11 Kasım 2021 Perşembe

Değişmez İki Yasa *

Kur’an-ı Kerim’in her ayetinin bizlere vermek istediği mesajları vardır. Bu yüzden her bir ayet bizler için önemlidir. Özellikle toplumsal yasalar benim dikkatimi daha bir çeker. Burada bizim için bir formül olan birbiriyle bağlantılı iki ayete yer vereceğim:

İlki, “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” (Rad 11)

Diğeri, “Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen olmasındandır.” (Enfal 53)

Her iki ayet de sünnetullah dediğimiz Allah’ın değişmez toplumsal yasalarındandır. Bu yasaları yerine getirenin veya getirmeyenin inancı burada önemli değildir. Kim yasaların gereklerini yerine getirirse değişim ve nimet kaçınılmazdır.

İlk ayete gelirsek; bir toplum, bir devlet veya kişiler mevcut durumlarından memnun değil iseler öncelikle mevcut durumlarından vazgeçecek. İyi, düzgün ve güzel olmak için ne yapılması gerekiyorsa ona çaba gösterecek. Vazgeçmezlerse, mevcut kötü hal üzere hayatiyetlerine devam ederler. Yerlerinde saydıkları için gerisin geri de giderler. Yani tüm iş ve işlemler kuralına göre yapılacak ki semere alınabilsin. Bunu yapmadan oturdukları yerden diledikleri kadar veryansın etsinler. Allah hiçbirinin ve hiç kimsenin durumunu değiştirmez. Fark etti iseniz burada topyekun bir düzelme yani mevcut durumdan vazgeçme söz konusu. Herkes taşın altına elini koyacak. Burada az sayıda kişilerin çabası yeterli olmaz. Kurtarıcıya da yer yoktur. Yani herkes düzelmek isteyecek, bunun için çaba gösterecek. Allah da bu istek ve çabanın gereğini yerine getirecek. Bu da nimet olarak döner toplumlara.

İkinci ayette ise değişimin sonunda gelen nimetlerin devamına işaret edilmektedir. Söz ve fiilleriyle değişime imza atan toplumlar, kendilerine bahşedilen nimetlerin ellerinden alınmasını istemiyorlarsa, gidişatlarını değiştirmeyecekler ve üzerine koymaya devam edecekler. Allah bunlara nimetlerini verdikçe verir. Yeter bunlara verdiğim bu kadar nimet demez. Kur’an Yolu Tefsirinde bu ayet için şu açıklamaya yer verilir: “…Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lütfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar... İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir.”

Demek ki ikinci ayette bahsedilen yani kişi ve toplumlara verilen nimetin geri alınmasında;

-İnsanların hoşa gitmeyecek şekilde değişmesi,

-Değerlerine yabancılaşması,

-Verilen nimetin ne için verildiğinin unutulması,

-Nimetin gerektiği yerde, gerektiği gibi değil de zulüm yolunda kullanılması,

-Şımarıklık gösterilmesi,

-Nimetin kendilerine mal edilmesi vs.

Bu iki ayet Allah’ın değişmez yasası olduğuna göre toplumsal olayları bu ayetler çerçevesinde ele almak lazım. Bu ayetleri sadece toplumsal olaylarda değil, siyasi olaylarda da göz önünde bulundurmak gerek. Bu durumu bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki bir siyasi parti, kendini güzel anlatmış ve yapacaklarına da halkı ikna etmişse halk o partiyi iktidara getirir. O parti iyi çalışır, ülkeye hizmet ederse halk o siyasi partiye tekrar tekrar iktidar nimetini bahşeder. Eğer o iktidar, sorunları çözmeye yanaşmadığı gibi her şeyi ağzına yüzüne bulaştırmaya başlar, yozlaşır, halkı okuyamaz noktaya gelir ise halk yavaş yavaş desteğini çeker ve bir bakarsınız ki bir seçimde o partiye yol verir. Türkiye’nin geçmiş iktidarları hep böyle geldi, böyle gitti. Eğer birileri, iktidar nimetine devam etmek istiyorsa ne yapması gerektiğini bu ayete bakarak karar vermeli. Böyle yapmayıp desteğini çekmeye başlayan halka kızmak, onları nankör gibi görmek ucuz siyasettir ve intihardır. Bunun da siyasette yeri yoktur.

*26/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Doğu Toplumlarının Özellikleri *

Geri kalmış, gelişmekte olan, iki ayağı üzerinde duramayan, kendi kendine yetmeyen, küresel ve bölgesel çapta güç olma hayali kuran ama bir türlü güç olamayan millet, ulus ve toplulukların genel karakteristik özellikleri:

·    Çok önemli bir millet olduklarına kendilerini inandırmışlardır. Daima geçmişle övünürler. Övme ve yerme tutkunudurlar. Gelmiş ve geçmiş kişilerle yaşarlar. Onlarla yatar, onlarla kalkarlar. Övgüleri aşk, yergileri nefret mesabesindedir. Övdüklerini ölümüne severler, sevmediklerinden de ölümüne nefret ederler. Övdükleri bir nevi mehdi, yerdikleri ise deccaldır. Ülkelerinde iyi bir şey olmuşsa sevdiklerinin eseridir. Onlar olmasaydı, bugün böyle olunmazdı anlayışı hâkimdir. Ülkelerinde bir kötülük, geri kalmışlık olmuşsa bunun müsebbibi de yerdikleri kişilerdir. Övdüklerini durmadan ve her yıl dönümünde anarlar, referanslarını onlardan alırlar. Kendileri durmadan övdüğü gibi başkalarının da övmelerini beklerler. Yerdikleri ise yılanın başıdır. Onlar hiç iyilik yapmamış, onlarla ve onları savunanlarla mücadele etmek gerekir.

·    Soğukkanlılık, basiret, feraset vs. hak getire. Yangına körükle gidilir. Duygular aklın ve mantığın önüne geçer. Slogan ve hamaset onların şah damarlarıdır. Bunlarla yaşarlar, bunlarla ölürler. Ayakları bir türlü yere basmaz.

·   Kutuplaşma had safhadadır. Her kutbun da kendilerini kurtaracak idolleri vardır. Bir daha gelmeyecek bu idoller onlara Allah tarafından bahşedilmiş bir lütuftur ve bunlar aşılamaz. Yani bunlar bir numara ise ardından kim gelirse gelsin ancak ikinci sıraya yerleşir. Asla boynuz kulağı geçmez.

·     Bol konuşma ve gevezelik hâkimdir. Konuşmaya gelince varlar ama icraatta yoklar. İcraatı hep başkasından beklerler.

·    Cari açıkları had safhadadır. Kendi kendilerine yetmez. Üretici değil, tüketicidirler. Başkaları üretecek, yeni icatlara imza atacak. Bunlar da bastırıp parayı o üretilenleri kullanacak. Hep borçla yaşarlar. Bu marifetleriyle gelecek nesilleri borç batağının içine sokarlar.

·        Kendilerinden başka kimseyi de beğenmezler. Değilse çatlar ölürler.

·       Her biri iyi bir niyet okuyucusudur. Senin ne dediğin değil, onların ne anladığıdır önemli olan. Ön yargı kendilerinden ayrılmaz bir parçadır. Seni, kafalarında oluşturdukları şablonla değerlendirirler.

·   Mazeret, gerekçe ve bahane üretmede üstlerine yoktur. Gerçeklerle yüzleşmezler, algılarla yaşarlar. Kendileriyle asla yüzleşmezler. Geri kalmışlıklarının müsebbibi hep başkasıdır. Özellikle dış güçlerdir. Başkaları bunlara hep düşmandır. Kendilerinden başka dostları yoktur. Bizim bizden başka dostumuz yok diyenler de kendi kendileri ile geçinemezler.

·   Demokratlıkları, fikir ve vicdan özgürlüğüne hayranlıkları gücü ellerine geçirinceye kadardır. Her birinin gönlünde ve mayasında şiddet vardır.

·         Ağızlarından adalet, ehliyet, liyakat gibi kavramları düşürmezler ama her biri öyle kadrolaşır ki şeytan bile parmak ısırır.

·         Kurum kültürü, ekip ruhu yoktur. Kurumlar kişiye endekslidir. Kişiyle doğar, kişiyle büyür, kişiyle ölür.

·         Hiçbir şeyleri şeffaf değildir. Şeffaf görünümlü kılıfına uydurma yolu izlenir vs.

*27/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

10 Kasım 2021 Çarşamba

Saygı Duruşu

Babacığım, bugün aklıma ne geldi biliyor musun?

—Ne geldi oğlum?

—Hani öleceğiz ya.

—Evet.

—Kimin ne zaman öleceği bilinmez ama olur ya önce vefat edersen ne yapalım?

—Nasıl, ne yapacaksın?

—Tören falan.

—Ne töreni? Ömrünü tamamlayana ne yapılıyorsa onu yapacaksın.

—Biliyorum da bir farklılık yapabilir miyiz?

—Mesela?

—Saygı duruşu gibi.

—Yanlış anlamadıysam cenazeme gelenleri saygı duruşunda bulunmaya mı çağıracaksın?

—Aynen öyle.

—İşin yok mu senin? Sabah sabah aklına bu mu geldi? Sonra daha nefes alıyorum. Görüyorum ki gözlerimi yummamı bekliyorsun. Miras bırakacak olsam da böyle bir beklentiye girsen hiç gam yemeyeceğim.

—Nasılsa öleceğiz hepimiz.

Öyle tabi. Yine de ölümünün ardından bir şeyler yapmak isteriz evladın olarak.

—Git, sabah sabah dalganın zamanı değil. Hele bu soğukta hiç çekemem.

—Hiç olmadığı kadar ciddiyim.

—Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?

Mesela, ölünce kaç dakika saygı duruşunda bulunalım? Bunu merak ettim. 5 dakika yeter mi? 

—Yetmez oğlum, beş dakika neye yeter. Gelenler yorgunluktan yıkılıncaya kadar dursunlar. Sonra cümle alem benim cenazemi konuşsun. Bulduk başa belayı, sen ölmedin, biz öldük desin. Git Allah aşkına şuradan. Sabah sabah dert ettiğin şeye bak. Rüyanda mı gördüm ölümü mü yoksa? Sonra ben öldükten sonra saygı duruşunda bulunsan ne olur, bulunmasan ne olur. Saygı duyacaksan, içinden gelerek sağlığımda saygı duy.

Baba ciddiyim ben.

Ben de ciddiyim evlat. Hem de hiç olmadığı kadar senin ciddi olduğun gibi.

Yani?

Sen cenazeme gel yeter. Başka da bir şey istemem.

Anladım. Peki, her ölüm yıl dönümünde seni analım mı?

Anmayın evlat. Şayet cenazeme gelirseniz benim için üç gününüzü ayırın. Çünkü taziye üç gündür. Ardından işinize gücünüze bakın. Sonra sen sağ, ben selamet. 

—Peki, 40.gününde bir şey yapmamızı ister misin?

Abartma evlat. Bırakıver artık. Her fani gibi öleceğim. Beni mezarımda rahat bırakın. Siz de rahatlayın. Eş dost da rahat etsin. Kabak tadı verdi bu muhabbetin. 

Yani seni anmayalım mı? Yoksa unutulur gidersin.

Varsın unutulup gideyim evlat. Beni unutmayıp da turşumu mu kuracaksınız?

Kızma babam. Evladın olarak yanında olduğumuzu göstermek istiyoruz. Ama görüyorum ki istemiyorsun. Madem hiçbir şey yapmamızı istemiyorsun. Bari, sosyal medyada seni her yıl dönümünde unutulmaz yapalım. 

—Ne olacak böyle yapınca?

—Sevenlerin bana bu alemde başsağlığı dileyecek.

—Tövbe ya Rabbi. Evlat, taziye üç gün dedim. Bu taziye her yıl tekrarlanmaz. Bana bir iyilik yapmak ister misin?

—Tabi, emrindeyim baba.

—Beni rahat bırak. Kapıyı da dışarıdan ört. Bir daha da her aklına eseni benimle paylaşma. Bu dediklerini de ne sen söylemiş ol ne de ben duymuş olayım. Bunu da kimseye söyleme. Gülünç duruma düşersin. Bunu uygulamaya kalksan da kendin de bezersin, başkasını da bezdirirsin.

8 Kasım 2021 Pazartesi

Oyum Kime? *

Siyasilerin söz ve eylem çelişkileri, u dönüşleri, kendi süfli emelleri uğruna kendileri bedel ödemeden ülkeye ve millete ödettikleri bedeller, sonu hep karakış olan sundukları yalancı baharlar, kendi aralarında yaptıkları kayıkçı kavgaları, kullandıkları dil, ülke kaynaklarını mirasyedi evlat gibi hoyratça kullanmaları ve daha nice yaptıkları ve yapamadıkları, ister istemez beni siyasetten soğuttu. Bundan sonra sandığa gider, herhangi bir partiye oy verir miyim bilmiyorum. Ancak şu vaatlerde bulunan bir siyasi parti ve lideri olursa, bilin ki oyum onadır. Biri derse ki iktidarımda;

—Emanet, ehliyet ve liyakat hak getire. En önemli, gözde ve para akan yerlere yapacağım atamalarda, ailemin selameti açısından aile fotoğrafına öncelik vereceğim. Damadım varsa ilk önce damadımı, kızımı, oğlumu, yeğenimi, kalırsa bana oy veren partililerimi önemli makamlara getireceğim. Onlara gül gibi imkanlar sunacağım. Yani tepeden tırnağa kadrolaşacağım. Çünkü seçimle gelmek demek budur.

—Enflasyonla mücadele eder gibi görünmeyeceğim. Piyasayı kendi haline bırakacağım. Vatandaş bugün aldığını yarın aynı fiyattan alamayacak. Tek yapacağım, her ayın üçünde, TÜİK'in açıklayacağı enflasyon rakamlarına müdahale etmek olacaktır. Direnen görevli olursa, bir af talebinde bulunmadan onu görevden alacağım. 

—Ülkede bilgim dışında kuş uçmayacak, yaprak kıpırdamayacak. 

—Her türlü iyi, güzel şeyler şahsımın, kötü şeyler muhalefet ve dış güçlerin eseri olacaktır. 

—Diplomasi, miblomasi gibi bu dilden anlamam. İstediğim devletle ilişkileri iyi tutar, istediğim ile bozuşurum. Kime ne? İster bozuşurum ister dost olurum. Gerekirse bozduğum ilişkileri bir ara düzeltmeye çalışırım.

—Memur, işçi vs. bordro mahkumları ile yapacağım toplu sözleşmelerde “Onları enflasyona ezdirmeyeceğim ya da ezdirmedik” gibi beylik ve boyumdan büyük laflar etmeyeceğim. Onları enflasyona ezdireceğim. Olmayalardı memur. Ben mi zorladım onları memur olun diye. Bu demek değildir ki istedikleri hiçbir şeyi yerine getirmeyeceğim. Yıllardır istedikleri 3600’ü onlara vereceğim. Ama bu, bekledikleri 3600 olmayacak. Hepsi 3600 lira maaş alacak. Beğenmeyen için istifa haklarına saygı duyacağım. Aman nere giden, dur demeyeceğim. Çünkü hiçbiri benim gibi bulunmaz Hint kumaşı değildir. Beğenmeyen ayrılacak. Yerlerine bekleşenlerden atama yapacağım. Devrimde hiç olmadığı kadar istifa ve bir o kadar alım olacaktır. Her aldığımı da bir müddet test edinceye kadar geçici göreve alacağım. İktidarımda kimsenin yeri garanti olmayacak. Başı ayak, ayağı baş yaparım. Çünkü başkasını bilmem ama ben sandıktan çıktım.

—İhaleler için şeffaf olacağım, en uygun teklifi veren alır gibi reel hayatta karşılığı olmayan sözler söylemeyeceğim. İhaleyi istediğim kişi veya firmaya vereceğim. Kime ne, değil mi?

—Vatandaş her şeyi benden duyacak. Bunun için iletişim kanallarını çok iyi kullanacağım. Günüm prime time saatlerinde tüm kanallar benim konuşmamı canlı olarak verecek. Böylece insanımız, şahsıma olan özlemini ekranlardan gidermiş olacak. Kendim hep göz önünde gündeme dair konuşacağım, milletin de gözü mahkum beni dinleyeceği için TV’lerin tartışma programlarına vekil, bakan gibi aktif bir partili göndermeyeceğim. Zira ben yeterim hepsine. İlla TV programlarına partimi savunacak biri çıkacaksa, beslediğim gazetecilerin çıkmasına izin vereceğim. Bir de geçmişte vekil yapıp ıskartaya çıkardıklarıma, “eğer hala vekil olmak istiyorsanız, gidin, beni savunun” diyeceğim. Benimle uğraşan gazeteci ve TV çıkarsa, onlara elimi oynatmayacağım. Çünkü patronları eşek değil ya gereğini yapacaklardır vs. şeklinde söz veren ve oy isteyen yani bilinçaltındakini açıkça söyleyen, gizli ajandası olmayan hangi siyasi olursa oyum onadır.

*14/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dinden Uzaklaştıran Kim? *

Sayın Ali Erbaş, "İnsanlar bilinçli olarak dinden uzaklaştırılıyor. Tarihte görülmediği kadar sosyal medya ve iletişim kanalları ile gençlerimize, çocuklarımıza sürekli dinsizlik aşılanıyor. Uyarıcılık görevimizi yapmamız lazım" demiş kanaat önderleriyle bir araya geldiği Şanlıurfa'da. Aynı kişi, birkaç yıl öncesinde ülkede deist sayısı artıyor dendiğinde yok öyle bir şey, abartılıyor demişti. Şimdi ne değişti de insanların dinden uzaklaştırıldığından dem vuruyor? Elinde bilimsel bir veri mi var, konjektör gereği mi böyle diyor yoksa bir gözlemi mi var? 

Gelelim tezine. Sayın Başkan’ın "İnsanlar dinden uzaklaştırıldığı" tezine katılmıyorum. Çünkü kim, ne şekilde propaganda yaparsa yapsın, istersen dini öcü göstersin, bir insan dinden soğumaz ve uzaklaşmaz. Böyle bir şey varsa da oranı yüksek değildir.

Şu bir gerçek ki dinden soğuma gerçeği var. İsterdim ki DİB Başkanı, bunun sebeplerini uzmanlarıyla bir güzel irdelesin ve dinden kaçışın çözüm yollarını bulmaya çalışsın. Ama görüyorum ki Beyefendi, "uzaklaştırılıyor" diyerek suçu başkalarına özellikle sosyal medya ve iletişim kanallarında dinsizlik aşılanıyor diyerek soruna bahane buluyor ve gerekçe üretiyor. Merak ediyorum, sosyal medyada ve iletişim kanallarında bu "aşılama" olmasa dinsizlik ya da dine mesafe koyma artmayacak mı? 

Bana göre dinden soğumanın en önemli sebepleri arasında; etkili, yetkili ve sorumlu, dindar, mütedeyyin ve İslamcı, dini anlatan, dinle özdeşleşmiş, dini görev yapan, dini ve dini değerleri hoyratça kullanan ve dini tekeline almış kişilerin; (istisnaları tenzih ediyorum.) 

-güzel örnek olmaması, 

-çağı okuyamaması, 

-insan psikolojisini bilmemesi, 

-kullandıkları din dili, (buyurgan, hakaretamiz, sert, kırıcı, suçlayıcı, kaba vs.) 

-söz ve eylem uyumsuzluğu, (Ele verir telkini, kendi yutar salkımı misali)

-hiç olmadığı kadar siyaset yapması, sanki bir partinin basın sözcüsü gibi davranması, siyasetle aralarına mesafe koymaması...)

-birçok etkili, yetkili ve sorumlu makamlarda bu kişilerin olması ve çoğunluğunun kötü bir imaj vermesi,

-ellerindeki yetki ile mağduriyetler oluşturması,

-çevresinden hiç olmadığı kadar güven problemi yaşaması vs.

Günümüzde dindar, mütedeyyin, İslamcılar ve din görevlileri hiç olmadığı kadar makam ve mevki gibi bir imtihanla sınandı. Zira bu kesim, dünün sınanmamış dürüstleri idi. (Ki sınanmayan herkes dürüsttür bu ülkede.) Bugün kahir ekseriyeti makam ve mevki ile test edildi ve bu dürüstlük sınavını geçememişlerdir. Burada daha önce bir yazımda yazı konusu edindiğim bir araştırma (MAK Danışmanlık AŞ.) sonucuna burada tekrar yer vermek isterim: “Özal zamanında bir araştırma firması şöyle bir soru soruyor: 'Karı-koca olarak acilen bir yere gitmek zorunda kalsanız, çocuklarınızı aşağıdaki meslek gruplarından hangisine öncelikli olarak emanet edersiniz?' Seçeneklerde aşağı yukarı tüm meslek gruplarına yer verilmiş. ‘Din görevlilerine teslim ederiz’ seçeneği, birinci sırada tercih edilmiş. Aynı soruyu hiç değiştirmeden bu sene biz sorduk. İlk on sırada din görevlileri olmadığı gibi din ve dindarlıkla özdeşleşen bir meslek grubu da tercih edilmemiş”. (bknz: https://anadoludabugun.com.tr/yazarlar/barbaros-ulu/din-gorevlileri-itibar-mi-kaybediyor-6718) 

Kanaat önderleriyle yaptığı toplantıda “kendilerini peygamberlerin varisleri” olarak gören DİB Başkanı, mademki böyle bir hassasiyeti gündeme getirdi. İsterdim ki bu araştırma sonucunu bu toplantıda bir güzel masaya yatırsın. Çünkü araştırma din görevlilerini ilgilendiriyor. Orada sormalıydı: 90’lı yıllarda güvenilirlikte ilk sırada olan din görevlileri, 30 yıl sonrasında bugün niçin ilk 10’nda yok? Oradaki hazirundan eteklerindeki taşı dökmelerini isteyebilirdi. Hatta bu konuda bir komisyon kurarak bu konuyu enine boyuna bir güzel inceletebilirdi. Gördüğüm kadarıyla bu araştırma es geçilmiş. Gerçekten bu sonuç orada da gündeme gelmeyecek de nerede gündeme gelecek?

Burada din görevlilerinin itibar kaybetmesine dair verdiğim örnekler için “öyle bir şey yok da. Diyelim ki böyle bir şey var. Para kirli olmasına rağmen insanlar paradan niye nefret etmiyor ve uzaklaşmıyor da dinden uzaklaşıyor” şeklinde bir gerekçe sunanlar olacaktır. Böyleleri kusura bakmasın ama milletin bu tür bayat bahanelere ve kıyasa karnı toktur. Bu tür konuları değerlendirirken insan psikolojisini hesaba katmak lazım. Çünkü bu toplumun kahir ekseriyetinin, parçadan bütüne giderek genelleme gibi bir özelliği var. (Askerde Kayserili bir çavuştan dayak yiyen birinin tüm Kayserililerden nefret etmesi gibi. Fazla örneğe gerek yok bence.)

Hasılı, ister dinden uzaklaşma veya dinden uzaklaştırma var diyelim. Dinden uzaklaşmanın olduğu bir gerçek ama sorunu çözmek için bu uzaklaşma/uzaklaştırmanın sebep ve nedenlerini tespit edip çözüme giden yollar bulmamız lazım. Umarım meramımı anlatabilmişimdir.

*10/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Kasım 2021 Cuma

Kendisini ‘Amerikan Domuzu’ Kurtardı *

 Bir lisede görev yapan bir okul müdürü yanıma geldi. Aramızda şu diyalog geçti:

—Devlet FETÖ ile mücadele ediyor ama nasıl ve kiminle mücadele ediyor, bir türlü anlayamadım.  

—Hayırdır? Bildiğin bir şeyler olmalı. 

—Aktif Sen üyesi dört öğretmen vardı okulumda. Üç tanesi KHK ile ihraç oldu. Bir tanesi görevinde kaldı. Atılanlar niye atıldı, kalan niye kaldı. Bunu anlayabilmiş değilim.

—Devlet yeterince araştırıp incelemiştir. Demek ki atılmaması gerektiğine kanaat getirmiş olmalı. 

—Atılacaklarsa ilk önce halen görev yapan atılmalıydı. Çünkü bunun yanında diğerleri masum kalır. Neden dersen, bu arkadaş sendika üyeliğinin yanında okulda yapının temsilcisi olarak tanınır. Kendi de kendini öyle tanıtırdı. 17-25’ten sonra bile öğrencileri yapının dershanesine kayıt ettirmeye çalışırdı, onların gazetesinden her gün okula iki tane getirirdi. Odam öğretmenler odasının karşısındaydı. 17-25 olaylarından sonraki günlerden birinde, gelen gürültünün üzerine öğretmenler odasına vardım. Bu kişi başka bir öğretmenle tartışıyor. Geldiğimi görünce seslerini kestiler. İkisini birden odama aldım. Nedir derdiniz dedim. Biri iktidarı, diğeri yapıyı savunmuş. Sonunda sesler yükselmiş ve birbirlerini kırmışlar. İktidar değişirse hepiniz sürüleceksiniz demiş yapının temsilcisi. Bu yaptığınız yakışıyor mu? Burada eğitim ve öğretimde kaliteyi nasıl yakalarız üzerine kafa yoracağınıza biriniz bir parti, diğeriniz bir hareketi savunuyor. Size ne partiden, size ne hareketten. Size ben kurul toplantısında fikrinizi, zikrinizi, cemaat bağınızı ve ideolojisini dış kapının önünde bırakacaksınız demedim mi şeklinde konuştum. Bir daha böyle bir şeye tevessül etmeyeceklerine söz verdiler. Benden ve birbirlerinden özür dilediler. Olay kapandı.

Gel zaman git zaman yapının temsilcisi dediğim öğretmen, öğretmenleri Aktif Sen üyesi yapmaya çalışırken bir gün sendikasından istifa ettiğine dair bir formla odama geldi ve Eğitim Bir Sen sendikasına geçeceğini söyledi ve geçti de. Bu ne şimdi dedim. Babamların yaşadığı yere tayin istedim. Tayinim çıkmadı. Şimdi de özür grubundan tayin isteyeceğim. Kendi sendikamdan çıkıp bu sendikaya girmezsem tayinimi yine yapmayacaklar dedi. 

—Çıktı mı tayini? 

—Çıktı, o yıl (2014) nakil olup gitti. 

—Sonra? 

—Darbe teşebbüsünden sonra bu öğretmenin üye yaptığı üç Aktif Sen üyesi öğretmen KHK ile ihraç oldu. Yapının temsilcisi öğretmen ise hala öğretmenliğine devam ediyor. 

—Nasıl kalmış? 

—Nasıl kaldığını bilmiyorum. Bir gün durumu nedir diye sosyal medyadan bu öğretmeni araştırdım. Gördüm ki daha önce sosyal medya kullanmayan bu öğretmen kendisine bir sosyal medya hesabı açmış. Bir lisede halen çalışıyor. Tek paylaşımı nedir biliyor musun? 

—Nedir? 

—Çok sevdiği, uğruna meslektaşlarını karşısına aldığı Fethullah Gülen'in domuza benzetildiği bir resmi paylaşmış. Resmin üstüne de "Amerikan domuzu" yazmış. 

—Böylece nasıl hala görevde kaldığı belli oldu. Bu işler böyle. Öğretmen işi biliyormuş bu arada. Çünkü küfredenler kaldı görevinde. 

*26/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Kasım 2021 Perşembe

Doğrucu Davutlara Ne Çok İhtiyaç Var

Kutuplaşma ve ötekileştirmenin arttığı, 

Önyargıların tavan yaptığı, 

Prensiplerin değil, kişi sevgi ve nefretinin havada uçuştuğu, tarafların bundan rahatsız olmadığı gibi nemalandığı,

Gidişatın bir fotoğrafını çekme yerine fotoşopla gözlerin ve beyinlerin uyuşturulduğu,

Yarından endişe duyan insanların arttığı,

İnsanların hiç olmadığı kadar geçim derdine düştüğü ve gelecek kaygısı yaşadığı,

Zengin ve fakir arasındaki sosyal adalet dengesinin iyice açıldığı,

Zamların masum gösterilmeye çalışıldığı, gerekçe ve mazeretlerin havada uçuştuğu, tek geçer akçenin zam olduğu, gelen her zammın başka ülkelerle kıyaslandığı, biz yine iyiyiz dendiği, 

Aşırı sevgi ve nefretin aynı kapıya çıkacak şekilde gözleri kör ettiği, feraset ve basiretlerin bağlandığı,

İş, güç ve siyasetin algılar üzerine yürütüldüğü,

Yandım, bittim diyenlere hain, nankör damgasının vurulduğu,

Eleştiri, kritik ve tespitlerin karşılığının olmadığı,

Pansuman tedbirlerle peynir gemisinin yürütülmeye çalışıldığı ve günün kurtarılmayı çalışıldığı, 

Kimsenin ne olacak böyle, nereye gidiyoruz diyemediği, demeye kalkanların söyleyip söyleyeceğine pişman edildiği,

Herkesin, özellikle mahallelerin birbirine karşı körler ve sağırlara oynadığı,

At izinin, it izine karıştığı,

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin bedelinin olduğu,

Söz ve eyleme değil de sözü kimin söylediğine bakıldığı,

Ekip ruhunun değil, kişilerin prim yaptığı, istişarenin hiç olmadığı kadar terk edildiği, 

Kimsenin kendi gözündeki merteği görmediği,

En iyi savunma saldırıdır prensibinin prim yaptığı ve hayatın toz pembe olduğunun gösterilmeye çalışıldığı, 

Sevdiğimize halel gelmesin diye tüm değerlerin iç edildiği,

Tüm hayatın sesi gür çıkanlardan ibaret olduğunun sanıldığı, sessiz çoğunluğun sessizliğe büründüğü, bu sessizliğin memnuniyet sanıldığı, 

Bol bol laf edilip içinin doldurulmadığı,

Herkese aba altından sopa gösterilerek korku dağlarının pompalandığı... vs. 

Yer ve zamanlarda her şeyi olduğu gibi söyleyen ve aktaran, ne oradan ne de buradan olduğunu söyleyebilen yiğitlere yani doğrucu Davutlara ve Davut doğru söylüyor diyenlere ne çok ihtiyaç var.