Ana içeriğe atla

Dünya Yaşanmaza Doğru *

Çığ düşmesi, toprak kayması, seller ve su taşkınları, orman yangınları, fırtınalar, salgınlar vs. gösterdi ki bu yüzyıl -doğal- afet yüzyılı olacak. Bu demektir ki yaşanmaz bir dünya bizi bekliyor. Sürekli mal ve can kaybı olacak. Böyle böyle dünyanın sonu gelecek. Dünya öbür yüzyıla sarkarsa, geride kalanları nasıl bir dünyanın beklediğini varın siz düşünün. İki yıldır da küresel bir salgınla boğuşuyoruz. Covid-19 biterse, arkasından başka salgınların da kapıda olduğu dillendiriliyor şimdiden.

Büyük can ve mal kaybına neden olan bu doğal afetlerin müsebbibi kimdir? Doğal afetlerin kendisi mi? Evreni ve her şeyi yerli yerince yaratıp bir düzen içinde bizim kullanımımıza veren Allah, şu insanlara gününü bir göstereyim mi diyor? Suçlu hep bizden bir şeyler alan doğanın kendisi mi? Bize bu doğal afetleri gönderen Allah mı suçlu? Haşa.

Bilelim ki doğal afetler sünnetullah adı verilen Allah'ın değişmez kurallarındandır. Evreni gül kabul edersek, doğal afetler de bu evrenin dikenidir. Evren hep güllük gülistan olacak değil ya. Gülü seven dikenine katlanacak. O zaman doğal afetler doğanın doğasında var. Nasıl ki bir araç kullanıla kullanıla bir müddet sonra rektifiyeye ihtiyaç duyuyorsa, doğanın da bize hayat vermeye devam edebilmesi için bu doğal afetlerle rektifiye olması gerekiyor. Yani doğa kendi kendini yenilemektedir. Hasılı doğal afetlerde suçlu ne doğanın kendisi ne de bu doğal afetleri yaratan Allah'ın kendisidir. Burada suçlu, babadan kalan mirası hoyratça kullanan, kadir-kıymet bilmeyen iki ayaklı biz insan neslidir. Yapıp ettiklerimizden dolayı doğanın doğallığını bozar, akışı tersine çevirmeye kalkar, tedbirler almazsak olacağı budur. Daha ne bekliyorduk ki... Çünkü bizim yaptığımız doğaya savaş açmaktır. Doğaya savaş açarak kim başarılı olmuş ki biz başarılı olacağız. 

Nedir doğaya savaş açmak? Ormanları yakar yıkar ve kesersek; kuraklığa, toprak kaymasına ve heyelana hazır olalım. Orta yerde boş arazi kalmamış gibi dere yataklarına ev yapar, dereleri ıslah ediyoruz derken ifsat edersek, küresel ısınmayla birlikte anormal bir şekilde yağan yağmur, her dere ve tepeden gelir. Önüne kattığını götürür gider, boğar ve bir kenara atıverir. Boğarken de suçlu kim demez. Suçlu-suçsuz onun müşterisidir ve kimseye acımaz. Zira insafı yoktur. Çünkü biz suyun doğal akışını bozarsak o da bizi boğar. Evlerin alt katlarını da su basar. Dünyaca emek verilen ve masraf edilen tahliye boruları ve alt yapı çöker. Yapılan köprüleri bile alır götürür. Fay hattının üzerine yaptığımız meskûn mahalleri de çimento ve demirden kısarak çürük yaparsak, o koca binalar enkaz yığınına döner. İçindekileri de öldürür. Öldüremese de sakat bırakır. Biz de iğne ile kuyu kazar gibi mucize kurtuluşlar bekleriz enkazın başında.

Kıyametin ne zaman kopacağını ve dünyanın ömrünün ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Zira bizde bunun bilgisi yok. Bilen tek varlık Allah Teala’dır. Öyle zannediyorum, kıyametin ne zaman, hangi saatte kopacağını bilen Allah’ın, kıyameti şu gün koparayım diye karar verdiğini düşünmüyorum. Kıyameti biz insanlar koparacağız. Çünkü güzelce yaratıp emrimize verilen dünyayı kullanan biziz. Dünya da yeni aldığımız ve belli bir miadı olan ürün/eşya/mal gibidir. Her ürünün bir ömrü varsa dünyanın da bir ömrü vardır. Eşya temiz kullanılır, zamanında bakım ve onarımlarını yaparsak, nasıl ki kullandığımız eşyanın ömrünü uzatabiliyorsak, dünyayı da sünnetullaha uygun kullanırsak ömrünü uzatabiliriz. 

Hasılı, dünyayı cennete çevirmek de elimizde, cehenneme çevirmek de. Dünyanın ömrünü kısaltmak da elimizde, uzatmak da…

*19/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde