13 Temmuz 2021 Salı

Esnek Çalışmanın Düşündürdükleri *

Covit-19 salgını nedeniyle kamu çalışanları, 10.00-16.00 esnek mesaisi ile tanıştı. Yani sekiz saat mesai yerine 5,5 saat mesai yaptı. Bununla da yetinilmedi. Uzaktan çalışmayı, dönüşümlü çalışmayı; 60 yaş üstün, 10 yaşın altında çocuğu olan annelerin, 24-32 hafta arası gebe ve kronik hasta olanların idari izinli olmasını gördü. Aynı şartlarda bir çalışma düzenine geçmeleri için Bilim Kurulu tavsiye kararı almasına rağmen özel sektör bu şekil bir çalışma düzenine geçmedi.

Salgın nedeniyle dünya ve ülkemiz olağanüstü bir durumdan geçerken bazı kurum istisnalarıyla birlikte kamu çalışanları esnek mesaiye tabi olurken özel sektör niçin esnek çalışma düzenine geçmedi? Esnek çalışma düzenine geçildiği zaman diliminde, kamu sektöründe herhangi bir aksama meydana geldi ve işler aksadı mı? Gördüğüm kadarıyla kamu kurumlarında herhangi bir aksama ve gecikme söz konusu olmamıştır. En azından böyle bir serzeniş ve şikâyet basında yer almamıştır.

Aynı mesaiye ve çalışma düzenine özel sektör de geçmiş olsaydı, durum ne olurdu? Öyle zannediyorum, özel sektörde üretim düştüğü gibi piyasaya mal sevkiyatında da gecikmeler olacaktı.

Olup bitenden benim anladığım, özel sektörün ihtiyacından fazla elemanı çalıştırmadığı, devletin ise normalden öte bir personeli istihdam ettirdiği yönünde. Demek ki devlet, mevcut çalıştırdığı personelinin en az yarısını çalıştırmasa yani mevcut çalışanların yarısı ile çalışsa, devletin iş yükünde bir aksama söz konusu olmayacak.

Burada fazla personel çalıştırmanın ne sakıncası var, devlet aynı zamanda insan kaynaklarını istihdam etme yeri diyebilirsiniz? Tamam, devlet aynı zamanda insanına iş vermek ve iş bulmakla yükümlüdür ama şişirilmiş kadrolarla çalışmanın bu ülkeye zarardan başka katkısı olmaz. Çünkü normalinden fazla personel çalıştırmak tek kelimeyle savurganlıktır. Lütfen israf deyince aklımıza sadece ekmek israfı gelmesin. İhtiyaç fazlası elemana ödediği giderleri, pekâlâ devlet başka alanlarda harcayabilir, vatandaşın diğer ihtiyaçlarını giderebilirdi. Bildiğiniz gibi bütçenin büyük bir kısmı, personel giderlerine gitmektedir. Bu da kamunun yararlanacağı diğer hizmetlerden daha az faydalanması demektir.

Diyelim ki işsizliği azaltmak amacıyla devlet kadroları şişiriyor. Burada sormak isterim, bir yerde ihtiyaç fazlası personelin olması, iş verimliliğini artırıyor mu? Tecrübem bana, bir yerde çok fazla kişinin çalışması, iş verimini artırmadığı gibi aksattığını söylüyor. Çünkü çok kişinin çalıştığı yerlerde “falan yapsın, şu yapsın” şeklinde işlerin ötelendiğini ve işe sahip çıkılmadığını gösteriyor.

Çoğunluğu, personeline asgari ücret vermesine rağmen özel sektörde iş verimi daha yüksektir. Çünkü özel sektörde çalışan kişilerin hangi işi yapacağı bellidir. Bu yüzden kolay kolay devamsızlık yapılmaz. Herhangi bir sebeple bir kişi o gün işe gelememişse onun işini bir başkası yerine getirmekle yükümlüdür. Aynı zamanda özel sektör çalışanı, patronunun verdiği her işi yapmakla yükümlü olduğunu ve denetlendiğini iyi bilir. İşini savsaklatan, gereksiz yere devamsızlık yapan bir özel sektör çalışanının tazminatı ödenmek suretiyle iş akdi feshedilir. Yine özel sektörde çalışanların gelişi, gidişi, çalışması izlenirken devlette yeterince izleme söz konusu değildir. Bu da özel sektörde verimi artıran, devlette ise verimi düşüren başka bir etkendir.

Tasarruf tedbirleri yayımlayan devletin, kamuda çalışan personel sayısına da bir düzenleme getirmesinde hem amme yararı hem iş verimi hem de kamu kaynaklarının yerli yerinde kullanılması adına fayda olduğunu düşünüyorum.

* 17/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

12 Temmuz 2021 Pazartesi

Tuzu Kuru Siyasetimiz *

Siyasetçi olmasam da kendimi bildim bileli siyasetimize izlerim. Hoş, sadece ben değil, bu toplumun kahir ekseriyeti, ister profesyonel siyasetçi olsun ister amatör siyasetçi olsun, bu ülkede siyaset yapar. Yeter ki iki kişi bir araya gelsin. Çaylar yudumlanırken konu, döner dolaşır siyasete gelir. Anlayalım veya anlamayalım, mutlaka görüşümüzü söyleriz. Desteklediğimiz partiyi savunurken desteklemediğimizi durmadan eleştiririz. Partimize eleştiri yapılırsa ses tonumuz değişir. Önce savunmaya, ardından saldırıya daha olmadı, “Zaten sizin partiniz de bunu geçmişte yaptı. Bu konuda siz de çok temiz değilsiniz” deriz. İlk başlarda tatlı bir muhabbetle başlayan bu tür konuşmalar genellikle kırgınlıkla son bulur. Çünkü partisi ne olursa olsun, partilerin trolleri kolay kolay eleştiriye gelmez. Bu tür fanatik seviyesinde partizanlıktan dolayı dostların arasının bozulduğu da vaki.

Siyasetin dışında yine bu toplumun gündeminde din, sağlık, spor, eğitim ve öğretim konusu da herkesin gündeminde. Herkes bu konularda kendisini bir uzman bilir ve bu konularda söyleyecek sözü vardır ama hiçbiri siyaset kadar yer kaplamaz. Gecemiz gündüzümüz siyaset dense yeridir. Ömrünü bu şekilde siyaset yaparak geçirenler, bir partinin değişik kademelerinde görev yapan aktif bir siyasetçi olsa gam yemeyeceğim. Çünkü görevi budur.

Görevi siyaset değilken ömrünü siyaset yaparak geçirenlere ne demeli? Değer mi bu kadar siyaset yapmaya, birbirini kırıp dökmeye, işi kırgınlığa götürmeye ve vaktin büyük bir bölümünü boşa harcamaya… Halbuki aktif siyasette yer almayan bu kişilerin konuşacağı yer sandıktır. Önlerine sandık geldi mi, hangi partiye vereceklerse oylarını verip işlerine yönelmeleri gerekir. Ah bir de bu yaptıkları siyasetin kendilerine maddi ve manevi bir katkısı olsa…Sandık dışında da böyle siyaset yaptıklarına göre keşke bu yaptıkları siyasetin, kendilerine maddi ve manevi bir katkısı olsa…Tek katkısı çenelerini yormak ve çevresini kırıp geçirmektir.

Amatör siyaset yapanlara bir katkısı olmayan siyasetin kazananı, partisi iktidar olsun veya olmasın, daima kazananlar hep profesyonel siyasetçilerimizdir. İktidardakiler nimetlerden biraz daha fazla faydalanıyor, o kadar. Halkın şu derdi varmış, geçim sıkıntısı varmış çok da umurlarında değil. Nimetlerden faydalanırken tek yaptıkları, oy deposu olarak gördükleri seçmenlerini rakiplerine karşı kutuplaştırmaktır. Halk birbiriyle -seviyesine göre- siyaset yaparken onlar malı götürüyor. Ben bugüne kadar profesyonel siyaset yapıp da maddi sıkıntı çekeni -hatta aktif siyasetin dışına çıktıktan sonra da- görmedim. Aile ve çevresi ihya oluyor dense yeridir.

Bakmayın siyasilerin halkı düşünür gibi konuştuklarına. Hangisi iktidara gelirse gelsin ülkenin bir dizi sorunları azalacağı yerde çoğalıyor. Hâsılı, bizim ülkemizde çözüm üretsin, sorunları çözsün diye yapılan siyasetin tuzu kurudur. İstisnaları hariç tutuyorum, bizim ülkede yapılan siyaset makam, mevki, şöhret, cep doldurma ve servetine servet katma siyasetidir.

Tecrübelerim şunu gösterdi ki bu ülkenin önündeki en büyük engel bizde uygulanan siyasetin ta kendisidir. Hangisi gelirse gelsin halkın görevi, kendilerine oy vermek ve kemer sıkmaktır. Halka gelen vuruyor, giden vuruyor, sırada bekleyenler de vurmak için pusuda bekliyor. Halkın bu durumu şu fıkraya benzer:

Hayvanlar âleminde ormanın kralı aslan, her gün içtima yapar. Her içtimada "Nerede senin kravatın" diyerek tavşanı döver. Bir gün aslanın yardımcıları "Efendim, hep aynı gerekçeyle tavşanı dövüyorsunuz, artık gerekçeyi değiştirseniz" derler. Aslan, tamam gerekçeyi değiştirelim. Yarın tavşanı sigara almaya gönderelim" der. "İyi de efendim, sigarayı alır gelirse nasıl döveceksiniz" der yardımcıları. Aslan, "Sigarayı filtreli alırsa niçin filtresiz almadın der, döveriz. Şayet sigarayı filtresiz alırsa niçin filtreli almadın der, yine döveriz.

Ertesi günü tavşan içtimaa gelince aslan, ona para vererek git sigara al gel der. Tavşan parayı alıp giderken geri dönerek "Efendim sigaranız filtreli mi olsun yoksa filtresiz mi" der demez aslan, "Gel lan buraya! Nerede lan senin kravatın" diyerek tavşanı tekrar döver, tıpkı diğer günlerde olduğu gibi. 

Kimsenin moralini bozmak, umutlarını yıkmak istemiyorum ama bu tavşan hikayesi, sanırım siyasetimizi anlatan en güzel hikaye olsa gerek. Başka söze gerek var mı?

*31/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

11 Temmuz 2021 Pazar

Hareketlerin Dünü Bugünü *

Yaşadığım tecrübe bana şunu gösterdi ki düşüncesi, fikri, zikri, siyasi, din ve dünya görüşü iktidar olan ve iktidar olamayan tek tip insan vardır ve bu tip ikiyüzlüdür. Bu tipin ortak özelliği; makam, mevki, statü, güç ve iktidar elde edemediği zamanki tavrı ile her türlü gücü ele geçirdiği zamanki tavrının farklılık göstermesidir.

Fikir ve düşüncesi iktidar olamayanlar yani söz sahibi olamayanlar;

Düşüncelerinde ve savunduğu değerlerde çok samimidirler. Çünkü daha işin başındalar ve çok küçükler. 

Ülkenin kurtuluşunun kendi fikirlerinin iktidar olmasında olduğuna kendilerini inandırmışlardır. Başkasını da buna inandırmak için ikna yöntemiyle var gücüyle arı gibi çalışırlar. Uğruna mallarını, mülklerini ve bedenlerini ortaya koyarlar. Gezmedik kapı, dolaşmadık il, ilçe, belde ve köy bırakmazlar.

Çok dürüsttürler. 

Eleştiriye açıktırlar.

Demokratiktirler.

İdealisttirler. 

Farklı fikir ve görüşlere hoşgörülüdürler. Alabildiğine nazik, kibar ve sabırlıdırlar. Biz iktidar olduğumuzda herkes inancında, fikrinde hür olacak. Düşüncesinden dolayı kimseye baskı yapılmayacak. Herkes istediği gibi giyinecek. Kimsenin hayat tarzına müdahale edilmeyecek. Kim bu konuda mağdur olursa, biz o mağdurun yanında olacağız. Bizde adalet, liyakat ve ehliyet olması gereken gibi olacak. Torpil işlemeyecek. Her türlü karar alırken istişareye önem verilecek vs denir.

Duruşlarında, savunduklarında, hareketlerinde ve görüntülerinde kibirden eser olmaz. 

Böyle diyenlerin düşünceleri ne zamanki iktidar olur ve iktidar nimetinden faydalanmaya başlarsa, durum tersine döner ve denenmemiş dürüst insanın gerçek yüzü ortaya çıkar:

Samimiyetleri yavaş yavaş yok olmaya başlar.

Eleştiriye açık olmazlar.

Demokratikliği ara ki bulasın.

İdealleri zaafa uğrar ve yozlaşma başlar. 

Hoşgörüden eser kalmaz. Yaslandıkları güç, kuvvet ve otorite sayesinde; yapmayacağız dedikleri, kınadıkları, eleştirdikleri her ne varsa hepsini bir bir yaparlar. Karşı çıkanları susturmayı marifet bilirler. Asla eleştiriye gelmezler. Her eleştiriyi hakaret kabul ederler. Kibirleri tavan yapar. Çünkü güç zehirlenmesi yaşarlar.  Ne oldum budalası olurlar. Güç bende derler. Bu durumda kim tutar onları. Rakipleri laftan, sözden anlamazsa gerekirse orantısız güç bile kullanırlar. Mevcut imkân ve yetki ile de yetinmezler. Ulaşamadıkları kaleler varsa oralara da diz çöktürmeye çalışırlar.

Bu anlattıklarımı bir zihniyet yapar, diğerleri yapmaz iddiasında değilim. İstisnası var mı bilmiyorum ama hangi zihniyet ve düşünce olursa olsun hemen hemen hepsi aynı yol ve yöntemlerden geçer. Hâsılı, tecrübe edilmeyen her düşünce ve hareket; küçükken farklı, büyüyünce farklı oluyor. Katılır veya katılmazsınız, benim tecrübelerim böyle diyor. Bu durumu, fazla uzatmadan şu fıkra ile nihayete erdireyim: 

Babası küçük Nasrettin'e şehirden incir getirir. Küçük Nasrettin çok sever bu meyveyi. Gel zaman git zaman hoca büyür, yolu şehre düşer. Hemen bir manavın önünde durur. Meyvelere göz gezdirir. Tadı damağında kalan meyveyi göremez. Ne aradığını sorar manav. Hoca, “İsmini unuttuğunu” söyler. Manav, "Tarif et, nasıl bir yiyecekti" der. Hoca, "İçi çekirdekli, dışı yeşildi" deyince manav, "Ha sen patlıcan istiyorsun" diyerek patlıcanı poşete doldurur. Hoca, yılların özlemini gidermek için sabırsızlanır. Daha yoldayken poşetten bir patlıcan çıkarır ve ısırır. Bakar ki tadı acı mı, acı... Eski tadı bulamayan Hoca,"Ulan büyüyünce ne kadar da acı oluyorsun" der.

* 14/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

6 Temmuz 2021 Salı

Kazanmanın ve Kaybetmenin Yolu *

Kur’an-ı Kerim’de iki profil örnek olarak verilir. Bunlardan biri topraktan yaratılan Hz Adem, diğeri de ateşten yaratılan İblis. Bu ikisinin ortak özelliği, kötülük/yanlış/hata yapmaya meyilli olmaları.  Her ikisi de sınava tabi tutuluyor: İblis’ten Hz Adem’e saygı göstermesi, Hz Adem’den de eşiyle birlikte yasak ağacın meyvesinden yememeleri isteniyor. İblis Hz Adem’e saygı göstermeyerek Hz Adem de yasaklanan ağacın meyvesinden yiyerek kaybediyor. Her iki varlığın da hata ve yanlış yapmaları doğaldır. Çünkü nefis taşıyorlar.

Hata ve yanlışa rağmen yani imtihanı geçememelerine rağmen kazanan Hz Adem olurken İblis kaybediyor. Nedir bu kazanmanın ve kaybetmenin nedeni ve yolu? Hz Adem ile Havva;

Yaptıkları hatanın farkına varıyorlar,

Hatalarında ısrarcı olmuyorlar,

Yaptıkları hatadan dolayı “Şundan dolayı böyle yaptık” veya falan bizi kandırdı” gibi bir mazeretin, gerekçenin arkasına sığınmıyorlar,

Yaptıkları hatadan dolayı Allah’a özür beyan ediyorlar.  

İşte kazanmanın yolu budur. Zira insan olup da hata ve yanlış yapmayanımız yoktur. Hatasına rağmen hatasından ısrarcı olmaması ve bir gerekçe üretmemesinden dolayı Hz Adem affedilmekle kalmıyor, aynı zamanda çoğu kimseye nasip olmayacak şekilde peygamberlikle ödüllendiriliyor.

İblis’e kaybettiren ise;

Hz Adem’e saygı göstermemekle kalmayıp yanlışında ısrarcı olması,

Büyüklük taslaması,

“Ben ondan daha üstünüm, o topraktan, bense ateşten yaratıldım” diyerek bir gerekçe üretmesi, bir bahanenin arkasına sığınması ve yaptığını savunmaya kalkmasıdır.

İşte İblis’e kaybettiren de budur.

Kur’an-ı Kerim’de kısaca değinilen bu iki profilden çıkaracağımız sonuç; yaptığı hatadan dolayı kendisiyle yüzleşen, özeleştiri yapan, hatayı kendisinden bilen veya pay çıkaran ve bu hatadan dolayı özür dileyen/tövbe eden kazanıyor aksine suçu kendinde bulmayan, kendisine pay çıkarmayan, kendisiyle yüzleşmeyen, özeleştiri yapmayan, hata ve yanlışında burnunun dikine gidip ısrarcı olan, bu hata ve yanlıştan dolayı hep bir mazeretin, bahanenin ve gerekçenin arkasına sığınan, hep başkasını suçlayan ve sürekli savunma refleksi içerisine giren ise kaybediyor.

Gerekçe ve mazeret üreterek savunma yolunu seçenlere, bu yolun faydaları yok değil. Bu yolla;

Kendini avutmuş,

Egosunu tatmin etmiş,

İnsanları kandırdığını sanmış,

İnanmasa da kendi vicdanını rahatlatmaya çalışmış oluyor.

Kazanan mı yoksa kaybeden mi olmak istersiniz? Seçin beğenin. Hatta seçip beğenmekle de kalmayın. Aynı yolla çevrenizdeki insanları, siyasileri de gözlemleyin.

* 09/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Kitabın Ortasından Bir Hutbe *

Son yıllarda düğünler, yılın her ayında yapılmaya başlansa da yaz ayları, ülkemizde düğün sezonu olarak bilinir ve düğünler de çoğunlukla yaz aylarında yapılır. Salgın nedeniyle gelen yasak ve kısıtlamalar dolayısıyla yapılamayan ve ötelenen düğünler de yasak ve kısıtlamaların kalktığı 1 Temmuzdan itibaren yapılmaya başlandı.

Diyanet İşleri Başkanlığının 2 Temmuz tarihli “Düğünlerimizde Nebevi Ölçüye Riayet Edelim” başlıklı Cuma hutbesi de düğünler üzerineydi. Cumaya gidenlerimiz ilgili hutbeyi dinlemiş olsalar da hutbede verilmek istenen mesajlardan kısaca bahsetmek isterim:

Çeyiz, mihr ve düğünde verilecek yemeğin sade olması gerektiği,

Evliliğin dinin yarısını tamamlamak olduğu,

Günümüzde yapılan düğünlerde ölçünün kaçırıldığı, tarafların haddinden fazla masraf yaparak borca girdikleri, tarafların ödemede zorluk çektikleri, bunun da huzursuzluğa sebebiyet verdiği, bundan dolayı evliliklerden uzak durulduğu,

Düğünlerimizi Allah’ın rızasına ve peygamberimizin sünnetine uygun yapmayı,

Evlilikleri kolaylaştırmayı, düğünlerimizde israf ve gösterişten uzak durmayı,

Meşru ölçüler içerisinde eğlenilmesi, helal ve harama riayet edilmesi gerektiği üzerinde duruldu.

Hutbede ele aldığı bu konudan dolayı Diyanet’i tebrik etmek lazım. Çünkü hem seçtiği konu hem içerik hem de zamanlama yönünden kitabın ortasından bir hutbe idi okunan.

Hutbenin vermek istediği bu mesajlara öyle zannediyorum, itiraz edenimiz olmaz. Olması gereken de bu deriz ama yine de bildiğimizi okuruz. Çünkü evlilik ve düğünler konusunda âdet ve geleneklerimiz daha baskın çıkıyor ve sadelikten çok uzak. Öyle zannediyorum, peygamberimizin zamanındaki gibi sade düğünler çok eskilerde kaldı. Belki de X nesliyle beraber son buldu bu sadelik. Çünkü eskilerin çoğu -Konya için söylüyorum- 12 duvar yastığı, bir karyola, bir çift de Demirci halısı ile evlendi. Evinin ihtiyaçlarını bütçesine uygun bir şekilde zamana yayarak evlendikten nice yıllar sonra tamamlama yoluna gitti bu nesil.

Günümüz düğün maliyetleri ise ailelerin ve evleneceklerin belini büküyor. Maliyetlerden dolayı çoğu aile düğünlerini erteliyor. Ben çok sade bir düğün yaptım/yapacağım diyen bile büyük bir borcun içerisinde buluyor kendini. Çünkü aileler, “elâlem ne der, ele karşı ayıp olur, başkası yapıyor, biz niye yapmayalım, bizim çocuğumuzun neyi eksik, insan bir defa evlenir” deyip çocuklarının mutluluğu için içine sinmese de mihrinden ayrı ev tutulmasına, evin içinin tepeden tırnağa döşenmesinden nişan, kına ve düğün için salon tutulmasına ve düğün yemeğine varıncaya kadar bir düğün için dudak uçuklatan masraflar yapılıyor. İnanın bir düğün için harcanan para ile bir evi geçindirecek işyeri açılabilir. Yani koskoca bir sermaye harcanıyor düğün ve evliliklerde. Bunu zenginimiz de yapıyor, fakirimiz de. Maalesef kimse yekdiğerinden geri kalmak istemiyor. Bunca masraf bari huzur ve mutluluk getirse helali hoş olsun deyip hiç gam yemeyeceğim.

Merak ettiğim, evlenen eşlerin evlenirken her şeyi tastamam olacak da bunlar evlendikten sonra ne yapacaklar? Kazandıkları parayı nereye kullanacaklar? Bence borcun altına girerek her şeyimiz eksiksiz olup düğün sonrası borç ödemek için kara kara düşüneceğimize, zaruri ve temel ihtiyaçlarla düğünü yapıp evlendikten sonra imkanlar ölçüsünde ihtiyacımızı peyderpey karşılasak çok daha iyi olur. Bu tür evlilik insanı daha mutlu eder.

Hasılı evlilik ve düğünler konusunda din ve Diyanet ne derse desin, sosyal hayatımızda örf daha hakimdir ve gidişatımız da pek iç açıcı değildir. Maalesef imam bildiğini okur misali, biz bildiğimizi okumaya/yapmaya devam edeceğiz. Çünkü bu hutbe içeriği ve vermek istediği mesaj bir kulağımızdan girecek, diğerinden çıkacaktır.

* 07/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

4 Temmuz 2021 Pazar

Bilemezsiniz benim Neye Sevindiğimi?

İçim içime sığmıyor bugün. Sevinçliyim çünkü. Nasıl sevinmem ki. Dünyalar benim oldu zira. Nedir seni bu kadar mutlu eden derseniz? Neye sevindiğimi ben biliyorum da siz nereden bileceksiniz. Çünkü ülke olarak bugünlerde bizi mutlu edecek o kadar çok olay cereyan etti ki görmeye alışkın olmayınca hangi birine sevineceğimizi şaşırdık. Bilin bakalım bugün beni mutlu eden nedir?

-Tosuncuk’un yakalanması,

-Temmuzdan geçerli elektrik, doğal gaz, LPG ve bazı içki çeşitlerine değişik oranlarda zam gelmesi,

-Bugünün pazar olması yani tatil…

Bir çırpıda bunlar saydınız bana.

Doğrusunu isterseniz, ver elini gurbet eller dedikten sonra Tosuncuk’un Türk adaletine teslim olması beni pek sevindirmedi. Zira böyle müteşebbis ruhlu kardeşlerimizin önünü açmak gerektiğini düşünüyorum. Tamam, bir kısım insanımızın parasını dolandırmış, paralarını iç etmiş ve gününü gün etmek için yurtdışını mesken edinmiş ve kazandığı parayı har vurup harman savurmuş ve bugün meteliğe kurşun atar hale gelmiş ve bari Yüce Türk adaletinin şefkatli ellerine sığınayım demiş olabilir. Tüm bunlar ve daha fazlasını yapamaz mı? Yapar zira insanlık hali. Her birimizin başına gelebilir. Ümit ediyorum ki Türk adaleti, 4 gün gözlem altında tuttuktan sonra onu “adli kontrol şartı” ile serbest bırakacaktır. Çünkü burada kendiliğinden teslim olma durumu var, mahkemede iyi hali olacak. Öyle zannediyorum, mahkeme bunları göz önünde bulunduracak ve “Haydi kardeşim, bu ülkede kanmaya namzet insanlar ve senin gibi gözü açıklar olduktan sonra sen onları kandırmaya devam et ve öyle para biriktir ki kaçarken Karun gibi parayla git. Bu para seni ölünceye kadar beslesin. Yoksa oralarda sersefil olursun” diyecektir.

Elektriğe yüzde 15, doğal gaza yüzde 12, LPG’ye 50-60 kuruş, bazı içki türlerine yüzde 3-4 arası zam gelmesi de elbette bizi sevindirmeli. Kullanıyorsak bedelini ödemek zorundayız. Döviz TL karşısında değer kazanırken bu ülkenin yöneticileri bunu seyredecek değildir elbet ve gereğini yapacaktır. Ki geçmiş hükümetlerimiz de bunu daha fazlasıyla hep yapmışlardır. Burada geçmişten günümüze gelen bir temayül yerine getirilmiştir. Durum bu kadar basit. Buna sevinmeyen nankörler olursa onlara tek diyeceğimiz, kimse elektrik kullanmak zorunda değildir. Pekala eskisi gibi gaz lambasına dönebilir. Doğal gazı bırakıp soba kurabilir. LPG zammından etkilenmemek için özel araç yerine toplu taşıma araçlarını tercih edebilir. Yok öyle hem keyfimden ödün vermeyeceğim hem de zamlardan şikayet etmek. Keyfin ve zevkin bir bedeli olmalı değil mi? Devlet de bunu yapıyor. Burada beni tek düşündüren içkiseverler için içki türlerine gelen zam. Bu ürünlere zam yapılmasa iyiydi ama oldu bir kere. Bereket zammın oranı pek yüksek değil.

Pazar tatiline siz sevinebilirsiniz ama benim için pazar tatilinin pek bir anlamı yok. Zira sevinsem de tadı olmaz. Çünkü pazartesi sendromu pazar günden başlar.

Neyse siz bunlara sevinedurun. Beni sevindiren esas bunlar değil. Nedir seni bu kadar sevindiren derseniz, gözlüğümün bulunmasına sevindim efendim. Ne alaka demeyin. Bu kadar basit bir şeye sevindim anlayacağınız. Sabah kalktıktan sonra her zaman koyduğum ve koyma ihtimali olan her yere dönüp dönüp baktım hatta gözümde olabilir mi diye elimi gözüme bile götürdüm. Yoktu. Sanki uçup gitmişti benim gözlük. Sonunda buldum. Meğersem merdivenin sağına koyduğum gözlüğü bu sefer sol tarafa koymuşum. Gözlüğümü bulunca sevincim ikiye katlandı. Birincisi gözlüğü bulmama, ikincisi bu sefer gözlük aradığımdan anamın haberinin olmamasına. Şayet gözlük aradığımdan anamın haberi olsaydı, onun teşhisi belliydi çünkü. Oğlum, sende tansiyon var da ondan unutuyorsun der hep. Anamın teşhisi bu iken sizin teşhisiniz de öyle zannediyorum ihtiyarlığın alameti bunlar dersiniz. Siz ne derseniz deyin, ben gözlüğümü buldum ya ötesi benim için hiç önemli değil.

2 Temmuz 2021 Cuma

Din Görevlileri İtibar mı Kaybediyor? *

MAK Danışmanlık A.Ş. Sahibi Mehmet Ali Kulat’ın bir dakikalık bir videosunu dinledim. Bir araştırma sonucundan bahsediyordu konuşmasında. “Özal zamanında bir araştırma firması şöyle bir soru soruyor: ‘‘Karı-koca olarak acilen bir yere gitmek zorunda kalsanız, çocuklarınızı aşağıdaki meslek gruplarından hangisine öncelikli olarak emanet edersiniz? Seçeneklerde aşağı yukarı tüm meslek gruplarına yer verilmiş. ‘Din görevlilerine teslim ederiz’ seçeneği, birinci sırada tercih edilmiş. Aynı soruyu hiç değiştirmeden bu sene biz sorduk. İlk on sırada din görevlileri olmadığı gibi din ve dindarlıkla özdeşleşen bir meslek grubu da tercih edilmemiş”.

Kulat konuşmasında, Özal zamanındaki araştırmayı yapan firmanın hangisi olduğunu belirtmiyor. Sadece ilgili firmanın dini hassasiyetleri ön planda tutan bir firma olmadığını söylüyor.

Her iki araştırmanın hangi ilin hangi semtlerinde hangi atmosferde hangi deneklerin üzerinde yapıldığını, araştırmalarda bir algı ve yönlendirme amaçlanıp amaçlanmadığını bilmiyoruz ama detaylarını bilmesek de elimizde bir araştırma sonucu var ve bunun üzerine değerlendirmede bulunabiliriz.

Değerlendirmede bulunmadan önce şunu da ifade etmek isterim. Hiçbir meslek grubu yüzde yüz güvenilir veya yüzde yüz güvenilir değildir. Her meslek grubunda iyi ve güvenilir kimseler olduğu gibi tersi de mümkündür. Her konuda olduğu gibi bu konuda da toptancı yaklaşım yanlış olur.

Şimdi gelelim değerlendirmeye…Soru aynı olmasına rağmen cevapların farklı olması bana ilginç geldi. İlginçten de öte vahim geldi ve beni üzdü. Gerçekten 90’lı yıllarda, güvenilirlikte birinci çıkan bir meslek grubunun, ne değişti de 30 yıl sonrasında ilk onda esemesi okunmuyor? Bu konuda farklı farklı değerlendirmeler yapılabilir. Her bir değerlendirme de kendi içinde makul ve mantıklı olabilir. Ben de burada bu konuyla ilgili -katılır veya katılmazsınız- şahsi değerlendirmede bulunacağım:

1.    Dindar ve mütedeyyin yani dini hassasiyetlerini ön planda tutan insanlar, 90’lı yıllarda makam, mevki ve imkanlarla denenmemişlerdi. Çünkü ne iktidarda ne bürokrasi de etkin ve söz sahibi idiler. 2000’li yıllardan sonra bu kesim devletin aşağı yukarı her kademesinde etkin ve söz sahibi oldu. Birçok makam ve mevkide şimdi bunlar var. Yani 2000’den sonra dindar ve mütedeyyin insanlar makam, mevki ve imkanlarla test edilmişlerdir. Nazarımda, ne kadar insan görmüşsem, hepsinin denenmeden önce pek dürüstler. Ne zamanki değişik imkanlarla insanımız denenince hepsi olmasa da büyük çoğunluğu bu testi geçemiyor. Yani dürüstlük ve güvenilirliği ara ki bulasın. Bu demektir ki dürüstlüğümüz imkansızlıktanmış. İmkanlar ortaya çıkınca ne dürüstlük kalıyor ne de güvenilirlik.

2.      Başka FETÖ olmak üzere bazı cemaat-tarikatların, vakıf ve dernek müntesiplerinin dini kullanma ve taciz olaylarına adının karışması da olabilir.

3.      2000 öncesi basının, yeşil sermaye diye adlandırdığı kar ve zarar ortaklığına dayalı holdinglerin batması ve ortaklarına makul bir açıklamada bulunmamaları da bu araştırma sonuçlarında etkin rol oynamış olabilir.

Yazım uzamasın diye başka tespitte bulunmayacağım. Sebebi her ne olursa olsun acaba ne olabilir diye başta din görevlileri olmak üzere dini hassasiyeti yüksek kişilerin kendilerini sorgulamaları ve bir özeleştiriye tabi tutmaları iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Kimse de kimsenin itibarını düşürmez.  

 * 03/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.