5 Aralık 2019 Perşembe

PISA Sonuçları Yüreğimize Su Serpti ***

Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırmadır. Amacı, öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanma becerisini ölçmektir. Ayrıca gençlerimizi daha iyi tanımak; onların öğrenme isteklerini, derslerdeki performanslarını ve öğrenme ortamları ile ilgili tercihlerini daha açık bir biçimde ortaya koymaktır.

PISA’da zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır. (pisa.meb.gov.tr)

Üç yılda bir yapılan ve Türkiye’nin ilk defa 2003 yılında katıldığı 2018 PISA sonuçları açıklandı. 2015 PISA sonuçları ile 2018 sonuçlarına bir göz atalım: Türkiye'nin okuma becerileri alanında 2015 yılında;
*428 olan ortalama puanı, 2018 yılında 38 puanlık artışla 466'ya,
*420 olan ortalama matematik puanı 34 puanlık artışla 454'e,
*425 olan ortalama fen puanı 43 puanlık artışla 468'e yükseldi.
Üç alanda da puanların 2015 yılına göre yükseldiği, en büyük iyileşmenin de fen okuryazarlığında elde edildiği görülmektedir.

79 ülkenin katıldığı PISA sonuçlarına sıralama bazında bakarsak;
* Okuma becerilerinde 50'nci sırada iken 40.
* Matematik okuryazarlığında 50'nci sırada iken 42.
* Fen okuryazarlığında 54'üncü sırada iken 39. sıraya yükseldi.

Bir istatistik daha verelim. SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) 2018 PISA sonuçlarına dair hazırladığı analize göre “Matematik haricinde fen ve okuma alanlarında kız öğrencilerin performansı, erkek öğrencilere göre daha yüksek” olduğu ortaya çıkmıştır. Bu istatistik de beni yanıltmadı. Kız çocukları biz geliyoruz diyor. Bunu da merkezi sınavlardaki başarılarından ve kamuda görev alan kadın sayısından anlayabiliriz. Eskiden kamuda görev yapan erkek nüfus kadınlara göre daha fazla iken bu oran kadınların lehine hızlı bir şekilde değişmektedir.

2018 PISA sonuçları istediğimiz gibi mi? Değil elbet. Daha iyi olamaz mıydı? Olurdu elbet. Ama 2015 PISA sonuçlarına göre 2018 PISA sonuçları yüreğimize su serpti desek yanlış olmaz. Çünkü 2015 PISA sonuçlarına göre Türkiye puanını artırdı. (2015 sonuçlarının gerisine de düşebilirdik.) Artırdığımız puan istediğimiz gibi olmasa da geleceğimiz adına ümit vericidir.

2018 PISA araştırmalarına katılan ve 2015 değerlendirmesine göre çıtayı yükselten öğrencilerimizi tebrik ediyorum. Bir üç yıl sonra yani 2021 yılında yapılacak olan yeni bir değerlendirmede yeni 15 yaş grubu öğrencilerimizin 2018 PISA sonuçlarını daha yukarılara taşıyacaklarına yürekten inanıyorum. Yeter ki biz bu çocuklarımıza güvenelim. Çünkü güven, başarıyı tetikleyen öğelerin başında gelir.

***07/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.




Kimden Korkacaksın?

Bugün size tipler içinden bir tipten bahsedeceğim. Bakalım beğenecek misiniz? Beğenir iseniz yanınıza alıp turşusunu bile kurabilirsiniz.  Turşuyu hep kendinize almayın, biraz da bize verin dersem iki gözüm çıksın. Alın tepe tepe kullanın. Varsın size yakın, benden ırak olsun.

Dişlerinizi boş yere sıktığınız bu tipin adını koyacağım sadece. Düzeltebilir misiniz? Asla. Çünkü kabili mümkün değil. Bu ülkede eğitim düzelir, ekonomi düze çıkar. Bu tipler yine düzelmez.

Biliyorum merak ettiniz bu tipi. Ama nevi şahsına münhasır bir tip değil, çevrenizde sürüyledir böyleleri. En iyisi özelliklerini sayayım:
Plansızlığı plan edinmiştir.
Önerilere açık değildir. Çünkü egosu müsaade etmez ve egosundan ödün vermiş olur. Kibri el vermez. Zira görünmeyen bir kibri vardır.
Fazla konuşmaz. Şayet konuşmak zorunda kalırsa savunma refleksini çalıştırır. Bilir ki kırıp dökmüştür ama burnundan kıl aldırmaz. 
En makul ve masum isteklerine cevap vermez. Çünkü aklı basmaz. Tek yaptığı öğrendiğidir. Tek doğrusu da budur. Zira hayata dar açıdan bakar. Siz buna at gözlüğüyle bakar diyebilirsiniz.
Teamül nedir bilmez. İnsanlarla dama taşıyla oynar gibi oynar.

Plansızlığı plan olan bu tiplerden korkacaksın. Kendisinden değil, plansızlığından. Saygı da duymayacaksın. Çünkü sağı solu belli olmaz. Böylelerine asla sorumluluk vermeyeceksin. En küçük bir koltuğu bile  kurban edeceksin. Mümkünse ne birlikte çalışacaksın ne de iş vereceksin. Fayda bekleme böylelerinden. Zararı bir virüs gibi herkese bulaştırır. Selam vermeyeceksin. Selam vermez de verse de almayacaksın. Uzak duracaksın. Uzaktan kırıp döktüklerini seyredeceksin. Yaptıklarını mesele edinip moralini bozmayacaksın. Çünkü en büyük mutluluğu senin moralini bozmak üzere kurulu. O yüzden egosunun tavan yapmasına izin vermeyeceksin.

O, odasına kapanıp bir sonraki kırıp dökme işinin planını yaparken sen de kırıp dökülen işini yapmaya yönel. Tam toparlamaya başladım derken bu kimsenin senin için hazırladığı sürprize hazır ol. 

3 Aralık 2019 Salı

Merkezi Sınavlarda Süre *


Merkezi sınavlar, okuyacağımız okulu ve okuduğumuz bölüme göre meslek seçiminde en önemli faktördür bu ülkede. Okumaktan başka bir seçenek düşünmeyenler için hayat-memat meselesi dense yeridir. Bundan dolayıdır ki ilkokuldan başlayarak muhit, okul ve öğretmen arayışına girilir. Ortaokul hakeza. İyi bir lise okumak için daha 5.sınıftan itibaren etüt ve kurs merkezi, özel ders alma, DYK kurslarına yazılma, özel okula gitme ve yardımcı kaynak alma gibi merkezi sınavlara hazırlanma çabamız var. Aynı maraton, lise öğreniminde de devam ediyor.

Niyetim merkezi sınavları anlatmak değil. Çocukluğunu doğru dürüst yaşamadan burunlarından fitil fitil getirdiğimiz çocuklarımıza dünyayı dar eden ve hayatlarına yön veren merkezi sınavlardaki sürelere dikkat çekmek istiyorum. Çünkü sınava giren öğrencilerin kahir ekseriyeti "Süreyi yetiştiremediğinden" şikayetçi. Çocuklarda mı sorun var, verilen sürelerde mi?

Önce sınav sürelerine bir bakalım:
LGS→50 soruluk sözel alan için 75 dakika, (her bir soruya 1,5 dakika)
40 soruluk sayısal alan için 80 dakika. (2 dakika)
TYT→120 soruya 135 dakika. (ortalama 1,125 dakika)
AYT→160 soruya 180 dakika. (1,125 dakika)

Merkezi yapılan sınavların her soruya düşen ortalama süresi, verdiğim bilgilerde görüldüğü gibi ortaokullarda 1,5 ila 2 dakika, lise öğrencilerinde ise 1,125 dakikadır.

Sürelere bakınca ortaokul öğrencilerinin girdiği LGS süresine eh, olabilir diyeceğim. Lise son ve mezunlarının girdiği YKS süresi tam bir fecaat. Yazık çocuklara verilen bu süreye. İki ayağını bir pabuca sok demektir, düşünmeden yap demektir, seri üretim yapan bir makine gibi ol demektir. Çocuklar ve ebeveynleri için hayat-memat olan bu sınavlarda, sınava giren öğrencilerin çoğunluğu süre sorunu yaşıyorsa çocuklardan kaynaklanmayan bir sorun var demektir. Merak ediyorum, ister sözel ister sayısal sorularda olsun, MEB Bakanına, ÖSYM Başkanına, kendi hazırladığı soruların dışında merkezi sınav sorularını hazırlayan kişilere aynı süreyi verip kendilerini imtihan etsek kaçı süre sorunu yaşamaz.

Kimse biz de bu yoldan geçtik, biz de zamanı ayarlama sorunu yaşadık, bunlar da aynı sorunu yaşayacak. Bu, pratik eksikliklerinin ve fazla soru çözmediklerinin bir sonucudur, derece yapanların niye böyle bir sorunu yok, elemek ve başarı sırası belirlemek için başka yol yok diyemez. Yeni nesil sorular, bilgiden ziyade çocukların anlama ve kavrayışlarını ölçmeye yönelik. Bilgi sormuyoruz, metinden ne anladığını ölçeceğiz diyerek neredeyse bir sayfayı bulan bir metin koyuyoruz önüne. Uzun sorular bir değil, beş değil. Neredeyse tamamı böyle. Eskiden Türkçe veya Edebiyat sorularında gördüğümüz uzun sorulardan Fen grubu ve diğer dersler de nasibini aldı. Çocuk, sorunun uzunluğunu görünce daha baştan gözü korkuyor. Büyükler gibi daha anlama, kavrama ve analitik düşünme melekeleri tam gelişmemiş çocuk ve gençlere Allah'tan reva mı bu? Çocuk/genç parçayı mı okusun, parçayı mı anlasın? Verilen bu süre ile öğrencinin parçayı ikinci defa okuması mümkün değil.

Niyetimiz öğrencilerin başarısını mı ölçmek yoksa zamanla yarıştırarak heyecan ve aceleden nasıl yanlış yaptırarak başarısız kılarız mı? Niyet, başarısızlığı ölçmek olmasa da sonuç nasıl başarısız kılarıza varıyor. Yapmayın Allah aşkına! Yazık etmeyin bu çocuklara! Geleceklerini ve hayallerini yok etmeyin. Düşünecekleri kadar makul süre verin sınavlarda. Hem siz "Acele işe şeytan karışır" demiyor musunuz? İşimize şeytanı karıştırırsak istemediğimiz bildik başarısızlıklar ortaya çıkar. Ya soruları azaltın ya da süreyi makul bir seviyeye çekin. Bu çocuklara yazık etmeyin. Onları, bu dünyaya geldiklerine pişman etmeyin.

* 04/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



1 Aralık 2019 Pazar

"Mimleniriz"

Başına bir şey gelmeyince insan hayatı tozpembe sanır, ayakları yere basmaz. Eşine, dostuna ve çevresine çok güvenir. Hayat hep böyle devam etmez. Zira imtihan dünyasıdır.

Herkesin bir sınavı vardır. İmtihan bazen kendisi üzerinden olur, bazen çoluk çocuğu üzerinden, bazen de çevresinin başına gelenler yüzünden kendisi imtihan olur. Ne zamanki kişinin başına imtihan amaçlı bir bela ve musibet gelir, eşinin ve dostunun yanından yavaş yavaş uzaklaştığını görünce gerçekle yüzleşmeye başlar ve ayakları yere basar. Ben dostlarımı tanıyamamışım der.

2000 öncesi Hizbullah operasyonlarının yaygın olduğu ve TV'lerin ilk haberi olarak verildiği zamanda çalıştığım okulda bir meslektaşımız da Hizbullah üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Çok değer verdiğim bu öğretmenin sürekli beraber olduğu, oturup kalktığı, şakalaştığı dostlarına "Arkadaşınızdan haber var mı? Ailesi ne durumda? Evine uğrayıp ailesine bir ihtiyacın var mı diye soruyor musunuz? Onlara maddi destek sağlıyor musunuz" dediğimde sessiz kaldılar. Ne biçim arkadaşsınız dediğimde ne yapabiliriz cevabı aldım sürekli. Sizden ancak iyi gün dostu olur dedim.

Günümüzde birkaç yıldır devam eden bir başka operasyon var. Bu operasyonun ucu dokunmayan yok gibi. Biri üyelik veya iltisakla suçlansa, dostları onun suçsuz olduğunu bilse bile kimse yanında görünmez. Herkes yavaşça boşaltır, kendi haline bırakırlar onu.

Hem Hizbullah hem de FETÖ konusunda devlet doğru veya yanlış bir mücadele veriyor. Her türlü veriyi değerlendiriyor ve güvenlikçi bir politika izliyor. İnsanımız ise bir yakınının, bir dostunun başına bir şey gelse, masum olduğuna inansa bile dostları hemen yanından uzaklaşıveriyor.

Niçin uzak kalıyorlar? "Mimleniriz" diye. Abdestlerinden şüpheleri var demek ki. Halbuki eş-dost böyle günlerde belli olur. İnsanların başına gelen bu durum bir gün kalkar ve kişinin masum olduğu ortaya çıkarsa eski dostlar yanına bir bir gelse bile arada mutlaka bir mesafe olur. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

"Gözümü Yummadım"

Yarım ölüm sayılsa da ölüm bir nimettir. Gün boyu yoğun bir tempodan sonra yatağa girip mışıl mışıl uyumak ve derin bir uyku çekmek her şeye değer. Bir bakmışsın ki tüm yorgunluğun gitmiş  bir vaziyette ayağa kalkarsın. Uykusunu alamamış bir beden ertesi gün esner durur. Bu durum başını yastığa koyunca derin bir uykuya dalanlar ve deliksiz uyuyanlar için.

Bir de yatağa girip bir türlü uykusu gelmeyenler var. Sağa döner olmaz, sola döner olmaz. Gece boyunca gözler kapalı sabahın olmasını beklerler. Epey bir mücadeleden sonra canları geçip uykuya dalsalar da uyuyup uyumadıklarını bilemezler. Genelde yaşı ilerlemiş, bir meşgalesi olmayan, sağlık sorunu yaşayan, evin içinde gününü gün eden ihtiyarlarda bu uyuyamama hali daha yaygındır. Kişiler niçin uyuyamazlar? 

Kafasında dert edindiği ama çözemedikleri bir sorunları vardır.
Oğlu, kızı huzurlu değilse onları dert edinirler.
Herhangi bir sorunları yoksa da kendi kendilerine sorun üretirler. Yok şeye kafa takarlar.
Sağlık sorunu vardır. Ağrı ve sızısından uyuyamazlar.
Hiçbir meşgaleleri yoktur, iş yapmadıkları için vücutları yorulmaz. Akşam sabah evin bir odasında oturur dururlar. Tek yaptıkları yeme, içme, namaz kılma ve tuvalete gitmekten ibaret olan bu kişilerin vücutları yorulmadığı, yediklerini eritmedikleri için uyku sorunu yaşarlar. Yine bu tipler gündüz demeden başlarını uzatır, hafif kestirirler. Gündüz kısa süreli kestirme gecelerini zehir eder. İki sözlerinden biri "uyuyamıyorum" olur. Hep uyku özlemi ve hasreti çeker dururlar. Ah bir uyuyabilsem derler. Gündüz uyuyorsun, ondandır. Gündüz uyuma dediğinde gündüz uyuduklarını da kabul etmezler. Az önce gördüm, uyuyordun desen; "uyumam, sadece gözlerim kapalıydı, senin geldiğinden haberim var" diyerek yemin billah ederler. Sanki uyuduklarını kabul etseler ayıplanacaklar. Aslında uyuyamadıkları doğru. Uyuduklarının farkında değiller. Kabul etmedikleri gündüz kestirmesi gece uykularını yok ediyor. Bir diğer sorun, hareket etmeyen ve yorulmayan beden uyumak istese de uykuyu sevmez. 

Bir nevi ihtiyarlık hastalığı olan bu uyuyamama hali çoğu ihtiyarların balının belası. İhtiyarlık hastalığı da denebilir. Allah kimseyi uyuyamama hastalığıyla karşılaştırmasın. Çünkü uyku bir nimettir.

"Benim Rızamı Almadınız" Davası ***


Beş parmağın beşi de bir değil sözünü insanlar aynı değil anlamında çok duymuşsunuzdur. İnsanda on parmak olduğuna göre on çeşit insan var diye mantık yürütebiliriz. Keşke on ile kalsa daha ne isteriz. Dünyada ne kadar insan varsa parmak uçlarından farklılıklarını görebiliriz. Bugün dünyada yedi milyar insan varsa bu demektir ki dünyada yedi milyar farklı insan var demektir.

Fiziki yön itibariyle birbirimize benzesek de iç dünya olarak çok farklıyız. Eskiden özgüvenimizi tam olarak ortaya koymadığımız için aynı gibi görünsek de çok farklıyız. Zengin-fakir, güzel-çirkin, kibirli-mütevazı bugüne kadar geldik. Ama bizi bundan sonra farklı bir insan tipi bekliyor. Okuma oranı arttıkça farklı insan tipleri kapımızı çalacak ve farklılıkların ortaya çıktığı ve bireyin ön planda olduğu, laftan ve sözden anlamayan, dünyası farklı, özgüveni (!) yüksek insan tipleri bunlar. İnsanın farklı olmasından, onun bir muamma olmasından şikayetim yok. Çeşitlilik iyidir. Ama öyle bir nesil geliyor ki bundan önce yaşayanlara rahmet okutur cinsten.

8-10 yıl öncesinde çarşıda yanıma genç biri gelip benden bir şey istedi. Verdim. İsteğini elde edince benimle konuşmaya başladı. “İşten kaçtım, çalışmak istemiyorum” dedi. Gençsin, çalışmayıp da ne yapacaksın? Yarın evlenip evini geçindirmek, namerde muhtaç olmak istemiyorsan çalışmalısın. En azından bir mesleğin ve sosyal güvencen olur dedim. “Ben çalışmak istemiyorum. Evlenme gibi niyetim de yok. Anam babam beni doğurduysa bakmak ve her istediğimi karşılamak zorunda. Bu dünyaya gelirken bana sormadılar. Mademki doğurdular, mecburen bana bakacaklar” dedi. Ya Rabbi, aklıma mukayyet ol diyerek oradan sıvıştım. Muhatap olduğum bu kişi ilköğretimden sonra okumamış, cahildir ne de olsa dedim. Çok kafama takmadım.

30 Kasım 2019 akşamı “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına bakarken Türkiye derecesi yapmış ve hukuk okumuş, şimdilerde aklımın almadığı şeylerle uğraştığını söyleyen genç bir avukat, yarışmacı olarak katıldı. Kendisini tanıtırken “Ailesi ile görüşmediğini, kan bağı dışında bir bağı bulunmadığını, kazandığı para ile ailesine “benim rızamı almadınız davası” açacağını, sosyal medya gücü ile sevgi bağı edindiği yakınları olduğunu” söyledi. Yarışmacı konuşmasında “Hindistan’da da benzer şekilde bir davanın kazanıldığını ve benzeri bir film yapıldığını” söyledi. Bu konuyla alakalı “farkındalık” yaratmak istediğini belirten yarışmacıya program sunucusu Kenan İmirzalıoğlu, “Biz yine de annelerimizin kıymetini bilelim, onların kıymetini hiçbir zaman unutmayacağız” deyince yarışmacı: "Onlar bizim kıymetimizi unutmasınlar" cevabını verdi. Kenan İmirzalıoğlu: "Onlar bizi bugünlere getirmişler. Hepsine çok teşekkür ederim. En azından kendi adıma..." deyince, yarışmacı: "Ben muhalefet şerhi koyuyorum" dedi.

Kendisinden sonra dört kardeşi daha olan yarışmacıyı bu noktaya getiren “Maddi sıkıntıya düştüğü zaman aile ve akrabalarından maddi destek görmemiş olması.” Açacağı dava “Kendisinden sonra doğan kardeşlerini anne ve babası doğururken kendisinin görüşünü almamaları” üzerine olacak.

Anlattığım iki örnekten ilki “Ben doğarken ‘Dünyaya gelmek’ istiyor musun” diye sormamaları. İkinci verdiğim örnekte ise “Kendisine iyi bir imkan sunmadan, kendisinin görüşü alınmadan kardeşlerinin dünyaya getirilmesi” üzerine. Dünyanın en iyi ikna eden kişilerini bu tipleri ikna etsin diye getirseniz pes eder, çeker gider.

Ümit ediyorum ki bu şekil düşünenlerin sayısı verdiğim iki kişiden ibaret olsun. Ama görünen bu tip düşünenlerin sayısının artarak devam edeceği ve ebeveynlere “benim rızamı almadınız” davalarının mahkemelerimizi epey meşgul edeceği yönünde. Bu tiplerin sayısı artmadan, beğenmediğimiz bu anların tadını çıkarmaya bakalım. Zira yarınımız çok karanlık… Bir çocuk dünyaya getirirken de iki defa düşünün derim. Çünkü çocuğunuz tarafından “benim rızamı almadılar” davası açılacağını da lütfen hesaba katın. Hatta anne karnında iken “Yavrum! Bu dünyaya gelmek istiyor musunuz” diye sorun. Bu nasıl olacak demeyin. Bu da sizin maharetinize kalmış. Allah başta evlat olmak üzere her şeyin hayırlısını versin, beteriyle imtihan etmesin.

***03/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.






El-İnsaf! *

24 Kasım 2019 Öğretmenler Günü münasebetiyle Selçuklu Kongre Merkezinde düzenlenen programda, Konya Valisi Sayın Toprak'ın bacak bacak üstüne atan bir kişiyi "Düzgün otur" şeklinde uyarmasının ardından bir hafta geçmesine rağmen bu olay, Türkiye gündeminden düşmedi bir türlü.

Olayın ardından bacak bacak üstüne oturan kişinin önce öğretmen olduğu söylendi, ardından yerel bir gazetenin muhabiri olduğu anlaşıldı. Konya Valisi "Olaydan duyduğu üzüntüsünü" ifade eden bir açıklama yaptı. Olayın faili muhabir, Vali Beyi makamında ziyaret ederek validen özür diledi. Birlikte çekindikleri bir fotoğraf basında yer aldı. Ulusal basına sıçrayan ve Türkiye gündeminde tartışılmaya başlanan bu olay üzerine Konya Valisi, bağlandığı TV kanallarında "Muhabiri toplantı bitimi uyarsam daha iyi olacaktı" şeklinde açıklama yaptı. Muhabirin çalıştığı gazetenin sahibi, basında ve sosyal medyada Konya Vali'sini yıpratmaya yönelik yapılan yayınlar üzerine Vali Bey’i makamında ziyaret ederek "Konya Valisinin yanındayız, yıpratılmasının karşısındayız" şeklinde bir destek açıklaması yaptı.

Gördüğüm kadarıyla muhabir kötü niyetli değil, oturuşunun şık olmadığını ifade ediyor, Sayın Vali "Böyle olmasaydı daha iyi olurdu" açıklamasını yapıyor, gazetenin sahibi "Bizim üzerimizden Vali Bey'in yıpratılmaya çalışılmasını tasvip etmiyoruz" diyor. İstemeden oluşan bu nahoş durum, tarafların iyi niyetleriyle tatlıya bağlanıp unutulmaya yüz tutuyorken 30 Kasım 2019 günü ulusal bir gazetenin internet sayfasında gazete patronunun destek açıklaması, "Vali'nin azarladığı muhabir izne çıkarıldı. Patron, özür dilemeye gitti" başlığıyla çıkıyor. Başlığı tıklayınca haberin başlığıyla, içeriği birbirine taban tabana zıt. Başlık başka şey söylüyor, içerik bir başka şey. İçerik doğru, başlık yanlış. Anladığım kadarıyla gazete içeriği beğenmemiş, buradan bize ekmek çıkmaz, bu haber okunmaz demiş olmalı ki çareyi başlığı değiştirmede bulmuş. Çünkü gazete patronunun, destek açıklamasından ziyade özür dilemesi daha dikkat çekici olur, okunur ve haber değeri olur. (Tıpkı bir zamanlar keçisi çalınan bir müftünün “Müftü, keçi çaldı” şeklinde haber yapılması gibi.) Bu gazetenin, içeriği değiştirmeden başlığı değiştirmesini ben, "Siz her ne kadar Vali Bey'e destek açıklamasına gitseniz de bunu bana yutturamazsınız. Siz bal gibi özür dilemeye gittiniz. Bunu ben böyle okuyorum" şeklinde anlıyorum. Bu yorumu gazete köşe yazarlarından biri, köşesinde böyle yorumlasa, yorumudur der, geçip giderdim. Çünkü köşe yazılarında yorumun yeri vardır. Ama haber olarak verilenlerde olay olduğu gibi verilir; yoruma, öznel değerlendirmeye yer verilmez. Ayıp olan da burasıdır. Basın etik ilkelerine de uymaz.

Protokolde bacak bacak üstüne oturan muhabirin gazete patronu, Vali'yi ziyareti esnasında "Muhabirim yüzünden şahsınızın yıpratılmaya çalışılmasından dolayı muhabirim adına özür diliyorum" demiş de olabilir. Birinin hatası yüzünden “onun adına bazen özür diliyorum demez miyiz? Unutmayalım ki özür dilemek bir erdemliliktir, bir gönül almadır. Her insan yapamaz bunu. En azından kibri el vermez buna.

Haddinden fazla gündem işgal eden bu konu, daha fazla deşelenmeden kapatılmalı artık. Çünkü iş kişiler üzerinden kurumlar yıpratılmaya gidiyor. Her birimiz hata yapabilir. Muhabir de hata yapar, vali de. İnsanız ne de olsa... Her hata yapanın ipi çekilseydi yeryüzünde insan kalmazdı. Önemli olan hatalardan ders çıkartıp yenilerini yapmamak ve yanlışımızda ısrarcı olmamaktır. Burada oturuşuyla gündeme gelen muhabir, özür beyanında bulunmuş. Vali Bey, olaydan duyduğu üzüntüsünü ifade etmiş, gazete muhabiri üzerinden yıpratılmaya çalışılan mülki amire gazetenin patronu, destek açıklaması yapmış. İş tatlıya bağlanmış ve maksat hasıl olmuş. Kimse ben haklıyım diyerek yanlışı üzerinde ısrarcı değil. Bunun ötesinde olayı başka taraflara çekmek ve olayı kaşımaya devam etmek üzüm yemek değildir, insafla da bağdaşmaz. El-insaf diyorum. Haber yaparken de eleştirirken de insan onurunu korumamız lazım.

* 02/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.