15 Ağustos 2022 Pazartesi

2008 ve 2022 Brent Petrol Fiyatları *

Görülmemiş bir hayat pahalılığı ile karşı karşıya olduğumuz ve bir hiperenflasyon yaşadığımız aklıselim sahibi herkesin malumu. Bakmayın futbol takımı tutar gibi parti tutan bazı trollerin bu durumu görmezden gelip "Dünyada da böyle. Biz yine iyiyiz. Avrupa gıda sıkıntısı çekiyor, bizden pahalıya alıyor" dediklerine. Bu işin hiç lamı cimi yok. Hayat pahalılığında ve enflasyonda başı çekiyoruz. Enflasyonu en yüksek ülkeler yüzde 10 civarında bir enflasyona maruz kalıyorlar. Yüzde 10 nere, yüzde 80 enflasyon nere. Savunmacı reflekslerini bir tarafa bırakıp biraz makul düşünseler, hayat pahalılığında açık ara önde olduğumuzu kabullenirler. Hele bir de yok öyle değil diyenleri nankörlükle suçlamaları yok mu? Akılları sıra güneşi balçıkla sıvamaya çalışıyorlar. 

Hayat pahalılığını kabul edip biraz makul gibi görünenler de yönetilemez mevcut durumu, bazı gerekçelerin arkasına sığınarak bu durum normal demeye getiriyor. Kah bizdeki ürünü dolar veya EURO ile kıyaslıyorlar. Bak bizde daha ucuz diyorlar. Efendim, "Esnafımız fırsatçı" diyorlar. Tamam, esnaf fırsatçı olabilir. Bu halk mı verdi esnafa bu fırsatı. Unutmayın ki kurt puslu havayı sever. Hızlarını alamıyorlar, Brent petrol yükseldi. Haliyle bize zam olarak yansıyacak diyorlar. Tamam, Brent petrol 135 dolara kadar yükseldi. Elbette zam olarak bize yansıyacak. Yalnız Brent petrol ilk defa 135 dolara yükselmedi. 2008 yılında 141 dolara kadar çıktı. O zaman benzinin litresini kaça almışız? Bilgileri bir tazeleyelim isterseniz. 3,61 lira imiş. Brent petrolün varilini gerekçe göstererek 2022 yılında benzin bir ara 30 liraya kadar çıktı. Aradaki uçurumu takdirlerinize bırakıyorum. Demek ki mesele sadece Brent petrolün yükselmesi değil. Sıkıntı TL'nin döviz karşısında erimesi ya da eritilmesi. Çünkü 2008 yılında dolar 1,25 seviyesinde idi. Burada üzerinde düşünülmesi gereken paramızın değerinin hiç olmadığı kadar düşmesidir. Değilse biz 2008 yılında da benzini bugünkü fiyatlara almamız gerekirdi. 

2007, 2008, 2009 dünya ekonomik krizini yabana atmamak lazım. Dünya hala o krizin etkisinden kurtulamadı. Burada sorulması gereken soru şu: 2008’de Brent petrol 141 dolara kadar yükselmiş iken biz o zaman benzini niçin şimdiki gibi pahalı almadık? Çünkü paramız pul olmamıştı ve değerliydi. TL neredeyse dolarla başa baş idi. Merkez Bankası rezervlerimiz iyi seviyede idi. Hükümet iyi bir mali disiplin izledi. O zamanın Başbakanı Erdoğan, bu kriz bizi teğet geçecek demişti. Gerçekten uygulanan sıkı para politikası ve mali disiplin sayesinde teğet geçti.

Bir zamanlar teğet geçen kriz şimdi niye hep bizim ülkemizde cirit atıyor? Demek ki krizin diğer gerekçelerinin yanında en büyük sebep izlediğimiz para politikasıdır. TL’miz pul olmasa biz bu krizi bu kadar derinden hissetmeyecektik. Çünkü hayat pahalılığını ve enflasyonu azdıran paramızın dolar karşısında değer kaybetmesidir. O zaman izlediğimiz para politikasında bir problem var. Yedek akçeye varıncaya kadar Merkez Bankası rezervlerini şu ya da bu şekilde kötü günleri hesaba katmadan har vurup harman savurursak, orta yerde TL diye bir para kalmaz ve piyasaya zam olarak yansır.

Salgınla beraber derinden hissedilen bu enflasyonlu hayatı ve hayat pahalılığını değerlendirirken işlemeye çalıştığım bu hususun da göz ardı edilmesini isterim. Hoş, biz salgından önce de zaten bir ekonomik krize girmiştik. İzlediğimiz yanlış para politikası da bize bu şekil pahalıya mal oldu. Sözün özü budur. Lütfen başka gerekçelerin ardına sığınmayalım.

*17/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Gözlük Maceram

Gözümle derdim ilkokul 4 ya da 5.sınıfta iken başladı. Gözümün ağrısından iki gün boyunca okula gidemedim. 

İlkokuldan sonra verdiğim üç yıl aranın ardından 17'den gün almış biri olarak orta 1'e başladım. 

İlk sınıfım, bir ara 69 mevcuda çıksa da 66 kişilik ince uzun bir sınıftı. Her sırada üçer kişi otururduk. Akranlarıma göre büyük olduğumdan en arka sıraya otururdum. 

Oturunca anladım ki tahtadaki yazıları okuyamıyorum. Bir süre yanımdaki arkadaşın yazdıklarından tahtayı defterime geçirdim. 

Bir akrabamın aracılığıyla özel bir göz doktoruna gittim. Yine onun sayesinde eskiden yaşlı insanların yakın gözlüğü olarak kullandığı siyah bir gözlüğüm oldu. Bu gözlük seçiminde bir tercihim olmadı. 0,75 idi ilk göz numaram. 

Gözüme takıp dışarı çıktığımda az önce geldiğim yollara hendek açılmış zannına kapıldım. Ne ara açtılar bu çukuru deyip gözlüğü çıkarınca kaldırımlarda herhangi bir değişikliğin olmadığını gördüm. Ayrıca doktor nasıl muayene etti ise takındığım bu gözlükle de çok iyi göremedim. İyi-kötü böyle alışacağım ama nasıl alışacaktım? Çünkü herkesin bana baktığı zehabına kapıldım. Bir başka sorun, beni gözlüksüz tanıyan sınıf arkadaşlarım ne diyecekti? Zira o zamanlar gözlük herkeste olmazdı. Gözlük takan için de ya dört göz deyip dalga geçecekler ya da gözün kör mü oldu diyeceklerdi. Ki bir tanıdığım, bismillah demeden dedi bile. Çekemezdim bunu. 

Ani bir kararla bu gözlüğü takmama kararı aldım. Gözlüğü ceketin cebine bir koydum. Bir daha kullanmadım. 

Yine arka sırada oturuyorum. Gözlerimi kısarak tahtadaki yazılanları okumaya çalışıyorum. Bir kısmını bu şekil okuyabilsem de çoğunu okuyamazdım. Son çare yanımdakinden tahtayı deftere geçiriyorum. 

Sanırım, bir arkadaşın söylemesiyle duvar tarafında oturmam şartıyla sınıf öğretmenim önden üçüncü sıraya oturttu beni. Böylece tahtayı görür oldum. 

Orta sınıfı bu şekil gözlüksüz bitirdim. Lise bire gelince hastaneye nasıl gidilir, nasıl muayene olunur bilmem. Meşhur birkaç göz doktoru vardı özel muayenesi olan. Özel muayene ücretini ve gözlük bedelini öğrenip parayı temin ettim. Muayene sonucu yeni göz numaram 1,25 olmuştu. 

Lise 1'den beri kesintisiz uzak gözlüğü kullandım. O günden sonra sabah kalkar kalkmaz ilk işim gözüme gözlük takmak oldu. Adeta vücudumdan bir parça oldu. Nere gittiysem, gözlük de benimle birlikteydi. 

Birkaç senede bir muayene olmak suretiyle göz numaram yüksele yüksele 2,75'e kadar çıktı. Belli bir yaştan sonra kontrol için doktora da gitmedim. Uzun yıllar bu numarayı kullandım. 

Yaş geldi 60'a. Halen bu 2,75 numaralı uzak gözlüğünü kullanıyorum. Ama eskisi gibi ihtiyaç hissetmiyorum. Sadece uzağa bakmam gerektiğinde gözlüğe ihtiyacım oluyor ama yine de gözümde duruyor. Yazı, çizi işim olursa bu gözlüğü çıkarıyorum. Kah başıma kah yanıma koyuyorum. Yakın gözlüğü kullanmadan çıplak gözle okuyorum. 

Gel zaman git zaman yataktan baş ağrısı ile uyanır oldum. Bu ağrı geçsin diye hap dışında daha önce uyguladığım tüm tedavi yöntemlerini uyguladım. Belli ki önceki baş ağrılarından farklı idi. İnce bir sızı gibi gün boyunca sızladı durdu. Bir gün böyle beş gün böyle derken galiba bende tansiyon var deyip hastaneye giderek ölçtürdüm. Daima 12-8 olan tansiyonum hipertansiyon seviyesinde yüksek çıktı. Daha önce tansiyonu bir yerde tutma ve koruma amaçlı doktorun yazıp kullandığım en hafif seviyeli tansiyon ilacımdan doktora yazdırdım. Bir hafta boyunca ilacı kullanmama rağmen tansiyonum yine düşmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izledi. Gözlerim de eskisi gibi net görmez oldu. Kafamdaki ağırlık da cabası.

Bir akşam beyin emarı çektirdim. Nöroloji uzmanı beyinde bir sorun görmedi. Beyne giden damar yolları açık mı diye ultrasyon çektirdim. Damarlarda bir tıkanma yoktu. Kardiyolojiye gittim. Daha önceki EKO filmindeki gibi idi kalbim. Kalp cidarlarında başlayan kalınlaşma aynen devam ediyordu. Tansiyon ilacını değiştirelim, bir ay boyunca kullan, ardından yeniden kontrole gel, faydasını görürsen bu ilacı raporlarız dedi. 

Kardiyologdan çıkışta iyi de gözlerim niye net değil o zaman dedim ve  göz doktoruna göründüm. Yıllardır benden bir parça olan uzak gözlüğümle doktorun gösterdiği harfleri okuyamadım. Başka cam taktı. Tüm harfleri bir çırpıda okudum. Dedi ki senin göz numaran 2'ye düşmüş. Şaşırdım doğrusu. Başka tahlil ve tetkiklerin ardından  yeni göz numaramla ilgili reçeteyi yazmadan önce bir de tetkik odasına giderek bilgisayardan gözünüzü ölçtürün dedi. Ölçtürdük. Benim 2,75 olan göz numaram 1,5'a gerilemiş. Doktor, her ne kadar 1,5 çıksa da ben 2 numara vereceğim dedi ve reçetesini yazdı. Akşama doğru yeni camları gözlükçüye taktırdım. Daha önce puslu gördüğüm hayat cam gibi oldu. Hasılı uzak gözlüğü takmaya yine devam ama daha düşüğü ile talim ediyorum artık. 

Siyasetimizin Senaristleri Kimlerdir? *

Aramızda Türk filmi izlemeyenimiz yoktur. Filmi izlemeden başrol oyuncularına bakarız. Beğendiğimiz aktörler ise daha bir dikkatli izleriz filmi. Kendimiz iyi veya kötü olsak da filmin diğer aktör ve figüranlarından ziyade başrol oyuncusunun rolüne kaptırırız kendimizi. Zira gönlümüz ondadır. Çünkü toplumsal olaylar işlenir filmde. Başrol oyuncumuz da problemi çözmek için film boyunca koşuşturur. Bizi kah korkutur kah heyecanlandır kah duygulandırır. Başta ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, filmin sonunda kötülere karşı galip gelen başrol oyuncusudur ve ne güzel film çevirmiş diyerek bizden alkışı alır.

Tüm iltifat ve takdirler başrol oyuncusuna olsa da aslında takdiri hak eden filmde görünmeyen oyunun senaristidir. Çünkü filmde işlenen konunun yazarı odur. Bizim film boyunca alkışladığımız başrol oyuncusunun rolü, rolünü içten oynaması, rolünü iyi becermesidir. Üstlendiği bu rolden dolayı parasını alır, geçimini bu şekilde karşılar. Anlatmak istediğim, başrol oyuncusu filmde her ne kadar oyun kurucu aktör gibi görünse de aslında kendisi de bir figürandır. Yani oyunun gidişatına ve sonucuna bir dahli yoktur. Ona yön veren senaristtir.

Film ve dizilerin senaristinden siyasilerimize gelmek istiyorum. Acaba siyaset sahnemizde parti ve genel başkanı olarak görev alanlar birer aktör mü yoksa bunlara da yön veren bir akıl hocaları yani senaristleri var mı? Yaptıkları icraatlarında, aldıkları kararlarında ne kadar inisiyatif kendilerine ait? Kısaca ne kadar yerliler? Acaba birileri bizim siyasetimizi ve siyasilerimizi dizayn ediyor olabilirler mi? Bir partiniz var, bu partinin fanatiği iseniz, partinize ve genel başkanınıza laf söyletmezsiniz. Bizim genel başkanımız öp öz bu toprağın insanı ve yerli, rakip parti genel başkanını ise dış güçlerden emir alan biri olarak görürsünüz. İktidarıyla, muhalefetiyle bu ülkede siyaset yapan her genel başkanın, hatasıyla sevabıyla bu toprağın insanı olmasını, aldığı kararların ülke menfaatine olmasını, kısaca fikir babasının yani senaristinin genel başkanları ve partilerin MKYK'si olmasını temenni ediyorum. Böyle de görmek istiyorum. Zira hiçbir siyasi partiyi ve genel başkanını da bu şekil bir töhmet altında bırakmak istemem ama şüphelerim olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim. 

Bu temennimin ardından soru sorarak, örnek vererek kulaklarımıza biraz kar suyu kaçsın istiyorum. Çünkü bu ülke -her ne kadar biz büyük ve güçlü bir ülkeyiz desek de- büyük bir ülke değil, birçok yönüyle bağımlı bir ülkeyiz. Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin kendi kararlarını kendisinin alması mümkün değil. Kısaca oyun kurucu bir ülke değiliz. Oyun kurucu ülkeler de ülke yönetimini bize bırakacak değiller. Çünkü dünyaya onlar yön veriyorlar. Hep merak etmişimdir, 1. Dünya Savaşının ardından yenilmiş ve ülkesi İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş ve paylaşılmış bir ülke durumunda iken İtalyan'ı, Fransız'ı, Rusya'sı niye çekip gider? İstanbul'a yerleşmiş İngilizler niçin tek kurşun atmadan uğurlanır? Manidar değil mi? Öyle zannediyorum, işgal ettikleri devleti yönetmek kendilerine daha pahalı geldi. Uyumlu çalışabilecekleri veya çıkarlarını koruyacak bir ekibi bularak çekip gittiler. Ben büyük ve oyun kurucu bir devlet olsam, tıpkı bunların yaptığı gibi yaparım. Zira polisiye tedbirlerle bir ülke yönetilmez.

Geçmiş örnekten günümüz siyasetine dair bir örnek verelim. Malumunuz halihazırda iki ittifak var. Bu ittifaklardan Millet İttifakı için altı birbirine benzemez deniyor. Ki haklılık payı da var. Çünkü iç ve dış politikada bir araya gelmemesi gerekenler bir araya gelebiliyor. Burada sormak gerek. Bunlar şartlar öyle gerektiği için mi bir araya gelebiliyor yoksa bunları bir araya getiren hepsinin üzerinde bir başka irade mi var? Haydi diyelim ki bunlar muhalefet, iktidara gelmek için böyle bir strateji geliştirdiler. Ya Cumhur İttifakına ne diyelim? Bunlar birbirine çok mu benziyor? Daha 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde birbirlerine karşı kanlı bıçaklı idiler. Erdoğan ile Bahçeli ağza alınmayacak söz ve hakaretleri birbirlerine karşı söylediler. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre kurulması düşünülen koalisyona bile yanaşmadı Bahçeli. Dünün düşman kardeşleri bugün canciğer kardeş. Bu ülkede “Cumhurbaşkanı olamayacak tek kişi Erdoğan” söylemini bıraktı Bahçeli. Daha Erdoğan adaylığını açıklamadan bizim Cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan deyiveriyor.

İttifakın içinde resmi olarak yer almamakla beraber Erdoğan’ın her icraatını öve öve bitiremeyen Perinçek’e ne demeli? Dün Erdoğan’a karşı konuşurken ağzından ateşler püskürten Perinçek, bugün hükümetin en büyük destekçisi durumunda. Bu durum manidar değil mi? Dünyada bir araya gelemeyecek üç kişi sayın dense, bunlar; Erdoğan-Bahçeli-Perinçek olurdu. Aralarından maşallah su sızmıyor. Perinçek Erdoğan’dan daha Erdoğancı, Bahçeli Erdoğan’dan daha Erdoğancı. Bu üçlüye de tıpkı birbirine benzemez altılı dendiği gibi birbirine benzemez üçlü dense yanlış olmaz. Beni düşündüren, bu üçlü kendi iradesiyle mi bir araya geldi yoksa bunları bir araya getiren bir başka irade mi var? Normal şartlarda bir araya gelmeleri muhal olan bu üçlünün bir araya gelmesi, sorunsuz ittifakı yürütmesi açıkça bana manidar geliyor. Kendi iradeleriyle bir araya geldilerse demokrasimiz adına sevindiricidir. Çünkü siyaset demek, hata ve yanlışlarla yüzleşip asgari müştereklerde anlaşabilmek demektir. Yok, başka bir iradenin güdümünde iseler, işte o zaman vay halimize.

Yazımı, yazımın başında değindiğim film senaristi ile bitirelim. İzlediğimiz her bir filmde rol alan aktörlerin aslında birer figüran olduğunu, esas aktörün filmin senaristi olduğunu biliyorsak, Türk siyasetinde aktör olarak yer alan siyasetçilerimizin senaristleri -varsa- kimler?

*20/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Bidon Kafalı, Hain ve Nankör Seçmen *

Bidon kafalı” ya da “cahil” hakaretini, CHP’ye oy vermeyen ve CHP’yi iktidara getirmeyen seçmenler için geçmişte bazı CHP’li kalemşörler yapardı. Bu ithamlar işe yaradı mı? Yaramadığı gibi bir bidon kafalı olarak bidon kafalıları ardı arkasına iktidara taşıyarak bu partiye iktidar yüzü nasip etmedi. Öyle ya kendisine hakaret edilen bir seçmen gidip bunlara niye oy versin, değil mi? Üstelik oy vermediği gibi bugün kendisine bu şekil hakaret edilmemesine ve aradan yıllar geçmesine rağmen seçmen kendisine yapılan bu hakaretleri unutmadı. 

Nicedir iktidarda açık farkla dünkü dışlanan ve horlanan bu bidon kafalılar var. Bir zaman iyi de çalışıp hizmet ettiler. 

2023 seçimlerine hazırlanan Türkiye'de durum nasıl, bu seçimleri kim alır derseniz, kim alır bilemem. Bu, ancak sandıkta ortaya çıkar. Burada seçim sonucundan ziyade bir başka hususa yani seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir faktöre değineceğim. 

Bugün kimseye bidon kafalı denmiyor idiyse de hakaretler hız kesmedi. Seçmene "hain, nankör" gibi sözler söyleniyor. Kim söylüyor bunu? Bazı AK Parti savunucuları, trolleri ve sempatizanları yani dün kendisine bidon kafalı denen kesim söylüyor. Kime söylüyorlar? Bir zaman kendilerine hakaret edenlere mi? Hayır. Bilakis dün belki de beş dönemdir AK Parti'ye oy veren ama yavaş yavaş oy verdiği partiyi eleştiren ve desteğini çekmeye hazırlanan AK Partili seçmene söylüyorlar. 

Bugün kararsız, parti arayışına giren veya AK Parti’ye verdiği desteği çeken ya da desteğini çekmeye hazırlanan seçmen kesimi nankör ya da hain mi? Hain ve nankör olduklarını bilemem. Daha doğrusu bu ithamı kimseye yapmam. Çünkü serbest seçimlerde istediği partiye oy verme özgürlüğü olan seçmenin parti değiştirmesini de nankörlük ve ihanet olarak görmem. Zira seçmen bunu hak etmiyor. Bu seçmen ne dün bidon kafalı ve cahil idi ne de bugün nankör ve haindir. 

Nedense bu nankör ve hain söylemleri son yıllarda artmaya başladı. Niye şimdi söyleniyor? Çünkü dünün bidon kafalıları hiç olmadığı kadar bu seçimlerde oya muhtaç. Anketler çoğunluğu sağlayamayacaklarını gösteriyor. Burada şu soru sorulmalı? Çoğunluğu yeniden sağlamanın yolu, seçmenine nankör ve hain demek midir? Daha doğrusu bu hakaret ve ithamlara maruz kalan seçmen, "Doğru söylüyorsunuz. Bizim bu yaptığımız tam bir nankörlük" deyip AK Parti'ye ya da Cumhur İttifakına oy mu verecek? Verir veya vermez demiyorum ama hiçbir seçmen kendisini nankör görmez ve kendisine nankör denen bir partiye de gidip oy vermez. Bunu nereden biliyorum? Seçmenin geçmiş tecrübesinden. Bu seçmen, kendisine bidon kafalı diyenleri nasıl iktidara getirmedi ise bugün kendisine nankör ve hain diyenleri de iktidarda tutmaz. O yüzden Ak Parti adına konuşanlar, partimizi savunuyoruz diye seçmene nankör diyenler bir durum değerlendirmesi yapmalı. Seçmenden ziyade kendilerine bakmalılar. Unutmasınlar ki bu halk her şeyi hoş görür ama kendisine yapılan hakareti affetmez. O yüzden Cumhur İttifakı adına konuşanlar ve bu ittifakı savunduğunu sananlar, daha vakit varken ayrıştırıcı söylemler yerine birleştirici ve toparlayıcı bir üslup kullanmalılar. Değilse, bugünleri ve bu oyları çok ararlar.

*15/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

11 Ağustos 2022 Perşembe

İptal Edilen KPSS Üzerine (2) *

İptal edilen 2022 KPSS ile ilgili kopya çekmeyi önlemek amacıyla ÖSYM tarafından alınan tedbirlere dünkü yazımızda değinmiş, bu yazımda da ihtimaller üzerine beyin jimnastiği yapacağımı yazmıştım. İhtimaller:

*ÖSYM’nin içinden birilerinin para karşılığı yayınevlerine soru vermiş olması ya da soruların basılması aşamasında matbaadan birilerinin soruları alması söz konusu olabilir.

*Soru hazırlama komisyonunda olan akademisyen, zihninde ürettiği soruları yayınevine vermiş olabilir ya da yayınevinin daha önce hazırladığı soruyu aklında tutarak orijinal soru gibi yazdırmış olabilir. Yayınevi sahibinin açıkladığına göre KPSS’nin bazı sorularıyla birebir aynı ve benzerlik gösteren soruları 2021 Eylül ayından itibaren MEB’in soru bankasından esinlenerek hazırlayıp denemelerde sorduğu doğru ise yayınevinin bu soruları alması muhaldir. Ancak öğretim üyesi almış olabilir. Bir akademisyen de başka yayınevinin sorduğu bir soruyu motamot sormaz. Bunu değil akademisyen, akıl seviyesi düşük biri bile yapmaz. En azından kelimelerin ve seçeneklerin yerlerini değiştirir.

*Taraflardan biri veya üçüncü bir el, motamot bir sorunun KPSS’de sorulmasını sağlayarak merkezi sınavlarda kopya çekiliyor, işte bu da onlardan biri, algısını oluşturmak isteyebilir. Böyle yapmak suretiyle siyasi bir rant elde edilmesi murat edilmiş olabilir. Bu iddianın üzerinde durmaya değer. Çünkü rakiplerini alt etmek için siyaseten kullanılacaktır.

Biliyorsunuz, 2023 seçimlerine tüm partiler ittifaklarla hazırlanıyor. Bu seçim de tıpkı diğer seçimler gibi hayat-memat meselesi. Bu seçimin diğerlerinden farkı, önceki seçimlerde seçimin hangi ittifak tarafından kazanılacağı üç aşağı beş yukarı belli iken bu seçimde ittifaklar en fazla yüzde 40’a ulaşabiliyorlar. Parti bazında en yüksek oy alan siyasi partilerin yüzde 30’un altında kaldığı, Türkiye’nin halihazırdaki en büyük partisinin “hiçbiri” seçeneğini işaretleyen yüzde 30’luk kararsız bir seçmen kitlesi olduğu dillendiriliyor. 2023 seçim sonuçlarını da bu kararsız seçmen belirleyecektir. Bu kararsız seçmenin kahir ekseriyeti de “Z nesli” denilen kesim yani gençlerdir. Yeknesak olmayan bu gençleri ne yapıp etseler de hiçbir siyasi parti halihazırda yanına çekememiştir. Hoş, siyasi partilerin bu gençlerin ne istediğini çok iyi analiz edebildiklerini de düşünmüyorum.

Sadede gelirsem, KPSS sınavına giren gençlerin çoğunluğu “hiçbiri” seçeneğini işaretleyen yani siyaseten güvenilir bir liman arayan kesim. Burada aklıma şu soru geliyor. Acaba siyasete yön vermek isteyen birileri, siyaseten kullanmak ve gençleri yanlarına çekmek amacıyla burada bir rol oynamış olabilir mi? Amaç bir algı oluşturmak ve algı üzerinden siyaset yapmak, birilerinin lehine veya aleyhine çalışmak. Biraz daha açayım. Hepimizin bildiği gibi bu ülkede yapılan her merkezi sınavın ardından kopya iddiaları gündeme gelir. Biraz konuşulur, ardından unutulmaya yüz tutar. Gençlerin dikkatini çekmek amacıyla siyasi partilere malzeme lazım. Bunun için de KPSS sınavına giren gençler yani kararsız seçmen seçilmiş olabilir. Nasıl ki siyasiler için seçimi kazanmak hayat memat meselesi ise gençler için de bu sınav hayat memat meselesidir. Birileri, bu sınavın içine daha önce bir yayınevi tarafından deneme sorusu olarak sorulan bir soruyu aynen yerleştirtelim. Bakalım siyasiler bunu leh ve aleyhlerine nasıl kullanacak? Hangi siyasi gençlerin yanında duracak? Fark etti iseniz, daha önce çıkmış sorular ve yayınevinin adı sınavın hemen ardından sanal alemde servis edilmeye başlandı. Ne ara bu kadar sorunun benzer veya aynı olduğunun tespiti manidar. Burada muhalefet, “Bak, her sınavda olduğu gibi bu sınavda da kopya var. Ey gençler, hakkınız yendi. Sizin haklarınızı ancak biz koruruz” şeklinde eleştiri getirerek gençlerin yanında olduğu mesajını verecek. Kopyanın nasıl olduğu netleşmeden hükümetin sınavı iptal etmesi de “Ey gençler, bakın en ufak bir kopyaya dahi müsaade etmedik, gereğini yaptık, sınavı iptal ettik. Sizi ancak biz koruruz” diyecek. Daha işin başında hükümet ÖSYM başkanını görevden alarak ve sınavı iptal ederek sınavla ilgili şayiaların önüne geçmiş oldu.

Hasılı bu sınav ve sınavın iptal edilmesi sınava giren gençleri ve ailelerini derinden etkileyecek. Bakalım iptal edilen ve yeniden yapılacak olan bu sınav siyasete nasıl yansıyacak? Etki edip etmediğini de ancak 2023 seçim sonuçlarında görebiliriz. Absürt bir iddia ama burası Türkiye olunca bu da ihtimaller arasında düşünülebilir. Umarım inceleme çok sağlıklı yürütülür ve gerçek ortaya çıkar.

*13/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

İptal Edilen KPSS Üzerine (1) *

Merkezi sınavlarda alınan sıkı tedbirlerle bina içinde ve bina dışında bireysel kopya çekilmesine geçit verilmediğini; sınava girenler, sınavlarda görev yapanlar ve çocuğu sınava giren anne babalar çok iyi bilir. Bırakın kopyayı, teşebbüsü bile mümkün değil.

ÖSYM'de soru hazırlama faslının nasıl olduğunu kamuoyu yeterince bilmemekle beraber bu tür komisyonlarda görev alıp isminin açıklanmasını istemeyen bir akademisyenin bu konuda yazdıklarına kulak verelim:

"2015-2017 yıllarında özellikle de 15 Temmuz’dan sonra birkaç defa ÖSYM’de soru hazırlayan ekipte yer alan biri olarak yazıyorum:

-Soruları hazırlayanlar kesinlikle üniversite hocalarıdır.

-ÖSYM binasına girişte göz id’si alınır. Onunla tüm şifreli kapılar açılır. -Telefonlar teslim alınır. 

-Üzerinizdeki kağıt kalem hepsi toplanır ve bir dolaba kilitlenir.

-Saat 10.00 ile 16.00 arası sadece zihinlerde olan sorular üretilir.

-Bu hazırlanan sorular bir üst komisyon tarafından dil ve diğer tüm yönleriyle ikinci defa onaylanır.

 -Soru hazırlayanlar her dönemde değişir.

 -En önemlisi; bir sonraki imtihanda soru hazırlayanların yakınlarının bu tür imtihanlara girip giremeyeceklerine dair yazılı etik onayı alınır. 

-Soru hazırlarken kullanılan kağıtlar, çıkışta kağıt öğütme makinasında öğütülür.

-Soru havuzundan kura ile soru seçilir. Eğer sizin hazırladığınız soru, sınavda sorulmuşsa yani değerli bulunmuşsa size telif ücreti ödenir. 

Kısaca çok sıkı kurallar var. Soru hazırlayan kendini afişe etmediği sürece hiç kimse bilmez. 

Bu son olayda; soru hazırlayan kişilerden birisi daha önce yayınlanmış soruları ezberlemiş ya da hazırlayıp yayınladığı soruları zihninden soru veri tabanına yazmış olabilir. 

Ya da en son editörlük yapanlar bir hinlik yapmış olabilirler..."

Görüleceği üzere soru hazırlama faslında sorular zihinde üretiliyor. Kullanılan kağıtlar da öğütülüyor. Yani burada da sıkı tedbirler var. İçeriden dışarıya sorunun çıkması, dışarıdan içeriye sorunun girmesi de söz konusu değil. Çünkü sınav sonrasında ortaya çıkacağı kuvvetle muhtemel olan bu işe yeltenmek cesaret ister. O zaman sorun nerede? İptal edilen KPSS sınavı ile ilgili inceleme ve soruşturma sonuçlandığı zaman sorunun nereden kaynaklandığı ortaya çıkacak. Biz yine de ihtimaller üzerine fikir jimnastiği yapalım. Bunu da diğer yazımızda ele alalım.

*12/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

9 Ağustos 2022 Salı

Kim Demiş Bu Araba Muayeneden Geçmez Diye *

İki seferdir ağır kusurlu muameleye maruz kalan aracım, cebimde sıkışan fazlalığı sanayiye bırakmanın ardından muayene tekrarıyla hafif kusurlu olarak trafik vizesi alabilmişti. Eski modeldi ama her seferinde gıcır gıcır yıkamıştım halbuki. Gönlümden, bu model bu arabayı bu yıla ve buraya kadar getirmiş, üstelik bize değer vermiş, ele güne karşı ayıp olur demiş, aracını da bir güzel temizlemiş. Kendisinin ahı gidip vahi kalsa da bu garibi daha fazla üzmeyelim, ahir ömründe biraz sevindirelim, hafif kusurla gönderelim derler mi diye geçmedi değil. Ama acımadılar. Neyse geçen geçti. Şimdi gelelim günümüze.

İki seneyi çok uzun sanırdım. Meğer göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Aracın muayenesi tekrar geliverdi. Bir hafta öncesinden randevumu aldım. Bereket geçen seferlerde olduğu gibi plakamı, adımı, soyadımı çifter çifter yazmadı sistem. Tek seferde randevumu alabildim.

Aracıma hiç bakım yaptırmadan, sol çamurluğa vurup izini kaybettirenin bıraktığı izi kaportacıya götürmeden, arabamın içini ve dışını yıkamadan randevu günü muayene istasyonunda buldum kendimi. Niye yıkayacaktım ki. Hem kadir kıymet bilmiyor TUVTURK hem de aracımın camına "Beni yıka" yazılmamıştı daha. Aracım geçer mi diye bir tereddüt de yaşamadım. Bir güzel muayene edeceklerdi nasılsa. Üstelik ikidir beni tanıyorlardı. Muayene sonrası öğle sonrasını da sanayiye ayırdım. Nasılsa “Amca, şunları şunları yaptır gel” diyeceklerdi. Ben de soluğu sanayide alacak, cebimdeki fazlalığı orada bırakacak, piyasanın hareketliliğine bir katkıda daha bulunacaktım.

Aracımı park ettikten sonra numara-matikten sıramı alacaktım ki baktım, aracım km.ini de istiyor. Geri dönüp aracın km.ini not ettim. Üç beş dakika sonra sıram geldi. Veznedeki görevliye 507 TL 40 kuruş ödemeyi çekmesi için kredi kartını uzattım kendimden emin bir şekilde. Çünkü önceki yıllardaki randevu bilgilerinde, kredi kartı ile ödeme yoktur yazarken bu sefer kredi kartı ile ödeme yapabilirsiniz yazıyordu. Görevlinin pek hoşuna gitmedi bu. Yüz hattı, post cihazı bulundurmayan ya da cihazı havlunun altına saklayan bazı eski esnaf gibiydi. Bu tip küçük esnafa kredi kartını uzatınca o zaman fiyat şu olur derlerdi. Görevli, bu tip eski esnaf misali, "Kredi kartı ile ödeme yaparsanız, 10 lira 20 kuruş fark biniyor. Bu durumda 517,60 kuruş çekmemiz lazım dedi. Fark problem değil ama bunu pekala randevu bilgisinde belirtebilirdiniz dedim. Cevap yok. Aslında tek çekim bir alışverişte veya takside fark uygulanıyorsa peşin ödeme yaparım. Ama bu durumda yapılacak bir şey yok. Zira cebimde nakit getirmemiştim. Gönülsüz olunca ancak iki denemede ödemeyi alabildi. Ben yine şanslı imişim. Zira muayene beklerken biri, "Nakit de getirmemiştim. Sistem çekmiyor dediler. Ta neredeki bankamatikten para çekip geldim" şeklinde dert yandı. TUVTURK önceki yıllara oranla kendini geliştirip post cihazı koymuş derken hem fark alıyor hem de sistem izin vermiyor diyerek vatandaşın iki ayağını pabuca sokuyor. Firma madem bunu yapacak. En azından bahçenin uygun bir yerinde ATM'lere de yer verse iyi olacak. Ayrıca tüm Türkiye’ye hükmeden bu büyük firmanın bu kadar küçük hesap yapmaması lazım. Çünkü büyük olmak ve bu alanda ebedi olmak bu küçük hesabı yapmamasını gerektirir.

İsmimin anons edilmesiyle birlikte gönül rahatlığı içinde kirli aracımı görevliye teslim ettim. Görevli, "Aracımda kıymetli bir şey olup olmadığını" sordu. Bulursan, haberim olsun dedim. Arka tarafa geçerek dört gözle aracımın muayenesinin bitmesini beklemeye koyuldum. Altına üstüne, sağına soluna bir güzel baktı eleman. Bu arada bir iyilik de yaptım. Muayeneden çıkan bir kamyoneti çalıştıramamışlar. Biri şuna bir yüklenelim dedi. İkimiz birden aracı itekleyerek çalışmasına yardımcı oldum. Bunun adı vurdurma imiş bu arada. Kısa günün karı. Sevap sevaptır.

Nice sonra görevli aracımı çıkardı. Sonra içeri geçerek kepengi kapattı. Hacı yolu bekler gibi yeniden beklemeye koyuldum. Dur bakalım, tıraşım şimdi ortaya çıkar derken bir kız çocuğu ismimi okuyarak yanıma geldi. “Aracınız geçti, hayırlı olsun” dedi. Evrakı uzattı. Teşekkür ederek evraka göz gezdirdim. Hafif kusur varmış aracımda. Olsun o kadar. Hem bu kadar kusur kadı kızında bile olur dedim. Sanayiye doğru çevrilmiş aracımı tamircilere yeni bir katkı sunamadan ters istikamete çevirdim. Böylece ihtiyaten boşalttığım öğleden sonram da boşa çıkmış oldu.

Buraya kadar üşenmeyip okuduğunuza göre kadı kızında bile olabilecek hafif kusurlarım nelermiş, bir bakalım:

-Motor NO’su araç üzerinde okunabilir değilmiş. (Keyfim yerinde ya. İçimden sen o gözlerine baktır deyiverdim.)

-Debriyaj pedalının üst lastiği yokmuş. (Ayağımı acemi şoförler gibi sürekli debriyajın üzerinde tutunca lastik nasıl dayansın.)

-Yakıt/gaz deposunun donanım kapakları yok ya da hasarlı imiş. (Ne olduğunu, neyi kastettiğini anlamadım ama neyse.)

-Yakıt/gaz boruları uygun olarak serilmemiş. (Nerem düzgün ki yakıt borusu düzgün serilsin.)

-Sıvı gaz sisteminin camlar üzerinde ikaz etiketi yokmuş. (Bu devirde kim cama bakar ki…)

-Egzoz askı bağlantısı eksik/gevşek/kırık yazılı. (Eksik mi, gevşek mi, kırık mı? Hangisi anlayamadım.)

-Motorda yağ kaçakları varmış. (Bu kusur bende her seferinde banko.)

-Şanzımanda yağ kaçakları varmış. (Sanırım bu yeni kusur.)

-İlk yardım çantası yok. (Diğerleri de ihmale gelmez ama bunu yapmamam lazımdı.)

Gördüğünüz gibi bu kadar kusurla geçtim. Anlayacağınız halihazırda gemisini kurtaran kaptanım. Araç muayenesinde sizlere başarılar dilerim. TUVTURK görevlilerine de nezaketlerinden ve hızlarından dolayı teşekkürler. Benim bu kadar kusuruma, TUVTURK’ün kredi kartı ödemesine 10 lira 20 kuruş eklemesi de onun hafif kusuru olsun.

*29/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.