeyi birden ve düzgün yapmasını isteyeceksin. Onlar yapmayız demez ama bazen onları da aşan, işleri başkasından bitenler olur. Bu durumda sana düşen ve yakışan sabırlı olmak iken sen durmayacaksın. Belki de sesini yükselteceksin. Bu da personelini kırar. Personelin hata yapmamak için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yine hata yapacaktır. Onları hataya sevk eden de senin tavrın. Bunu bil. Neden dersen? İnsanoğlu bulunduğu yeri evi gibi hissetmesi lazım. Hata yaparsam, amirim uyarır, ben de hatamı düzeltirim, bir dahakine işimi düzgün yapayım ister. Bunu göremediği zaman çalışırken rahat edemeyecek, rahat edemeyince de hata üstüne hata yapacak. İşlerin düzgün yapılmasını istemen güzel ama adı üzerinde idarecisin. İdare yoluna gitmelisin. İdare derken her şeye eyvallah demeni beklemiyorum. Zira bunu tasvip etmem. Her insan ikinci, üçüncü hatta dördüncü kez hak verilmesini umar. İdare ediyorsa bazılarını görmezden geleceksin. Gördüğün zaman da tatlı dil ile uyaracaksın. Şurası şöyle olmuş, böyle yapın diyeceksin. Her hatada kıyameti koparırsan, bulunduğun yerde barış ortamı bozulur. Bu da kurumlarda istenen bir durum değildir. Hata arama, hataları düzeltici ol, hoşgörü en büyük silahın olsun. Makamın ne kadar yüksek olursa olsun, tevazuu elden bırakma. Çünkü ölümün dışında her şeyin telafisi vardır. Bir de kırıp döktüğün kalbin telafisi zordur. Ne kadar telafi edersen et, mutlaka izi kalır. O yüzden sen sen ol, liderlik özelliğinin yanında idare etmeyi de kendine düstur edin. Böyle yaparsam, şımarırlar diye düşünme. Çünkü babacan tavrın özden saygıyı hak eder. Herhalde şeklen saygıyı tercih etmezsin. Ha alçakgönüllü olmandan dolayı şımaran olursa, bu tiplere de haddini bildirmeyi ihmal etme. Ama had bildireceğim derken söylediklerinden dolayı savunulamayacak ve telafisi mümkün olmayacak sözler söyleme. Bir diğer husus, Her şeye karışarak ağırlığını düşürme. Sözlerimi uzattım biliyorum. Kısaca gittiğin ve bulunduğun her yerde varlığını hissettir. İnsanlar özellikle emrin altında çalışanlar varlığınla kendilerini güvende hissetsinler. Ayrılırken de kubbede hoş bir seda bırakmaya bak. Kısaca kimse senden yaka silkmesin. Gitti de kurtulduk demesin. Bıraktığın hoş seda ile sonrasında da hayırla anılasın.

—Sağ olasın baba. Çok teşekkür ediyorum.

Durum *

WhatsApp, Telegram, Bip uygulamaları, son yıllarda yazılı ve görsel paylaşım ve yazışmaların vazgeçilmezi. Öyle zannediyorum, en yaygın kullanılanı Whatsapp'tır. Ben de bu en yaygın olanı kullananlardan oldum hep. Birilerinin kızarak ve hamaset göstererek bir ara WhatsApp'ı kullanmayı bırakıp Bip uygulamasına geçtiği kısa zaman diliminde dahi WhatsApp kullanmayı bırakmadım. Bir ara zorunlu olarak ilaveten Bip kullandım. Ne yalan söyleyeyim, Bip'e bir türlü içim ısınmadı. Basit bir oyuncak gibi geldi bana. Zaten çok da kullanışlı değildi. Başkasını bilmem ama işkenceydi benim için. Hoş, kızıp bundan sonra WhatsApp kullanmayacağım, Bip kullanacağım diyenlerin kahir ekseriyeti tekrar Whatsapp'a geri döndü. Vatandaş neyse de resmi kurumları Bip'e yönlendiren devlet de Bip'ten vazgeçti. Hasılı pireye kızıp yorgan yakmamız da yanımıza kar kaldı. Ki bu yaptığımız bu ülkede vakayı adiyedendir.

Yakın zamanda tecrübe ettiğimiz bu zigzag geride kaldı. Ben geleyim sadede. 

Nicedir mesajlaşmadan ziyade WhatsApp'ın Bip'te olmayan Durum fonksiyonunu kullanırım. Durum'u kullanan çok. Herkes ne yapıp ne ettiğini, nerede olduğunu, fotoğrafını, beğendiğini, mesajını, mutluluğunu ve üzüntüsünü Durum'dan paylaşarak telefonunda kayıtlı olanlara görün benim durumumu diyor. duyuruyor.  Herkes Durum'dan paylaşım yapar da ben durur muyum. Neyim eksik sonra. Ben de gazetede çıkan yazılarımı paylaşıyorum. Niye paylaştığımı tam bilmesem de izninizle bir beyin jimnastiği yapayım: 

-Bu alemde ben de varım. (Niye olmasın. Zira kambersiz düğün mü olur.) 

-Yaşıma bakıp aldanmayın. Bu teknolojiden ben de anlıyorum. 

-Bakın ne yazmışım? Gazeteden açıp okumazsanız, ben de hizmeti ayağınıza getiririm. (Zira benden kurtulamazsınız. Siz yeter ki teknoloji bağımlısı olmaya devam edin.) 

-Yazımı görenlere moral ve motive olsun diye. (Yazımı gören, üstüme iyilik sağlık! Bu bile yazıyorsa ben hayli hayli yazarım deyip bir köşe bulup yazmaya başlayacak. Ülkede yazan enflasyonu oluşacak. Bu enflasyondan kurtulma umudunu epistemolojik ve heteredoks yaklaşıma bağlayacak.)

-Yazıyı görür görmez okumadan sonraki Durum'a geçenler kurtulacak. Ne yazmış yine deyip okumaya kalkanlar olursa, belki de moralini bozacak ve Allah bunu bildiği gibi yapsın diyecek. Varsın desin. Yeter ki Allah yapsın. 

-Uzun yazılarımı sonuna kadar okuma gafletinde bulunan olursa, gitti kaç dakikam. Allah beni affetsin diyecek. 

-Pek az sayıda okuyucum çıkar da yazımı okur, hoşuna gidiyorsa eyvallah der, gitmiyorsa deli saçması desin. Kendine bir pay çıkarırsa çıkarsın, değilse Durum’da ve gazetede yer kaplasın diye.

-Durum paylaşımlarımı kendine vazife bilip mal bulmuş mağribi gibi başkasına ulaştıran, jurnallik yapan muhbirlerime kolaylık olsun diye. Allah vere de telefonumda kayıtlı ve dost bildiğim kişi ya da kişiler, bu yaptıkları onurlu eylemlerinden dolayı para alsalar, en azından cepleri para görür, kedi olalı bir fare tuttum derler. Yürü, oğlum. Kim tutar seni/sizi. Yok, bu işi benim gibi meccanen yapıyorsa, onun adına acımak düşer bana. 

Gördüğünüz gibi paylaşım amacım baya da varmış. Ezcümle şunu söyleyeyim. Faydalandığım bu Durum uygulaması, bana biri beni gözetliyor (BBG) hissi verse de ben yazdıkça, WhatsApp'ın Durum uygulaması devam ettikçe ben bu Durum aracılığıyla paylaşım yapmaya devam edeceğim.  

*24/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

10 Ekim 2022 Pazartesi

Oyları İpotek Altında Olan Seçmenler *

İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber bu ülkede seçmen kesimlerinin oyları siyasiler nezdinde çantada keklik görülür. Yani bazı kesimler siyasi partilerin oy deposudur ve kaleleri mesabesindedir. Oyları İpotek altında olan fakat farklı siyasi yönelim gösteren seçmenler ise mecburlar bana vermeye diyen siyasi partiler tarafından pek makbul görülmezler. Nankör ve hain olarak görülürler. Satılmış derler en azından. Bu tür seçmenlerin işi zordur. Çünkü bu kişiler yani kabuğunu kıran ya da kırmaya çalışan seçmenler en hafifiyle mahalle baskısına maruz kalırlar.

Ne demek istediğimi örneklerle açıklamaya çalışayım:

Dindar ve mütedeyyin biri iseniz,

Başörtülü iseniz,

İHL ve ilahiyat mezunu olup Diyanet'te İmam hatip, müezzin kayyum, vaiz, müftü vb görevler yürütüyorsanız,

Din kültürü ve ahlak bilgisi ve İHL meslek dersleri öğretmeni iseniz...

Oylarınızı Milli Görüş geleneğinden gelen veya bu gelenekten geldiğini iddia eden partilere yani SP, YRP ve özellikle AK Parti'ye vermek zorundasınız. Oyunuzu bunlara vermek istemezseniz bile bu partilerden görünmek mecburiyetindesiniz. Oyunuzun rengini belli eder, bu çizginin dışındaki başka partilere yönelir, bu partilerden en büyüğünü icraatlarından dolayı eleştirmeye kalkarsanız; hain ve nankör damgası yemekten kurtulamazsınız. Kazanımları heba edeceksiniz denerek mahalle baskısına maruz kalırsınız. Hele bir de resmi bir göreviniz var veya bir koltukta oturuyorsanız, adam sana makam vermiş, seni bu görevde iyi durduruyor, yaptığın düpedüz nankörlük, sol gelsin de gör gününü denir. Arkandan da bu adamı bu koltuktan indirmek lazım derler. Biraz ileri gidersen, görevden alınman için bazı kapılara bile giderler.

Laik, seküler biri iseniz,

Kemalist ya da Atatürkçü iseniz,

Çağdaş, modern ve Batılı anlamda bir kafa yapısına sahipseniz,

Modern giyimli bir hanımefendi iseniz,

Alevi iseniz,

Solcu, devrimci, komünist veya sosyalist iseniz...

Oylarınızı CHP'ye veya bu partinin düşüncesine uygun partilere vermek zorundasınız. Şayet vermezseniz sağ partilerin ekmeğine yağ sürmüş olursunuz.

Milliyetçi iseniz, bu kimselerin hangi partiye oy verdiğini değerlendirmeden önce milliyetçilik üzerine birkaç kelam etmek isterim. Milliyetçiliği, İç Anadolu milliyetçiliği (dindarlığa yakın) ve sahil milliyetçiliği (ulusalcı) diye ikiye ayırmak lazım. İç Anadolu milliyetçiliği Milli Görüş ve sağ yelpazede siyaset yapan siyasi partilere yakındır ve ve zaman zaman geçişkendir. Ulusalcılar ise CHP'ye yakındır ve zaman zaman geçişkendir. İç Anadolu milliyetçileri MHP'ye oy vermek zorundadır. Ulusalcı milliyetçiler ise MHP'den kopup parti kuran İyi Parti'ye oy vermek zorundadır. 

Kürt iseniz, HDP'ye oy vermek mecburiyetindesiniz. 

Bazı seçmen kesimlerinin oylarının bu şekil ipotek altına alınmasının yanında partilerin üstlendiği bazı misyonlar da var. Birkaç örnek de bu konuda vermek isterim. Bu ülkede başörtüsü, dindarlık, din, iman, ahlak vb. değerler savunulacaksa, bunu ancak AK Parti yapar. Başkasının ağzına bunlar yakışmaz. Çünkü onlar özellikle CHP bu konularda samimi değil. Aynı şekilde Atatürkçülük ve laiklik savunulacaksa bunu sadece CHP yapar. AK Partinin bu değerleri savunması çok iğreti kaçar.

Hasılı büyük seçmen çoğunluğu siyasi partilerin tekelindedir. Türk siyasetinde bu kesimler arasında oy geçişkenliği, sonuca etki edecek şekilde fazla değil. Siyasetimizi esas etkileyen, iktidarları değiştiren kesim, parti ayrımı yapmaksızın her bir yelpazedeki partilere oy verebilen kararsız seçmen kesimidir. Bunların oranı da yüzde yirmi civarındadır.

Siyasi tercihiniz ne olursa olsun, siz siz olun, oyunuzu hiçbir partiye ipotek ettirmeyin. Siz partilerin arkasından değil, siyasi partiler sizin arkanızdan koşsun. 

*12/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

3 Ekim 2022 Pazartesi

Hangi Müslümanlık? (2) *

Tasavvuf, tarikat ve Cemaat Müslümanlığı: Varsa yoksa cemaat ve tarikatları. Allah ve peygamberden çok dini liderleri telaffuz edilir. Onların emrinden çıkılmaz. Şuraya oy verin denir, sorgulanmaz. Şeyhleri ne derse vardır bir hikmeti. Kurtuluşta olacak fırka bağlı oldukları cemaat ve tarikattır. Sohbet gününde sohbete giderler, verilen zikri çekerler. Bir araya geldikleri zaman şeyhlerinin kerametini anlata anlata bitiremezler. Cemaatinin çıkardığı dergiye abone olurlar, gazetesi varsa alırlar. Şeyhin tüm kitapları kitaplıklarını süsler. Cemaatlerine bağlı esnaftan alışveriş yaparlar. Zekat ve sadakalarını ehil kimselere dağıtsın diye cemaatlerin kurduğu dernek ve vakıflara verirler. Tarikatlarına bağlı olmayanlara acıyarak bakarlar.

Dine Mesafeli Müslümanlık: Pek camide ve cemaatte görünmezler. Dinden diyanetten pek söz etmezler ve ibadetlere soğuklar ama dine saygılı olduklarını ifade etmekten geri kalmazlar.

Batı Özlemi Duyan ve Batı Karşıtı Olan Müslümanlık: Batılılar Hristiyan olmasına rağmen bizden daha ahlaklı daha medeni daha çalışkanlar. Bizden ilerideler. Böyle diyenlere karşı Batının savunulacak bir tarafı yok. Onların medeniyetinin altında kan, gözyaşı ve sömürü var. Biz de sömürseydik gelişirdik. Batıya özlem duymak aşağılık kompleksinin bir sonucudur derler. 

Her Sözü Geçmişe Atıf Olan ve Özlem Duyan Müslümanlık: Gerçek Müslümanlık bizde. Asrı Saadet örneğinin dünyada bir benzeri yok. Adalet tam hakim olmuştu. Bizim dinimiz sömürge dini değildir. Ecdadımız gittiği her yere medeniyet götürmüş, kimseyi sömürmemiştir. Batı her türlü bilgiyi bizden almıştır. 

Her Türlü Geri Kalmışlığa ve Olumsuzluğa Gerekçe Bulan Müslümanlık: Biz Batılılardan dolayı geride kaldık. Dış güçlerin ülkemize besledikleri emeller hala sona ermedi. Bugün ekonomik saldırı altında isek bu bile dış güçlerin eseri. Bizim hiç suçumuz yok. 

Fıkıh Müslümanlığı: İslam'ı fıkıhtan ibaret gören tiplerdir bunlar. İslam'a dair her şeyi geçmişte alimler ortaya koymuş. Bunların değişmesi söz konusu değildir deyip geçmiş fetvaları dikte etmeye çalışırlar. 

Niyet Okuyuculuğuna ve İthama Dayalı Müslümanlık: Farklı görüşte olanlara sapık, mülhit, İrancı, FETÖ'cü, Hizbullahçı, Selefi, oryantalist vs. derler. 

Korku Salan Müslümanlık: Şunu yaparsan kafir olursun, şu kelimeyi söylersen dinden çıkarsın, şu fetvayı görmezden gelirsen cayır cayır yanarsın türünden söylemlerle dinin sevdirilmesinden ziyade korku salan insanlar var. Din görevlilerinin çoğunda bu üslup hakim. 

Menkıbe ve Gizeme Dayalı Müslümanlık: Dine dair anlatılanlar gizem, hurafe ve menkıbeden ibarettir. Bu tür vaaz veren ve konuşanlardan hoşlanırlar. Dinin ve peygamberin gizemi yoksa o din ve peygamber ne işe yarar onlar için. Din dediğin uçurmalı ve kaçırmalı. Peygamber dediğin uçmalı, kaçmalı. 

Ucuz Mücahit Müslümanlığı: Güçlerini güçlüden alırlar. Kimsenin bir şey yapamayacağını anladıkları zaman çok anlayışsız, kaba ve saba olurlar. Kimseyi konuşturmazlar. Konuşan olursa da vay efendim, nasıl konuşurlar diye hedef gösterirler. Sosyal medyayı çok güzel kullanırlar. Küfrü ve hakareti ağızlarından düşürmezler. Herkese ayar verirler. Güçten, takatten ve iktidardan düştükleri zaman süt dökmüş kediye dönerler. Alttan alırlar. Nazik, kibar ve uzlaşmacı olurlar. Güce yaslanmada bir beis görmezler. Bu tipler sevdiklerine asla söz söylemezler. 

Cuma, Bayram, Belirli Gün ve Hafta Müslümanlığı: Cep telefonlarının davetsiz misafirleridir bunlar. Özellikle haftalık cuma mesajları daha perşembeden damlar. Bıkmadan, usanmadan gönderirler. Gönderme desen dahi göndermeye devam ederler. Bunlar boş ve meşgalesi olmayan tiplerdir. Ortak grupların mesaj gönderme yönünden baş gediklisidirler. 

Kandırılmış Müslümanlık: Yeter ki birileri Allah, din ve peygamberi ağzından düşürmesin. Ardından koşarlar adeta. Sonra da kandırıldık demeyi marifet bilirler. Sağ siyaset halkın bu ulvi değerlerini bol bol kullanarak oya tahvil etmeye çalışır. Kim bunları ağzından düşürmezse rakiplerine oranla siyasete 1-0 galip başlar. 

Ahlak Müslümanlığı: Emredilen her türlü ibadetin nihai hedefi kişinin ahlaklı olmasını sağlamaktır. Herkesin özlemini duyduğu ve olması gereken denilen ahlak ise çok da önemsenmez. O yüzden ahlaki değerleri yaşantısıyla gösteren ve etrafına güven veren Müslüman sayısı pek azdır. Aslında Müslümanlığa ve Müslümanlara değer katacak ve insanlığa örnek olacak olan Müslümanlık, ahlakı ile mümeyyiz olmuş Müslümanlıktır. 

*08/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hangi Müslümanlık? (1) *

İslam ve Müslümanlık tek ve en son hak din olmasına, inananlarına Kur'an'ın ifadesiyle Müslüman denmesine, hepsinin beslendiği kaynaklar Kur'an ve sünnet olmasına rağmen yöreye, bölgeye, yetişme iklimine göre çeşit çeşit Müslüman tipi var. Başka ülke Müslümanlarını bilmem ama gözlemlerime dayanarak Türkiye'deki Müslüman tiplerini ele almaya çalışacağım. Yapacağım tipleme nesnel değil, özneldir.

Namaz Müslümanlığı: Müslümanlıktan anladıkları namazdır. Sabahtan akşama namaz kılmasalar da namaz tüm günlerini kapsar. Bir vakit namazını kılarlar, diğer vakit namazına hazırlanırlar. "Vakit yaklaşıyor, namaza hazırlanmak lazım, namazını kıldın mı? Haydi namazımızı kılalım. Bir namazımız var, namazı da kılamayıp da ne yapacağız..." derler. Namaz kılınır, az iş güç, biraz dinlenmenin ardından tekrar yeni bir namaza hazırlanırlar. Bir abdestle kolay kolay iki vakit kılmazlar. Namaz kılmadan da rahat etmezler. Arda kalan zamanda namaz kılmayanları eleştirirler. Yanlış anlaşılmasın, yapılan bu ibadeti küçümsemiyorum. Namaz dinin direği ve önemli bir ibadet. Bu tipler için tek söyleyeceğim, Allah namaz ibadetini kaldırsa, bunlar ibadet namına ne yapacaklar? Öyle zannediyorum, sudan çıkmış balığa dönerler.

Slogan, Hamaset Müslümanlığı ve Siyasal İslamcılık: Sabahtan akşama dinin muhabbetini yaparlar. Ayet ve hadis paylaşırlar. Ağızlarından din, iman düşmez. Müslümanlığı kendilerinden başkasına pek layık görmezler. Zira en iyi Müslümanlık bunlarda. Bugünkü sorunların hepsi İslam'ı yaşamadığımızdan ve İslam'ın hakim olmamasından. Adalet ancak İslam kanunları uygulanırsa sağlanır. Ağızlarından Allah ve peygamber düşmemesine rağmen bu savundukları değerleri çok da iyi yaşadıkları söylenemez. Zira çoğunda söylem var, icraat yok. 

Ritüel Müslümanlığı: Namaz Müslümanlığını da bu başlık içinde değerlendirebiliriz. Dinden anladıkları İslam'ın beş şartı denilen ibadetleri yerine getirmekten ibarettir. Namaz ve oruç tutarlar. Kelimeyi şahadeti söylemeye gerek yok. Zaten bilirler ve söylerler. İmkanları iyiyse zekatlarını verirler. Kotaya takılmazlarsa hacca giderler.

Cuma ve Bayram Müslümanlığı: Cumadan cumaya ve bayramdan bayrama camide görünürler. Diğerlerini kılamıyorum, Allah affetsin derler.

Oruç Müslümanlığı: Bu tiplerin namazla arası yok ama oruçlarını tutarlar.

Ramazan Müslümanlığı: Ramazandan ramazana oruç tutup beş vakit namazlarını ve teravihleri kılarlar. Geri kalan 11 ayda cuma ve bayram dışında namaz kılmazlar. İstirahate çekilirler.

CHP Korkusuna Dayalı Müslümanlık: CHP'nin iktidara gelmesinden pek korkarlar. Çünkü bu zihniyet başa gelirse, ortada ne din kalır ne iman. Kızlarımızın başını açarlar, İmam hatip okullarını ve Kur'an kurslarını kapatırlar. Çalışanları cumaya bile göndermezler. Hasılı, CHP ile yatar, CHP ile kalkarlar. İnsanları CHP zihniyetiyle korkuturlar. Zira ülkedeki her kötülüğün müsebbibi olarak bu partiyi görürler. Dinden beslenen partiler de bu tür Müslümanların oyunu almak için durmadan bu sihirli formülü kullanır.

Başörtüsü, Kur'an Kursu ve İHL Müslümanlığı: Varlık sebepleri bu üçüdür. Bu üçü serbest mi yeter onlar için. Bunları en büyük kazanım olarak görürler. Tüm mücadeleleri bu kazanımların kaybolmaması. Bugün başörtüsü serbest olsa da kurs ve İHL'ler açık olsa da en büyük korkuları bir gün birilerinin eline fırsat geçerse başörtüsünün kamuda yasaklanması ve İHL'lere kat sayı engellinin konması korkusunu yaşarlar. Özellikle başörtüsünü ve İHL'leri hiç ağızlarından düşürmezler. Sanırsın ki Müslümanlık bunlardan ibaret. Din sadece buralardan öğrenilir. Çocuk ancak bu okullarda okutulur. Zira dinimiz buralardan öğrenilebilir. Çocuğunu bu okullara göndermeyen veliler sorgulanır. Kamuda yönetici görevlendirme ve atamalarında mutlaka bu okul mezunlarına öncülük verilmelidir. Zaman zaman İHL'lere bir saldırı olduğunda bu okul mezunlarının gururu nükseder. “Bu okul mezunu olmaktan gurur duyuyorum” paylaşımları gırla gider. Bir yerde boş arsa mı var. Buraya ya cami ya İHL ya da Kur'an Kursu yapılmalı. Cemaati ve öğrencisi olmasa da her köşede bunlar olmalı. Zira israftan anladıkları sadece ekmek israfıdır. Başka bir okul türü hiç düşünülmemeli. Yapılacaksa da bunları devlet yapmalı. 

Kur'an Müslümanlığı: Bunlara göre Kur'an'dan başkası yalan. Hadisleri referans olarak almazlar. Ayeti ayetle izah ederler. Hadisleri ön plana çıkaranları hurafeci görürler. 

Hadis Müslümanlığı: Hadisin Buhârî ve Müslim'de veya Kütübü Sitte'de ya da Kütübü Tis'a da geçmesi önemli değil. Sahih veya zayıf olması da önemli değil. Hadis hadistir. Her konuda paylaşacakları hadisleri var. Şu konuda şöyle bir ayet var desen, ayetin zıddına bir hadis rivayet ederek ama peygamberimiz böyle demiştir derler. Ayet mi, hadis mi desen bu tercihi kabul etmezler ama gönülleri hadiste. (Devam edecek.)

*07/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.