30 Ekim 2019 Çarşamba

Farklı Fikirleri Kimler Dinlemez? *


Zaman zaman birileri hakkında şunu dinlemeyin; sapıktır, bunu dinlemeyin; itikadı bozuktur...
Falandan uzak durun; tehlikelidir.
Şu var ya şu...Kur'an'cıdır; sünnet ve hadisleri inkar ediyor. 
Falan mı? Kafanı bulandırır, bunun bir konuşmasını dinledim; Allah'ım! Aklıma mukayyet ol, beni affet, dedim. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Beni dinden çıkartacaktı…ben kıymetli vaktimi onun gibi birini dinleyerek geçiremem.
Falan, sahabeye hakaret ediyor. 
Böylelerini konuşturmamak lazım.
Bunların kitapları okunmaz.
Sen bunun kitabını nasıl okur, konferansına nasıl gidersin? Halbuki o, şöyle biridir. Falan konuda şöyle bir düşünceye sahiptir.
Bunlar müsteşriklerin içimizdeki yerli işbirlikçileridir gibi sözler duyarsınız. Sizi uyarır dururlar.

Kur'an'da müminlerle ilgili Allah "O kimseler ki tüm sözleri dinlerler ve sözlerin en güzeline uyarlar" buyurmasına rağmen bu ayete karşı gelircesine bu tür uyarılar nedendir? Yapılanlar inanç ve fikir hürriyetine ve İslam'ın hoşgörü anlayışına sığar mı? Allah sapıtma ve inkar etme konusunda şeytana bile özgürlük verirken Müslümanlar aynı kıbleye baş koymuş Müslüman kardeşlerine niçin aynı hoşgörüyü göstermezler? Yanlış buldukları ve katılmadıkları bir görüşünden dolayı o kimseye niçin iki satırlık bir reddiye yazma yoluna gitmezler?

Bu tür uyarı yapanların hepsi yeknesak değil. Ne niyetle böyle yaptıklarını sorgulamaya çalışacağım. Uyarıların aşağıdaki sebep ya da sebepler dolayısıyla olabileceğini düşünüyorum.
1.Farklı fikre tahammülü yoktur.
2.Yeni bir fikre açık değildir.
3.Ön yargılıdır.
4.Kişiyi yeterince tanımıyor, kulaktan dolma bilgilere sahiptir. Bu kadarını yeterli görüyor.
5.Kendi fikrine güvenmiyor, fikrinin değişeceğinden endişe duymaktadır.
6.Halihazırda savunduğu fikirden ekmek yiyordur. Ekmeğinin elinden uçup gideceği endişesini taşımaktadır.
7.Aklını kullanmıyor, yeni ve farklı fikirleri sorgulamaktan kaçınıyor ya da kendi fikri konusunda yeterli donanıma sahip değildir.
8.Farklı fikre karşı çıkarak birilerine yaranmaya çalışıyor.
9.Kafasını doldurduğu bidat ve hurafeleri en doğru kabul etmektedir.
10.Geleneklere aşırı bağlıdır. İyi bir taklitçidir.
11.Ya çok samimi ya da samimi görünmeyi seçmektedir.
12.Eleştiri kültürü gelişmemiştir...

* 30/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


29 Ekim 2019 Salı

Cumhuriyet Üzerine Bir Değerlendirme ***

Cumhuriyetin ilan edilişinin 96.yılını öğrenci, öğretmen ve çocuğu etkinliklerde görev alan az sayıda veli ile birlikte kutladık. Bazı yerlerde halkın katılımı olsa da çoğu yerde halk yok bu kutlamalarda. Protokol dışında devlet memuru da yok. Hasılı "Milletin, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi" olan cumhuriyet kutlamalarına halkın katılımı, neredeyse yok gibi. Halkımızın çoğunluğu tarafından tatil olarak değerlendirilen bugünün kutlaması, her zamanki gibi öğretmen ve öğrencilerin üzerinde dense abartmış olmayız.

Halkın cumhuriyet ile bir sorunu var mı? Sanmıyorum. Cumhuriyet ve değerlerine soğuk bakanların bile cumhuriyet ile bir sorunlarının olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir yönetim biçimi olan cumhuriyet, İslam dininin "Onların işleri istişare iledir" fermanı gereğince Müslümanlarca günümüzün en uygun yönetim şekli kabul edilmesi lazım. Zira halkın temsilcileri vasıtasıyla oluşan Meclis, bir nevi şura/istişare heyetidir.

Durum bu iken yani cumhuriyet İslam'a en uygun yönetim biçimi olduğu halde mütedeyyin insanlardan oluşan bir kesim, niçin cumhuriyete ve cumhuriyetin değerlerine karşı çıkar? Kimin, niçin karşı çıktığı veya soğuk baktığı, dilinin altında gizli olduğu için sebep ya da sebeplerini bilme imkanımız yoktur. Fakat psikologlar kendisine tedavi için gelenleri anlamak ve ona göre bir tedavi önermek için kişilerin çocukluğuna inmeye çalıştıkları gibi ben de bunun nedeninin geçmişte olduğunu düşünüyorum. Din ve cumhuriyet gibi değerler her birimizin ortak değeri olması gerekirken bu değerlere tavır alabiliyoruz çoğu zaman. En azından soğuk bakıyoruz. Niçin böyle derseniz? Bana göre suç, bu değerlerden ziyade bu değerleri uygulayan, anlatan kişilerde olduğunu düşünüyorum. Bu değerlerin arkasına sığınarak yapılan veya dayatılan bazı hususlar dolayısıyla kişilerin yaptığından nefret eden insanımız, ister istemez bu kişilerin savunduğu değerlere de mesafe koyuyor. Çünkü bu güzel değerlerin uygulayıcısı insandır. Dünyanın en kötü sistemi iyi insanlar elinde adalet dağıtabiliyor iken en iyi sistem de kötü uygulayıcılar elinde berbat bir sisteme dönüşebiliyor. 

Nasıl ki din adına yapılan veya dayatılan ya da manevi baskı uygulayan kişiler yüzünden bir kesim, dine ve dini yaşayışa soğuk bakıyorsa cumhuriyet adını kullanarak geçmişte yapılan birçok uygulama ve baskı, cumhuriyetin doğru anlaşılmasının önüne geçmiştir. Bugün cumhuriyet yönetimine karşı çıkanlar sanmayın ki padişahlık sistemine özlem duyuyorlar. Karşı çıkanların elinde imkan olsa onlar da yönetim biçimi olarak cumhuriyet yönetim biçimini tercih ederler.

Hasılı bugün kimsenin cumhuriyetle, laiklikle ilgili bir sorunu olmasa da halen bu ve benzeri değerlere soğuk bakış varsa nedenini geçmiş uygulamalarda aramak lazım. Kişilerin yaptığı, değerleri bağlamasa da kişi uygulamalarından hareketle değerlere mesafe koyma gibi değişmeyen bir huyumuz var. Geçmiş yapılanlar geçmişte kaldı. Kötü örneklerin izi belleklerimizden silinsin isteniyorsa kanun yapıcıların kanun yaparken halkın değerlerini ve hassasiyetlerini gözetmelerinde fayda vardır.

***31/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

İhtiyarlık Başa Belâ -2-

Ölüm sıra takip etmiyor, vakti gelen darı bekaya göçüp gidiyor. Zaman zaman eş ve dostun cenaze merasimine katılarak defnediyoruz. Gün geçmiyor ki minarelerden ölen biri için sala verilmemiş olsun.

Başkalarını defnederken ayakta olsam da ölüm vaktimin her geçen gün biraz daha yaklaştığını hissediyorum. Çünkü vücut yavaş yavaş "Pilin bitiyor" uyarısı veriyor. Çok hastaneye giden ve ilaç kullanan biri olmasam da eskisi gibi abdest tutamıyorum. Bir zamanlar sabah abdesti ile yatsıyı kılan ben, en iyi halimde iki, bilemedin üç vakit namaz kılabiliyorum. Eskiden wc'ye gitme benim elimde iken şimdi inisiyatif benden gitti. Geldi mi gücün atıyorum tuvalete kendimi. Sabırsız mı sabırsız. Tuvalet dolu, bu arada wc yok, şu namaz vaktini de bekleyeyim demiyor. Yeter ki gelsin. Az sabır desen ne laf anlıyor ne de söz. Hoplatıyor. Böyle giderse -hiç temenni etmiyorum ama- tuvalete varmadan altıma da kaçırırım. Böyle durumlarda çocuk olmayı ne kadar arzu ederdim. Utanmaca, sıkılmaca yok. Bulduğun bir köşeye tutturuverir, rahatlarsın. Gören de ayıplamaz, hatta gülüp geçer gider. Bu yaşta aynısını ben yapsam, gören en hafifiyle “Çüş be amca! Yaşından başından utan” der. Halbuki ihtiyarlık bir nevi çocukluktur. Ne varmış yaşımda, başımda? Çocuklara gösterilen bu hoşgörü ihtiyarlara da gösterilse ne olur? Sanki kıyamet mi kopar? Hoş, ayıp karşılanmasa da yapacak değiliz elbet. Ama yapmasak da alternatif olarak bir kenarda beklese fena olmaz. Ne olur ne olmaz değil mi ya! Bu arada bir başka alternatif daha aklıma geldi. Böylesi durumlarda yanımda lazımlık falan mı taşısam diyorum ya da Arapların giyindiği gibi entari giyinmek. Bu da nereden çıktı demeyin. Bu zıkkım özellikle üşüttüğüm zamanlarda hoplatmaya başlayınca güç-bela tuvalete kendimi atıyorum. Boş kabin bulabilirsem, şükür diyorum ama pantolonun düğmesini çözmek bir mesele oluyor bu durumlarda. Halbuki üzerimde entari olsa düğme, fermuar derdi yok. Çömelip oturuyorsun. Bu Arapları bu vesileyle daha iyi anlıyorum. Hem sıcaklarda yürüdükçe entari sallandıkça serinletir hem de wc ihtiyacı olduğunda protokol uygulamaya gerek yok.

Siz gülün bakalım. Ama size; gülme komşuna, gelir başına demek isterim. Çünkü bu işler parayla değil sırayla. Bugün bana yarın size. Motor fren tutmayıp hoplatmaya başlayınca anlayacaksınız beni o zaman. Hatta adam beni anlatmış diyeceksiniz. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Ev dışında gittiğiniz bir yerde sağa sola bakarken gözünüz bu aralarda tuvalet nerede diye arayıp duracak. Çünkü hiç beklemediğiniz anda az sonra başınıza ekşiyecek. Demedi demeyin. Aynen vaki olacak. Nasıl ki ihtiyarlık gelecekse bu da gelecek.

Bu işin sonu nereye mi varır? İleri boyutlara varır ise -öyle zannediyorum- prostattan ameliyat olmaya kadar gider. Ameliyat başarılı mı olur yoksa başarısız mı şimdiden bir şey diyemiyorum. Yine iyi huylu mu, kötü huylu mu olur, onu da bilemem. Ama bildiğim bir şey var, prostattan ameliyat olunca hastanede elinde idrar torbası dolaşır durursun. Dolaşa dolaşa herhalde utanma duygusu da yok oluyor.

Nasıl beğendiniz mi ihtiyarlığı? Daha iliklerime kadar yaşamadım ama bu ihtiyarlığı, anlatmak ve yazıya geçirmek bile zor gördüğünüz gibi. Bir de yaşamasını düşünün bu işin. Hasılı, zor dostum zor. Bu ihtiyarlık başa bela dense yeridir.

28 Ekim 2019 Pazartesi

İhtiyarlık Başa Belâ!*

Öğretmenevinde ikindi namazını kıldıktan sonra lavabosuna geçtim. Wc'ye girerken yaşını başını almış yaşlı bir bey amca abdest alıyordu. Çıktım, amca yine abdest almaya devam ediyordu. Elimi yıkarken çıkan sese kulak kabarttım. Garip bir ses idi gelen. Tarif edemem. İhtiyar amcadan geliyordu. Ağzından ziyade ta içinden geliyordu ses. 

Yaşı kaçtır amcanın bilmiyorum ama seksenin üzerinde olmalı. İki büklüm olmuş abdest alırken. Ben çıkarken çorabını giymeye çalışıyordu. Bir yanını lavaboya dayamış, ayağını dizine kadar kaldırmış,  belini iyice bükmüş, iki eliyle çorabını ayağına geçirmek için uğraşıyordu.

Ben çıkıp gittikten nice sonra çorabını giydi, ne kadar vakittir abdest almaya çalışıyordu bilmiyorum. Kuvvetle muhtemel öğretmenevinin müdavimlerinden olmalı. Belki de sabah erkenden gelip geç vakte kadar burada vakit geçiriyordur. Yaşının gereği -idrarını uzun tutamayacağından- bir abdestle diğer vakitleri kılamayacağına göre öyle zannediyorum her vakit için lavaboya girip abdest alıyordur. Abdest almak işkence olmalı onun için. Görmedim ama ayağını yıkamak için lavabo boyunca ayağını kaldırması ve yıkarken bir yere tutunması en az çorap giyişi kadar zor olmalı. 

Üzüldüm amcanın durumuna... Öğretmenevi müdürü olsaydım oranın müdavimi ihtiyarların, abdest ihtiyaçlarını kolayca karşılamaları için en azından lavabonun birini, cami şadırvanlarındaki abdest alma yeri gibi yapardım. Biz büyükler genelde küçük çocuklar ellerini yıkayabilsinler diye lavaboların boyunu normal lavabolardan daha alçak yapıyoruz. Çocuklar için düşündüğümüzü yaşını başını almış, yalnızlara oynayan, lavabo boyu ayağını kaldıramayan ve çorabını ayakta giyemeyen yaşlılarımız için de düşünmeliyiz artık. 

Bir söz de bey amcaya söyleyeyim: Bey amca! Allah geçinden versin. Sen mi önce ölürsün yoksa ben mi bilmiyorum. Çünkü ölüm sıra takip etmiyor. Ama bir değil, iki ayağın birden çukurda. Allah kılacağın akşam namazını ve diğer namazlarını kabul etsin. Abdest alırken çektiğin eziyet ve sıkıntının karşılığını sana kat kat versin. Ama niye abdest almayı kendine kolaylaştırmak için bir mest giymiyorsun? Bu yaşta kendini hâlâ genç mi sanıyorsun? İnat etme! Ayağına bir mest geçir. Sabah namazından sonra giy mestini, yatsı namazını kılıncaya kadar ayağında tut. Ayağında mest olunca abdest almada zorlanmazsın. Çünkü ayaklarını yıkama derdin olmayınca abdest almak çocuk oyuncağı. Sen yine de bu inadı bırak, mest giy mest!

Her yaş kendi yaşında güzel denir. Çocukluğu anladım. Gençlik ve olgunluk yaşını da anladım. İhtiyarlığı çok anlamış değilim. Hatta başa bela dense yeridir. Başta abdest alan bu bey amca olmak üzere Allah ihtiyarlarımıza yardım etsin, ele ayağa düşürmesin. Kimseye muhtaç etmeden kendi kendine yeten güç ve kuvvet versin.

*30/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Büyük Devletlerin Bilindik Sahneleri


Başta ABD olmak üzere büyük devletlerin en büyük özelliği, başka ülkelerle maşalar vasıtasıyla mücadele etmesidir. Girmek istediği ülkede ilk önce bir terör örgütü kuruyor. Bu örgütü el altından besliyor. Örgüt kanlı eylemleriyle sesini duyurup çevreye korkular yayınca büyük devletler bu ülkede terör var, bu ülke terörü destekliyor, ben bu terör örgütüyle mücadele edeceğim diyerek o ülkeleri işgal ediyor. Kendi kurup büyüttüğü bu terör örgütüyle mücadele etmek için kendi askerini sahaya sürmüyor. Aynı ülkedeki başka bir terör örgütüne işi ihale ediyor. Kendi adına o terör örgütü, diğer terör örgütüyle mücadele ediyor. 

Büyük devletlerin bir terör örgütünü diğerine kırdırması "Tavşana kaç, tazıya tut" demekten ibarettir. Yani ikili oynamaktır. Bu mücadele, sömürgeci büyük devletin o ülkede menfaati sona erinceye kadar devam eder. Mücadele edilen örgütün tehlikeli başı, Türk filmlerindeki kötü roldeki elebaşının en son ölmesi gibi en sona saklanır. Bir operasyonla öldürülür. 

Büyük devletlerin bir ülkeyi işgal etmek için yaptığı bu bildik sahneleri hepimiz biliriz. Dünya devletleri de bilir. Ama kimse sesini çıkarmaz. Çünkü basın yoluyla dünya kamuoyuna tek elden öyle haberler servis edilir ki dünyanın azılı bir terör örgütüyle karşı karşıya olduğu korkusu ve bu örgütle mücadele edilmesi gerektiği herkesin beynine işlenir. Bu propagandaya samimi olarak inananlar olduğu gibi terörün yanında olmamak için diğer inanmayanlar da inanmış görünür. 

Büyük devletlerin bir ülkede özellikle İslam dünyasında terör örgütü kurup sahaya sürmesi çocuk oyuncağı gibi. Çünkü bu konuda en bitek ülkeler İslam dünyasıdır. Usame b. Ladin, Abdullah Öcalan, Fethullah Gülen, öldürüldüğü söylenen el- Bağdadi, terör örgütü elebaşlarından birkaçı. Bu örgüt liderlerini işi bitinceye kadar besliyor. Ne zamanki senin görevin bitti derse bir operasyonla örgüt liderini ya öldürüyor ya paketlenip sana teslim ediyor ya da işi bitmedi ise yanı başında beslemeye devam ediyor.

Terör örgütleriyle çalışan büyük devletler her halükarda kazanıyor, kolay kolay kaybetmiyor. Kurdurup piyasaya sürdüğü terör örgütü sayesinde bir ülkeyi işgal ediyor, kendisinin burnu kanamadan taşeron başka bir terör örgütünü sahaya sürüyor. Bu arada kendi askerleri petrol kuyularını emniyete alıyor. Ben senin ülkendeki terörle mücadele ettim, bunun için şu kadar masraf ettim diye o ülke petrolünün belli bir yüzdesine de el koyuyor. 

Ülkelerde terör örgütleri olmasın istiyorsak bu taşeron örgütlerle mücadeleden önce bu örgütleri besleyip büyüten ve sahaya süren büyük devletlerle mücadele etmek gerekiyor. Büyük devletler bu sevdalarından vazgeçmedikçe terör örgütünün biri biterken diğeri doğar. 


Ders Programı Yapmak Maharet İster


Ortaokul ve liselerde öğretmenlerin hangi ders ve hangi sınıfa gireceği zümre öğretmenler kurulunda belirlenir* ve zümre başkanı tarafından okul yönetimine bildirilir. Okul idaresi de zümrelerden alınan bu ders yükünü planlayarak bir ders programı hazırlar ve tüm öğretmenlere imza karşılığı tebliğ eder. Öğretmenler de aldıkları bu programa göre derslerine girerler. 

Ders programı, öğretmenler için bir yol haritasıdır. Öğretmen bu yol haritasına göre hangi gün, hangi saat, hangi sınıfa  derse gireceğini bilir. Bu yüzden öğretmenler için ders programları hayati önem arz eder. İyi bir ders programı, aynı zamanda ders öğretmenini olumlu yönde motive eder. Penceresi/boşluğu bol bir ders programı öğretmenin moralini bozar, psikolojik yönden çökertir. Öğretmen girdiği derslerine de isteksiz girer.

Bir ders programı niçin kötü olur ya da nasıl kötü yapılır? Acemi kasabın elinde kurbanlık hayvan ne çekiyorsa acemi yöneticinin elinde de ders programı berbat mı berbat olur. Ders programı sadece acemi yöneticilerin elinde kötü olmaz. Kişiye özel yapılan programlar vardır. Bazı öğretmenlerin talepleri göz önünde bulundurulur. Bu tiplerin okul yönetimiyle arası iyidir. Alttan girer, üsten çıkar; isteklerini karşılayacak bir programa konarlar. Bazılarının programı ise özellikle bozuk yapılır. Öğretmene haddi bu şekilde bildirilir. Bu tür programlarda kasıt vardır. Bir üçüncü program yapılışı daha vardır ki özensiz yapılır. Kimseyi memnun etmeyen ucube bir ders programı ortaya çıkar. Kimse de suçu üzerine almaz. Çünkü gerekçe hazırdır: Programı sistem otomatik yapmıştır.

Ders programını yapan acemi ise diyecek bir şey yok. Kimse de bu duruma kızmaz. Adı üzerinde acemi. Çünkü bu şekil kıra döke program yapımcısı tecrübe kazanacaktır. Kasıtlı ve özensiz yapılan program, sadece programı yapan kimsenin egosunu tatmin eder. Başka da kimseyi memnun etmez.

Ders programı yapmak teknik bir iştir, aynı zamanda sanattır. Her adamın harcı değildir. Bir ders programı yapan, yaptığı programı kendisine verilecek bir program olarak görmelidir. Günler öncesinden yapacağı programın şablonunu kafasında oluşturmalıdır. Hemen hemen herkesi memnun edecek bir program yapmayı önce kafasına koymalıdır. Tıpkı bilgisayar gibi ufkunu geniş tutmalıdır. Makine/ders programı, program yapmada zorlandıkça değişik alternatifleri denemelidir.

Program yapan aynı zamanda eleştiri, öneri ve isteklere açık olmalıdır. Aldığı eleştirilere "Makine böyle yaptı. Yapacak bir şey yok" dememelidir. Çünkü makineye neyi girer, nasıl komut verirsen makine öyle bir program ortaya koyar. İyi bir program çıkaramayan "yapamadım, elimden bu geldi" demesi bile gönül almaya yeter. En azından bir itiraftır bu.

Programda hata yapılamaz mı? Yapılır elbet. Bazı nüanslar gözden kaçmaz mı? Kaçar elbet. Ama her programda aynı hatalar yapılmaya devam edilir ve bu tür hataların ne şekilde düzeleceği kendisine söylendiği halde önerilere kulak tıkanıyorsa bu tamamen bir aymazlıktır. Yaptığı işi ciddiye almamaktır. Muhatabına önem vermemektir. Böylelerinin karnesi zayıftır.

Öğretmenleri memnun etmeyen ders programlarının önüne geçilemez mi? Geçilir elbet. Niye geçilmesin. Yeter ki ders programını yapan kişiler, öğrenme azminde olsun, önerilere açık olsun ve bir bilenden destek alsın. Sahi, gerekli ve gereksiz her şeyin kurs ve seminerini veren milli eğitim müdürlükleri, okulların ders programlarını yapan yöneticilere "Bir ders programı nasıl yapılır" başlıklı bir kurs ya da seminer düzenleyemez mi?

*Yönetmelik "Öğretmenlerin hangi sınıfın, hangi dersine gireceği zümre öğretmenler kurulunda belirlenir" derken çoğu okul yönetimi, yönetmeliğin bu amir hükmünü uygulamaz ve kendi karar verir.


27 Ekim 2019 Pazar

Bir Değeri Emellerine Alet Etmek *


Bu ülkede Atatürk ve din, siyasete alet edilenlerin başında gelir. Bu durum zaman zaman da eleştirilir. Kimler bu değerleri emellerine alet eder veya etmez?

Atatürk'ü gerçekten seven, sevdiği gibi yaşayan, onun savunduğu fikir ve ilkelerin, ülke yönetiminde yerleşmesi için onu referans kabul eden, yaşantısı ile savunduğu ve yaptığı örtüşen kişi, Atatürk'ü emellerine ve siyasete alet etmemiş olur. Aynı şekilde dinin ilkelerini ve ahlaki değerlerini referans kabul eden ve dininin emrettiği şekilde yaşayan, söylem ve icraatları da çelişmeyen, örnek aldığı peygamber gibi etrafına güven veren kişi, dini siyasete ve emellerine alet etmemiş olur. Çünkü bu tipler -düşüncelerine katılalım veya katılmayalım-özü, sözü ve eylemi bir, samimi kişilerdir. Beslendikleri değerleri her nerede olurlarsa olsunlar savunur ve yaşarlar. Gizli ajandaları yoktur. Oldukları gibidirler.

Toplumun, inandığı değerler uğruna mücadele eden ve yaşayan kişilerle sorunu yoktur. Toplumun sorun olarak gördüğü tipler yaşantısı, eylemi referans aldıklarıyla örtüşmeyenlerdir. Çünkü bu tipler söylem ve icraatlarıyla halkın değer verdiği kişi ve umdeleri emellerine alet etmektedirler. Yeri geldiği zaman Atatürk'ü ve dini ilkeleri, baskı aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu tipleri gören halk, bunlar bu yaptıklarıyla Atatürkçü ise ben değilim veya bunlar bu yaptıklarıyla dindar, mütedeyyin oluyorsa ben böyle biri değilim, diyebiliyor.

Dini ve Atatürk'ü emellerine alet edenler bilerek veya bilmeyerek dine ve Atatürk'e zarar verebiliyorlar. Burada suç dinde, ahlaki ilkelerde ve Atatürk'te olmamasına rağmen halkta bu değerlere karşı bir soğukluk meydana gelmektedir. Her ne kadar kişilerin yaptığı, değerleri bağlamasa da bizde bir değeri, savunucuların yaşantısıyla ölçme gibi fiili bir durum söz konusudur. Yani bu durumda kişilerden ziyade değerler zarar görmektedir.

O halde ister ticaret, ister siyaset, ister gündelik yaşantıda ben de varım diyenlere düşen, inandığı değerler gibi yaşamayacaklarsa bu değerleri ağızlarına dahi almamalarıdır. Nasıl yaşıyorlarsa ona inansınlar. Başka türlü gölge etmesinler. Çünkü ağızlarına aldıkları değerlerle nemalananlar, en büyük zararı o inandığı ve sevdiği değerlere vermektedirler. 

* 09/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.