13 Ekim 2019 Pazar

Nasıl Düşünemedim? *

Pek bir şey olamadığım bu hayatta, çok şey olmak istedim. Belediye başkanı, bakan yardımcısı, bakan, vekil, cumhurbaşkanı, teknik direktör, bir yönetim kurulu üyeliği, kamu hakem kurulu üyeliği, parti başkanlığı, milli eğitim müdürü, okul müdürü vs. Ama ne edersiniz ki talihim gülmedi ve hiçbiri nasip olmadı.

Olmak istediğim şeylere bakınca, birbiri ile alakası olmayan makamlara heveslendiğimi düşünebilirsiniz. Hepsinin ortak noktası bir koltuğunun olması. Zaten benim istediğim de bu idi. 

Bugünden geriye bakıyorum. İstemediğim ve heveslenmediğim bir koltuk kaldı mı diye. Düşündüm düşündüm. İmdadıma Arap Birliği geldi. Neden bir Arap ülkesinin başında emir, şeyh olmayı düşünmedim? Hay Allah! Nasıl düşünemedim? Bir elim yağda, diğer elim balda olurdu. ABD'ye sırtımı dayayıp sırtım yere gelmezdi. Ülkemin öyle büyük olmasına gerek yoktu. Şöyle üç-beş petrol kuyusu olsa yeterdi. Yap-işlet-götür  modeliyle bir Amerikan firmasına kuyuları teslim ederdim. Bana suyunun suyunu verse yeterdi. Çünkü o bile dünyanın parasıdır. Beni, çocuklarımı ve sülalemi beslerdi. Emirliğimin iç ve dış güvenliğini ABD'den aldığım silahlarla korur gibi yapardım. Nasılsa patronum beni petrolüm sayesinde uçan kuştan korurdu. Paramın arta kalanını efendimin bankalarına yatırır, onu ayakta tutardım. Bu arada bilmenizi isterim ki paranın faizini almazdım. Müslüman’ım ne de olsa...Bankama talimat vererek faizini Kızılhaç'a göndermelerini isterdim. 

Dünya siyaseti diye bir derdim olmazdı. Daha doğrusu ilgilenmez ve kafamı yormazdım. İçinde yer aldığım, birbirimizle tencere kapak olduğumuz Arap Birliği'nin kararı, benim kararım olurdu. Daha doğrusu bana bu emirliği bahşeden ve güvenliğimi sağlayan, varlık sebebim efendim, ne derse o olurdu. Sair zamanlarda otur derse oturur, kalk derse kalkardım.  Şereftir benim için. Efendime karşı boynum kıldan ince olsa da efendimin düşmanlarına karşı özellikle Türkiye'ye karşı aslan kesilirdim. Kim Türkiye'nin karşısında ise ben ve Arap ligim yani biz bedeviler, onların emrine amade olur, yanlarında saf tutardık. Türkiye ile beraber olacağıma Batı'nın çarığını her zaman yeğlerdim. Mecburen ezeli düşman -gibi- göründüğüm İsrail ile birlikte Türkiye'nin hep karşısında olurdum. Hatta zaman zaman "Keşke I.Dünya Savaşında şu Osmanlı'ya arkasından biraz daha vursaydım" diye hayıflanır dururdum. Türkiye kızarmış. Kızsın dursun. Umurumdaydı sanki!

Şu hayal kurduğuna bak, olmayacak duaya amin diyorsun, diyebilirsiniz. Olmaz olmaz demeyin. Bu dünyada olmaz dediğimiz neler olmadı ki... Sonra Arap krallarından neyim eksik. Belki de tek dezavantajım şekil ve şemailim. Ne de olsa saçlarım turuncu. Araplarda bu renge pek rastlanılmaz. Ama bunu da aşardım. Petrol gelirim vardı nasılsa. Durmadan siyaha boyatırdım saçlarımı. 

Hasılı gördüğünüz gibi her yönüyle bugünkü Ortadoğu devletçik emirlerini aratmayacak şekilde yeteneklere sahibim. Bir emir olmamam için hiçbir sebep yok. Neden olmasın?

*16/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Herkes Kalıbına Göre İş Yapar" ***

Altı ay aradan sonra Mehmet Okuyan, bir konferans için cumartesi günü yine Konya'ya geldi ve dinleyicileriyle buluştu. "Kur'an ve Sevgili Peygamberimiz" konulu bir konferans verdi. Özel bir otelin büyük salonu hınca hınç dolu idi. Ön tarafa konmuş ilave sandalyelere rağmen konferansı ayakta dinleyen kişiler de eksik değildi. Hamdele ve salvele ile başlayan konuşma 2,5 saat sürdü. Konferans uzun sürmesine rağmen salon boşalmadı. Birçok dinleyici elinde kağıt kalem, not aldı durdu.

Ortam güzeldi, hoş bir konuşma oldu. Ne konuştu derseniz? Konu malum. İyi konuştu diyeceğim ama buna dair de bir anekdotunu anlattı: Bir gün bir yerde bir konferans verdim. Başka bir yere yetişmek için dinleyicilerin arasından hızlıca yürüdüm. Kol kola giren iki kişinin konuşmasına kulak misafiri oldum. Amma iyi konuştu adam dedi. Yanlarına yaklaştım. Ne konuştu dedim. Adam çok güzel konuştu. Bir cümle söyle dedim. Sen de salonda idin. O kadar dinledin. Anlamadıysan ne diyeyim dedi. Sonunda ya hu konuşan bendim. Bana aklında kalan bir cümle söyle dedim. Bana ooo hocam deyip sarılmaya kalktı. Sorum da ısrarcı olunca ne konuşmadın ki dedi. Evet, ne konuşmadı ki! Aynı duruma düşmemek için aklımda kalanlardan bir kısmını size aktarmak isterim:

“Herhangi bir cemaat, grup, tarikat bağım yok. "Allah'a çağıran ve yararlı iş yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel  sözlü kim vardır" (Fussilet 33) ayetine iman etmiş ve bu ayet gereğince Kur'an'ı anlatmaya çalışan inanmış bir kulum. Yanlış anlatımım bana ait, eksiklik bendendir. Bunda Kur'an'ın bir suçu yok… Bana üniversitemde değişik bölümlerden soru sormak için gelen ateist ve deistler oluyor. Hepsinin böyle olmasının sebebi yanlış anlatımları din yerine koymaları, din adına anlatılanlar. Yani yolcuya kızarak yola küsmüşler.

Peygamberimizi Kur'an’dan ayetlerle tanıtmaya çalıştı. Çünkü onun kim olduğunu ve misyonunu en iyi Kur'an anlatır dedi. Peygamber de Kur'an'dan beslendi, Kur'an onu inşa etti dedi… Bir şeyin eskiden beri geliyor olması o âdetin doğru olduğu anlamına gelmez. Kur’an’da kesir ve ekser ifadeleri ile çoğunluk eleştirilir. Kalabalıklar hakikatin ölçüsü değil. İbrahim tek başına bir ümmetti. Taraftarı fazla yok demek doğruluğun ölçüsü değil. Gücün sözüne değil, sözün gücüne güveniriz. Asıl yüce olan Allah'ın kelamıdır.

Sünnet, Kur’an’da yapın denenleri hayatına tatbik etmektir. Yoksa alternatif üretmek değildir.
Allah'a din öğretmeye çalışanlara karşıyım. Bazıları alta diğer kitapları, en üste de Kur'an’ı koyuyor, Kur'an’ı okumaya sıra gelmiyor. Bu piramit tersine çevrilmeli… Kur'an'ın gayesi adam eksiltmek değil, adam kazanmaktır… Peygamberin ümmiliği okuryazar olmadığı değildir. Başka bir ilahi kitap okumadığı, ehli kitap ve kendisine ait bir el kitabı olmadığı anlamına gelir… Peygamberimiz bizim için en güzel örnektir, rol modeldir, idolümüzdür… Nezir, uyaran anlamına geldiği gibi kendisini davasına adayan adam manasına da gelir. Biz de onun misyonunu devam ettirmeliyiz. Ben sizi Kur'an ile uyarıyorum. Kur'an'da 6236 ayet var. Bu, bize 6236 mesaj gelmiş demektir.  Biz de Allaha çağırmalıyız. Cemaatimize değil. Bir gün ben sizi kendime çağırır, tek doğru benim dediğim dersem, bu adam tırlattı deyin.

Kur’an’ın ilk emri oku, yani kıraat, aklın okumasıdır. Sahibini anlamaya çalışmaktır. Okuduğunu anlamıyorsan bu, okuma değildir. Okuduğumuzu anlamak için inceden inceye düşünmemiz gerekir… Müzzemmil’de anlatılmak istenen, “geceyi ihya et ki gündüzün vahiyle dolsun” anlamındadır. Bu hitap sadece peygamberi değil, bizi de bağlar. Öncelik Kur’an olmak üzere her şeyin okunması ve herkesin dinlenilmesi gerektiğini, sonra da sözlerin en güzeline uyulmasının emredildiğini sözlerine ekledi. Hatta şeytan bir kitap yazmışsa onun kim ve ne olduğunu bilmek için okunmasını tavsiye ediyorum” dedi.

Konuşmasının sonuna doğru Tirmizi, Darimi ve Müsnet’te geçen Kur’an’ın tanımının yapıldığı bir hadisi şerife yer verdi. Ardından “Bir söz peygamberin ağzından döküldüğü kesin ise ‘Ben bunu kabul etmiyorum’ demek o kişinin inancında sorun olduğu anlamına gelir” dedi.

Uzun konuşma bir sayfa ile özetlenemez. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Söylediği her cümleye Kur’an’dan en az bir ayetle delil getirmesi, kendisini Kur’an’a vakfettiğinin bir göstergesi. Kendisine ayaklı Kur’an dense yeridir. Bu kitaptan sınav olacağız dedi durdu birkaç defa.

Konuşmasında beni en çok etkileyen cümlesi "Herkes Kalıbına Göre İş Yapar" (İsra 84.ayet) cümlesi/ayeti oldu. Bunu da konferansı organize eden iş adamının konferansın başında, isim vermeden salon tahsisinde zorluklar yaşadığını, engellemelerin yapıldığını ifade etmesi üzerine söyledi. Bu konuda başka da bir şey söylemedi. Zaten ayet, taşı gediğine koydu.

***15/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.







12 Ekim 2019 Cumartesi

İçeriye Dikkat! *

Tüm Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı adını verdiğimiz Fırat'ın doğusuna yaptığımız operasyona yoğunlaşmışken içeriye dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sınır ötesinde bir operasyon yiyen ve köşeye sıkışan terör örgütü, içimizde barındırdıkları militan ve sempatizanları vasıtasıyla büyükşehirlerde terör ve canlı bomba eylemlerine yönelebilir. Bu tür terör DAEŞ'ten ve PKK'dan gelebilir.

Türkiye öyle bir ülke ki her terör örgütünün mensuplarını bünyesinde barındırıyor. Terör örgütleri ülkenin her bir yerinde terör yapma potansiyeline sahipler. Adı üzerinde terör örgütü bunlar. Her şey mubah onlar için. Hiç ummadığımız bir zamanda, beklemediğimiz yerlerde ses getirici, canımızı yakacak kanlı eylemlere girişebilirler. Bu yüzden gözümüzü dört açıp geriyi ihmal etmememiz lazım. Çünkü gerimiz çok sağlam değil. 

Bu aşamada istihbaratımıza büyük görevler düşüyor. İstihbarat, diğer günlere oranla bugünlerde daha iyi çalışmalıdır. Ortamı asla boş bırakmamalıdır. Her türlü veriyi, şüpheyi değerlendirmelidir. Gerekirse terör potansiyelini taşıyan herkesi dinlemeye almalıdır. Bugünlerde pek eylemine şahit olmadığımız DHKP-C terör örgütü gibi uyuyan örgütleri de takibe almalıdır. Çünkü adları farklı olsa da terör örgütleri birbirleri adına görev üstlenirler. Hatta istihbarat üyeleri kendilerini terör örgütü mensubu yerine koyup "Ben olsam bu aşamada nerede, nasıl bir eylem gerçekleştirebilirim" sorusu üzerine beyin jimnastiği yapmalıdır. Polis, şehir girişlerinde araçları asayiş ve güvenlik amaçlı rutin kontroller yapmalıdır.

Ülke içinde insan yoğunluğunun çok olduğu yer ve saatlerde yapılacak bir terör eylemi, halkta infiale sebebiyet verebilir. Operasyon devam ettikçe -temenni etmesek de- askerimiz şehit oldukça zaten yüreğimiz yanıyor. Her geçen gün şehit sayısının artması endişesini taşırken büyükşehirlerin kalabalık meskûn mahallerinde girişilecek bir kanlı eylem, toplumu iyice gerer. Bir kanlı eylem provokasyonlara da zemin hazırlayabilir. O yüzden aman dikkat diyorum.
***
Değinmek istediğim bir başka konu da yaptığımız sınır ötesi operasyonla ilgili dünyadan gelen tepkilere değinmek istiyorum. Gördüğüm kadarıyla başlattığımız operasyona pek destek yok. Kınayan ülkelerin yanında Türkiye’ye silah satışını durduran ülkeler de var. Ülke insanını en fazla ilgilendiren, Arap ülkelerinin nasıl bir tavır takınacağı idi? Aslında Arap Birliğinin nasıl bir tavır takınacağını merak etmek, Arapları tanımamak anlamına gelir. Toplantıda operasyonu “işgal” olarak değerlendirmişler ve Türkiye’yi kınamışlar. Bu karara şaşırmadım doğrusu. Çünkü koltukta kalmaları ABD’ye bağlı bu yuları bağlı ülkelerden başka bir karar almaları beklenmezdi zaten. Boş verin, konu edindiğimize denmez. Çünkü köle ruhlu insanlardan, özgür karar almaları beklenmez. Biz onların kınamasına aldırmadan kervanı yürütmeye devam edelim. 2011’den beri Suriye’nin yarısını ABD, diğer yarısını da Rusya işgal etmiş ABD ve Rusya’ya gıkını çıkarmayan bu kuklalar, biz operasyon yapınca işgal akıllarına geliyor.

Bir söz de “Biz Filistin için her şeyimizi ortaya koyuyoruz. Filistin de bizi kınayanlar arasında” şeklinde tepki gösteren ve serzenişte bulunanlara söyleyeyim. Filistin dediğimiz devlet, işgal altında ve özgür iradesi olmayan, kağıt üzerinde bir devlet. Bağımsız devlet olduğunu sanan ülkeler bir irade ortaya koyamaz iken işgal altındaki bir Filistin nasıl iradesini ortaya koysun.

*14/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Ekim 2019 Cuma

Kim Kendi Toprakları İçin Savaşıyor? ***


Barış Pınarı Harekâtının ilk gününde Türkiye’nin operasyon düzenlediği Fırat’ın doğusundan Şanlıurfa’nın ilçeleri Viranşehir ve Ceylanpınar’a, yine Mardin’in Nusaybin ilçesine havan ve roketatarlı mermilerle yapılan saldırılarda 10 sivil şehit olurken yetmişten fazla da yaralımız var. Ölenler arasında biri 9 aylık bebek, üçü de 10’lu yaşlarda olmak üzere 4 tanesi çocuk. Yaralılara acil şifalar dilerken ölenlere Allah’tan rahmet ve geride kalanlara sabırlar diliyorum.

Operasyonun ilk gününde sivillerin üzerine saldırıda bulunması ve sivillerin içerisinde çocukların da bulunması PKK/PYD denilen eli kanlı örgütün gerçek yüzünü göstermesi bakımından önemlidir.
Biz terörist diyoruz çoluk-çocuk, sivil-asker ayrımı yapmadan terör eylemi gerçekleştiren bu örgüte. Bizi 80 yılından beri kalleşçe uğraştıran PKK’nın bebek katili olduğunu biliyoruz. Bunu dünyaya anlatma sorunumuz var. Daha doğrusu dünyanın anlama sorunu var. Hasılı anlama özürlü kişilere kendimizi anlatma gibi bir misyonumuz da var. Anlamak istemeyene bu durumu anlat da göreyim ve elini öpeyim. Çünkü anlama özürlülerine laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

Merak ettiğim; asker, mesken edindikleri bölgeye operasyon düzenliyor, üzerlerine gidiyor. Bunlar kendilerine operasyon yapan askeri muhatap alacaklarına; savaşa gitmemiş, işinde-gücündeki sivillere ve oyun oynayan çocuklara saldırı düzenliyorlar. Kalleşlik de burada zaten. Hani sempatizanları ve örgüt, kendilerini gerilla olarak görüyordu. Eline silah almamış masumları öldürmenin neresinde gerillalık var? Üstelik havan topu ve roketatarlı mermilerin atıldığı ilçeler Kürt nüfusun yaşadığı ilçeler. Güya Kürtlerin haklarını koruyordu bunlar! Bunun neresinde koruma var? Olmaz olsun böyle koruma! Bereket PKK veya PYD’nin kendilerini koruma gibi bir niyetlerinin olmadığını bu ülkede bizden daha iyi bilen milyonlarca Kürt kardeşimiz var.

PKK/PYD’nin Kürtlerin hamisi olmadığını anlamayan veya kabul etmek istemeyen ve bu örgüte destek veren veya sempati duyan az sayıdaki insanımız da bu durumu anlayacak ama bu anlama bu ülkeye pahalıya patlayacaktır. Ben PKK örgütüne mensup inanmış veya kandırılmış bir militan olsam kendi insanımın üzerine saldırı düzenlemem, ateş açmam. Çünkü bu, “Kürtlerin hakkını koruyorum” tezime ters bir hareket olur. Umarım örgüte mensup kişiler veya sempatizanları bu tür saldırılardan “Ne oluyoruz, biz neyi savunuyoruz, kimi vuruyoruz” diyeceklerdir. Şayet bu saldırı yeterli gelmiyor ve bundan önceki sivillere ateş açılmasını unutmuşlar ise bu “Barış Pınarı Harekâtı” devam ettiği müddetçe PKK/PYD tarafından sivil meskun mahallere -temenni etmiyorum ama- yeni saldırılar yapılacaktır. Umarım geç de olsa gerçeği görürler.

ABD adına bir vekalet savaşı veren PKK için Trump “Kendi toprakları için savaşıyorlar” herzesini yumurtlamış. Diyelim ki PKK kendi toprakları için savaşıyor ve amacı bir devlet kurmak diyelim. Merak ediyorum, Suriye’den, Irak’tan ve Türkiye’den kopardıkları topraklarla nasıl bir devlet olacaklar? Bu devlet bu üçgen arasında yaşar mı? Haydi toprak kopardılar ve bir devlet kurdular diyelim. Bu devlet kime hizmet edecek? Kürtlere mi, İsrail’e mi yoksa ABD’ye mi? Herhalde cevabınız kendi insanının üzerine bomba yağdıran Kürtlere değildir. Hizmet etse etse kendisini silah ve teçhizat ile destekleyip ara ara da ağzına bal çalan ABD’ye ve onun kankası İsrail’e hizmet eder değil mi? Çünkü “Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını sallar” atasözümüz böyleleri için söylenmiştir. Yoksa Okyanus ötesinden gelip PKK’yı niye beslesin?

***12/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Diplomasi ve Bilgilendirme *


Barış Pınarı Harekâtı adını verdiğimiz Fırat’ın doğusuna yaptığımız operasyon, bugünden yarına sona erecek gibi görünmüyor. Bölge terör unsurlarından temizleninceye kadar uzun süre devam edecek görünüyor. Operasyonun ilk gününde dünyadan gelen açıklamalara bakınca tepkilerin “Endişe duyuyoruz” şeklinde cılız kaldığını söyleyebiliriz. BM’den bir kınama kararının bile çıkmaması da bunu göstermektedir. Bu, Türkiye’nin lehine bir durum ve elini güçlendirmektedir.

Yaptığımız bu operasyon noktası, virgülüne doğru ve yerinde bir tasarruftur. Bu operasyon uzun sürse de -herhangi bir aksilik olmazsa- sonunda Türkiye bu temizlik harekâtında başarılı olacaktır. Operasyonun doğru ve haklı bir gerekçeye dayanması ve başarılı olunması tek başına yeterli değildir. Bu işin bir de propaganda boyutu vardır. Sahada kazandığını masada ve kamuoyunda kaybetmemek için değişik yollarla hem haklı gerekçemiz anlatılarak Türkiye ve dünya kamuoyunu ikna etmek de gerekiyor. Çünkü ne kadar doğru yolda olsak da doğrumuz karşı tarafın anladığı kadardır.

Operasyonun uzun süreceği ve bu cılız tepkilerin artarak Türkiye’yi kıskaca alacağı ve zor durumda bırakabileceği hesaba katılarak bir taraftan operasyon hız kesmeden devam ederken diğer taraftan da hükümetin iyi bir diplomasi yürütmesinde, dünya ve Türkiye kamuoyunu belirli periyotlarla bilgilendirmesinde yarar görüyorum. Çünkü bu süreçte Türkiye’nin yaptığı bu operasyonun haklı bir gerekçesinin olmadığını yaymak, sivillerin üzerine ateş açıldığını göstermek ve dünya kamuoyunu yanlarına çekmek için bazıları boş durmayacaktır. Bol miktarda yalan-yanlış bilgi ve fotoğrafları, sosyal medya aracılığıyla servis ederek dünya kamuoyunu etkilemeye çalışacaklardır. Çünkü operasyonla köşeye sıkışan terör örgütü, dünyayı etkilemek amacıyla her yolu deneyecektir. Zaten bu tür örgütlerin meşrebinde bundan önce olduğu gibi bundan sonra da her yol mubahtır.  Bu da bir nevi savaştır, psikolojik bir harp taktiğidir. Savaş veya operasyon, illaki cephede çarpışmak ve mevzi kazanmak değildir. Dezenformasyon bilgi yayarak, başka fotoğrafları kırpıp montaj yaparak kamuoyunu yanlış yönlendirme yolunu seçeceklerdir. Operasyonun ilk gününde yapılmaya çalışılan da budur. Yayılmaya çalışılan yanlış bilgi ve fotoğraflara, anında doğrusu ile cevap verilmesi yerindedir. Operasyonla beraber ülkenin bu tür yanlış fotoğraflara karşı da hazırlıklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu da bizim için sevindiricidir. Her yönüyle düşünülmüş ve üzerinde çalışılmış bu operasyonun aleyhimize dönmemesi için hükümetin operasyondan önce başarılı bir şekilde uyguladığı diplomasiyi devam ettirmesi ve belirli periyotlarla kamuoyunu bilgilendirmesi iyi olacaktır. Çünkü öküz altında buzağı arayan çoktur.

Operasyonun ilk gününde terör örgütü tarafından Şanlıurfa’nın Akçakale ve Ceylanpınar ilçeleriyle Mardin’in Nusaybin ilçesine havan ve roketatarlı mermilerle yapılan saldırılarda 10 sivilin şehit olduğu yetmişten fazla yaralının olduğu göz önüne alınırsa bu operasyonda da asker ve sivil kayıplarımız olacaktır. Umarım bu tür kayıpların arkası gelmez. Sivillerin üzerine rastgele yapılan bu saldırılar bile eli kanlı terör örgütünün yüzünü göstermektedir. Saldırı yapılan bu yerlerin Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yer olması, PKK/PYD’nin derdinin Kürtleri korumak olmadığı, aksine başlarının belası olduğunu göstermektedir.   

*12/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Ekim 2019 Çarşamba

Türkiye Doludizgin Gidiyor *


Suriye iç savaşı çıkıncaya kadar Türkiye zaman zaman Yunanistan ile sorun yaşasa da 80'den beri kah Beka Vadisinde, kah Kandil'de yuvalanmış PKK terörüyle hem içeride hem sınır ötesi operasyonlarla uğraştı durdu. Suriye'deki iç karışıklık dolayısıyla Türkiye hem içeride hem de dışarıda terör örgütleriyle daha geniş bir alanda mücadele etmek zorunda kaldı.

Türkiye, PKK terörü yetmezmiş gibi tıpkı PKK örgütü gibi dış destekli daha sinsi FETÖ örgütü ile de mücadele ediyor. DAEŞ hakeza. Ülkenin içi ve sınır ötemiz ne kadar bitek topraklarmış ki durmadan terör üretiyor. Öldür öldür bitmiyor. Bu terör örgütleri doğru yanlış, iradeleri kendilerinde olan örgütler olsa eh, sonları beyhude bir çaba deyip yine de anlamaya çalışacağım. Fakat hem PKK hem YPG hem DAEŞ hem de FETÖ, kökleri dışarıda elleri kanlı birer maşa örgütlerdir. Malumunuz maşa, elini ateş yakmasın diye işi hep ateşle olan bir tutma aletidir. Maşa, efendisine hizmet için her daim kendini ateşe atar. Ama asla efendi olamaz. Kendisine maşa olma payesi verilen PKK terör örgütü, maşalıktan çok memnun olmalı ki 80 yılından beri kendisine biçilen rolü bıkmadan usanmadan oynamaya devam ediyor. Bu maşa örgütün zerre beyni olsa okyanus ötesindekini memnun edinceye kadar bir ve beraber yaşadığı insanlarla iyi geçinir. Demek ki başkaları adına iş tutmaya çalışmak, maşa olmak genlerinde var bunların.

Türkiye şimdi onca sıkıntısına rağmen Suriye sınırı boyunca yuvalanan ismi değişik olsa da özünde PKK olan örgüte karşı bir operasyon başlattı, doludizgin gidiyor. Kimseye de aldırmıyor. Önceki operasyonlar gibi bu operasyonun da mutlaka ağır bir ekonomik maliyeti olacak. Belki de can kaybı yaşanacak. Ama başka çare de görünmüyor. Umarım Türkiye operasyonu hedeflediği gibi bitirir. Bu operasyon kalıcı çözümler getirir.

Benim endişem kırılgan ekonomimizin  bu operasyondan çok büyük etkilenecek olması. Çünkü Türkiye 2015'den beri, belirli aralıklarla operasyon yapıyor. Mesele vatan olunca başta ekonomi olmak üzere herhangi bir şey düşünülmez ama acaba birileri, Türkiye ile savaşını, Türkiye'yi Suriye'nin içine çekerek mi yürütüyor? Savaşın bir başka türü olan kur savaşından sonra, operasyonla Türkiye'nin ekonomisini dibe vurmasını mı arzuluyor? Çünkü bizimle kur üzerinden savaş yapan ABD, koruyup desteklediği, eğittiği ve her türlü savaş teçhizatıyla donattığı YPG'yi  bizimle karşı karşıya getirerek geriye çekildi ve bizi seyredecek. Kendisinin burnu kanamayacak. Türkiye'ye ben seninleyim, bak operasyona izim verdim diyecek. YPG'ye ise sana silah verdim, seni eğittim. Haydi maharetini göster, Türkiye’yi oyala. Ben arkanda seninleyim, diyecek ve arkada izleyecek.

Unutmayalım ki SSCB, işgal etmek için girdiği Afganistan'dan çıkamayarak ekonomik yönden çöktü ve sonunda Sovyetler Birliği dağılmak zorunda kaldı. Umarım bu operasyon uzun sürmez. Türkiye bir bataklığa çekilmez. Ekonomimiz iyice dibe vurmaz. Yapacağımız bu operasyonun maliyeti olsa da gerekirse dibe vursa da bizi yıllardır uğraştıran PKK terörünün kökünü bu operasyon kurutacak ise en azından belini kıracaksa her bedeli ödemeye değer. Çünkü terör ve terör tehlikesi biterse bu ülkeyi kimse tutamaz. Allah askerimize yardım etsin, ayağına taş değdirmesin.

*11/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Barış Pınarı Harekâtı" Başladı ***


Suriye iç savaşında ne Rusya ne İran ne Türkiye ne de ABD rahat. Öyle zannediyorum en rahatı İran ve Rusya’yı arkasına almış etkisiz eleman oğul Esed. Ülkesi yolgeçen hanı olmuş, ona vız gelir. Tarafların anlaşamaması onun en büyük avantajı. Binlerce vatandaşı ölmüş, başka ülkelere sığınmacı olmuş, işini-gücünü, evini barkını kaybetmiş…hiç umurunda değil. Ülkesi parçalanmış önemli değil onun için. Ülkesinin bütünlüğünü başta Türkiye olmak üzere taraf ülkeler düşünüveriyor. O da Şam bölgesine sıkışmış bir şekilde güya ülkesinin devlet başkanı olduğunu sanıyor.

İç savaşın çıktığı 2011 yılından beri Suriye savaşından en büyük zararı Türkiye çekmiştir. Hala da çekmeye devam etmektedir. Çünkü Suriye’de daha doğrusu sınırımızda oluşan terör yuvaları Türkiye’nin geleceğini tehdit ediyor. Türkiye bu tehditlerin sonu nereye varır diye beklemiyor, inisiyatif üstüne inisiyatif alıyor: 2015’te Şah Fırat Operasyonunu, 2016’da Fırat Kalkanı Harekâtını, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtını yaptı. Hepsinden de yüzünün akıyla çıktı. Ama sorun bitmedi. Çünkü Türkiye-Suriye sınırı yani Fırat’ın doğusu ABD destekli YPG tarafından kontrol ediliyor. Güya YPG, ABD’ye göre DAEŞ ile mücadele ediyor. Orta yerde neredeyse DAEŞ diye bir örgüt kalmamış, ABD silah ve teçhizat yönünden YPG’yi yani PKK’yı desteklemeye devam ediyor.

Burnumuzun dibinde PKK, YPG adı altında sınır boyu yerleşmeye çalışırken Türkiye değişik mahfillerde bu terör örgütünün, ülkesinin güvenliğini tehdit ettiğini çok defa dillendirdi. Dillendirmekle de kalmadı; İran, Rusya ve ABD ile de bir diplomasi yürüttü. Her defasında kararlılığını gösterdi. Türkiye’nin bu kararlılığını gören ABD, kendi askerini geriye çekerek Türkiye’nin yeni bir operasyon yapmasına yeşil ışık yakmış oldu ve Türkiye akşam sabah yeni bir operasyonun startını verdi verecek derken verdi ve operasyon başladı. Zaten nice zamandır sınırın sıfır noktasına gerekli yığınağını yapmıştı. Bu operasyon önceki operasyonlardan daha büyük bir operasyon olacaktır. ABD, bir taraftan Fırat’ın doğusuna bir operasyona yeşil ışık yakarken diğer taraftan ekonomimizi batırmakla tehdit ederek her zamanki çifte standardını göstermiş oldu.  Tehditlere aldırmayan Türkiye, yapacağı operasyonun adını “Barış Pınarı Harekâtı” koydu.

Türkiye, daha büyük kapsamlı yapacağı bu operasyon ile belki tepki çekecek, Trump’ın tweetinde belirttiği gibi belki ekonomik yaptırımlara maruz kalacak, yapacağımız bu operasyondan kırılgan ekonomimiz belki daha fazla etkilenecek. Ama yapılacak bir şey yok. Sonucuna katlanıp sınırımızda yuvalanan terörü daha içlere doğru göndermeyi hedeflemektedir. Boşalttığı alana da sığınmacıları yerleştirerek ülke güvenliğini garantiye almak istemektedir.

Hasılı geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olduk. YPG de Türkiye’nin bu kararlılığını görmeli artık. Ben bu işe karışmam diyerek geri plana çekilen ABD’nin niyetini anlamalı. Çünkü ABD, ne haliniz varsa görün diyerek Türkiye ile YPG’yi kırdırmayı hedeflemektedir. Umarım operasyon uzun sürmez, askeri kaybımız olmaz, ekonomimiz çok etkilenmez. Yapacağımız bu operasyon Türkiye’nin hedeflerine hizmet eder, bölgede kalıcı güvenli bir ortamın oluşmasına sebebiyet verir. Tüm kalbimizle ordumuzun yanındayız. Bu seferin akıbeti hayır olur inşallah!

***10/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.