Ana içeriğe atla

Din Görevlileri İtibar mı Kaybediyor? *

MAK Danışmanlık A.Ş. Sahibi Mehmet Ali Kulat’ın bir dakikalık bir videosunu dinledim. Bir araştırma sonucundan bahsediyordu konuşmasında. “Özal zamanında bir araştırma firması şöyle bir soru soruyor: ‘‘Karı-koca olarak acilen bir yere gitmek zorunda kalsanız, çocuklarınızı aşağıdaki meslek gruplarından hangisine öncelikli olarak emanet edersiniz? Seçeneklerde aşağı yukarı tüm meslek gruplarına yer verilmiş. ‘Din görevlilerine teslim ederiz’ seçeneği, birinci sırada tercih edilmiş. Aynı soruyu hiç değiştirmeden bu sene biz sorduk. İlk on sırada din görevlileri olmadığı gibi din ve dindarlıkla özdeşleşen bir meslek grubu da tercih edilmemiş”.

Kulat konuşmasında, Özal zamanındaki araştırmayı yapan firmanın hangisi olduğunu belirtmiyor. Sadece ilgili firmanın dini hassasiyetleri ön planda tutan bir firma olmadığını söylüyor.

Her iki araştırmanın hangi ilin hangi semtlerinde hangi atmosferde hangi deneklerin üzerinde yapıldığını, araştırmalarda bir algı ve yönlendirme amaçlanıp amaçlanmadığını bilmiyoruz ama detaylarını bilmesek de elimizde bir araştırma sonucu var ve bunun üzerine değerlendirmede bulunabiliriz.

Değerlendirmede bulunmadan önce şunu da ifade etmek isterim. Hiçbir meslek grubu yüzde yüz güvenilir veya yüzde yüz güvenilir değildir. Her meslek grubunda iyi ve güvenilir kimseler olduğu gibi tersi de mümkündür. Her konuda olduğu gibi bu konuda da toptancı yaklaşım yanlış olur.

Şimdi gelelim değerlendirmeye…Soru aynı olmasına rağmen cevapların farklı olması bana ilginç geldi. İlginçten de öte vahim geldi ve beni üzdü. Gerçekten 90’lı yıllarda, güvenilirlikte birinci çıkan bir meslek grubunun, ne değişti de 30 yıl sonrasında ilk onda esemesi okunmuyor? Bu konuda farklı farklı değerlendirmeler yapılabilir. Her bir değerlendirme de kendi içinde makul ve mantıklı olabilir. Ben de burada bu konuyla ilgili -katılır veya katılmazsınız- şahsi değerlendirmede bulunacağım:

1.    Dindar ve mütedeyyin yani dini hassasiyetlerini ön planda tutan insanlar, 90’lı yıllarda makam, mevki ve imkanlarla denenmemişlerdi. Çünkü ne iktidarda ne bürokrasi de etkin ve söz sahibi idiler. 2000’li yıllardan sonra bu kesim devletin aşağı yukarı her kademesinde etkin ve söz sahibi oldu. Birçok makam ve mevkide şimdi bunlar var. Yani 2000’den sonra dindar ve mütedeyyin insanlar makam, mevki ve imkanlarla test edilmişlerdir. Nazarımda, ne kadar insan görmüşsem, hepsinin denenmeden önce pek dürüstler. Ne zamanki değişik imkanlarla insanımız denenince hepsi olmasa da büyük çoğunluğu bu testi geçemiyor. Yani dürüstlük ve güvenilirliği ara ki bulasın. Bu demektir ki dürüstlüğümüz imkansızlıktanmış. İmkanlar ortaya çıkınca ne dürüstlük kalıyor ne de güvenilirlik.

2.      Başka FETÖ olmak üzere bazı cemaat-tarikatların, vakıf ve dernek müntesiplerinin dini kullanma ve taciz olaylarına adının karışması da olabilir.

3.      2000 öncesi basının, yeşil sermaye diye adlandırdığı kar ve zarar ortaklığına dayalı holdinglerin batması ve ortaklarına makul bir açıklamada bulunmamaları da bu araştırma sonuçlarında etkin rol oynamış olabilir.

Yazım uzamasın diye başka tespitte bulunmayacağım. Sebebi her ne olursa olsun acaba ne olabilir diye başta din görevlileri olmak üzere dini hassasiyeti yüksek kişilerin kendilerini sorgulamaları ve bir özeleştiriye tabi tutmaları iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Kimse de kimsenin itibarını düşürmez.  

 * 03/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde