22 Eylül 2020 Salı
Beş Dakika Arayla İki Ezan *
21 Eylül 2020 Pazartesi
Camilerimiz ve Dilencilik *
17 Eylül 2020 Perşembe
Uçkur Meselemiz *
16 Eylül 2020 Çarşamba
Kim Sahte, Kim Değil? *
Ne zaman bir tarikat bir
vukuatıyla gündeme gelse bu ülkede hakiki tarikat ve sahte tarikat veya gerçek
şeyh ve sahte şeyh konusu açılır. Vukuatıyla ortaya çıkan tarikata birileri
“Bunlar sahte. Biz bunların sahte olduğunu biliyorduk ve önceden söylemiştik”
der. Nedense bu söyleneni daha önce kimse duymamıştır. Gördüğüm, bir yerde şeyh
ve müritler varsa herkesin kendilerini hakiki gördükleri ve fırkayı naciye
kabul ettikleridir. Bugüne kadar vukuatları ortaya çıkan tarikat
müntesiplerinden bile kendilerini sahte göreni görmedim. Çünkü hepsi dört
dörtlük.
Sahte-hakiki veya kim
hakiki kim sahte üzerinde durmayacağım. Zaten durmaya kalksam da hakikisini
sahteden veya sahtesini hakiki olandan ayırt edecek elimde bir kıstas yok.
Bugün bu ülkede “Tarikata girmek isteyen olursa hakikisini sahtesinden ayırt
etsin ve ona göre girsin” düşüncesi hakim olduğuna göre kaç insanımız hakiki
olanları bulur, bunu da insafınıza bırakıyorum. Sahte veya hakiki üzerinde
durmaktan ziyade kıssadan hisse alınsın diye size bir anekdot aktaracağım:
Bir zamanlar yönetici
olarak görev yapan bir arkadaşımın bir çalışanı vardı. Kendisi uyku nedir bilmediği
gibi beni dinleyeceksin diye eşini de hiç uyutmazmış. Kurumda bir yerden bir
malzeme kaldırılacağı zaman “Parayı fazla alan kaldırsın” deyip kenara çekilen
bu kişi; parayı çok sever ve gam taşımazdı. Namaz kılmadığı gibi hasta olduğu
için oruç da tutmazdı. 107 yaşına kadar yaşayacağına inanan bu kişi, dünyada
yaşamakta olan beş dahiden bahsederdi. Onlar; Obama, Putin, Tayyip,
kendisi, bir de çalıştığı kurumun müdürü.
Kendisine tedavi olması
söylenmesine rağmen hasta olduğunu kabul etmediği için doktora gitmeye ve
tedavi olmaya da yanaşmıyordu. Hastaneye gidip tedavi olması için müdürü bir
yol bulur. Gider önce bir psikologla görüşür. Psikologa “Ben hastayı
getireceğim. Benimle konuşurken o zaten lafa girer. Siz bu esnada teşhisi
koyarsınız” der. Ardından bizim dahiye gelir: “Kardeşim, bende şöyle şöyle
rahatsızlıklar var. Yalnız ben doktora gidemiyorum. Zira hastane fobim var.
Doktor beni muayene ederken yanımda eşlik eder misin” ricasında bulunur.
Birlikte doktorun odasına girerler. Bizim arkadaş, personelinde olan
belirtileri kendisinde varmış gibi doktora anlatır. Bizimki, rahatsızlığını
sayarken personel de bazı belirtileri araya sıkıştırır. Doktor, “Sizin hanginiz
hasta” deyince personel, “Bu hasta” dercesine parmağıyla müdürünü işaret eder.
Sonunda hasta olmadığı halde bizim arkadaşa ‘Bipolar bozukluk’ teşhisi konur ve
tedavi için yatış yapılır. (Bipolar bozukluk, "Maniden depresyona
kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler" olarak tanımlanır. Bu
duruma bipolar bozukluk denir.)
Bizim arkadaş,
personeline “Ben hastanede tek başına kalamam. Benimle beraber sen de yat, bana
verilen ilaçlardan sen de kullan” der. Bu vesileyle personelin tedavi olması
sağlanacaktır. Bizim arkadaş hasta olmadığı halde personelinin tedavi olması
için bir süre hastanede yatar ve tedavisini yaptırtır.
Toptancı
değilim. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum. Ama şunu da söylemeden
geçemeyeceğim. Teşkilatlanma ve çalışma şekilleri birbirine çok benzeyen bu
yapıların her biri; kendisini doğru yolda, başkasını yanlış yolda gördüğüne
göre acaba bunlar da ha bire başkalarını mı işaret ediyorlar?
* 18/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
13 Eylül 2020 Pazar
Niyetimiz Üzüm Yemek Olmalı *
Türkiye ve dünyada ne
kadar tarikat var, bilmiyorum. Bildiğim, irili-ufaklı çok sayıda olduğu. Göz
önünde, herkesin bildiği geçmişten günümüze gelen bazı tarikatlar olsa da adı,
sanı pek duyulmamış tarikatların adını, müntesipleri bilse de kamuoyu onları bir
olaya adı karıştıkları zaman öğreniyor.
Konu Türkiye gündemine
düşünce kamuoyu, meselenin aslını astarını öğrenmeden soluğu kutuplaşmada
alıyor. Kimine göre bu tarikatlar,
*"İslam'a ve
topluma zarar veriyor. Bunlar uluslararası istihbarat örgütlerinin emrinde.
Bunların köküne kibrit suyu döküp yok etmek gerekir".
*”Laik bir ülkede
bunlara yer yoktur. Bunlar devrim yasalarıyla yasaklanmıştır. Devlet bu konuda
görevini yapmalıdır. Çünkü bu ülke dervişler, şeyhler ülkesi değildir. Bu
görüntü ve yaşayış çağdaş Türkiye'ye yakışmıyor".
*”Tarikatlar İslam'ın
çimentosudur. İslam'ın kendisidir. Ehlisünnetin kalesidir. Tarikatlar yok
edilirse İslam gider. İslam'da bu yapılara yer vardır. Hz Ebu Bekir ve Hz
Ali vasıtasıyla bu yapılar peygambere kadar gider. Tarikatlar geçmişte İslam'ın
Anadolu'da, Balkanlarda ve Afrika'da yayılmasında önemli bir rol ve misyon
üstlenmiştir. Günümüzde ise insan eğitimine önem vermekte, insanları terbiye
etmektedir. Tarikatlar üzerinden yapılan bu tartışma ve bu yapılara yapılan saldırılar,
İslam'ın kendisi olan tarikatları yok etmeye ve itibarsızlaştırmaya yöneliktir.
Uyanık olmak lazımdır. Hakiki ve sahte olanı ayırt etmeden hepsini aynı kefeye
koymak iyi niyetle bağdaşmaz".
*”Yasal statüye
kavuşturulmalı. Bu yapılar şeffaf olmalı. Kuracağı bir mekanizma ile devlet, bu
yapıları denetlemeli”.
*”Eskiden önemli rol
üstlenmiş bu yapılar asli hüviyetine çekilmeli; ticaret, siyaset ve kamuda
kadrolaşmaktan arındırılmalı”.
*”Hepsi FETÖ’nün
yolundan gidiyor. Aynı akıbete duçar olmadan tedbir almak lazım”.
Yer verdiğim bu
örneklerden hareketle toplumun bir kesimi, bu yapıları zararlı görüp
kapatılmasını savunurken bir kesimi de faydalı görüp devamını savunduğu
görülmektedir. Bir kesim daha var ki toplumsal vakıayı göz önünde bulundurarak
bu yapıların şeffaf ve denetlenebilir bir statüye kavuşturulmasını istiyor.
Bir tarikat şeyhinin bir
vukuatı üzerinden yapılan bu konuşmalar bir vuzuha kavuşmadan bir müddet sonra
yerini başka gündeme bırakacak. Ta ki yeni bir vukuata kadar konu, buzdolabında
bekletilecek. Çünkü savunma ve saldırma refleksi bu meseleyi bugüne kadar hep
çözümsüz bırakmıştır. Belki de tarafların istediği bu. Halbuki mesele bağcıyı
dövmek değil, üzüm yemek olmalıydı.
Ben savunan ve saldıran
tarafta değilim. Bu yapıların çoğu görüşlerini, işleyişlerini ve verdikleri
görüntüleri tasvip etmesem de bu yapıların bir ihtiyaçtan ortaya çıktığını ve
sosyal bir tabanının olduğunu düşünüyorum. İhtiyacı ortadan kaldırmadan
resmiyette yok kabul edilse de merdiven altı veya başka statülerle bu yapılar
yoluna devam edecek. Bu tezimi ispatlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok.
Yakın tarihte dershanelerin kapatılması konusu bile bize bu konuda bir fikir
verir. Hepsi, kurs veya etüt merkezi şeklinde devam ediyor ve dünün dershane
işlevini yerine getiriyor. Merkezi sınav sistemi olduğu müddetçe bu ihtiyaç da
devam edecek ama resmi ama merdiven altı. Tarikatlara verilecek yasal statünün
sorunu en aza indireceğini düşünüyorum.
Tarikatları denetleyecek
ve çekip çevirecek bir üst çatı olmadığı müddetçe sahtesi-hakikisi yoluna devam
edecek. İşin garibi hangisi sahte hangisi hakiki, bunu tespit etme imkanı da
yok. Her oluşum kendini fırkayı naciye olarak görüyor. Ne zaman ki bir
tanesinde bir olay patlak verince “Onlar zaten sahte şeyh idi” deniyor. Halbuki
eğrisi-doğrusu halka bırakılmadan ve testi kırılmadan tedbir alınmalı diyorum.
Yazıma son verirken
kafamı kurcalayan bir konuya kısaca değinmek istiyor ve ilgililerinden cevap
bekliyorum. Günümüzde, ama tarikat ama cemaat olarak yoluna devam eden bildiğim
ne kadar oluşum varsa şeyhleri vefat edince yerine ya oğlu ya damadı ya kardeşi
ya torunu vs. geçiyor. Bunun bir hikmeti var mı acaba?
* 16/09/2020 tarihinde
Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
7 Eylül 2020 Pazartesi
Devlet Yalan Söyler mi? *
6 Eylül 2020 Pazar
Yetmedi mi Dinden Ekmek Yediğimiz? *
*07/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.