26 Haziran 2022 Pazar

Hepsi Oturduğum Yerden *

Ev değiştirdim bugünlerde. Ev değiştirdin mi elektrik, doğal gaz ve su aboneliği de değişecek. Eski evin abonelikleri kapatılacak, yeni evinkiler açtırılacak. İnternetin varsa nakil başvurusunda bulunacaksın. 

Yeni taşınacağım evi temizlerken oğlan geldi. Baba, abonelikler e devletten yapılıyormuş, haydi müracaat yapalım dedi. Oturup boşaltacağım evin aboneliklerini e devletten feshettim. 

Sıra geldi yeni evin aboneliğine. Eski oturanın abonelikleri fesih edilmeyince abone olamadım. Hangisi fesih olduysa eşyam taşınırken bir çırpıda abone oldum. 

Eski evin abonelikleri kapandıkça "Suyunuz kapatılmıştır, elektriğiniz kesilmiştir, doğal aboneliğiniz sona erdirilmiştir" mesajları geldi cebime. 

Aboneliği açılan elektrik ve sudan açıldı mesajı geldi. Sadece doğal gaz firması şu gün şu saat kontrol için gelinecek mesajı gönderdi. Belirlenen gün ve saatte görevli geldi. Kontrolünü yaptı. Gazınız açılmıştır dedi gitti. 

Suyun açılması gün içerisinde biraz zamanımı aldı. Bu su niye kesik dedim durdum. Nice sonra öğrendim ki suyum açılmış ama “tedbir amaçlı vananız kapalı tutulmaktadır” mesajını okumadığım için akşama kadar suyum açık olduğu halde susuzluk çektim. 

İnternet nakli için ilgili firmayı 444'lü bir numaradan pazartesi aradım. En erken çarşamba günü için randevu oluşturuldu. Evi temizlerken firmanın elemanı aynı gün içerisinde nakli yapıp gitti. 

Elektrik, su ve doğal gaz daha açılmadan İnternetin jet hızıyla bağlanması, eşimin dikkatini çekmiş. Elektriğimiz yok, suyumuz yok, doğal gazımız yok ama İnternetimiz var dedi. 

Başka nakil ve aboneliğim kaldı mı derken adres değişikliği geldi aklıma. Bunu da alışverişten sonra nüfusa gidip sıcağı sıcağına halledeyim. Hem böylece yürüyüşümü de yapmış olurum dedim. Dönüşte yolum üzerinde muhtarlık ofisini gördüm. Muhtara adres kaydı için aynı ilçenin nüfusuna mı gitmem gerekiyor dedim. Gitmene gerek yok, e devletten yapabilirsin dedi. Eve geldikten sonra kendim ve hane halkımın adres değişikliğini de e devletten hallettim. 

Hasılı herhangi bir firma ve kuruma gitmeden e devletten yaptığım fesih ve abonelikler makul sürede feshedildi ve bağlandı. Adres değişikliği hakeza. Sadece İnternet naklini telefonla çözdüm. Hepsi oturduğum yerden oldu. Kısaca her işim e devlette başladı, e devlette bitti.

Oh be dünya varmış, ağır hasar bırakan salgının belki de tek faydası bu dedim. Bu durumu, ister istemez eskiyle kıyasladım. Çünkü eskiden fesih ve abonelik işlemleri bir nevi işkence idi. Her gün bir tane fesih ve abonelik yapsan gemisini kurtaran kaptan idin. Aboneliğe giderken yanında ev sahibi olduğuna dair belge, kiracı isen kira kontratı, abone numarası, adres, elektrik-su ve doğal gaz faturası, son endeksin kaç olduğu, abone olacağın evin ödenmemiş eski borcu varsa öncelikle bunun kapatılması gerektiği, DASK numarası vs. evrak veya bilgiler istenirdi. Bunlardan biri eksik ise tamamlamak için geri giderdin. Dönüşte yeniden sıra alman gerekirdi. Öndeki sıranın sana gelmesini beklerdin. Sıra beklerken sık sık saatine bakardın. Ön ve arkandaki ile laflardın. Devlet yıkıp devlet kurar, görevlilere kızardın ve durmadan homurdanırdın. Görevli yazıp çizer. İstediği parayı verirdin. Sana upuzun bir sözleşme uzatılır, okumadan imzalardın vs. Tüm bunlar bittikten sonra aboneliklerin ne zaman kapanıp ne zaman açılacağını hacı yolu bekler gibi beklerdin. Daha az beklemek için firma ya da kurumun içinden bir tanıdığını bulma yoluna giderdin. Firmalardan ayrılıp eve geldiğinde ayakta dura dura ayaklarına kara sular indiğini oturunca anlar, yattığın yeri beğenirdin. 

Evet, üç aşağı beş yukarı durum böyle idi fesih ve abonelikler. Nereden nereye. Dün dolaşmaktan, mesai içinde işini halletmek için oradan oraya koşturup tüm günü firma önlerinde tüketmekten; şimdi terlemeden, kimseyle muhatap olmadan, herhangi bir belge ibraz etmeden oturduğun yerden e devlet sayesinde hallediyorsun bunları. Bu vesileyle e devletin işlevini ve önemini kavradım. Kim sebep olmuş, kim düşünmüş, kim yürürlüğe koymuş, kim bu işleri kolaylaştırmış ise helal olsun. 

Her şeyi bir çırpıda hallettikten sonra geriye kalan zamanda ben ne iş yapacağım? Beni tek düşündüren de bu.  Kendimi bir an için boşlukta hissettim ve aklıma bir Çin fıkrası geldi. Çin'in bir şehrinden diğerine tren yolu döşemek için görevliler fizibilite çalışması yapıyormuş. Hummalı çalışmayı gören köylüler, burada ne iş yapıyorsunuz diye sormuşlar. Yetkililer, tren yolu döşeyeceğiz demişler. Köylü bu. Ne işe yarayacak demiş. Yetkililer de bu tren yolu sayesinde 40 günde gidip geldiğiniz falan şehre 4 günde gidip geleceksiniz müjdesini vermiş. Köylüler bu duruma sevineceği yerde, iyi de geriye kalan 36 günde biz ne iş yapacağız demişler. 

Benimki de o hesap. Tüm abonelikleri az bir süre içerisinde e devlet marifetiyle halledince, geriye kalan zamanda ben ne iş yapacağım diye düşünmeden edemedim. 

*29/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Birileri Dünyaya Yeniden Gelse *

—Babacığım, Kur'an'da geçen Ashabı Kehf konusunu bir türlü anlamadım. Yedi kişi nasıl olur da üç yüz yıldan fazla uyur, sonra uyanır, alışverişe giderler, paraları geçmez vs. 

—Anlamayacak ne var evlat. Allah onları uyutmuş veya vadeleri gelince vefat ettirmiş. Sonra onları yeniden diriltmiş. Tüm bunlar Allah için kolaydır. 

—Hikmeti ne ola ki? 

—Hikmetlerinden bir tanesi de yeniden dirilmeyi anlatır. İnsanların ahiret inancının pekişmesine yardımcı olur. 

—Başka? 

—Devirlerin değişmesiyle her şeyin değiştiğine bir örnektir. 

—Mesela?

—Giyim-kuşam değişir, yönetimler değişir; kötüler gider, iyiler gelir; iyiler gider, kötüler gelir; inançlar artar, azalır veya değişir; insanların yaşantısı değişir, paralar vs. değişir. 

—Paralar nasıl değişir? 

—Aynı topraklar üzerinde bir devlet yıkılır, yerine başka bir devlet kurulur. Yeni devletin ilk yaptığı şeylerden biri de parayı değiştirmek olur. Bazen para değişmez. Paranın alım gücü azalır veya artar. 

—Enflasyon ve hayat pahalılığı demek istiyorsun. 

—Aynen öyle. Mesela 2018 ve öncesi ölen biri Yedi Uyurlar gibi mezarından uyandırılsa ve dünyaya yeniden gönderilse, bu kişi evine gelip alışveriş için çarşı pazara çıksa ne der bu duruma? 

—Ne der? 

—Parasının alım gücüne bir bakacak. Her şeyin ateş pahası olduğunu, bıraktığı parasının değerinin düştüğünü görecek ve yanlış yere geldim diyecek. Tıpkı Ashabı Kehf gibi. Ayakları yere basınca da ne olmuş bu piyasaya, bu kadar kısa zamanda şu dünyanın geldiği hale bak, bu dünyayı yalnız bırakmaya gelmez diyecek. Belki de yaşanmaz bu dünya, yerin altı buradan iyi diyecek. 

—Sanki Ashabı Kehf’i biraz anlamaya başladım gibi. Tek fark, Ashabı Kehf’i yüzyıllar sonra dirilten, onları şaşırtan ve görenlere ibret mesajı veren Allah, 2018'den itibaren enflasyon ve hayat pahalılığına sebep olan ve piyasanın altını üstüne getiren ise yönetimlerdir. 

*29/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Eleştiride Ben

—Üstadım, eleştiri konusunda ne dersin? 

—Severim eleştiriyi. O kadar kötülüğün ve kötülerin olduğu yerde eleştiri mutlaka olmalı. Zira hata ve yanlışları birileri söylemeli ki insanlar kendilerine çekidüzen verebilsin. Değilse yapanın yanına kar kalır ve bu dünya yaşanmaz olur. 

—Aklın yolu bir. Zira ben de aynı düşünüyorum. Peki, eleştiri sana yapılırsa da mı böyle düşünürsün? 

—Ne münasebet! Benim hata ve yanlışım mı var ki eleştirileceğim. Buna asla gelemem ve duymamış olayım. Zira hakaret kabul ederim. 

—Farz edelim ki tasarruflarını biri beğenmedi ve sizi eleştirdi. Bu durumda ne yaparsın? 

—Bunu şimdiden kestirmem mümkün değil. Ama hoşlanmayacağıma kalıbımı basarım. 

—Sadece bu kadar mı? 

—Ağzının payını veririm. Bununla da yetinmem. Hakaret davası açarım. Sevenlerimi tahrik eder, onun üzerine salarım. Onun hata ve yanlışlarını gündeme getirir ve her türlü hakareti ona yaparım. Kısaca düşman bellerim. 

— Adam seni eleştirmiş. Gerçi sen bunu hakaret kabul ediyorsun ya neyse. Senin de ona hakaret etmen doğru mu? 

—Benimki hakaret değil, hepsi birer tespittir. Ağzının payını böylece veriyorum. 

—Seninki şiddete karşı olan ama her işini şiddetle çözenlere benziyor. 

—Olsun, beni karşısına almayacaktı. 

—Bu kadarla yetinirsin herhalde. 

—Ne yetinmesi! Daha bu başlangıç. 

—Başka ne yapabilirsin ki? 

—Neler yapmam. Bugüne kadar yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır. 

—Mesela? 

—Pozisyonuna göre değişir. Anasından doğduğuna pişman ederim. İtibar suikastına maruz bırakırım. Etrafını boşaltır, onu yalnızlaştırırım. Gazetede yazıyorsa yazmasına zaten gazete engel olur. TV'lere çıkmasına sahibi izin vermez. 

—İzin verirse ne olur? 

—Bunu onlar iyi bilir. Onlara verdiğim reklamı keserim. Reklamı kesilen, ilan ve destek vermediğim hiçbir gazete ve TV ayakta kalamaz. 

—Şuna kısaca ekmeğini keserim desene. 

—İyi bildin. Tüm bunları yaparım. 

—O zaman aykırı ses olmaz ve tek seslilik olur. 

—Benim de istediğim bu zaten. Herkes benim dediğimi paylaşacak. Her nerede isem, bana canlı bağlanacak. Herkes beni konuşacak. 

—Konuşacak derken içine sinmeyeni de mi? 

—Lehimde tabi. Aleyhimde konuşan kendi arasında veya karnından konuşacak. Buna bir mani yok. Kalabalıklar içerisine girdiğinde ve basın karşısına çıktığında her şeyi güllük gülistanlık gösterecek. İnan çok şey istemiyorum. Tek istediğim bu. 

—Sen, insanlardan ikili davranmasını istiyorsun.

—Öyle de denebilir.

—Ama münafıklık pek tasvip edilmez.

—Olsun, ben böyle istiyorum. Kimse lafımın üzerine laf söyleyemez.

—Bende mi?

—Evet, sende.

—Çok sağ olun efendim. İyi ki varsınız. 

Zühri Ahir Nere Gitti? *

4'ü ilk sünnet, 2'si farz, 4'ü de son sünnet olan cuma namazlarını, kendimi bildim bileli son yıllara gelinceye kadar 4 rekat zühri ahir, 2 rekat da vaktin sünnetini ilave etmek suretiyle 16 rekat kıldım. Hep kafama takılmıştır, cuma namazına bu ilave niye diye. Öğrenciliğimde büyük ağabeylere ve bazı öğretmenlerime cuma namazı kaç rekat diye sordum. Gülüp geçtiler. Kimi de nasıl bilmezsin, bu da mı sorulur dercesine manidar manidar baktı. 

Kafa karışıklığı yaşadığım rekat sayısı konusunda yalnız olduğumu düşünmüyorum. Sorduğum bazı kişiler 6 rekat, bazısı da 16 dedi. 6 diyenlerin çoğu, geriye kalan 10 rekatı öğle namazı zannetti ve ilk dört sünnetin ardından kıldığı 2 rekat farz sonrası nasılsa vakit namazlarını kılmıyorum, cuma bana yeter deyip çekip gitti. 

Kafamdaki karışıklığı giderdikten sonra zühri ahir ve vaktin sünnetini terk ederek cuma namazlarını 10 rekat olarak kılmaya başladım.  Çünkü zühri ahir diye kıldığımız namaz bildiğim kadarıyla İslam'ın neşvünema bulduğu yıllarda yoktu. Bir meskun mahalde birden fazla camide cuma kılınmasıyla birlikte acaba cuma olur mu ikilemi ortaya çıkmış. Zamanın alimleri öğle namazı yerine geçecek zühri ahir görüşünü ortaya koymuş. O zamandan salgın dönemine kadar da çoğu illerimizde kılınmıştır. Kıldığımız bu zühri ahir "Ya Rabbi, cumamı kabul etmezsen, öğleyi kabul et" anlamına gelir. Fıkıhçıların ihtiyaten ortaya koyduğu bu görüş bence sakat bir görüştü. Çünkü ibadetlerde şüpheye mahal yoktur. Bir namaz ya vardır ya yoktur. İbadet de kabul olsun diye yapılır. Ben bu durumu zühri ahiri kıldığım zamanlarda da dile getirir, böyle bir namaza gerek yok derdim. Birileri fazla namaz kılmanın ne sakıncası var dedi durdu. 

Covid-19 küresel salgınla beraber birçok yasakla tanıştık. Camilerde beş vakit namaz ve cuma namazı kılamama da bunlardan biri idi. Camilerin cemaate açılmasıyla birlikte Diyanet, farzın dışındaki sünnetlerin camilerde kılınmamasını istedi. Zühri ahir de camilerde kılınmasına ara verilen namazlardan idi. Daha sonraları namaz vakitlerinin sünnetleri, farzlarla birlikte camilerde kılınmaya başlamasına rağmen zühri ahir ve vaktin sünneti bugün camilerde kılınmıyor. Cumanın son sünneti ile birlikte tespihata geçiliyor. Yok, ben kılacağım deyip evine gidince bu namazları kılan varsa bilmiyorum. Hasılı cuma namazının ardından kılınan zühri ahir ve vaktin sünneti kalkmış oldu. 

Hayat normale dönmesine rağmen bu zühri ahir nere gitti, niye kılmıyoruz şeklinde bir tepkiye de rastlamadım. Zamanında fazla namazın ne sakıncası var diyenden de ses seda yok. Gördüğüm kadarıyla herkes bu gidişattan memnun. Bu vesileyle cuma namazındaki şüphe de giderilmiş oldu. 

Salgın olmasaydı, bugün hala bu ülkede zühri ahir kılınmaya devam edecekti. Çünkü Diyanet’in, gelmesi muhtemel tepkilerden dolayı böyle bir karar veremediğini düşünüyorum. Gecikmiş bir karar olsa da bu cesaretinden dolayı Diyanet'i tebrik etmek lazım. 

Vatandaş makul olan bu karara tepki göstermediğine göre şimdi sırada başka tartışmalı dini konularda Diyanet'in inisiyatif alması gerekir. Bunlardan bir tanesi de imsak vaktidir. Bildiğiniz gibi her ramazan geldiğinde Diyanet'in imsakiyesinin dışında Abdülaziz Bayındır tarafından ikinci bir imsakiye daha servis ediliyor. Mevsime göre değişiklik gösterse de iki imsakiye arasında imsak vaktinde bir saatten fazla bir zaman dilimi söz konusu. Zühri ahirde olduğu gibi yine bazıları gerekirse bir saat fazla oruç tutarız dese de mesele sadece fazla oruç tutmaktan ibaret değil. Burada sabah namazının vaktinin girip girmediği ile ilgili bir durum söz konusu. Çünkü Bayındır'a göre Diyanet fecri kazip dediğimiz bir vakitte sabah ezanını okutup oruca başlatıyor. Ezan okunduğuna göre namaz da kılınabilir görüşü, namaz vakti girmeden sabah namazının kılınma tehlikesini beraberinde getiriyor. Demem odur ki her ramazan bu ikilem yaşanacağına göre Diyanet’in astronomi ve uzay bilim insanlarından görüş almak suretiyle "Şu vakte kadar sahur yapılabilir" fetvası vermelidir. Bu kararı alırken oruç ayetinde geçen siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilinceye kadar ifadesine uygun karar almalıdır ve bu tartışmayı bitirmelidir. Bunu da bir güzel izah ederse tıpkı zühri ahirin kaldırılmasıyla bir tepki ile karşılaşılmamışsa imsak vakti ile ilgili de bir tepki gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü makul izaha vatandaş tepki göstermez. Hoş, tepki verilse de bu mesele artık vuzuha kavuşmalıdır. 

*01/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

19 Haziran 2022 Pazar

Güle Oynaya Camiye Gel Kampanyası

Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya ve ilçelerinde ikamet eden 9-10 yaş grubundaki çocuklar için Güle Oynaya Camiye Gel kampanyası başlattı. 25 Hazirana kadar başvuru yapılabilecek. 1 Temmuz ila 31 Ağustos arası 40 gün boyunca sabah namazına gelecek çocuklara bisiklet hediye edilecek. 

Burada amaç küçük yaşta bu çocuklara namaz alışkanlığı kazandırmak olduğu aşikar. Bu kampanyaya imza atan ve geçit verenlerin de bu amaca hizmet etmeyi murat ettiklerini düşünüyorum. Niyet hayır, akıbetin de hayır olmasını dilerim.

Bisiklet kampanyası hakkında verdiğim bu kısa açıklamanın ardından, izninizle bu kampanyayı masaya yatırmak isterim:

1. Belediye başkanı olsam, ben böyle bir kampanyaya imza atmazdım. Hele bisiklet hiç vermezdim. Belediye olarak kültürel etkinlikler çerçevesinde böyle bir harcama kalemi olsa da bu bütçeyi bu şekil harcamazdım. Belediyenin birikmiş ve yapılacak diğer işlerine bakardım. Milletin çocuğuna bisiklet vermek, onları namaza alıştırmak belediyenin işi değil. İlla yapacaksam, kimin çocuğu sabah namazına gelirse, hediyesini ailesinden alırdım. Ahmet amca, çocuğunu namaza başlatacağım. Haydi pamuk eller cebe. Kampanya benden, para senden derdim. Bırakalım da aileler karşılasın masrafı. Çocuğunu namaza başlatacak ailenin kendisi değişik yollar da deneyebilir. 

2. Niçin sabah namazı? Niye diğer vakitler değil? Çünkü en zor namaz sabah namazıdır. Küçük büyük, kim olursa en çok fireyi sabah namazında verir. Herkes uykusunu alıp kalkamaz. Farkında iseniz, kampanya tarihleri yaz dönemi. Yani gecelerin kısa ve insanların uykusunu almada zorlandığı mevsim. Büyükler bile zorlanırken küçük çocuk nasıl sabah namazına gidebilsin. Gitse de nasıl güle oynaya gidebilsin. Sabah uyku semesi uykudan kalkacak, uykulu uykulu camiye gidecek. Giderken de kimsecikler olmadığı o karanlıkta gülüp oynayacak. Gören ne der? Bir düşünün. Madem bu işe koyuldunuz. Niçin kolayından başlamıyorsunuz? Amaç zorlaştırmak ve gelenle gelmeyen belli olsun mu isteniyor? Bence sabah namazı kriteri hiç pedagojik değildir. Bu iş yapılacaksa öğle, ikindi ve akşam namazları şartı koşulabilirdi. Çünkü parkta, bahçede arkadaşlarıyla oynayan çocuklar bu vakitlere güle oynaya ve bir başına gidebilir. O zaman bu kampanya, adına uygun olur. Bakın siz bir vakit dediniz. Ben size üç vakit öneriyorum. Amaç, çocukları namaza alıştırmak ise bu önerim daha makul.

3. Kampanyalardan maksat, sonuç alabilmektir. Bildiğim kadarıyla belediye çocuklar için bu hizmeti önceki yıllarda da uyguladı. Geçmiş yıllarda bisiklet veya bir başka ödül dolayısıyla camileri dolduran kaç çocuk kampanya bittikten yani hediyeye konduktan sonra sabah namazına gelmeye ve namaza devam etti? Görüntü, kimsenin kalmadığıdır. Çünkü amaç bisiklet idi. Maksat hasıl olunca niye camiye gidilsin. Durum bu iken yani kampanyalardan istenilen sonuç alınamamışken niçin bu kampanyalara devam edilir, niçin masraf yapılır? Belediyenin kasası dolu, hiç borcu yok, harcayacak yer arıyorsa içime sinmese de sözüm olmaz. Ama biliriz ki belediyeler borç sarmalında. Önce borcunu ödemeli. Borcu varken ağalık işimiz olmamalı. Belediye illa bu parayı harcayacaksa, umumun faydalanacağı yerlerde harcamalı. Mesela su fiyatlarını indirebilir, emlak vergisinin asgarisini alabilir. 

4. İbadete ödül olur mu? Bence olmaz. Olacaksa da sembolik olmalı. Biliyoruz ki ibadetlerin ödülü Allah'tandır. Karşılığı da ondan beklenmelidir. İlmihal kitaplarında, ibadetin Allah Allah olduğu için Allah emrettiği için Allah rızası için cennet ve cehennem korkusuyla yapıldığı yazarken cennet karşılığında yapılması pek tasvip edilmez. Bugün bisiklet isteyen, yarın motosiklet sonrasında da taksi ister. En azından bir beklenti içerisine girer. O yüzden ödülleri abartmamak lazım.

Hasılı, belediye belediyeliğini, çocuk çocukluğunu, anne babalar anne ve babalığını bilsin ve gereğini yapsın. Birinin yapması gereken işi üzerimize vazife edinmeyelim. Hele kamu sırtından ağalık ve babalık hiç yapmayalım.

Biliyorum, bu yazıdan birileri hoşlanmayacak. Problem değil. Ben buyum işte. Ayrıca hoşa gidecek yazı yazacağıma ne zaman söz vermiştim ki şimdi yerine getireyim. Neyi dert ediniyorsam onu demiştim bu işe başlarken. İşte bu da onlardan biri. 

18 Haziran 2022 Cumartesi

TYP’den Niçin Vazgeçildi? *

İlk, orta ve lise düzeyindeki okulların en büyük problemi okulu açıp kapatacak, okulun kaloriferini yakacak, temizliğini yapacak bir yardımcı personelden mahrum olmasıdır. Çünkü kadrolu çalışan sayısı ya yoktur ya da yeterli değildir. Kadrolu olanların çoğunluğu da devletin yurtlarında yetişmiş kişilerden oluşur. Bunların içerisinde az sayıda istisna olanları çıkarırsak büyük çoğunluğu kendisiyle ve çevresiyle barışık değil. Kendilerinden yeterince verim alınamıyor.

Okullar, okullarının temizlik işlerini gidermek için geçmişte değişik yollara başvurmuştur. İmkanı olan okullar okul-aile birliği aracılığıyla temizlikçi çalıştırmış. Bazı okullar velilerden para toplama yoluna gitmiş, bazıları velilere nöbetleşe temizletmiş, bazıları da sigorta yapmadan sadece maaşını vermek suretiyle geçici eleman çalıştırma yoluna gitmiştir. Herhangi bir şikayet söz konusu olduğu zaman sigortasız görevli çalıştıran çoğu okul müdürü SGK’den ceza yemek zorunda kalmıştır ya da para toplandığı için müdürler soruşturma geçirmiştir.

Okulların müstahdem meselesi 2008’den itibaren TYP ile çözüldü. TYP: “İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde veya yerlerde doğrudan veya yüklenici eli ile toplum yararına bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesi yoluyla özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engelleyerek işgücü piyasasına uyumlarını gerçekleştirmek ve bunlara geçici gelir desteği sağlamak amacıyla İŞKUR tarafından uygulanan programlardır” (İŞKUR). Toplum yararına program demektir.

10 aylık geçici olarak istihdam edilen bu TYP çalışanları sayesinde okullarımız daha temiz ve bakımlı oldu. Sigortasız işçi çalıştırmadan dolayı birçok okul müdürü cezadan kurtuldu. TYP çalışanlarından azami derecede istifade edildi. Ki bunlar kadrolu çalışanlardan daha verimli oldular. Asgari ücrete ibadet aşkıyla çalıştılar. Okulların hizmetli sorunu bu yol ile çözmüşken nedense Ocak 2022’de gönderilen bir yazı ile olağanüstü durumlar hariç TYP yoluyla geçici istihdama son verildi. Bu demektir ki devlet bu kararını gözden geçirmezse veya yerine başka bir program uygulamazsa 2022-2023 öğretim yılından itibaren okullarımız hizmetli ihtiyacı ile karşı karşıya kalacaklar. Bu da eskiye dönüş demektir. Hangi sakıncasından dolayı devlet bu uygulamadan vazgeçti. İnanın, buna akıl sır ermez.

Devletin ne yapıp ne edip TYP uygulamasına devam etmesi gerek. Bu programda sakıncalar ortaya çıkmışsa, sakıncalar giderilmeli ya da başka bir uygulamaya geçilmelidir. Devlet hiçbir şey yapmayacaksa, okulun büyüklüğü ve öğrenci sayısına göre okullara hizmetli normu vermelidir. Bu norma göre ödenek gönderilir. Okullar da gelen bu ödenekle bir veya birkaç kişiyi sigortalı olarak çalıştırma yoluna gider. Bu aşamada yapılacak olan en güzel uygulama budur. Hatta bu, TYP’den daha verimli olabilir. Çünkü TYP’den gelen bir kişi 10 ay görev yaptıktan sonra bir daha TYP kanalıyla çalışamıyor. Bu da kalifiye eleman kaybı demektir. Gelen ödenek marifetiyle çalıştırılan kişiden, okul memnunsa aynı kişi her yıl aynı okulda 10 ay çalışabilir. Verim alınamayan kişi ile de yollar ayrılır, bir başkasına bakılır.

Hülasa, 2021-2022 öğretim yılı sona erdi. TYP çalışanları 17 Hazirandan itibaren çalıştığı okullarından ayrıldılar. 2022-2023 öğretim yılı başlamadan hükümet okulların hizmetli ihtiyacını bir şekilde çözmelidir.

*24/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hayaller de Hayal Oldu *

Başka ülke insanını bilmem ama bu ülke insanını az buçuk bilirim. Her anne babanın ve sorumluluğunu almış her gencin hayalinde iş-güç sahibi olmak, dişinden-tırnağından artırdığını kenara atmak, başını sokacak ev-bark sahibi olmak suretiyle kiradan kurtulmak, at-araba almak, çocuğuna en iyi imkanları sunmak, onları okutmak ve baş-göz etmek vs. ideal ve hayali vardır. Bunları elde edince insanın isteği veya derdi biter mi? Bitmez bitmeye de en azından bir mesafe kat etmiş olur. Bu çaba ve uğraşı içerisinde düşe kalka ve borçlanarak çokları muradına erer. Asli ihtiyaçlarını karşılaması tek başına huzur getirmese de tüm çaba, namerde muhtaç olmama ve daha iyi imkanlarda yaşama çabasıdır. 

Günümüzde durum nedir? Yani plan, program, idealler ve hedefler ne alemde? Dün olmaz denilenler er veya geç olurken yarınını göremediğimiz bugünlerde ise ev sahibi olmak hayal olduğu gibi kirada oturmak da hayal oldu. Çünkü ev fiyatları uçtuğu gibi kiralar da uçtu. Doğru dürüst ne satılacak ev bulunabiliyor ne de kiralık ev. Yeni evlenecekler ya da evden çıkması gerekenler akşam sabah günlerce kiralık ev arıyor. 5 bin liranın telaffuz edildiği kiralık evleri tek maaşlı ve asgari ücretli bir aile nasıl tutabilir ve oturabilir.

Şöyle modellisinden bir araç sahibi olmak da hayal oldu. Aracı olanların çoğu da nasıl binerim diyerek yakıt hesabı yapıyor. Hız bile yapamaz oldu araç sahipleri.

Ailelerin belini büken bir başka husus da evlilik çağına gelmiş çocuklarını baş göz etme çabasıdır. Bugün gelir durumu iyi olmayan aileler düğün masraflarının altından nasıl kalkabilsin. Düğüne kalktı diyelim, kaç düğün sahibi yemek verebiliyor. Yemek vermezsek olmaz, en azından yakınlara verelim hesabı yapanlar ya yemekli veya yemeksiz iki ayrı kart bastırıyor ya da davetiyede yemek yazmamasına rağmen yemeğe çağıracağı kişileri sözlü çağırıyor. Düğünden sonra ayrılma, yemeğimiz var deniyor. Davetlilerin yemekli-yemeksiz şeklinde ayrılması hoş olmasa da düğün sahibinin eli mahkum. Başka türlü altından kalkamıyor. Çünkü bir kişinin yemek maliyeti 60-80 lira arasında dolaşıyor. Bazılarının yemeğe çağrılması düğünde veya düğün sonrasında yemek söylenmeyenler tarafından duyuluyor. Bu da kırgınlığa sebebiyet verebiliyor.

Örnekleri çoğaltabiliriz ama gerek yok. Anlatmak istediğim, halihazırda yaşamış olduğumuz ekonomik kriz bugünden yarına geçeceğe benzemiyor. Bu da geçmişte her ailenin güç bela gerçekleştirebileceği ev ve araba sahibi olmayı, düğün yapabilmeyi zora sokacaktır. En azından önünü görünceye kadar öteleyecek ve bir başka bahara denecektir. Fazla abartılmazsa düğünler belki yapılabilir, son model olmasa da belki araba da alınabilir ama ev almak hayalden öte oldu. Zira ev alacak bir serveti gözden çıkarması gerekir. Buna da bu toplumda kaç kişi nail olabilir. Bu yüzden buna ben hayaller de hayal oldu diyorum.

*27/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.