3 Ekim 2019 Perşembe

Bekaret Satışı ***

Maddi sıkıntı yaşayan bazı kişilerin zaman zaman böbreğini satılığa çıkardığı haberlerini okuruz ve bu kişinin durumuna üzülmekle beraber bu satışı toplum olarak pek hoş karşılamayız. Çünkü her ne olursa olsun vücut ve organlar satılmaz ancak bağışlanır. Bu yüzden öldükten sonra organların bağışı özendirilir. 

Son yıllarda bir satış türü daha ortaya çıktı. Böyle giderse yaygınlaşacağa da benziyor. Nedir o derseniz? Bekaretini satılığa çıkaranlar tek-tük haber konusu ediliyor. Hatta satıştan öte ihaleyle en fazla parayı verenin oluyormuş bekaret. Öyle az para dönmüyor bu işlerde. Gazetelerin yazdığına göre milyonlar dönüyor bu sektörde. Bekaretini satanlarda böbrek satışı gibi bir ihtiyaçtan kaynaklanan bir satış söz konusu değil. Bekaretini satılığa çıkaranlar ev, araba alıp daha lüks yaşamayı hayat felsefesi kabul edenler arasından çıkıyor. Bir gecelik üç beş dakikalık bir zevk için bekareti satın alanlar ise genellikle siyasetçi ve iş adamı olan zenginler arasından çıkıyor. Bekaretini satanlar bekaretlerini satmakla kalmıyor, aynı zamanda "bekaretimi sattığımdan ailemin haberi var" veya "beni buna ailem teşvik etti" açıklaması yapanlar da var. Haberin içeriğinde boy boy çekilmiş teşhir amaçlı fotoğraflara da yer veriliyor.

Bekaretini veya vücudunu satışa çıkarıp daha sonra bir marifetmiş gibi yazılı ve görsel medyada boy gösteren bu bekaret satıcılarının haberleri gözümüze ilişince bu kadar da olmaz deyip nutkumuz tutuluyor, insanın küçük dilini yutası geliyor. Satan bu haltı işledi, bir de iyi bir şeymiş gibi bunu servis ediyor. Haydi diyelim ki bekaretini bir servete satanların gözü paraya doymaz, kazandıkları haydan gelir, huya gider, daha lüks yaşamak için kendisini tekrar satması gerekiyor. İlki kadar olmasa da vücudu yine para eder, güzelliği varken bunu paraya tahvil edecek. Merak ettiğim yazılı ve görsel basın bu iğrençliği haber diye niçin verir? Niçin onların emellerine alet olur? Haydi haber sıkıntısı çekiyorlar veya bu şekil çıplak pozlar daha fazla tıklanıp okunuyor, mecburen sayfalarında yer veriyorlar diyelim. Orta yerde büyük para ve servetlerin döndüğü bu tip haberlere genç kızlar ve üç-beş dakikalık bir zevk için servetini harcayabilecek zenginler, "Demek ki bu işler yapılıyor; alan razı, veren razı. Biz niçin yapmayalım" demeyecekler mi? Halihazırda dünyadan örneklerini ülkemiz insanına duyuran basınımız, aile kavramına biraz önem veriyorsa bu tip haberleri vermekten kaçınmalıdır. Çünkü bu tip haberler bu iğrençliğin yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Basınımız unutmasın ki bir şeyi yapanla, yaygınlaşmasına sebep olan arasında bir fark yoktur. 

Fıtratın gereği kadının erkeğe, erkeğin kadına ilgi duyması doğaldır. Bu arzuların, bir aile kurularak giderilmesi emredilen ve tercih edilendir. Nitekim bu istekler çoğunlukla nikah çerçevesinde yürümektedir. Tarih boyunca adına zina denen ve toplumdan gizli yapılan yasak ilişkiler olmamış mıdır? Olmuştur. Vücudunu satarak para kazananlar olmuş mudur? Olmuştur, hala da devam etmektedir. Toplumların kanayan bir yarası olan nesli bozan ve aile kutsiyetini hiçe sayan bu fuhuş, hep gizliden gizliye yürümüştür. Çünkü toplum bu tip ilişkilere sıcak bakmaz ve ayıplar. Aile yapısının köküne dinamit koyan bu gizli ilişki türü de tasvip edilmez ama işi bekaret satma ve satın alma noktasına götürüp bunu basın aracılığıyla dünyaya duyurmanın hiçbir makul izahı ve ahlaki yönü yoktur. Evet "namus iki bacak arasından ibaret değildir" ama bekareti satmanın ve bunu dünyaya duyurmanın neresinde ahlak ve namus vardır? Bence bu değerlerden önce bu tiplerin insanlığı sorgulanmalıdır. Merak ettiğim feministler bu satışa ne diyor?

Toplumları bozmanın yolu, aile kavramını yok etmekten geçer. En kötüsü de suçların alenileşmesidir. Suçların, namussuzluk ve iffetsizliğin önüne geçemiyorsak, bari bu iğrençliklere haber diye yer vermeyelim. Çünkü bu, iffetsizliğin alenileşmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunur.

***08/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Akar Yanınız Aşağıda mı Mübarekler! *


Bir akşam 8.30 sularında arabama yakıt aldıktan sonra evime doğru giderken yolun iki tarafına park edilmiş araçların olduğu bir markete girmek istedim. Yolun sağı, solu park edilmiş araçlarla dolu. Gözüme, arabamı rahatça park edebileceğim bir yer ilişti. Bir tek burası boş. Niçin buraya araç konmadı acaba diye düşündüm. Dükkan önü olduğu için konmamış olabilir. (Sanki diğer yerler dükkan önü değil) Belki de benim için boş bırakıldı, kim bilir? (Bu kadar düşünceli bizim insanımız) Aman neyse ne! Markette fazla oyalanmayacağım. Zaten alacağım birkaç kalem. Üstelik bu boşluk da tam bana göre. Hiç manevra yapmadan park edebileceğim aracı. Park edip hızlıca markete yöneldim.
Markette 10-15 dakika kadar oyalandım. Çıkıp arabamın yanına geldim. Bagajı açmaya davrandığımda arabam, başta bagajın üstü ve tavanı olmak üzere camlara varıncaya kadar lekelenmişti. Bu kadar kısa bir zaman zarfında arabanın üzerine bu düşenler ne olabilir? Olsa olsa ağacın yaprakları düşmüş olmalı dedim. Biraz daha eğildim. Yaprak değildi. Ağaca tünemiş kuşlar pislemişti. Bir, üç, beş yere birden değil; neredeyse arabamın her bir yerine kuşlar made in bird deyip imzalarını atmışlardı. Anlaşılan akşama kadar yemişler, içmişler, tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için aralarında anlaşmışçasına dişinizi sıkın, nasılsa akşama bir çaylak gelir, ona bir hoş geldin partisi düzenler; geldiğine geleceğine pişman ederiz demiş olmalılar.
Mübareklerin akar yanı aşağıda mı ne! Mermi gibi aynı anda salmışlar. Hepsi de nokta atış. Talimliler belli ki... Merak ettiğim, akşam erken saatte tüneyen bu kuşlar, ağaçta o kadar çok muydu? Her biri, bir defa mı imzasını attı yoksa mermi atar gibi arka arkaya mı saldılar? Umarım, sermayelerinin tamamını benim arabama harcamamışlar, az sonra gelecek bir araca da biraz ayırmışlardır ve bir ayrım yapmaksızın kardeş payı yaparlar. Şayet tüm eforlarını benim arabama sarf etmişlerse üzülürüm doğrusu. O zaman biz insanlardan bir farkları kalmaz. Çünkü ben kuşları ayrım yapmaz diye bilirim. Ne de olsa insan değiller.
5-6 parçadan oluşan tek kalemlik eşyayı bagaja koyar koymaz soluğu evde aldım. Elime bezi alarak kuşların imzasını kurutmadan sıcağı sıcağına sildim. Silerken de az homurdanmadım: Akşam akşam derdime neydi de markete gitmişim? Başka park edecek yer yok muydu da ağacın altını araya araya bulmuşum gibi. Ben sildikçe beyaz arabam sarardı. Allah hayırlarını versin. Çok beklemiş olmalılar benim gelmemi.
Her hayırda bir şer, her şerde de bir hayır olabilir. Acaba bu şerden bir hayır çıkarabilir miyim diye düşündüm. Kuşun başa konması ya da kuşun üzerine pislemesine, başına talih kuşu kondu denir. Kuş ha başıma s.çmış ha arabama! Ne fark eder? Üstelik hepsi birden arabama etmiş dedim. Batıl inanç ama bir an için acaba bahtım mı açılıyor diye düşünmeden edemedim.
Kuşların toplu eyleminin ardından kaç gün geçti bahtımın açıldığı falan yok. Ben yine aynı yerinde sayan birisiyim.
Siz siz olun, ne gündüz ne de akşam vakti, sakın ola ki aracınızı bir ağacın altına koymayın. Gidin güneşin altına koyun. Aracınız varsın yansın. Bunun sakalı yok diye büyük sözü dinlemez, aracınızı bir ağacın altına koyarsanız görürsünüz gününüzü. Demedi demeyin…

* 21/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





1 Ekim 2019 Salı

Enerji Tasarrufu Tedbirlerim ***


01 Temmuz'dan itibaren elektriğe gelen zamdan sonra 01 Ekim'den geçerli olmak üzere gelen ikinci zam, beni ister istemez enerjide tasarruf yapmaya sevk edecek görünüyor. Benim tasarrufum bana. Başkasını bağlamaz. Olur ya! Yok mu bu işi ucuza getirmenin yolu diyen olursa diye, uygulamayı düşündüğüm enerji tasarrufumu takdirlerinize sunuyorum:
*Akşamları televizyonu açıp haber, tartışma programı, dizi vs izlemeyeceğim.
*Kolay kolay masaüstü bilgisayarını kullanmayacağım.
*Telefonumun şarj ihtiyacını, çalıştığım kurumun prizlerinden ya da eş-dostun evinde otururken gidereceğim. Efendim telefonumu bir şarja koyabilir miyim, diyeceğim. "Efendim, bizim şarj cihazımız sizin telefona uymaz denirse cebimden ya da çantamdan şarj cihazımı çıkarıp bende var, efendim! Şunu takın, diyeceğim.
*Lüzumsuz ve gereksiz lambaları söndüreceğim. Tasarruf ampullerinden öte voltajı en düşük ampullerle odaların lambalarını değiştireceğim.
*Akşam ışıklar yokmuş gibi davranıp tüm işlerimi gündüz güneş ışığı varken halledeceğim.
*Buzdolabı hariç prizlerde takılı ne kadar fiş varsa çıkaracağım.
*Akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılmak veya başka ihtiyaçlarımı gidermek için sokak lambalarından -şayet yanıyorsa- azami derece istifa edeceğim.
*Erken yatıp erken kalkacağım. Gece kuşu gibi evde dolaşıp durmayacağım. Gece lavabo ve wc ihtiyacım baş gösterirse ışığı yakmamak için hava aydınlanıncaya kadar kendimi yatağın içinde sıkacağım. Gerekirse kıvranacağım.
*Zorunlu hallerde kullanmak üzere evde bir gaz lambası bulunduracağım. Yeni bir gaz lambası almamak için eskiden kalma gaz lambası varsa annemden isteyeceğim.
*Aydınlanmak için ışık yakmam gerekiyorsa evde sadece bir odanın ışığı yanacak. Aile efradından isteyen istediği odaya geçip ışık yakamayacak. Herkes tek odada oturacak.
*Başka odadan bir eşya alınacaksa ışık yakılmayacak. El feneri kullanılacak. El feneri yoksa cep telefonunun ışığından veya fenerinden yararlanılacak.
*Fırına ihtiyaç duyan her türlü pasta, kek vb hamur işi ikinci bir emre kadar yapılmayacak. Tost vb. yiyecekler için tost makinesi çalıştırılmayacak. Gerekirse ekmek tavada ısıtılacak.
*Kirli çamaşır birikmeden çamaşır makinesi çalıştırılmayacak. Zorunlu hallerde çamaşır elde yıkanacak. Bu iş kesinlikte gündüz vakti yapılacak.
*Yıkanan çamaşır, ütü istiyorsa ütü kullanılmayacak. Çamaşır daha önceki ütü yerlerinden katlanılarak minderin altına konacak. Bundan sonra kıyafet alırken ütü istemeyen kıyafetlerin alınmasına öncelik verilecektir.
*Akşam misafir kabul edilmeyecek. Her türlü misafir kabulleri gündüz vakti yapılacaktır. Zorunlu hallerde akşam misafir kabul edilecekse; misafirden, eve geldiğinde zile basmaması istenecek. Misafir içeri alınırken, uğurlanırken veya ikram esnasında ışık yakılacak. Oturma esnasında ışık söndürülüp karanlıkta oturulacak veya gaz lambası yakılacak. Oturma esnasında iki odanın ışığı yanmasın diye haremlik selamlık uygulanmayacak. Kadın-erkek, çoluk-çocuk aynı odaya oturacaktır.
*Bulaşık makinesi zorunlu haller dışında çalıştırılmayacak. Bunun yerine ellerimiz çalışacak. Eşim yıkayacak, ben de durulayacağım.

Daha neler neler... Uyguladığım bu tasarruf tedbirleri sonucunda, üretilen elektrik elinde kalan elektrik dağıtım şirketleri, evime kadar gelip Allah aşkına vazgeç bu sevdadan. Al elektriği kaçtan istiyorsan, senin dediğin olsun diyecek. Bekleyip göreceğiz. Bakalım er mi yaman, bey mi yaman?

***05/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Ekonomideki Hali Pürmelalimiz ***


Bir ekonomik sıkıntıdan geçtiğimiz belli. Hem de öyle böyle değil, derin mi derin! Üstelik bugünden yarına geçeceğe de benzemiyor. Nereden mi biliyorum? Yağmur gibi gelen zamlardan elbet. Bunun son örneği de 01 Temmuz’da elektriğe gelen zamdan sonra 01 Ekim’de gelen zamdır. Zamla ilgili yapılan açıklamada bu zammın başka bir durum olmadığı takdirde 31/12/2019 tarihine kadar geçerli olduğu. Ben bu açıklamadan Ocak 2020’den itibaren zammın kapımızı tekrar çalacağı yönünde.

Zamlar ekonomiyi diriltecek, piyasayı canlandıracak ve krizi geride bırakacak ise yani derdimize merhem olacaksa varsın yapılsın diyeceğim. Ama ekonominin hali pürmelali, zamların çözüm olmayacağı yönünde. Üstelik fiyat ayarlaması üç ayı geçmiyor. Geldi mi öyle düşük yüzde ile de gelmiyor. 

Faizlerin indirildiği, konut kredi faizlerinin düşürüldüğü, dövizin yerinde saydığı, hatta gerilediği, enflasyonun düştüğü ve ekonomik verilerde iyileşme emareleri görülmeye başlandı dendiği bir zaman diliminde zamların gelmeye devam etmesi manidar ve bu durum hiç hayra alamet değil. Görüntü, hükümetin elinde zam yapmanın dışında bir seçeneğinin olmadığı yönünde. 

Hükümet, ekonomide iyileşme emareleri var deyip ardından zam yapacağına çıkıp vatandaşa "Ey vatandaşım! Bir ekonomik krizin içindeyiz. Şu an elimizde zam yapmanın dışında başka bir alternatifimiz yok. Maalesef istemeyerek de olsa biz bu zamları yapmak zorundayız. Belki size biraz fazla yükleneceğiz ama biz bu krizin altından kalkabilecek güçteyiz ve biz bu konuda tecrübeliyiz. Biliyorsunuz 2002'de biz iktidara geldiğimizde ekonomimiz bugünden farklı değildi. Biz ekonomiyi kısa zamanda döndürülebilir noktaya getirmiş, paramızdan da altı sıfır atmıştık. Siz hiç merak etmeyin. Bize güvenin. Sizden biraz daha sabır istiyoruz" dese daha iyi olacak. 

Ekonomist falan değilim ama dövizin yerinde saydığı, enflasyonun düştüğü,  ekonomik verilerin iyiye gidiyor dendiği bir zamanda gelen bu zamları anlamakta güçlük çekiyorum. Tek aklıma gelen, bankaların kredi faizlerini düşürmesi sonucu oluşacak kamu zararlarının karşılanması için bu zamların yapılıyor olduğu ya da girdi fiyatlarının zamanında fiyatlara yeterince yansıtılmayıp ötelene ötelene şimdiye bırakılmasıdır. Sanırım bıçak kemiğe dayandı ki zammın birinin acısı geçmeden diğeri kapımızı çalıyor. 

Devlet zor durumda belli. Bize uzun süre zammı unutturan hükümet, şimdi adeta zam yarışı yapıyor. Maalesef ceremesini de orta ve dar gelirli vatandaş çekiyor ve çekmeye devam edecek. Vatandaş bu ekonomik krizi çeker, üzerine bindirilen bu yükü taşır. Çünkü daha önce nice yükler bindi üzerine. Ama böyle giderse hükümetin biletini de keser. Yani hükümet yaptığı bu zamlarla topuğuna sıkıyor hatta harakiri yapıyor. Çünkü bu yükü çeken millet faturayı hükümete ödetir. Bu durumda muhalefetin iktidar olmak için çok çalışmasına gerek yok. Bu acizlik görüntüsüyle hükümet muhalefete çalışıyor.

Temennim, hükümetin ekonomiyle ilgili sonuç alıcı kalıcı çözümler üretmesidir. Çünkü orta yerdeki mesele hükümet meselesinden ziyade ülke meselesidir. Ülke inşallah bu badireden kısa zamanda kurtulur.

***03/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

30 Eylül 2019 Pazartesi

Ben Bir Tarafım

"Bitaraf olan bertaraf olur" şeklinde kullanılan bir sözümüz var. Bu söz ile insanlardan taraf olması istenmekte. Şayet tarafsız kalırsa yok olup gideceği kastedilir. Yok olup gitmemek için ben de bir taraf seçtim. Tarafsız değilim yani.

Tarafım; iyi, güzel ve doğrunun yanı. Sözü söyleyene bakmam, sözün kendisine bakarım. Söylediği sözden dolayı bugün tasvip ettiğim kişiyi bir başka gün söylediği başka sözünden ve yaptığından dolayı eleştiririm. Parti taassubum yok. Konuştuklarına ve yaptıklarına bakarım, sandık günü gider, oyumu verir gelirim. Sosyal medyada herhangi bir partiyi övüp yermem. Bir cemaat veya tarikata bir mensubiyetim yok. Hepsine aynı uzaklıktayım. Kimseye karşı baştan bir ön yargım yok. Önce dinler, okur, sonra kararımı veririm. Savunduğum fikir ve görüşlerin doğruluğundan emin değilim. Tek yaptığım doğru bildiğimi savunmaktır. Savunduğum görüşümün yanlış olduğunu fark ettiğim zaman yanlış düşünmüşüm diyerek vazgeçerim. Tek doğrunun kendi doğrularımdan ibaret olmadığını bilirim. Doğrunun, içinde bulunduğum kişilerden oluşmadığını, başka düşüncedeki insanlar arasında da doğru ve dürüst insanların bulunduğunu kabul ederim. Dil sürçmesinden kaynaklanan hatalarından dolayı insanları yerin dibine geçirmem. Onları anlamaya çalışırım. İçinde bulunduğum camia veya siyasi görüş sahipleri bir yanlış yaptıklarında başkasından önce onları ben eleştiririm. Çünkü eleştiri, özellikle yapıcı olanı davayı daha güçlendirir, daha fazla hataların önüne geçer diye düşünürüm.

Kısaca benim tarafım bu. Bu tarafgirliğimden çevremdekiler memnun mu? Maalesef değil. Onlara göre eleştiri yapmamalıyım. Eleştiri yapacaksam da bunu başka yerde dillendirmemeliyim. Başkası memnun mu benden? Başkası da memnun değil benim tuttuğum taraftan. Her iki kesimin de benden istediği, bir tarafta yer alacağım. O taraf doğru-yanlış ne yaparsa daima savunmalıyım. Yani taraflar, tarafları savunmamı istiyor, sözlerini değil. İşte ben bunda yokum. Bundan dolayı da kimseye yaranamıyorum. Bir tasarrufundan dolayı iktidarı övsem iktidar taraftarları beni methediyor, muhalefet taraftarları yeriyor. Muhalefetin bir sözünü tasvip etsem muhalefet taraftarları överken iktidar taraftarları mesafe koyuyor. Yani bu tarafımla ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranıyorum.

"Kandıralı! Sen de!"

—Efendim! Ekrem İmamoğlu AFAD toplantısına çağırıldı mı, çağırılmadı mı?
—Ne bileyim ben! Sonra niçin zor soruları bana soruyorsun?
—Bu sorunun neresi zor? Çağırıldı ya da çağırılmadı diyeceksin. Çok mu zor bunu söylemek?
—Taraflar bilir bunu.
—Taraflardan biri çağırılmadım diyor, diğeri çağırdık diyor. Hasılı hangisi doğru söylüyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, yapılan tartışmalardan bu mesele depremden daha önemli.
—Sadede gelelim. Sana göre belediye başkanı toplantıya davet edilmiş mi, edilmemiş mi? Görüşünü söyle.
—Efendim, beni siyasetin içine çekme. Bu iş benim işim değil. Madem sordun. Bu konuda görüşümü söylemem. Ancak senin için şöyle bir iyilik yapabilirim. Sayın AFAD başkanı iki toplantıya da katılan kişilerden biridir. Onun şahitliğini anlatabilirim sana. Sen oradan çıkar davetin olup olmadığını.
—Merak ettim. Neymiş?
—Habertürk Tv'de yayımlanan Açık ve Net programının sunucusu, AFAD başkanına, Sayın Belediye Başkanının toplantıya çağırılıp çağırılmadığını sordu. Sayın başkan: "Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında perşembe günkü depremin akabinde valilik binasındaki AFAD merkezinde tüm AFAD üyeleriyle birlikte toplandık.  Burada deprem sonrası bir değerlendirme yapıldı. Bu toplantıda Sayın Belediye Başkanı da vardı. Toplantının bitiminde Sayın Oktay "Yarın saat 10.00'da falan yerde tekrar toplanıyoruz. Toplantıya herkes katılıyor ve herkes ciddi bir şekilde hazırlık yaparak gelsin" demiş.
—Bu açıklamaya göre Sayın Başkan bu toplantıya çağrılmış.
—Yorum yapmıyorum ama bunu nereden çıkardın?
—İlk toplantıyı yöneten Sayın Oktay'ın "Yarın saat 10.00'da yapılacak toplantıya herkes katılacak" sözünde geçen "Herkes"ten.
—Pes doğrusu! Nasıl böyle bir kanaate varabiliyorsun. Sayın Başkan herkes mi? Onun bir adı var değil mi?
—Efendim! Toplantıya katılan kişilerden biri de o. Herkesin içine o da girer.
—Katılmıyorum. Burada Sayın Oktay'ın daveti eksik yaptığını düşünüyorum.
—Ya ne diyecekti? Özellikle Sayın Başkan sen de diyemezdi ya...
—Gerekirse diyecekti. En azından "Herkes katılacak" dedikten sonra "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Katılmak istemiyormuş, bahane uyduruyor.
—Ne belli? İlkine katıldım, ikincisine çağrılsaydım, ilkine katıldığım gibi ikincisine de katılırdım, diyor. Demek ki bir anlaşmazlık ya da anlamazlık veya anlamazlıktan gelme söz konusu.
—O zaman ne yapılacak bu durumda?
—Anlayacağı dilden konuşmak.
—Mesela?
—Yukarıda dedim ya "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Kandıralı, ne alaka?
—Çok şey istiyor ve hazıra konmak istiyorsun. Bunu anlamak için "Kandıralı" hikayesini bilmen gerek. Önce hikayeyi öğren, sonrasını anlarsın zaten. Hülasa bu tartışma gösterdi ki başkanın çağırılıp çağrılmaması meselesi depremden daha önemli. Depremden önce bu meseleyi çözmemiz lazım.

En Güzeli ve En Kolayı

Başkasının gözündeki çöpü görmek güzel. Daha güzeli kendi gözündeki merteği görmektir.
Yanlışından dolayı başkasına ayar vermek güzel. Daha güzeli, ilk önce kendisine ayar çekmektir.
Bir konuda güzel konuşmak, kelamı kibar olmak güzel. Daha güzeli, insanın konuştuğunu yapmasıdır. Kâl ehli değil, hâl ehli olmaktır.
Bir başkasını yola getirmeye çalışmak zor. Daha kolayı, insanın kendisini yola getirmesidir.
Bir başkasına öğüt vermek güzel. Çünkü mev'ize-i hasenedir. Daha güzeli, kişinin verdiği bu öğütlerden kendisine pay çıkarmasıdır.
Ele telkin vermek güzel. Önemli olan salkımı yutmamaktır. Salkım yenecekse hep beraber yenmelidir.
Bir başkasını eleştirmek güzel. Daha güzeli bir özeleştiri yapmaktır.
Bağırmak, çağırmak en zoru. Daha kolay olanı meramını nazik ve kibar bir üslup ile anlatmaktır.
Çok konuşmak herkesin işi. Önemli olan yerinde ve zamanında konuşmak ve dinlemeyi de bilmektir.
Öküz öldükten sonra ortaklığı bozmak herkesin işi. Öküzden sonra iletişimi kesmemek, eski ortağı için kapıyı kapatmamak, onun için hayır dilemek ve kapıyı aralık bırakmak en güzeli.
Atama işini ahbap çavuş ilişkisi içinde sürdürmek en zoru. Daha kolayı objektif kriterlere göre alım yapmaktır. Bu şekil alımlarda araya parazitler giremez.
İnsanın gözünü zaman zaman hırs bürür. Böyle durumlarda kutsal değerleri alet etmemek en erdemlice olanıdır.
Kavgan, kırgınlığın başkasının işine yarayacak ve rakiplerini sevindirecekse kavgayı dışa yansıtmamak en güzeli.
İnsan övülmeyi ister, kimsenin eleştiri hoşuna gitmez. Fakat sürekli övgü insana ben neymişim dedirtir ve hatasını perdeler. Bunun en güzel yolu seni övenden ziyade eleştirenlere kulak vermektir.