12 Ekim 2020 Pazartesi

İğdeyle Aramız Nasıl? *

 Allah’ın biz canlılar için verdiği nimetleri say say bitiremeyiz. Faydalandığımız ve kullandığımız, yiyip içtiğimiz bu nimetlerin önemli bir nimet olduğunu, bir şeye ihtiyaç duyduğumuzda veya yokluğunda daha iyi anlarız. Meyveler de bize bahşedilen nimetler arasında yer alır. Bu meyvelerden bir tanesi de pek kıymeti bilinmeyen ve yüzüne bakılmayan iğdedir.

İğdeyi küçüklüğümde yediğimi hatırlıyorum. Birkaç arkadaşla birlikte evlerine kadar gidip bayramladığımız büyüklerimiz, ellerini ceplerine atarak avuçlarına gelenleri avucumuzun içine boşaltırlardı. Kuru üzüm, leblebi/nohut ve iğde, cepten çıkanlar arasında olurdu. Bayramlaşmanın karşılığında bize verilen bu hediyeleri pek beğenmezdik. Çünkü evlerimizde de bunlar eksik olmazdı. Harçlık pek verilmez, şeker eh, bazen nasip olurdu. O da jelatinli değil, kaba şeker adını verdiğimiz ambalajsız şekerdi. Bu şekil verilen ikramları pek beğenmesek de acıktığımız zaman bitirdiğimiz olurdu. Bitiremediğimizi de ya bir başkasına verirdik ya da evlere bırakırdık.

Akşam oturmalarında çay ikramı biraz lükstü o zamanlarda. Mevsimine göre önümüze konan çerezlerin yanında iğde de olurdu. Başta ay çiçeği olmak üzere çerezler biterken iğde konduğu gibi kaldırılırdı. Çünkü pek el süren olmazdı. Tadımlık da olsa yemeye kalksan, yediğinin boğazında kalma ihtimali yüksekti. Bir başkası, “helal helal” diyerek sırtına vurur rahatlatırdı. Hasılı iğdeyi yemek bir dert, mideye indirmek de ayrı bir dert idi.

Gel zaman git zaman, küçüklüğümüzde beğenmediğimiz kuru üzüm ve leblebiyi kuru yemişçilerin ve marketlerin reyonlarından çerez niyetine alır olduk. Ama iğdenin ne satıldığını gördüm ne de satın aldım. Satılıyorsa da hiç dikkatimi çekmedi.

Yürüyüş dolayısıyla Konya’nın değişik semt, cadde ve sokaklarını arşınlarım. Bir gün Erenköy’ü geçtikten sonra kanal boyu yürürken sol tarafımda, sıra sıra iğde ağaçları dikkatimi çekti. Hem yürüdüm hem ağaçları izledim. Soluklanmak ve tadına bakmak için birkaç tanesinin yanında durdum. Küçüklüğümde pek haz almadığım iğdenin tadı da fena değilmiş. Üstelik yediğim birkaç tanesi açlığımı da giderdi. Her ağacın altında çokça yere dökülen iğde olsa da halen ağaçta bolca vardı. Üstelik yere dökülenler görüntü çirkinliği vermediği gibi yerleri de kirletmemiş. Ağaçtakilere de hiç el sürülmemiş. Usta bir sanatçının elinden çıkmış gibi desen desendi hepsi.

Yol boyunca giderken bu iğde ağaçları kendiliğinden mi çıktı yoksa biri, gelip geçen gölgesinden istifade etsin, hem yesin hem de ekip dikenden Allah razı olsun diyerek bize dua etsin diye ekmiş olmalı dedim. Garibime giden, benim iğdeye küçüklüğümde koyduğum rezervi başkaları da koymuş olmalı ki o kadar iğdenin müşterisi yok.  Sadece bir iğde ağacının altında, topladıkları iğdeyi temizleyip bir kaba dolduran bir aile gördüm.

Yol boyunca dikkatimi çeken iğde ağaçlarını sair zamanlarda da Konya’nın birçok semtinde görmeye başladım. Hakeza diğer yerlerdeki iğdeler de toplanmamış. Gerçekten bu iğdeler niçin toplanmıyor ve yere dökülüyor? Acaba toplanma zamanı mı gelmedi ya da bu nimetin faydası olmadığı için mi kimse yüzüne bakmıyor? Bu merakımı gidermek için sanal alemde “İğdenin faydaları”na baktım. Kıymetini bilmediğimiz ve dönüp yüzüne bakmadığımız iğdenin o kadar faydası varmış ki zeytin büyüklüğündeki iğdenin faydalarına şapka çıkardım. Rab Teala’nın keremine ve sonsuz nimetlerine şükür dedim.

Sayfam bitti. Eğer iğdenin faydasını bilmiyor ve merak ediyorsanız bir zahmet sanal aleme müracaat edelim derim. Araştırıp okudunuz ve bu nimet kaçmaz diyorsanız, adresi verdim. Nereye gideceğinizi biliyorsunuz. Giderken yanınızda poşet, çuval ve kap götürmeyi ihmal etmeyin.

Siz iğdenin faydalarını okuyadurun. Ben yazımı bir soru ile bitirmek istiyorum. Her yerde hatta çorak toprakta bile biten iğde ağacının bu meyvesini, çerez niyetine tüketmiyorsak da içi una benzer bu meyveden ekmek yapılamaz mı? Bence diğer faydalarının yanında ekmek yapımında un yerine kullanılabilir. Adı da iğde ekmek olsun. Üstelik bu ekmek tatlı ekmek olur. Katıksız katık niyetine yenir. Bir vitamin deposu olan bu meyve, ümit ediyorum ki ilaç ve sağlık sektöründe tedavi amacıyla ve bağışıklık sistemini güçlendirmek için kullanılıyordur. Kullanılmıyorsa tıp daha çok fırın ekmeği yemelidir.

*14/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Ekim 2020 Pazar

"Kız Öğrenciye Kiralık Ev" *

Türkiye'nin diğer şehirleri nasıldır bilmem. Çoğuna gitmişliğim yoktur. Gittiğim yerlerde de teşehhüt miktarı kadar kalmışlığım vardır. Konya'nın çoğu cadde ve sokaklarını, muhit ve meskun mahallerini az buçuk bilirim. Çoğu yerini görmüşlüğüm ve gitmişliğim vardır. Gidemediğim yerler de gördüğüm muhitlerin tıpatıp aynısı desem yanlış olmaz.

Yaşadığım bu şehrin kiralık ev ilanları da birbirine çok benzer. Çoğu kiralık ev ve daire ilanları “Kız öğrenciye eşyalı kiralık daire” şeklinde kız öğrencilerine yöneliktir. Ne var bunda diyebilirsiniz. Elbette ev sahibinin evini kime kiraya vereceğini tercih etme hakkı vardır. Evini kiralayacak kişiyi gözü tutmamışsa, daha önceki kiracılarından ağzı yanmışsa yoğurdu üfleyerek yiyebilir. Kiraya verilecek apartman, pansiyon ve stüdyo evde, hep kız öğrenciler oturuyordur. Kiralanacak eve/daireye/stüdyoya kız öğrenci şartını anlayabilirim. Zira olması gerekendir. Böyle bir durumun olmadığı dairelerin çoğunda da kız öğrenci şartı görüyorum. Bunun sebebi hikmetini bilmiyorum. Acaba kız öğrenciler, oturdukları evleri daha mı temiz kullanıyorlar, komşularını rahatsız edecek şekilde gürültü mü yapmıyorlar, kira zamanı gelince kiralarını geciktirmiyorlar mı? Erkek öğrenciler kira ödemede, eve girip çıkmada ev sahibine ve komşulara sorun mu çıkartıyorlar?

Unutmayalım ki cinsiyet yönünden bu toplumun aşağı yukarı yarısı erkek ise yarısı da kadındır. Aynı şekilde üniversitelerde okumakta olan öğrencilerin oranı da -her geçen yıl kızlar lehine artış gösterse de- üç aşağı beş yukarı birbirine yakındır. Üniversitenin olduğu muhitlerde, kız öğrencilerin kiralık ev ve daireye ihtiyacı olduğu kadar erkek öğrencilerin de ihtiyacı vardır. Kız öğrencilerin önünde çok sayıda kiralık ev/daire seçeneği varken erkek öğrencilerin bu fazla seçenekten mahrum kalması bana makul gelmiyor.

Arkadaşlarıyla bir araya gelip kiralık ev arayan erkek öğrenciler, kız öğrencilerine yönelik kiralık ev ilanlarını görünce ne hissederler acaba? Bir düşünelim diyorum. En hafifiyle moralleri bozulur, bize bu ayrımcılık niye diye düşünebilirler. Hatta biz sapık mıyız, bizden bugüne kadar kime ne zarar geldi diyebilirler.

Kiralık tercihlerinde ev sahiplerinin kız öğrencileri tercih etmesini pozitif ayrımcılık diyebilirsiniz. Tamam, son yıllarda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık yapılıyor. Ama üstte kendisi oturuyor, alt katı da sadece kız öğrenciye veririm dayatması varsa bu durum bana pozitif ayrımcılıktan öte bir ayrımcılık mesajı veriyor.

Şimdilerde gittikçe azalsa da yine kiralık tercihlerinden bazıları da evi bekara ve çok çocukluya vermeme durumu da var. Bu da ayrı bir konu ve ayrı bir dert.

Hasılı, evini kiraya vermede kime, nasıl birine, hangi şartlarda vereceğini mülk sahibi karar verse de çok özel bir durum yoksa erkek öğrencilere bu kadar ayrımcılık yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl ki kız olsun, erkek olsun, doğacak evladın hayırlısını istemek doğru olan ise ev sahipleri de ister kız ister erkek olsun, kiracısının hayırlısını istemelerinde fayda vardır. Aynı durum kiracılar için de böyledir. Allah onlara da hayırlı ev sahipleri versin.

*12/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Ekim 2020 Cuma

Bana Kaldıysanız, Yandınız Demektir

ATM kartınız var. Bu kart ile ATM'den nasıl para çekeceğinizi bilmiyorsunuz. Ah yanımda biri olsun diyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Tam adamına geldiniz. Ben bugünler için varım. Zira ATM'den para çekmek benim için çocuk oyuncağı. Dün çektim. İsterseniz görün nasıl çektiğimi. 

Telefonla konuşurken aynı zamanda kartı bankamatiğe koydum. 500 kayme yazdım. Daha sonra kartı alıp gittim. 

Az gittim, uz gittim. Giderken bir hafiflik hissettim. Nedendir acaba bendeki bu hafiflik derken efendim, elimi cebime bir attım. Bir o cebime, bir diğer cebime baktım. Aradım taradım. Baktığım yere bir daha baktım. Çektiğim 500 kayme cebimde yoktu. Nihayet üzerimdeki hafifliğin nedenini anladım.  Üzerime çöken ağırlığı anlatamam. Allah deyip geri döndüm, hızlı adımlarla para çektiğim ATM'ye tekrar geri geldim. Baktım birisi para çekiyor. Adamı bekledim. Çekildikten sonra dedim ki az önce bankamatikte para gördün mü? Hayır görmedim, dedi gitti. Niye görsün ki! Sonra dur bakalım, benden sonra bu ATM'ye gelen kaçıncı kişi? 

Ne yapayım, ne edeyim derken bankanın şubesine yöneldim. Yolda giderken müşteri hizmetlerini aradım. Durumu anlattım. Müşteri hizmetleri görevlisi, adıma bir kayıt oluşturdu. "Durumun, sayımda ortaya çıkacağını, bana en kısa zamanda dönüş yapacaklarını" söyledi. Teşekkür ederek telefonu kapattım.

Ne yapayım? Bari eve gideyim. Bu durumun üzerine bir bardak soğuk su içeyim dedim. Evde otururken bir işlem yapmak üzere bankanın mobil şubesine girdim. Gördüm ki soğuk su içmeme gerek kalmamış. Çünkü hesabımdan uçup giden benim 500 kayme, hesabıma geri dönmüş.  Üzüntüm sevince dönüştü. Anlatılmaz. 

Gördüğünüz gibi tereyağından kıl çeker gibi ATM'den tertemiz para çekmiş bulunmaktayım.  ATM'den para çekme konusunda emrinize amadeyim. 

Para çekme işini, ağzına yüzüne bulaştırmışsın diyebilirsiniz. Teessüf ederim. Ben size para çekme garantisi veririm ama parayı alıp almama garantisi veremem. Paranız ATM'de kalırsa/unutulursa geri gelir veya gelmez. Nasibinize artık. Yok, ben böyle bir maceraya giremem derseniz, size de iyilik yaramaz. O zaman ATM'den para çekme işini bana bırakmayacaksınız ve paranın nasıl çekileceğini oturup bir güzel öğreneceksiniz.

Bu arada, beni dinleyen ve nazikçe cevaplar veren müşteri hizmetleri görevlisine çok kırıldım. Bir geçmis olsun demediği gibi çok soğukkanlı idi aynı zamanda. Durumuma şaşırmadı. Sanırım bu olayda yalnız değilim.

8 Ekim 2020 Perşembe

Had Bilmek Edeptendir *

 

Türkiye birkaç gündür taaddüdü zevcat konusunda sosyal medya ve televizyonlarda videosu yayımlanan bir başhekim yardımcısının videosunu ve aynı zatın, ölümle pençeleşen eski bir başbakan hakkında attığı tweeti konuşuyor. Gelen tepkiler üzerine ilgili kişi görevinden alındı.

Yazımda adı geçen kişinin ne ismine yer vereceğim ne de dediklerine. Gerek yok. Zaten adını ve dediklerini biraz Türkiye gündemini takip eden herkes bilmektedir. Baştan söyleyeyim, ilgili kişinin ne görüşüne katılıyorum ne de takındığı tavır ve üslubuna. Bu konuda genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Bir kişi doktor olabilir, mesleğinde çok başarılı olabilir. Bu kişi hak ederek veya hak etmeden birilerinin referansıyla bir idari göreve gelmiş ya da getirilmiş olabilir. İlgili kişiye düşen, kendi alanıyla ilgili yazıp çizmesi ve videolar çekip yayımlamasıdır. Çapına, kapasitesine, kumaşına, bilgisine, görgüsüne ve ufkuna bakmadan, alanı ve vazifesi olmayan işlerde söz söylemesi en hafifiyle hadsizliktir. Hadsizlik ise edepsizliktir. Daha doğrusu had bilmek, haddini bilmek edeptendir. Çünkü insan olmanın belki de ilk şartı had bilmektir. Din kimsenin tekelinde değil, ben de bir şeyler söylerim der, dedikleriyle kırar dökerse edep dışı hareket etmiş olur. Haddini bilmeyen bir insanın ne mesleğiyle ilgili insanlığa verebileceği vardır ne de bu kişinin deruhte ettiği idari görevde kurumuna verebileceği bir şey vardır. Burada bir başka sorun, haddini bilmeyen bir kimsenin neresine aşık olundu da böyle birinin önemli bir göreve getirildiğidir. Bir görevi hak etmeyen birini, bir görevle taltif edersen o kişi bu görevin altında ezilir ve içine eder. Bu vesileyle atama ve yükselmelerde ahbap çavuş ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda var. Gördüğünüz gibi hak etmeden bir yere getirilen, yüz ağartmadığı gibi onu oraya getirenleri de mahcup etmektedir. Toplum, doktora kızdığı kadar bu makamı altın kase içerisinde bu tiplere sunanlara öyle zannediyorum daha fazla kızmaktadır. Bunda da hakları vardır.

Bir diğer husus; bir kişiyi düşüncesinden, söylediklerinden, yaptıklarından ve yönetiminden, dolayı tasvip etmeyebilirsiniz. Görüşünün hakim olmaması için mücadele yolunu da seçebilirsiniz. Kimsenin sesini çıkaramadığı bir ortamda “kral çıplak” diyebilirsiniz. İnandığın değerlere sataştığından dolayı mücadele yolunu seçerek gerekirse hapsi ve hatta ölümü de göze alabilirsiniz. Ben buna eyvallah derim ve tebrik ederim.  Ama böyle yapmayıp bir başbakan güçten kuvvetten düşmüş, ölümle pençeleşiyor, kendini ve yaptıklarını savunacak gücü ve takati yok.  Böyle bir ortamda İmam Hatipleri de ad ederek elinde pamuk, ölüsüyle mücadele etmeyi tercih ederse ben buna ucuz mücahitlik derim ve yuh derim. Bırakalım, ölüme doğru giden kişi, bu aşamadan sonra hesabını Allah’a versin. Hem bilsin ki böyle bir mücadelenin ve üslubun İslam’da yeri yoktur. İslam, dirisiyle mücadele etmeyip ölüsüyle mücadele etme yolunu seçenlere sıcak bakmaz.

Hasılı, haddini bilmeyenlerin, toplumu okuyamayanların ve mücadelesinde güzel bir üslubu seçmeyenlerin bu ülkeye yapabilecekleri en büyük hizmet, vazifesi olmayan işlerde susmalarıdır. Tüm bildiklerini kendilerine saklamalarıdır. Yanlış meslek seçtiklerine inanıyorlarsa, halihazırdaki mesleklerini bırakıp ilgi duydukları alanın talebesi olmalarıdır. Biliyorsunuz, öğrenmenin ve okumanın başı ve yaşı yoktur. Bence yeni meslek öğrenmeden önce had nasıl bilinir, edep nedir, üslup nasıl bir şeydir? Önce bunlara kafa yormalarında fayda vardır.  

*09/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Ekim 2020 Pazartesi

Birinci Elden Satılık Cep Telefonu


Uzun yıllar benimle beraber bir cep telefonum var. Adı cep olsa da hiç elimden düşürmediğim bir el telefonudur. Nereye gitmişsem beni gölgem gibi takip etti. Yatarken bile başucumdan ayırmadım. Tüm ayrılığımız komodin ile yatak mesafesi kadardır. Kendisiyle kah sanal takıldım kah bloğuma girerek yazı yazdım. Ödemelerimi buradan yaptım. İnternet haberlerini okudum. Girecek bir yer bulamamışsam satranç oynadım. Yapacak hiçbir şey kalmamışsa arayıp soran, mesaj gönderen var mı diye ara ara bakıp durdum. Pek arayan olmasa da cuma mesajlarıyla doldu taştı telefonumun belleği. Ben sildim, dostlarım ve cumaseverler göndermeye devam etti. Elim yorulup bir yere koymam gerektiğinde başım üstünde yeri var dedim. Başıma koyamazdım. Gözümün önünde dursun diye masamın üstüne koydum. Çok kullanmaktan pek şarj dayandırmaz oldu. Şarjı bitip kapanıverse dünyadan kopuk bir dünyalı olup çıkıveriyorum. Bu benim hayatımın sonu demektir. Böyle bir talihsizliğe tahammülüm olamaz. Çünkü ha ölmüşüm ha telefonsuz kalmışım. Benim için aynı idi. Bunu aşmak ve telefonumu 7/24 açık tutmak için yedek şarj cihazımı yanımdan hiç eksik etmedim. Bitkisel hayattaki fişe takılı bir hasta misali evden çıkar çıkmaz aynı zamanda şarj olsun diye powerbankı hep takılı tuttum. Hasılı, elim ayağım, gözüm ve kulağım gibidir.
Her faninin ölümü haksa benim telefonumun ölümü de haktır. Şu sıralar can çekişse de henüz ölmedi. Ayakta tutunmaya ve beni memnun etmeye çalışıyor. 
Benim için birinci el, sizin için ikinci el olacak bu telefonumu değiştirmeye karar verdim. Yenisini almam için birinci el kullandığım bu telefonu satmam gerek. Meraklı müşteriler için telefonumun emsallerine göre emsalsiz özelliklerini bir bir sıralamak istiyorum. Sonradan nasıl bir telefon almışım diye şok geçirmeyesiniz.
1.Telefonum 3G’ye uyumludur. 4.5G’ye uyumlu değildir. Ama bu bir eksiklik değil. İnternet paketiniz birden bitmez, daha uzun süre gider. Sayfaları ağır açarmış, internet hızı yavaşmış. Ne önemi var. Tabakhaneye mi yetişeceksiniz. İşiniz yavaş olur ama temiz olur. Bilin ki acele işe şeytan karışır.
2. Birilerinin dolarla bir işi olmadığı gibi benim telefonumun da sürümlerle işi olmaz. EBA programını indiremez, ZOOM’a giremezsiniz. “Hayat Eve Sığar”dan HES kodu alamaz. Yani yeni sürümlere karşıdır.
3.Kırığı ve çiziği yok. Ekran koruyucusu ve kılıfı olmadan yoluna devam ediyor. Yere düşürmüşsem kendini korumaya almak için kapanır. Bugüne kadar burnu bile kanamadı.
4.Korkusuz ve gözü pektir. Arabanın bagaj kapağının üstünde yolculuk yapmışlığı vardır. Ne ışıklarda durmuş, ne kasisleri geçmiş olmasına rağmen düşmeden menziline varmıştır.
5. Şarjı yüzde 15, 10 ve 5 kaldığı zaman “Şarja takınız” uyarısı verir. Bazen yüzde 60-70 dolu iken aniden kapanır, şarjı biter. Bazen de şarjı sıfır oluncaya kadar kendisini kullandırmaya devam eder. Yani keyfine göre takılır.
6. Kullanmazsan şarjı epey gider. Benim gibi elinden düşürmez, sürekli karıştırırsan şarjı çabuk biter. Önceleri powerbankı takınca hem kullanır hem de şarj etmeye devam ederken şimdilerde kullanırken şarj doldurmadığı gibi ya mevcut şarjı korumakta ya da mevcut şarjı bitirmektedir. Halihazırda en iyi şarjı telefon kapalı iken yapmaktadır. Hem kullanırım hem de şarj olsun derseniz, bu yaptığınız, yakıt alırken arabanızı sürmenize benzer. Yapabilir misiniz böyle bir şey? Yapamıyorsanız yedek şarj aleti takılı iken bu telefonunu kullanmayın. Bu da kötü bir durum değil. Böylece telefonu elinden bırakıp biraz sağına soluna bakıyorsun.
7. Bana yol göstersin diye navigasyonu açınca seni istediğin yere götürmemek için elinden geleni ardına koymaz. Sen arabanın içinde adres bulmak için dokuz doğurursun. O, “Yanıt vermiyor. Kapatmak ister misin” uyarısı verir. Bu ve diğer yaptıklarıyla size sabrın en güzel örneklerini gösterir.
8.Telefon konuşmasını pek sevmez. Konuşurken senin sesini sana vererek yankı yapar. Uzun süre “Devlet beni dinliyor. Demek ki devlet nezdinde sakıncalı bir piyadeyim” diyorsun. Sonra anlıyorsun ki devlet seni ne edip de dinlesin. Telefonun özelliği imiş efendim.
9.Bir video dinlerken çevreyi rahatsız etmez. Sadece sen dinleyecek şekilde ses verir.
10. Müthiş bir mavi hayranıdır. Çektiğin fotoğraflarda hep mavi ton hakimdir.
11.İphone(Lütfen, yazıldığı gibi okuyunuz.) hariç, tüm telefonların şarj cihazına uyumludur.
Hasılı, say say bitmez telefonumun özellikleri. Bu özellikleri görünce ağzınızın suyunun aktığını, acaba kaça vereceğimi merak ettiğinizi iyi biliyorum. Sizi fazla merak da bekletmeden fiyatı söyleyeyim. Maliyetine vereceğim. Zamanında bu telefonu 680 liraya almıştım. Bitmedi. Yanında da powerbankı hediye ediyorum. İlk talip olan alır. Sonra kimse gönül koymasın. Küçük bir pazarlık payı vardır. Yok mu, kendisine kıyacak?




4 Ekim 2020 Pazar

Ulusal Çıkar için Çiğ Tavuk Yenir

Testi pozitif çıktığı halde semptom göstermeyenlerin hasta sayısına dahil edilmediğini söyleyen Sayın Koca, hakkında yapılan eleştirilere "Halkın sağlığı kadar ulusal çıkarları da düşünmek zorundayız" cevabını vermiş. Bakan haklı burada. Çünkü söz konusu ulusal çıkar olunca gerisi teferruattır. 

Bu durumda Bakana bir kırgınlığımı ifade etmek istiyorum: Madem ulusal çıkarları gözeteceğiz. Öyleyse günlük 2000'e yakın bir hasta sayısını kamuoyuna niçin duyuruyoruz? Günlük hasta sayısını sıfır gösterelim. Olsun bitsin. Ulusal çıkar ancak böyle gözetilir. 

Günlük verilen hasta rakam sayıları, ulusal çıkarları az gözettiğimiz anlamına gelir. Bu da vatanseverlikle bağdaşmaz. Hatta bu durumda günlük test yapmaya da gerek yok. Hastayım, bana test yapın diye gelenlere "Ne testi? Maşallah turp gibisin" deyip geri gönderelim. Bakın bakalım, ortada korona mı kalır. Böylece

Ulusal çıkara dört dörtlük hizmet edilmiş olur. 

Aynı vatanseverliği ve ulusa hizmet etmeyi TÜİK'den de bekliyorum. Her ayın üçünde açıkladığı enflasyon rakamlarını sıfır gösterecek. Bak bakalım, ülkede enflasyon mu kalır.

Devlet ciddiyetini yansıtan bu açıklama sonrası, Bakan sayesinde branşımla ilgili yeni bir şey daha öğrenmiş oldum. Boşuna söylememişler, öğrenmenin yaşı yok diye. Bundan sonra öğrencilerimin "Yalan nerede caiz" sorusuna,

1. Savaşta düşmanı yanıltmak için,

2.Hastaya moral vermek için,

3.Karı koca arasını bulmak için,

4. Dargınları barıştırmak için,

Cevabıma, bir beşinciyi daha ilave edeceğim.

5. Ulusal çıkarları gözetmek için.

Kafama takılan bir soru var: Semptom göstermeyenlerin karantinaya alınmasının bir anlamı var mı bu durumda? Bunlar hasta değilse rahatça dolaşabilmeli, işine gidebilmeli. Madem ulusal çıkarları gözeteceğiz. Bu gözetmeyi tam yapmak lazım.

1 Ekim 2020 Perşembe

Ekranların Gediklileri *

Ne zaman Türkiye gündeminde ne var ne yok, bir bakayım deyip haber kanallarını bir gezinsem, belli başlı kanalların tartışma programlarına bir göz atarım. Gündem, konu ne olursa olsun her kanalın konukları gün be gün genelde aynı kişiler. Sanırsın ki kanalın demirbaşları ya da o konunun emsali olmayan uzmanları. İster akademisyen ister siyasi, ister gazeteci, ister hukukçu, ister hekim vs olsun genelde hepsi aynı kişilerden oluşuyor. Bu aynı kişiler o kanaldan bu kanala arzı endam edip duruyorlar. Gören de ülkede adam kıtlığı var, bunları o konunun vazgeçilmez tek uzmanları sanır. Hangisinin yüzünü görsen konuşmaya başlamadan ne konuşacağını, neyi ve kimi savunacağını, fikrinin ve zikrinin ne olduğunu bilirsin. Pek azı hariç hepsi tarafgirdir. Kimin; hangi partinin, hangi zihniyetin adına geldiği bellidir. Bu ekran müdavimleri kendi görüşlerini arz etmekten ziyade içlerine sinsin veya sinmesin kimin adına konuşacaklarını; neyi, nasıl konuşacaklarını çok iyi bilirler. Çünkü görevleri budur. Ekrana çıkmadan önce ev ödevlerine çok iyi hazırlanmalarına gerek yok. Zaten hazırlık yapmak isteseler de her akşam bir kanala çıkmaktan, geç vakte kadar ekranlarda durmaktan yeterince hazırlanamazlar. Eksikliklerini tarafgir davranmalarıyla kapattıklarını sanırlar. Halbuki birbirinin tekrarı bayat cümlelerini yeni bir şey söylüyormuş gibi satıp dururlar. Eksikliklerini kapatmak için sık sık ya araya girerler ya da sesini yükselterek rakibine üstün gelmeye çalışır. Kendisi önemli değil. Yeter ki savunduğu kesime bir halel getirmesin. Yoksa karizması çizilir, bir daha ekran yüzü göremez ve mukarrabun sınıfından çıkarılır.
İzleyici aynı kişileri görmekten bıkıp usansa da yeni yüzler ve farklı fikirleri savunan kişileri görmek istese de kolay kolay göremez. Görüntü, işinin uzmanı çoğu kişiye ya ekranlar kapalı ya da başka kişiler ekranlara çıkmak istemiyor. Televizyonlar da isteklilerle yetiniyorlar. Ekran müdavimlerinin verdiği imaj ise ekranlara çıkması akredite edilmiş kişiler olduğu şeklindedir. Sebep her ne ise izleyicinin aynı kişileri görmekten pek haz almadığını düşünüyorum.
Mahkeme nasıl ki kadıya mülk değilse bugünün ekran gediklilerine de ekranlar mülk değildir. Çünkü bugünkü gördüğümüz yüzler dün yoktu. Dün başkaları bu görevi yerine getirdi. Bugün bunlar yerine getiriyor. Yarın bu görevi başka yüzler yerine getirecek. Bu ülkede tarafgirlik ve ölümüne bağlılık sona ermediği müddetçe bu tip her devrin adamları olmuştur ve olmaya devam edecektir. Kendinden kaynaklanan bir kalitesi yoksa belli bir zaman kullanılıp sonra bir kenara konacaktır. Böyle olacağını bu tipler de biliyor aslında. Çünkü bu ülkenin geçmişi unutulmuş nice gedikliler ile doludur. Buna rağmen bir gün de olsa beylik beyliktir düşüncesinde olmalılar ve su akarken testilerini doldurma derdindeler.
Ekranlarda her devrin adamlarını görmeye alışkın olsak da gönül ister ki bu koca koca adamlar, birilerinin savunuculuğunu yapmasınlar, birileri adına bir başkasını kötülemesinler. Dediklerinin doğruluğuna önce kendileri inansınlar. Tek istediğim, kendileri olsunlar. Tarafgirliğin zirve yaptığı bu ülkede pek karşılığı olmasa da doğruya doğru, yanlışa yanlış desinler. Çünkü ekranların ve ekranlarda boy gösterenlerin kamuoyunu doğru bilgilendirme gibi bir amme görevleri vardır. Algı yönetiminde rol aldıkça ülkeye zarardan başka bir şey veremezler.

*07/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.