1 Mart 2022 Salı

Dünya Yaşanmaza Doğru *

Çığ düşmesi, toprak kayması, seller ve su taşkınları, orman yangınları, fırtınalar, salgınlar vs. gösterdi ki bu yüzyıl -doğal- afet yüzyılı olacak. Bu demektir ki yaşanmaz bir dünya bizi bekliyor. Sürekli mal ve can kaybı olacak. Böyle böyle dünyanın sonu gelecek. Dünya öbür yüzyıla sarkarsa, geride kalanları nasıl bir dünyanın beklediğini varın siz düşünün. İki yıldır da küresel bir salgınla boğuşuyoruz. Covid-19 biterse, arkasından başka salgınların da kapıda olduğu dillendiriliyor şimdiden.

Büyük can ve mal kaybına neden olan bu doğal afetlerin müsebbibi kimdir? Doğal afetlerin kendisi mi? Evreni ve her şeyi yerli yerince yaratıp bir düzen içinde bizim kullanımımıza veren Allah, şu insanlara gününü bir göstereyim mi diyor? Suçlu hep bizden bir şeyler alan doğanın kendisi mi? Bize bu doğal afetleri gönderen Allah mı suçlu? Haşa.

Bilelim ki doğal afetler sünnetullah adı verilen Allah'ın değişmez kurallarındandır. Evreni gül kabul edersek, doğal afetler de bu evrenin dikenidir. Evren hep güllük gülistan olacak değil ya. Gülü seven dikenine katlanacak. O zaman doğal afetler doğanın doğasında var. Nasıl ki bir araç kullanıla kullanıla bir müddet sonra rektifiyeye ihtiyaç duyuyorsa, doğanın da bize hayat vermeye devam edebilmesi için bu doğal afetlerle rektifiye olması gerekiyor. Yani doğa kendi kendini yenilemektedir. Hasılı doğal afetlerde suçlu ne doğanın kendisi ne de bu doğal afetleri yaratan Allah'ın kendisidir. Burada suçlu, babadan kalan mirası hoyratça kullanan, kadir-kıymet bilmeyen iki ayaklı biz insan neslidir. Yapıp ettiklerimizden dolayı doğanın doğallığını bozar, akışı tersine çevirmeye kalkar, tedbirler almazsak olacağı budur. Daha ne bekliyorduk ki... Çünkü bizim yaptığımız doğaya savaş açmaktır. Doğaya savaş açarak kim başarılı olmuş ki biz başarılı olacağız. 

Nedir doğaya savaş açmak? Ormanları yakar yıkar ve kesersek; kuraklığa, toprak kaymasına ve heyelana hazır olalım. Orta yerde boş arazi kalmamış gibi dere yataklarına ev yapar, dereleri ıslah ediyoruz derken ifsat edersek, küresel ısınmayla birlikte anormal bir şekilde yağan yağmur, her dere ve tepeden gelir. Önüne kattığını götürür gider, boğar ve bir kenara atıverir. Boğarken de suçlu kim demez. Suçlu-suçsuz onun müşterisidir ve kimseye acımaz. Zira insafı yoktur. Çünkü biz suyun doğal akışını bozarsak o da bizi boğar. Evlerin alt katlarını da su basar. Dünyaca emek verilen ve masraf edilen tahliye boruları ve alt yapı çöker. Yapılan köprüleri bile alır götürür. Fay hattının üzerine yaptığımız meskûn mahalleri de çimento ve demirden kısarak çürük yaparsak, o koca binalar enkaz yığınına döner. İçindekileri de öldürür. Öldüremese de sakat bırakır. Biz de iğne ile kuyu kazar gibi mucize kurtuluşlar bekleriz enkazın başında.

Kıyametin ne zaman kopacağını ve dünyanın ömrünün ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Zira bizde bunun bilgisi yok. Bilen tek varlık Allah Teala’dır. Öyle zannediyorum, kıyametin ne zaman, hangi saatte kopacağını bilen Allah’ın, kıyameti şu gün koparayım diye karar verdiğini düşünmüyorum. Kıyameti biz insanlar koparacağız. Çünkü güzelce yaratıp emrimize verilen dünyayı kullanan biziz. Dünya da yeni aldığımız ve belli bir miadı olan ürün/eşya/mal gibidir. Her ürünün bir ömrü varsa dünyanın da bir ömrü vardır. Eşya temiz kullanılır, zamanında bakım ve onarımlarını yaparsak, nasıl ki kullandığımız eşyanın ömrünü uzatabiliyorsak, dünyayı da sünnetullaha uygun kullanırsak ömrünü uzatabiliriz. 

Hasılı, dünyayı cennete çevirmek de elimizde, cehenneme çevirmek de. Dünyanın ömrünü kısaltmak da elimizde, uzatmak da…

*19/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Beni Ne Kadar Tanıyorsunuz?*

Beni ne kadar tanıyorsunuz desem, fiziki ve birkaç bildiğiniz yönümü sayabilirsiniz. İçimde ne barındırdığımı biliyor musunuz? Sakın ben senin ciğerini bilirim gibi beylik laflar etmeyin. En iyisi mi gelin size kendimi anlatayım. Böylece nasıl biri olduğumu (pek lazımdı sanki!) öğrenin.

Zayıfken ben;

*Sesi çıkmayan, ses çıkarırsam da alttan alan birisiyim.
*Uyumlu olmayı tercih ederim.
*Herkesle iyi geçinirim.
*Nazik ve kibar olurum.
*Eleştiriye, istişareye ve diyaloga açığım.

*Hoşgörülüyüm.
*Ekip ruhuna önem veririm.
*Birlikte çalıştıklarıma saygıda kusur etmem, onlara değer veririm.
*Dürüst olmaya çalışırım. (En zoru) Olamasam da dürüst geçinirim. (En kolayı)

*Makam ve mevkide gözüm olmaz.

Güçlendiğim veya gücü ele geçirdiğim zaman ben;

*Başkasını eleştirmeyi pek severim. Eleştiri okları bana dönerse eleştirinin en masumuna dahi tahammül etmem.
*Ağzımı bozar, insanları yerin dibine geçiririm.
*Ekip ruhuna önem vermem.
*Cazibe merkezi olmak isterim.
*İstişare etmem, diyaloga açık olmam.

*Herkes durmadan beni övsün, alkışlasın, hep benden konuşulsun isterim.

*Alternatifim olsun istemem. Biri alternatif olmaya kalkarsa adamlarım vasıtasıyla onları yok etmeye çalışırım. Sadece ben kalmalıyım.

*Cenazemin koltuktan kalkmasını ve koltukla birlikte mezara gömülmeyi isterim.

*İyilik yaptıklarım ve kendilerine imkan sunduklarım bana karşı gelsin, görüş serdetsin istemem. Çünkü benim sayemde onlar bir şeyler gördü. Benimle uyumlu olur, dediklerimi yapar, saygıda kusur etmezler ise sunduğum imkanlardan yararlanmaya devam ederler. Çünkü onlar benim yakınım ve adamımdır.

*Ağacın yaprağı düşse ağacın bana kastı var diye düşünürüm. Çevremin de böyle bilmesini isterim.

*Tüm iyilik ve güzellikleri kendimden, kötülükleri ise rakiplerimden bilirim. Bilmekle kalmam. Herkesin de böyle bilmesini isterim. Çünkü ben sütten çıkmış bir ak kaşığım. Bu da böyle biline.

*Varlığım herkes için bir nimet, yokluğum ise külfettir. Çünkü ben Allah vergisi, bulunmaz bir Hint Kumaşıyım. Benden vazgeçmeyi düşünenler, bunu böyle bilsin.

*Bana yapılan her şey hakaret, benim yaptığım ve dediğim her şey ise birer tespittir.

İşin özeti, zayıf iken kendimi iyi biliyorum ama güçlüyken neler yapabileceğimi yazmaya çalışsam da hepsini yazdığımı sanmıyorum. Bunun ortaya çıkması için beni güç ve koltukta iken denemelisiniz. Haydi göreyim sizi.

*19/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

28 Şubat 2022 Pazartesi

Siyasetimizi Nasıl Bilirsiniz?

Tecrübem şunu gösterdi ki bu ülkenin siyaseti, birbirinin tıpkısının aynısının benzerinin ta kendisidir. Yok aslında birbirlerinden farkları. Biri tencere ise diğerleri kapaktır. Alın birini ötekine.

Her birinin, yekdiğerinin yaptıklarını kıyasıya eleştirdiği sizi yanıltmasın. Hangisinin eline imkan geçerse o eleştirdiğini yapmada çok mahirdir. Hepsi birbirinden kopya çeker. İyi birer kopyacıdırlar.

Bir şeyi yaparken ağızlarına ve yüzlerine bulaştırırlar. Hiçbir şey yokmuş gibi davranırlar ve algılar üzerine siyaset yaparlar. Birini yaparken diğerini kırarlar. Hep sorun üretiyorlar dense yeridir.

Konuşurken mangalda kül bırakmazlar. Sanırsın ki hepsi birer dürüstlük abidesidir. Dürüstlükleri imkanlar eline geçinceye kadardır.

Birbirlerine hesap soracağız dediklerine bakmayın. Hiçbiri diğerine hesap soramaz. Çünkü hepsi birbirinin eksik yönlerini, yaptıklarını ve zaaflarını iyi bilir. Hepsi bilir ki hesap sorulmaya kalkılırsa her birinin cemaziyelevveli ortaya dökülür. Bu da birbirlerini aşağıya çekmektir ki bu da işlerine gelmez. Çünkü buradan ekmek yiyorlar. Sadece meydanlarda ve ekranlarda birbirlerine yumruk sallarlar. Perdenin gerisinde sarmaş dolaş olurlar. Her yapanın yanına kar kalır yaptığı. Çünkü birbirlerinden beslenirler.

Ardından bu ülkenin kaynaklarını baba mirasını yiyen, bu mirası hoyratça kullanan hayırsız evlat gibi har vurup harman savurmaktır. Durmadan borç almak ve halka kara kışı miras bırakmaktır.

Siyasetimiz, siyasileri ihya ederken bu ihyanın faturası hep halka çıkarılır. Bakmayın birbirlerini eleştirip ayıpladıklarına, halktan ve sureti haktan göründüklerine. 

Ülke yıkılsa da bitse de tüm kaynaklar tüketilse de siyasetimiz asla bedel ödemez. Ödedikleri tek bedel sandıktan çıkmamaktır. Malı götürdükten sonra bu da bedel sayılmaz. 

Yine bir konuda kim kimi ayıplamışsa, ayıpladığı ölmeden önce er geç başına geliyor. Zammı eleştiren zam yapabiliyor. Hayat pahalılığından dem vuran halkı hayat pahalılığına maruz bırakabiliyor. Yani geçmişte neyi eleştirmişse aynısını yapabiliyor. Hayat böyle bir şey demek ki. O zaman büyük lokma yemeli, büyük laf etmemeli ama gel de bunu siyasilerimize anlat. Sonra anlatıp niye kendilerini zora soksunlar ki. Nasılsa kitleler görmüyor, görmek istemiyor ve bu u dönüşlerini bir güzel savunabiliyor.

Siyasetimizin siyasetten anladığı tek şey bol bol övünmek, rakiplerini kötülemek, kendilerini boy aynasında göstermek ve hamaset yapmaktan ibarettir. Söz verip yapamadıkları şeyler için ömürleri gerekçe üretmekle ve başkasını suçlamakla geçer.

Yaptıkları ve yapamadıklarıyla ilgili kendilerini, kendilerinden önce siyaset yapanlarla kıyaslarlar. Hiç başka ülkelerle kıyaslamazlar. Başarısızlıklarını gölgelemek ve kendilerini başarılı göstermek için istatistik ilmini devreye sokarlar. Öyle bir hesap yaparlar ki bu başarılarına inanmaya elin mahkumdur.

Seçimlere seçim ekonomisiyle girerler. Yapabilsin veya yapamasınlar bol bol vaat verirler. Vaatleri ötelemek için ipe un sererler. 

Hasılı, tuzu kurudur hepsinin. Bakmayın birbirleriyle atıştıklarına. Tek dertleri musluğa en yakın olmak ve imkanlardan daha fazla faydalanmaktır. Musluğun yani suyun başına geçenin tek yaptığı, yalancı baharla günü kurtarmak ve göz boyamaktır. 

Mizahın Hayatımızdaki Yeri *

Mizahi bir yönüm var. Yeter ki havamda olayım. Yerini, zamanını ve ortamını bulursam, mizah yapmaktan kaçınmam. Bunu beni tanıyanlar da belirtir. Aynı üslubun izleri zaman zaman yazılarımın bazısında da görülür. Mizah ve mizah türlerine dair bu üslubum çoğunluk tarafından tasvip edilse de mizahtan anlamayan bazıları; dalga geçtiğim, alaya aldığım ve küçümsediğim yönünde eleştiri getirmektedir.

Şunu baştan söyleyeyim. Hiçbir insanı küçümseme, hor görme, ayıplama, onları hafife alma gibi bir niyetim hiç olmadı. Bu benim ne hakkım ne de haddim. Zaten Hücürat Süresi 11.ayette Allah, Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fasıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.” buyurmaktadır. Kur’an’ın yasakladığı bir fiille insanları alaya almam söz konusu olamaz.

Bu açıklamayı yapıyorum. Çünkü bazıları mizah ile alayı karıştırmaktadır. Mizah ile alay ne demekmiş önce buna bir bakalım. Mizah, “Hayatın güldürücü yönünü ortaya çıkaran bir sanat türüdür. İnsanı gülmeye sevk eden resim, karikatür, konuşma ve yazı sanatıdır. Mizah eserleri sadece şaka, güldürme maksadıyla söylenip, yazılıp, çizilmediği gibi belli fikirleri ifade etmek için de ortaya konulabilir.” (Vikipedi) Mizahla karıştırılan alay ise, “Söz, ses tonu, davranış vb. ile biriyle ya da bir şeyle hafifseyerek ve küçümseyerek eğlenme” anlamına gelir.

Görüldüğü gibi mizahla alaya alma arasında ince bir çizgi vardır. Biri güldürürken düşündürüyor, diğeri ise muhatabını rencide ediyor. Mizah, genel tarafından özellikle mizahtaki nükteyi anlayanlar tarafından takdir edilirken istihza ise tasvip edilmese de hayatın bir gerçeğidir. Mizah dün olduğu gibi bugün ve bundan sonra da olacaktır, tıpkı -tasvip etmesek de- alay ve istihzanın da olmaya devam edeceği gibi. Çünkü mizah tek başına hayatın kendisi değilse de hayatın bir parçasıdır. Mizah güldürürken ince bir dokunuştur, olaydaki ayrıntıyı görebilmektir, olaya farklı pencereden bakabilmektir. İnsanların onurunu zedelemeden gülümsetmeyi amaçlar.

Mizah sadece mutlu ve huzurlu olduğumuz zamanlarda eğlenmek için yapılmaz. Üzüntülü zamanlarda da yapılır. Nasıl ki dua sadece derdimiz olduğu zaman yapılmıyor, her zaman yapılıyorsa, mizah da her zaman yapılır. Yeter ki zamanında, kıvamında ve ortamında ölçülü bir şekilde yapılsın.

Unutmayalım ki hayata hep ciddi bakanlar için bu hayat çekilmezdir. Bu tipler hayatın bir parçası olan bu mizahtan yoksundurlar. Asla haz almazlar. Çünkü mizahtan anlamazlar. Mizahtan anladıkları alaya alma, küçük düşürme ve istihzadır. Mizah ile dalgayı karıştıranlar mizahı nasıl anlasınlar? Biri güldürürken diğeri kişiyi küçümser. Belki de düz kontak olmalarındandır. Bu ikisi arasındaki inceliği anlayamayanlar, anlayamadıklarından dolayı kendilerini sorgulamaları gerekirken ayıplama yoluna gidiyorlar. Burada bir hakkı teslim edelim. Bu tipler aşırı alıngandırlar. Bunda da kimse ellerine su dökemez. Yalnız bilelim ki hayat hep ciddiyetten ibaret değildir. Hep ciddi olmak hayatı çekilmez kılar.

Kur'an'da Allah her şeyi hakikat olarak açıklamaz, mecaza da yer verir. Peygamberimizin hayatında da mizaha yer vardır. Hasılı, yerinde, zamanında ve kıvamında uygulandığı takdirde mizaha hayatın her alanında yer vardır. Yeter ki ölçü kaçırılmasın.

*09/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

25 Şubat 2022 Cuma

Kürsüde Kalma İnadı

Nasrettin Hoca, vaaz için kürsüye çıkar. Cemaat hınca hınç dolu. Hocanın oğlu da gelmiş babasını dinlemeye.

Cemaat bekler hoca konuşacak diye. Hoca da bekler. Bu bekleyiş epey sürer. Hoca bir türlü konuşmaya başlamaz. Arada bir cemaati müslimin dese de arkası gelmez. Zaman kazanmak için camdan gördüğü develer geçiyor, dediyse de cemaat hocanın sadede gelmesini bekler.

Sonunda hoca, ne konuşacağımı unuttum diyerek ağzındaki baklayı çıkarır. Hoca suskun, cemaat zaten suskun.

Hoca birkaç defa daha konuyu unuttuğunu, aklına bir şey gelmediğini söyleyince, oğlu babasına isyan eder. Baba! Hiçbir şey aklına gelmiyor da kürsüden inmek de mi hiç aklına gelmiyor der.

Oğlunun bile isyanlara oynadığını gören hoca, kürsü macerasına devam etmez, inadı bırakır ve bir tevazu örneği göstererek kürsüden iner. Çünkü dursa, kendini daha fazla rezil edip postu deldirecek.

Hocanın zamanında yaşasaydım, boşalan kürsüyü hemen doldurur. Hiçbir şey yapamazsam bile dışarıdan geçen develerin fazilet ve özelliklerinden bahsederdim. Rezil olsam da yerimden kalkmaz. Takıldığım yerde cemaat bana, ben cemaate bakar, birbirimizi seyreder dururduk. Çünkü acizlikten seyrin zevki bir başkadır.

Cemaat, hayretle ne yapacak diye beni izlerken ben de daha fazla kürsüde kaldım mutluluğunu yaşamaya devam ederdim. Nasılsa cemaatten de itiraz gelmez. Çünkü camide hırgür olmaz ve dünya kelamı konuşulmaz. Cemaat saç baş yolarken ben muradıma böylece ermiş olurdum.

Şu Tiplere Ne Dersiniz? *

İnsanoğlu beşerdir ve şaşar. Hata ve yanlışlar yapar; kanar, kandırır. Artı yönlerinin yanında zaafları vardır. Acemilik çeker, sonra tecrübelenir. Çocukça düşündüğü gibi kanının deli olduğu zamanlar da olur ama zamanla olgunlaşır. Bir konuda, bir zaman bir fikri savunurken bir zaman sonra fikrini değiştirebilir veya vazgeçebilir. Hatta önceki fikriyle çelişkiye de düşebilir. İşi rast gittiği gibi ters gittiği de olur. Hep sevinmez, üzülür de. Başkasını kınar, kınadığı başına gelir. Tercih ve seçimlerinde isabet ettiği gibi bazen de isabet edemez. Yapıp yapmadıklarından dolayı zaman zaman pişmanlık da duyar. Tüm bunlar ve daha fazlası, her insanın hayatında şu ya da bu şekilde olmuştur, olmaya devam edecektir.

Hayatın doğal akışı içerisinde hayatın bir cilvesi olarak her insanı bir şekilde yoklayan bu gerçeklere rağmen bazı insanlardan şunları duyabiliyoruz:

"Ben hayatımda hiç hata yapmadım". (Onu sen gel benim külahıma anlat.)

"Bugüne kadar pişmanlık duyacağım bir geçmişim yoktur". (Ne mükemmel insan(!))

"Dün ne idiysem, bugün de aynıyım. Yarın da aynı olmaya devam edeceğim". (Mübarek! Tam bir kereste. Kereste eğilir, bu eğilmez.)

"Benim fikrim ve görüşlerim hiç değişmedi. Çizgimde bir milim sapma yok. Geçmişte ne idiysem bugün de oyum”. (Vah zavallı! Böyle kafaya hangi fikir girebilir. Demek ki hiç eksiği yok.)

"Bugün geçmişime dönsem, yine aynı yaptıklarımı yaparım". (Farklı bir şey yapıp niye kendini zorlasın.)

"Hayatımda çelişkiye düştüğüm yoktur". (Yavaş at da civcivler de yesin.)

Böyle diyen insanlar gerçekten sorunsuz bir hayat ve dikeni olmayan bir gül bahçesinde mi yaşıyorlar yoksa derdi olup da paylaşmayı zül mü addediyorlar? Ki bu tiplere geçmişe dair soru soran da yok. Niçin böyle bir şeyler söylemeye kendilerini mecbur hissediyorlar? Yoksa mükemmelliklerine halel gelir diye bir endişeleri mi var? Eğer böyle bir şey yoksa ya hayatı tanımıyorlar ya dünü unutup günübirlik yaşıyorlar ya da böyle olmasını temenni ediyor ve böyle görünmek istiyorlar. Sebep her ne ise bana garip geliyor böyle cevaplar. Çünkü insan olup da hayatının değişik evrelerinde yaptıklarından veya yapamadıklarından dolayı pişmanlık duymasın.

Bazıları burnundan kıl aldırmacasına geçmişine dair hiç hatasının ve çelişkisinin olmadığını ifade etse de insanın hayatında gelgitleri vardır. Bu da her insanın başına gelebilir. Bunda bir sıkıntı yok. Çünkü hiçbir insan mükemmel değildir. Kişiyi mükemmelliğe doğru götüren geçmiş hatalarından ders çıkararak tecrübe edinmesidir.

Sözlerimi uzatmadan, 180 derecelik dönüşle bir çelişki yaşayanlara dair bir şeyler söylemek istiyorum. İnsanın hata ve yanlış yaptığının farkına vardıktan sonra hatasından vazgeçmesi bir erdemdir. Bu erdemi daha erdemli kılan da kişinin “Ben geçmişte bu konuda şöyle düşünüyordum. Bu düşüncemin yanlış olduğunu gördüm. Bundan vazgeçiyorum. Bundan sonra şöyle bir çizgi izleyeceğim” şeklinde söylemesidir. Böyle diyene kim ne diyebilir ki. Yanlışını görüp vazgeçti denir. Burada esas ayıbı yapan geçmiş çelişkisini söylemeden yeni fikri eskiden beri savunduğunu söyleyen kimse yapmaktadır.

*16/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

24 Şubat 2022 Perşembe

Sapla Samanı Karıştırmak

—Delikanlı, bana yardım eder misin?

—Buyur amca, yapılacak ne vardı? Taşınacak bir şeyin mi var yoksa para mı istiyorsun?

—Yok evladım, ne parası. Bunu da nereden çıkardın?

—Ne bileyim, yolda giderken bir saniyeni alabilir miyim diyen ne kadar kişi gördümse hepsi dilenci değilim deseler de para istiyor. Sizi de öyle sandım. Ne istiyorsun benden?

—Hiçbir şey istemiyorum. Para ihtiyacım da yok.

—O zaman ne istiyorsun?

—Vaktin varsa beni biraz dinlemeni istiyorum. Derdime ortak arıyorum. Zira dertliyim.

—Oğlun, kızın, gelininle mi derdin var?

—Yok evlat. Her evde olduğu kadar bu konularda benim de derdim olur. Bunlar da önemli değil. Benim derdim ülkem.

—Neyini dert edindin ülkenin?

—90 küsur yaşına geldim. Ülkem ne badireler atlattı. Hepsini gördüm. Bugünkü olup bitenler kadar karamsar olmadım.

—Ne demek istiyorsun?

—Bu gidişatın sonu ne olacak böyle? Kimi gördüm ise yarınını göremiyor. Fiyatlar almış başını gidiyor. Hep zam zam zam. Ne zaman markete gitsem, daha önce aldığım ürünü aynı fiyata alamıyorum.

—Paran mı yetmiyor amca?

—Yok evlat. Param yetmeye yetiyor. Zira ayağımı yorganıma göre uzatmasını bilirim. Ayrıca param da var. Şükür ki kimseye de ihtiyacım yok. Allah kimseyi namerde muhtaç etmesin.

—O zaman ne?

—Dün aldığım ürüne bugün katmerli para vermek zoruma gidiyor. Ne değişti gerçekten? Paramızı pul etmenin önüne geçecek bu ülkenin hiç mi B planı olmaz. Ben ne olacak böyle diye düşünüyorum. Bizi yönetenlerin, gördüğüm kadarıyla, böyle bir derdi bile yok. Bu ülke, bu millet bunu hak etmedi diye düşünüyorum.

—Enflasyonlu hayat böyle olur.

—Tamam, enflasyonlu hayat böyle olur ama bugünden yarına geçeceğe benzemiyor. Hala bu ortam tozpembe gösterilmeye çalışılıyor. Başımıza gelen bu belayı haklı göstermek için de durmadan pul olan paramızı başka ülkelerin parasıyla kıyaslamak suretiyle bu aldığımız şu ülkede daha pahalı, biz yine iyiyiz mesajı verilmeye çalışılıyor. Bunu yaparken ülkelerin parasının alım gücünü göz ardı ediyorlar. Olan oldu artık. Bu menfi hayatı yaşıyoruz. Bari başka ülkeleri örnek vermeyip sussalar. Zira sapla samanı karıştırıyorlar.