5 Mayıs 2021 Çarşamba
Bir 20'lik Fotom Bile Yok
4 Mayıs 2021 Salı
Bir Ülke ki...
*Kimsenin kimseye
güveni kalmamış, herkes birbirinden şüpheleniyorsa,
*Herkes birbirinden
ülkeyi kurtarmaya çalışıyorsa,
*Ülkenin adalet
sistemi adalet dağıtmıyor ve mahkeme kararları uygulanmazsa,
*Ülke siyasetine
yön verenler, yönetime talip olanlar kayıkçı kavgası yapmaya başlamış ve bundan
ekmek yemeye devam ediyor, halkı da bu emellerine alet etmeye devam
ediyorlarsa,
*"Şeriatın
kestiği parmak acımaz" misali yargının acıtmadığını komisyonlar
marifetiyle acıtmaya başlanmışsa, komisyonlar hakim ve savcı görevi
üstlenmişse,
*Kamuya her türlü alımlarda
referans tek geçer akçe olmuş, bunu sağır sultan dahi duymuş, kimse sesini
çıkarmıyor ve gemisini yüzdürmeye devam ediyorsa,
*Yapıcı eleştiriye
dahi tahammül edilmezse,
*Mutlu azınlığın
dışında çoğunluk, yarınından endişe etmeye başlamış, geleceğe umutla
bakamıyorsa,
*Kamu
harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik olmazsa,
*Hamaset alır
başını gider ve bu hamaset prim yapmaya devam ediyorsa,
*Belli değerler
kişisel emellere alet ediliyorsa,
*Kişilerin verdiği
sevgi ve kredi hoyratça kullanılıyorsa,
*İnsanlar işlerini
kaybetme endişesi taşıyorsa,
*Güç ve koltuk sopa
olarak kullanılır, herkese had bildiriliyorsa,
*Eşler evlerinden
uzaklaştırılıyor, buna yargı eliyle çanak tutuluyorsa,
*Hapishaneler dolup
taşmışsa,
*Her eleştiren
düşman görülür ve bir şeyle yaftalanır olmuşsa,
*Sevgi ve nefret
gözleri kör ederse,
*Ülkenin güvenliği,
ekonomisi, yönetimi gibi hususlarda devlet aklı hakim olmaz; yasama-yürütme ve
yargı tek elde toplanmış görünümü vermeye başlamış ve gemi su aldığı halde
kimse sesini çıkaramıyorsa,
*Anne babalar çocuklarının
kölesi olmuşsa,
*Kimse burnundan
kıl aldırmıyor, yoğurdum ekşi demiyor, kendisini bir özeleştiriye tabi tutmuyor
ve suç bastırırcasına saldırgan bir tavır alıyorsa,
*Yöneticiler güç
zehirlenmesi yaşıyor ve ne yönetici ne de yönetilenler bu zehrin farkında değil
veya farkında ama kimse sesini çıkarmıyor ve herkes zehir içmeye devam
ediyorsa,
*Halkın alım gücü
her geçen güç güçleşiyor ve buna dair tedbirler alınmıyor ve her şey normalmiş
gibi davranılıyor, eskiden durum bundan daha kötüydü denerek geçmişle kıyas
yapılmaya devam ediliyorsa,
*Üniversiteler
bilim yerine diploma vermeye başlamışsa,
*Ülkede genç nüfus
işsizlik oranı artmaya devam ediyorsa,
*Bir ülke üretim
değil, tüketim yapıyor, bir başkasının ürettiğini alıp kullanıyor, bunu niçin
biz üretmiyoruz denmiyorsa,
*Sabahımız
akşamımız hamaset ve slogan olmuşsa,
*Ülkenin gündemi
hep kısır tartışmalarla geçiyorsa,
*Siyasetçilerin
dışında bir ülke hepten siyaset yapıyorsa, tüm siyaset birini övme ve birini
yerme üzerine kurulu ise,
*Ülke algılarla
yönetiliyorsa,
*Ülkenin mali gücü
borçlanarak dönüyorsa,
*İsraf almış başını
gidiyorsa,
*Konan kurallara
devlet yetkililerinin kendisi uymuyorsa,
*Din ve değerler
siyasete alet ediliyor ve din, dolgu malzemesi olarak kullanılıyorsa,
*Birleştirici
olması gereken din, inananlarını ayrıştırmaya başlamışsa,
*Özgürlükçü siyaset
yerine hepten güvenlikçi politika ülkeye hakim olmuşsa,
*Her olup biteni
kendimize kastediyor diye bir alınganlık hakim olmuş, bunun karşılığında
saldırgan bir tutum içerisine giriliyor, buna da kitleler inandırılmaya
çalışılırsa,
*Kendi fikrimizi ve
yapacaklarımızı anlatma yerine ömür, rakibimizi kötülemeye adanmışsa…
Kimse kusura bakmasın, bu ülkenin bir daha rayına giremeyecek şekilde çivisi çıkmış ve ağlayanı yok demektir.
Namaz, Oruç, Dua... *
İçinizde, gözünü
açtığında ailesinde, okuduğu okullarda ve bulunduğu çevresinde namazla tanışan
çoktur. Zaman zaman uykuda iken veya tembelliğinden dolayı bazı vakitleri
kaçırsanız da küçüklüğünüzden beri namaz kılmaya devam ediyorsunuzdur.
Aynı şekilde uzun yaz
günlerinde açlık, susuzluk dinlemeden başladığınız orucunuzu da
tutuyorsunuzdur. Belki de içinizde farz olan ramazan orucunun dışında
küçüklüğünde ve gençliğinde zaman zaman Savm-ı Davut denilen gün aşırı oruç
tutanınız da vardır. Mübarek gün ve geceler öncesi tutulan oruçları, pazartesi-perşembe
oruçlarını da tutmuşsunuzdur. Aynı şekilde söz verdiğiniz adak oruçlarını da
yerine getirmişsinizdir. Rüyet-i hilal tartışmalarının olduğu yıllarda
Diyanet'in her yıl başlattığı oruç gününe güvenmediğinizden dolayı her ihtimale
karşın ramazan orucuna üç gün öncesinde başladığınız yıllar da
olmuştur.
Namaz sonrasında, oruç
açarken, kendiniz, aileniz ve Müslümanların başına gelen bir sıkıntıdan dolayı
dertlerin giderilmesi için ellerinizi açmış bol bol dualar da
etmişsinizdir.
Son yıllarda iletişim
araçları ve teknolojinin ilerlemesiyle cep telefonları veya sosyal medya
aracılığıyla, perşembe akşamından cuma akşamına kadar cuma kutlamaları ve
tebrikleşmeler bolca yapılıyor. Resimli görselleri mesaj olarak cep
telefonlarımıza yağmur gibi gönderiyoruz.
Hac çıkarsa hacca,
fırsat bulmuşsak umreye gidiyoruz.
Yılın on iki ayı
yardımlaşma devam etse de Ramazan ayı gelince fakiri görüp gözetme, yardım
toplama ve ihtiyaç sahiplerine dağıtma daha bir hız kazanıyor.
Yukarıda namaz, oruç,
dua, cuma mesajı, hac ve zekatı da içine alacak şekilde yardımlaşmaya örnek
verdim. Bunların dışında Müslümanların hemhal olduğu başka bir ritüel ve ibadet
var mı diye düşünüyorum. Özelde ilave ibadet yapan varsa da çoğunluk, bu birkaç
ibadete indirgenmiş Müslümanlığı yaşıyoruz.
Burada örnek verdiğim
bu ibadetleri önemsiz gördüğüm anlaşılmasın. Namaz da oruç da dua da zekat da
İslam'ın temel umdelerindendir ve yerine getirilmesi gerekir. Yalnız İslam
denince sadece bu ibadetlerin akla gelmesi bana garip geliyor. Zira İslam bu
kadar dar alana hapsedilecek bir din olmasa gerek. Ki dar alana sıkıştırdığımız
bu ibadetlerle, ulaşmamız istenen maksada ulaşabildiğimiz de söylenemez. Çünkü
bu ibadetler bizi daha ahlaklı yapması gerekirken istisnaları hariç tutarsak,
çoğumuzun ahlakla mücehhez olduğu söylenemez. Sanki özden ziyade bu ibadetleri
şeklen yerine getirdiğimiz ve bundan dolayıdır ki ahlakımıza yansımadığı
görülmektedir. Çünkü bu ibadetler bizi maksada götüren birer araç iken bu
ibadetleri amaç haline getirdiğimiz ortaya çıkmaktadır. Bugün Allah Teala
"Namazı, orucu, hac, zekat ve duayı özellikle cuma mesajlarını kaldırdım.
Bundan sonra bu ibadetlerden muafsınız" dese öyle zannediyorum, hepimiz
sudan çıkmış balığa döner ve ne yapacağımızı şaşırırız. Gerçekten bu ibadetler
de olmasa Müslümanlar olarak ne yaparız? Öyle zannediyorum, namaz
olmayacağı için hız kesmeden yapımı devam etmekte olan cami inşaatları da büyük
sekteye uğrar.
Sözümü fazla uzatmadan
yukarıda saydığım ibadetleri yerine getirmeye devam edelim ama bu ibadetleri,
hayatın merkezine alıp salt amaç haline getirmeyelim. Bunların, ahlaklı birer
birey ve toplum olmamız için birer araç olduğunu bilelim ve ona göre hareket
edelim. Bunların dışında dünyaya geliş amacımız üzerine kafa yoralım. Bu
dünyaya katma değer olarak ne katkı verdiğimizi düşünelim. Birbirimizi ve
başkasının ürettiğini yemeyi bırakıp bir taraftan ahirete hazırlık yaparken bu
dünyada üreten olmaya çalışalım. Ürettiğimiz her bir ürünün patenti bize ait
olsun. Bir taraftan para kazanırken insanlığa da hizmet etmiş olalım. İş
ahlakımız tüm dünyaya örnek olsun. Dar anlamıyla yaşamaya çalıştığımız İslam’ı
geniş anlamıyla yaşamayı prensip edinelim. Ya değilse tek başına namaz, oruç,
zekat, hac ve dua bizi cennete götürmeyebilir.
*12/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
3 Mayıs 2021 Pazartesi
Zekat ve Yardım Fonu *
"İyilik yap,
denize at, balık bilmezse Haluk bilir",
"Ne verirsen
elinle, o gider seninle",
"Veren el, alan
elden üstündür",
"Komşusu açken tok
yatan bizden değildir"...
Yukarıda iyilik ve
yardımlaşma ile ilgili hepimizin bildiği bazı atasözlerine ve hadisi şeriflere
yer verdim. Bu konuda çokça atasözü, hadis ve ayetlere yer vermek de mümkün.
Çünkü İslam ve Türkiye toplumu denince yardımseverlik akla gelir. Bu bizim hem dini
hem de insani görevlerimiz arasındadır. Hiçbir konuda eşit olmayan insanımızın
mali yönden de eşit olmadığı bu hayatın bir gerçeği. Bir toplumda ekonomik gücü
yeterli olmayanlarla durumu iyi olanlar birlikte yaşıyorlar. Olan verecek,
ihtiyacı olan da alacak. Sosyal denge bir nebze de olsa bu şekilde sağlanmış
oluyor. Öyle zannediyorum, yardım yapacak gücü olanlar yardımlarını yerinde,
zamanında ve planlı bir şekilde yaptıkları takdirde o toplumda ihtiyacı olanlar
da düzgün bir şekilde hayatlarını idame ettirebilirler. Zenginle fakir arasında
uçurumun gitgide açıldığına göre demek ki yardım konusunda ya plansız olduğumuz
ya yeterince vermediğimiz ya da dağıtım şeklinde bir problem olduğu ortaya
çıkıyor ya da başka bir şeyler var.
İslam dininde adına
zekat, sadaka, infak ne dersek diyelim, tüm bu emir ve tavsiyelerin geri
planında zenginin, ihtiyaç sahibine vermesi, alan fakirin de bir müddet sonra
yardım yapacak duruma gelmesi murat edilmektedir. Gördüğüm kadarıyla her daim
zengin vermeye, fakir de almaya devam ediyor. O zaman bu yardımlaşma şeklinde
bir eksiklik söz konusu. Ülkedeki yardım toplayan kuruluşların çokluğu ve
çeşitliliğine rağmen ihtiyacım var diye resmi kurum ve yardım kuruluşlarının
kapısını çalan fakir sayısı eksilmiyor ve her geçen gün artıyor. Gününde
gelmese de sürekli yardımla beslenen insanımızın sayısı çok. Sadaka ülkesi
görünümü ortaya çıkıyor.
Burada istiyorum ki bu
ülkedeki yardım toplama ve yardım alma konusu bir masaya yatırılsın ve fakir
sayısı azaltılsın. Toplanan yardımlar karın doyurmanın, öğün savmanın, günü
kurtarmanın ötesine geçsin ve bir proje geliştirilsin.
Bu konuda nasıl bir
proje geliştirilebilir? Bunun üzerine kafa yormaya çalışacağım. Öncelikle
yardım kuruluşlarının bir haritası ortaya çıkarılsın. Aynı amaca hizmet eden
belediyeler ve kaymakamlıklar bünyesinde faaliyet yürüten yardım kuruluşları da
ele alınsın. Ülkedeki çalışabilir ama işsiz ve çalışacak gücü olmayan ve
yardıma muhtaç fakirler tespit edilsin. Kamu dahil tüm yardım kuruluşları
zekat/yardım fonu adı altında tek çatıda birleştirilsin. Buranın yönetimine
yedi emin dediğimiz, herkese güven veren yeterince yönetim kurulu ve denetim
kurulu üyeleri belirlensin. Belirlenen kıstaslara göre yardım yapacaklar makbuz
karşılığı bu fona yardımlarını yapsın. Toplanan yardımların belli bir oranı,
belli bir süre, her yıl öncelik sırasına göre fakirlere aylık nakdi olarak
makbuz karşılığı dağıtılsın. Yani iyi ve anlaşılabilir bir gelir ve gider
tutulsun. Fon her yıl gelir ve gider yönünden sıfırlanmasın. Yani gelirin bir kısmı
fonda tutulsun. Buna yedek akçe diyebiliriz. Fondaki bu para için de bir proje
üretmek lazım. Belki bu para gelir getirecek yerlerde değerlendirilebilir.
İşsiz ama çalışabilir ve üretebilir fakirlere faizsiz kredi olarak verilebilir.
Bu fakir işini kurup kazanmaya başladıkça karının belli bir yüzdesini fona geri
öder. Bu fon gerekirse bu fakire iş bulur. İş bulduğu veya iş kurduğu fakir bir
müddet sonra zekatını bu fona vermeye başlar. Fon bu şekilde çalışarak fakir
sayısını azaltabilir. Giderek sadece engelli, kronik hasta ve yaşlı insanlara
rutin yardıma dönüşür.
Burada bu işe nasıl
başlanacak, hani para, bunu döndürmek için biraz sermaye gerekebilir denebilir.
İnanın belediyelerin sosyal belediyecilik ve kaymakamlıkların Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma adı altında kendilerine aktarılan bütçe ile bu işe
başlanabilir. Buralarda az para dönmüyor. Fakire verirken de fakirin
araştırılması, üzerinde bir şey olup olmamasına bakılıyor. Öyle zannediyorum,
çok da sağlıklı işlemiyor. Belediye ve kaymakamlık fonlarıyla birlikte
başlangıçta sermaye sıkıntısı çekilmediği gibi ülkedeki tüm yardımlar da tek
elden yöneltilmiş olur.
*05/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Uzun Kornanın Türkçesi *
Geçen yılın martından beri bir açılıp bir kapanma diyebileceğimiz kısmi
kapanmayı bolca yaşadık. Cuma gününden beri de tam kapanmayı yaşıyoruz. Kısmi
ile tam kapanmayı tam anlayamasam da tam kapanmanın kısmiye göre daha uzuncası
olduğunu yaşaya yaşaya öğreniyoruz. Halbuki ben tam kapanma ile bir kapanacağız
pir çıkacağız sanmıştım. Öyle değilmiş meğer. Yine herkes dışarıda, yine bazı
yerlerde arabaları durduran polis kontrol noktaları var. Işıklarda bekleyen ve
yollarda hareket halindeki araçları görünce normal günlerden bir gün gibi
geliyor bana. Çünkü benim aracın dışındaki tüm araçların, araçla çıkış izni var
gibi geliyor bana. Ne de çok muaf kişi varmış meğer. Hoş hem kısmi hem de tam
kapanmada yürüyüş mesafesi denilen her yerde alışveriş bahanesiyle insanımızın
çoğunun kendini dışarıya attığı bir ortamda, araca binmenin yasaklanmasının
mantığını da çok kavramış değilim. Kontrol için sabahtan akşama görev yapan
polislere yazık. Gören de virüsü insanlar değil, arabalar yayıyor sanır. Amaç,
eş-dost ziyaretinin önüne geçmek ise yolunu bulan buluyor zaten. Burada amaç
sadece benim ziyaret etmem engellenmek isteniyorsa hakkını yemeyelim, bunda
amaç hasıl oluyor. Hasılı, devlet bu konuda başarılı. Neyse konum ne kısmi ne
tam kapanma ne de araçlara getirilen kısıtlılık değildi. Şimdi geleyim sadede.
Tam kısıtlılığın uygulandığı cumartesi günü hem günlük rutin yürüyüşümü
yapayım hem ekmeğimi alayım hem de bir iki kalem market alışverişi yapayım diye
14.00 sularında evden çıktım. Tenha sokak ve caddeleri izleyerek yürüyüşümü
yaptım. Markete girip çıktım. Saat 16.00 suları evimin yolunu tuttum.
Karşı caddeden evime doğru geçmeye yeltendiğimde, 300 metre uzaktan ışıktan
yeni kalkmış bir aracın, iki şeritli yolun sağından geldiğini gördüm. Hem kendi
hızımı hem de yolum üzeri gelmekte olan aracın hızını ölçtüm. Bu araç gelinceye
kadar ben bölünmüş yolun orta refüjüne geçerim dedim. Geçmeye yeltenmemle
beraber bana doğru gelmekte olan aracın insan evladı sahibi, "Geçme, gözün
kör mü? Bak ben geliyorum" dercesine uzun uzun kornaya basmaya başladı.
Başımdan kaynar sular boşandı ama hiç istifimi bozmadan, geri çekilmeden ve
geçiş hızımda bir değişiklik yapmadan yürüyüşüme devam ettim. Ben yürüdükçe iyi
aile evladı, Allah ne verdiyse kornasına basmaya ve geldiği hızdan daha hızla
gaza basmaya başladı. Orta refüje geldiğimde bu hasta ruhlu adamın derdi nedir
diye sol tarafa baktım. Sağdan gelmekte olan bu araç gelmekte olduğu şeridini
değiştirerek ikinci yani son şeride yani benim geçmekte olduğum şeride geçmiş,
hızından bir şey kaybetmeden ve ayağını gazdan çekmeden ben orta refüjde iken
geçti. Sol eli direksiyonda olan bu mahlukun sol eli ne mi yapıyordu? Armut
toplamıyordu elbet. Elini kaldırmadan kornaya basmaya devam ediyordu. Çatmıştım
belaya bu vakitte. Bu adam kimin nesidir dercesine giden araca o değilden
baktım. Ben bakınca beni dikiz aynasından takip eden yolun tek hakimi sürücü,
ayağını gazdan çekti ve yavaşladı. Ne oluyor, derdin ne, tabakhaneye mi
yetişeceksin dercesine elimi kalırsam, kafamı sallasam, inanın ki aracını
durdurup aracından inecek ve aracının torpido gözünde tuttuğu bıçakla veya
koltuğunun altında kötü günler için sakladığı balta veya kürek sapıyla yanıma
gelecek. Sonrasını anlatmama gerek var mı? Zira gözü dönmüş ve kırmızı görmüş
boğa görünümü veren bu hasta ruhlu insanın canıma kastetmemesi hiçten bile
değildi. Bereket, kendime hakim oldum, efendiliğimi hiç bozmadım. Efendilik
bende kaldı ama uzun ve acı acı basılan korna ile kendim ve sülalemin yemediği
küfür kalmadı. Çünkü bizde uzun korna ile küfür kastedilir. Böylece bizim insan
evladı oruç ise ona bir güzel iftariyelik hazırlamış oldum. Aslında ezanı
beklemeden de orucunu açabilir. Zira akşama kadar oruçlu kalmasına gerek yoktu.
Burada, kardeşim, adamın hızını niye kestin diyebilirsiniz. Vallahi,
billahi hızını kesmedim. Biraz da olsa hızını kessem ya da Avrupa’da yayanın
önceliği var, yaya adımını attı mı araç durmalı zihniyetini taşısam, adam bana
sinirlenmekte haklı diyeceğim. Çünkü burası Türkiye. Yukarıda da anlatmaya
çalıştığım gibi inanın hızını kesmediğim gibi hızını artırmaya ve gelmekte
olduğu şeridini değiştirmeye sebep oldum. Bu da kişinin nasıl bir kişilik ve
hangi haletiruhiyede olduğunu gösteriyor. Maalesef bu tiplerin sayısı trafikte
az değil. Direksiyona geçti mi kendisini yolların tek hakimi gören sürücülerin
sayısı az değil bu ülkede. Yazıklar olsun, ne oldum budalası olan bu tiplere.
Bu tiplerin seviyesine inmediğim için Rabbime şükürler olsun. Temennim, bu tip
öküzlerin sayısının trafikte soyunun tükenmesi. Hala da üremeye devam edenler
ve yollarda öküzlük yapmaya devam ederlerse hazır dört ayaklı öküzler
tükenmişken nostalji olsun diye bu iki ayaklı öküzleri çifte sürmek lazım.
Böylece gazları alınmış ve memlekete hayırlı bir iş yapmış olurlar. Bu arada
beyefendi öküzün geride bıraktığı bir şey var. Emanetini ona vermesem olmaz. O
bıraktığını kendisine aynen iade ediyorum.
Başımdan geçen bu olayı anlattım. Zira bu tipler bu ülkeden geçerken
birilerinin içimizde bıraktıklarıdır. Bugün bana, yarın size denk gelebilirler.
Bu tiplerin sinirlerinin tavan yapmasını istiyorsanız, onları asla muhatap
almayın. Çünkü muhatap alınca kendilerini bir şey sanırlar. Siz tepki
vermedikçe onlar kahrından ve sinirinden kendi kendilerini paralarlar. Beş para
etmez, mide bulandıran egolarını üzerinize boşaltmasına izin vermeyin,
beyefendi kişiliğinizi bozmayın. Herkes ve bu tipler kalıbına göre iş yapar. Bu
tiplerin canları cehenneme...
*05/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
2 Mayıs 2021 Pazar
Din Görevlisinin Dili *
İnsana
dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen din, kimsenin tekelinde değilse de dinin
doğru anlaşılması için din görevlilerinin de dini anlatma sorumluluğu vardır. Bu
din anlatılacak ve bu din, nebevi tebliğe uygun düşecek şekilde kavli leyyin
dediğimiz tatlı ve yumuşak bir dil ile kitlelere ve almak isteyenlere din
adamları tarafından anlatılacak. Anlatmakla da kalmayacak. Anlattıklarıyla
orantılı olacak şekilde dini yaşayacak ve yaşantısıyla çevresine, kendisini
takip edenlere, dost ve düşmana örnek olacak. Bu temel özellik yanında, irşat
görevinde bulunacak din görevlisinde/adamında/aliminde başka hangi özellikler
olmalıdır? Aynı zamanda nelerden kaçınmalıdır? Bu sorulara cevap aramaya
çalışacağım:
Öncelikle
konusunun ehli olacak. Hem dini hem de çağı okuyabilecek entelektüel bir
birikime sahip olacak. Aynı zamanda mesaj vermek istediği toplumu iyi
tanıyacak. Toplumun hassasiyetlerini, neye ihtiyaç hissettiklerini, dertlerinin
neler olduğunu da iyi bilecek. Neyi, nerede, hangi atmosferde, kime, ne şekilde,
hangi üslup ve kelimelerle aktarması gerektiğini bin düşünüp bir konuşacak ve
yazacak. Verdiği mesajlar ötekileştirici, kutuplaştırıcı değil, birleştirici
olmalıdır. Tüm amacı, yüce dini insanlara nefret ettirmeden, sevdirerek
anlatmalıdır. Topluma ayakları yere basan, toplumun dertlerine tercüman olan ve
sorunlara çözüm üreten, hayatın içinden bir din anlatmalıdır. Uygulama imkanı
olmayan, hayal aleminde gezen, halkta ve hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen,
halkın derdine derman olmayan slogani ve hamasi bir din ve söylemden
kaçınmalıdır.
Çağın
gerektirdiği, insanların kullandığı ve boy gösterdiği her türlü iletişim
araçlarını, yazılı ve görsel medyayı aynı zamanda sosyal medyayı ve sanal alemi
yerinde ve yeterince iyi kullanmalıdır. Buralarda mesajını verirken aynı
zamanda soru soran, olumlu-olumsuz görüş yazanlara makul ve mantıklı cevaplar
vermelidir. Gerilimi yükselten, toplumu ikiye bölen bir dilden ve dinden uzak
durmalıdır. Sayfasını, kendisini ve savunduğu değerleri tartışılır duruma
düşürmemelidir. Kendisine hakaret edenlerin seviyesine düşmemelidir. Dolduruşa
ve tahriklere gelmemelidir. Burada duygusallığa yer yoktur. Hakaretlere, bir
din adamına yakışmayacak ve telafisi mümkün olmayan cevaplar yazmamalıdır. Cevaplar,
efradını cami, ağyarını mani olmalı. Asla efendiliğini ve beyefendi kişiliğini bozmamalı,
edepten ve edep dilinden ayrılmamalı. Hakaret edene hakaretinden dolayı mahcup
olacak en güzel cevabı vermelidir. Tüm efendiliğine rağmen birileri, onu mindere
çekmeye çalışır ve hakaretlerine devam ederse gerekirse cevap yazmamalı yani
muhatap almamalı. Kem söz sahibine aittir diyerek gerekirse hakaretleri iade
etmeli. Çünkü bazen cevap yazmamak muhataba verilebilecek en güzel cevaptır. Hakarete
hakaretle ya da misliyle cevap vermek belki de rakibin istediğidir. Bu oyuna
gelmemelidir. Tuzak sorulara, tahrik ve saldırılara maruz kaldığında, bunların
altında kalmamalı, bunu tahriklere kapılmadan yapmalı. Tahrik olarak birilerine
malzeme vermemeli, onların elinde yenilebilir meze olmamalı. Soğukkanlılığını
korumalı, kişisel ve duygusal davranmamalı. Diline ve yazısına hakim olamıyorsa
hemen cevap yazmamalı, sakinleşince cevap vermeli.
Hak
ederek veya hak etmeyerek bir makama gelmiş veya getirilmiş, makamı tartışılır
hale getirmemeli, esas işine odaklanmalı. Allah’tan istediğim bir göz idi, o
bana iki göz verdi, demek ki var bende bir maharet diyerek koltuğu ve makamı
istediği şekilde kullanmaya kalkmamalı, ben her istediğimi söyler ve yaparım
dememeli. Makam ve takipçileri dolayısıyla ne oldum delisi ve şöhret budalası
olmamalı. Takipçilerim nezdinde bir karşılığım, ağırlık ve saygınlığım var
diyerek kendine olduğundan fazla misyon biçmemeli ve makamın ağırlığını ve
sorumluluğunu üzerinde hissetmeli, şöhretin altında ezilmemeli ve sorumluluğunu
bilmeli. Baktı ki makamının ağırlığını taşıyamıyor, insanlara günlük laf
yetiştiriyor, her lafı baş yarıyor, makamını tartıştırıyor ve kendisini o
makama getirenlere zarar verir hale gelmişse, o halde ona düşen, benden bu
kadar deyip çekip gitmesidir. Bunu yaptıktan sonra da esas işine
odaklanmalıdır. Gerekirse bir müddet sosyal medyaya da veda etmelidir. Hızını
alamayıp kendisine saldıran ve hakaret edenler olursa, makamdan ayrılma
psikolojisini depreştirmemelidir ve saldırgan bir tutum içerisine girmemelidir.
Kendisini destekleyen takipçilerinin yaşa, var ol dolduruşuna gelmemelidir.
Susmayı ve sessizliği korkaklık olarak görmemelidir. Kendisine sahip olamayıp
bir şeyler yazıp çizmiş ve büyük tepki almışsa, özür dileme erdemini
göstermelidir. Bunu yapmadan profili
kapatmak, tartışmayı ve öfkeyi dindirmez. Hesabını kapattı ise de ortam soğuyuncaya
kadar bu alemde boy göstermemelidir. Sabah kapatıp akşam geri dönmemelidir.
Dönecekse de kırdığı yumurta ve açtığı onulmaz yaradan dolayı sadece Allah’tan
af dileme yoluna gitmemelidir. Aynı zamanda kalp kırdığı kişilerden ve
kamuoyunu yersiz meşgul ettiğinden dolayı kamuoyundan özür dilemelidir. Çünkü
sosyal olaylarda tek başına Allah’a tövbe etmek yeterli değildir. Unutmamalı ki
kalp kırmanın tamiri, ilgili kişilerden helallik almak ve özür dilemekten geçer.
Bir din aliminin Allah’a karşı sorumluluğu kadar topluma karşı da sorumluluğu
vardır.
Sözün
özü, bir din Görevlisi, kendini bulunmaz Hint kumaşı görmemeli. Dostu üzüp
düşmanı bıyık altından güldürmemeli. Bir din alimi böyle olamaz şayet böyle ise
cemaat ne yapar dedirtmemeli. Tartışmanın odağı haline gelme yerine gönüllere girme,
onları ikna etme yolunu düstur edinmeli. Tüm bunları yapamıyorsa, bu demektir
ki bu kişi yol ve yordam bilmiyor, kişi ve toplum psikolojisini tanımıyor. Bu
durumda ona düşen susmaktır. Bu işleri ehline havale etmektir. Allah rızası
için konuşmamasıdır. Allah rızası için yaptığı bu işi Allah rızası için
yapmamasıdır. Çünkü savunduğu değerlere faydadan ziyade zarar veriyor demektir.
Unutmamalı ki gönüllere dokunamayanın, sözünün tesiri de olmaz.
*03/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
1 Mayıs 2021 Cumartesi
Yardım Kuruluşları ve Muhtaçlar
Hayır-hasenat
ve darda kalana yardım eli uzatmak hem dinimizin emir ve tavsiyesi hem de
toplumumuzun bir özelliğidir. Bundandır ki yardım toplayan ve topladığı yardımı
ihtiyaç sahiplerine dağıtan vakıf ve derneklerimiz var. Yardım kuruluşlarının
bir kısmı Türkiye genelinde ve uluslar arası teşkilatlanmış iken bazıları il ve
ilçe bazında faaliyetler yürütmektedir. Yine valilik ve kaymakamlıklar
bünyesinde ihtiyaç sahiplerini görüp gözeten Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakıfları (Fak-Fuk-Fon), aynı şekilde belediyeler nezdinde faaliyet yürüten
sosyal yardım müdürlükleri var. Bunların dışında yapımı devam etmekte olan cami
ve Kur’an Kursu yaşatma dernekleri, Diyanet Vakfı, ayrıca sosyal medya
aracılığıyla gönüllülük esasına dayalı yardım toplama faaliyetleri göze
çarpmaktadır. Yine mahallinde, birilerinin öncülüğünde yardım toplayanlar var.
Bireysel olarak yakından uzağa akrabalarına zekat, fitre vs yardım yapanlar da
eksik değil. Giderken bir saniye deyip “yetimlere bakıyorum, onlara yardım
topluyorum” diyenleri de görmeniz mümkün. Çarşı merkezinde dilencilik
yapanları; yolda kaldım, bir dolmuş parası diyenleri saymıyorum bile.
Yöresel
ve ulusal çapta yardım toplayan bu yardım kuruluşlarının sayısı ne kadardır,
bilmiyorum. Bildiğim, sayısının sayılamayacak kadar çok olması. İrili ufaklı bu
kuruluşların işleyişi nasıldır, toplanan yardımların amacına uygun bir şekilde
dağıtılıp dağıtılmadığı yeterince denetleniyor mu, bu kısımlar biraz kapalı.
Zira yardımlar Allah rızası için toplanıyor, veren de Allah rızası için
veriyor. İşin içine Allah rızası girince akan sular durur ve yardımlar nereye
gitti denmez.
Sayısını
bilmediğim yardım kuruluşlarının çokluğu, yardımlara önem verdiğimizin bir
göstergesi olabilir. Bana göre aşağı yukarı aynı amaca hizmet eden bu yardım
kuruluşlarının çokluğu ve çeşitliliği normal değil. Diyelim ki hayırseverler
yardımlarını bu kuruluşlara veriyor. Peki, gerçek ihtiyaç sahiplerine yeterince
ulaşılabiliyor mu yoksa yapılan yardımlar öne çıkmış belli sayıdaki kişilere mi
gidiyor? Belki yardımlardan belli kesim faydalanabilirken bazıları es geçiliyor
olabilir. Çünkü kendini ifade eden, yardım istemeyi bilen, kendisini acındıran
fakirler olduğu gibi derdini içine gömen, kimseye açılamayan nice fakirlerin
olabileceği ihtimal dahilindedir.
Burada
yardımlar gerçek sahiplerine gitmiyor anlaşılmasın. Bu yola başvurmuş her
kuruluş gerçek mağdurları bulmak için çabalıyordur. (Böyle de olmalıdır. Zira
yardımlar birer emanettir. Zenginden fakire köprü görevi gören kuruluşların
sorumluluğu daha fazladır.) Yine de yardımların gerçek ihtiyaç sahiplerine,
yerinde ve zamanında ulaştırılması için bir düzenlemenin yapılması gerektiğini
düşünüyorum. Bunun için aynı amaca hizmet eden yardım kuruluşları bir
konfederasyon benzeri bir yapının içerisine alınabilir. Burada her yardım
kuruluşundan üyeye yer verilebilir. Tüm yardım planlaması bu çatı içerisinde
planlanıp karara bağlanabilir. Aynı şekilde her il ve ilçede yardıma muhtaç
fakirlerin bir listesi yine bu çatı kuruluş tarafından tespit edilebilir.
Muhtaçların öncelik sırası belirlenir. Yardımlar da tek elin plan ve
organizesiyle deruhte edilir. Böyle yapıldığı takdirde düşüncesi ve fikri ne
olursa olsun, tüm fakirlere ulaşılır kanaatini taşıyorum.
Toplanan
yardım paraları, birinci öncelikli kişilere dağıtıldıktan sonra çalışacak gücü
olan fakirlere iş bulma, onlara istihdam sağlama yollarına kafa yorulabilir.
Bunun için toplanan yardım paralarının bir kısmı çatı kuruluş eliyle kazanç
getiren yerlerde değerlendirilebilir. Burada amaç, sürekli yardımla ayakta tutulmaya
çalışan fakirlere iş vermek ve onların bir daha yardım almayacak noktaya
gelmelerini hedeflemek amaç olmalıdır. Böylece sadaka devleti ve sadaka ülkesi
görünümü vermekten yavaş yavaş kurtuluruz. İş bulan fakir de bir müddet sonra
bu yardım fonlarına yardım yapar duruma gelebilir. Yardımdan amaç da bu
olmalıdır. Zira elden gelenle öğün olmaz, gelse de zamanında gelmez. Bunun için
fakiri ele avuca muhtaç olmaktan kurtarmak önceliğimiz olmalıdır.
Hasılı, anlatmak istediğim, önüne gelen üç-beş kişi bir vakıf ve dernek kurarak yardım toplama işine girmesin. Yardım kuruluşlarına bir sınırlandırma getirmek lazım. Toplanan yardım paralarının nereye, kime gittiği bir güzel denetlenmeli ve halka hesap verebilir şekilde şeffaf olmalı. Yardım yapılan fakire de sürekli balık yedirmeyi bırakıp balık tutmayı öğretmek lazım. Yardım kuruluşları da kimi-kimsesi olmayan ve dermandan kesilmiş kişilere yardımı sürekli hale getirirken aynı zamanda döndürdüğü para ile işsizlere iş kapısı işlevi de görebilir.