30 Eylül 2019 Pazartesi

Ben Bir Tarafım

"Bitaraf olan bertaraf olur" şeklinde kullanılan bir sözümüz var. Bu söz ile insanlardan taraf olması istenmekte. Şayet tarafsız kalırsa yok olup gideceği kastedilir. Yok olup gitmemek için ben de bir taraf seçtim. Tarafsız değilim yani.

Tarafım; iyi, güzel ve doğrunun yanı. Sözü söyleyene bakmam, sözün kendisine bakarım. Söylediği sözden dolayı bugün tasvip ettiğim kişiyi bir başka gün söylediği başka sözünden ve yaptığından dolayı eleştiririm. Parti taassubum yok. Konuştuklarına ve yaptıklarına bakarım, sandık günü gider, oyumu verir gelirim. Sosyal medyada herhangi bir partiyi övüp yermem. Bir cemaat veya tarikata bir mensubiyetim yok. Hepsine aynı uzaklıktayım. Kimseye karşı baştan bir ön yargım yok. Önce dinler, okur, sonra kararımı veririm. Savunduğum fikir ve görüşlerin doğruluğundan emin değilim. Tek yaptığım doğru bildiğimi savunmaktır. Savunduğum görüşümün yanlış olduğunu fark ettiğim zaman yanlış düşünmüşüm diyerek vazgeçerim. Tek doğrunun kendi doğrularımdan ibaret olmadığını bilirim. Doğrunun, içinde bulunduğum kişilerden oluşmadığını, başka düşüncedeki insanlar arasında da doğru ve dürüst insanların bulunduğunu kabul ederim. Dil sürçmesinden kaynaklanan hatalarından dolayı insanları yerin dibine geçirmem. Onları anlamaya çalışırım. İçinde bulunduğum camia veya siyasi görüş sahipleri bir yanlış yaptıklarında başkasından önce onları ben eleştiririm. Çünkü eleştiri, özellikle yapıcı olanı davayı daha güçlendirir, daha fazla hataların önüne geçer diye düşünürüm.

Kısaca benim tarafım bu. Bu tarafgirliğimden çevremdekiler memnun mu? Maalesef değil. Onlara göre eleştiri yapmamalıyım. Eleştiri yapacaksam da bunu başka yerde dillendirmemeliyim. Başkası memnun mu benden? Başkası da memnun değil benim tuttuğum taraftan. Her iki kesimin de benden istediği, bir tarafta yer alacağım. O taraf doğru-yanlış ne yaparsa daima savunmalıyım. Yani taraflar, tarafları savunmamı istiyor, sözlerini değil. İşte ben bunda yokum. Bundan dolayı da kimseye yaranamıyorum. Bir tasarrufundan dolayı iktidarı övsem iktidar taraftarları beni methediyor, muhalefet taraftarları yeriyor. Muhalefetin bir sözünü tasvip etsem muhalefet taraftarları överken iktidar taraftarları mesafe koyuyor. Yani bu tarafımla ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranıyorum.

"Kandıralı! Sen de!"

—Efendim! Ekrem İmamoğlu AFAD toplantısına çağırıldı mı, çağırılmadı mı?
—Ne bileyim ben! Sonra niçin zor soruları bana soruyorsun?
—Bu sorunun neresi zor? Çağırıldı ya da çağırılmadı diyeceksin. Çok mu zor bunu söylemek?
—Taraflar bilir bunu.
—Taraflardan biri çağırılmadım diyor, diğeri çağırdık diyor. Hasılı hangisi doğru söylüyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, yapılan tartışmalardan bu mesele depremden daha önemli.
—Sadede gelelim. Sana göre belediye başkanı toplantıya davet edilmiş mi, edilmemiş mi? Görüşünü söyle.
—Efendim, beni siyasetin içine çekme. Bu iş benim işim değil. Madem sordun. Bu konuda görüşümü söylemem. Ancak senin için şöyle bir iyilik yapabilirim. Sayın AFAD başkanı iki toplantıya da katılan kişilerden biridir. Onun şahitliğini anlatabilirim sana. Sen oradan çıkar davetin olup olmadığını.
—Merak ettim. Neymiş?
—Habertürk Tv'de yayımlanan Açık ve Net programının sunucusu, AFAD başkanına, Sayın Belediye Başkanının toplantıya çağırılıp çağırılmadığını sordu. Sayın başkan: "Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında perşembe günkü depremin akabinde valilik binasındaki AFAD merkezinde tüm AFAD üyeleriyle birlikte toplandık.  Burada deprem sonrası bir değerlendirme yapıldı. Bu toplantıda Sayın Belediye Başkanı da vardı. Toplantının bitiminde Sayın Oktay "Yarın saat 10.00'da falan yerde tekrar toplanıyoruz. Toplantıya herkes katılıyor ve herkes ciddi bir şekilde hazırlık yaparak gelsin" demiş.
—Bu açıklamaya göre Sayın Başkan bu toplantıya çağrılmış.
—Yorum yapmıyorum ama bunu nereden çıkardın?
—İlk toplantıyı yöneten Sayın Oktay'ın "Yarın saat 10.00'da yapılacak toplantıya herkes katılacak" sözünde geçen "Herkes"ten.
—Pes doğrusu! Nasıl böyle bir kanaate varabiliyorsun. Sayın Başkan herkes mi? Onun bir adı var değil mi?
—Efendim! Toplantıya katılan kişilerden biri de o. Herkesin içine o da girer.
—Katılmıyorum. Burada Sayın Oktay'ın daveti eksik yaptığını düşünüyorum.
—Ya ne diyecekti? Özellikle Sayın Başkan sen de diyemezdi ya...
—Gerekirse diyecekti. En azından "Herkes katılacak" dedikten sonra "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Katılmak istemiyormuş, bahane uyduruyor.
—Ne belli? İlkine katıldım, ikincisine çağrılsaydım, ilkine katıldığım gibi ikincisine de katılırdım, diyor. Demek ki bir anlaşmazlık ya da anlamazlık veya anlamazlıktan gelme söz konusu.
—O zaman ne yapılacak bu durumda?
—Anlayacağı dilden konuşmak.
—Mesela?
—Yukarıda dedim ya "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Kandıralı, ne alaka?
—Çok şey istiyor ve hazıra konmak istiyorsun. Bunu anlamak için "Kandıralı" hikayesini bilmen gerek. Önce hikayeyi öğren, sonrasını anlarsın zaten. Hülasa bu tartışma gösterdi ki başkanın çağırılıp çağrılmaması meselesi depremden daha önemli. Depremden önce bu meseleyi çözmemiz lazım.

En Güzeli ve En Kolayı

Başkasının gözündeki çöpü görmek güzel. Daha güzeli kendi gözündeki merteği görmektir.
Yanlışından dolayı başkasına ayar vermek güzel. Daha güzeli, ilk önce kendisine ayar çekmektir.
Bir konuda güzel konuşmak, kelamı kibar olmak güzel. Daha güzeli, insanın konuştuğunu yapmasıdır. Kâl ehli değil, hâl ehli olmaktır.
Bir başkasını yola getirmeye çalışmak zor. Daha kolayı, insanın kendisini yola getirmesidir.
Bir başkasına öğüt vermek güzel. Çünkü mev'ize-i hasenedir. Daha güzeli, kişinin verdiği bu öğütlerden kendisine pay çıkarmasıdır.
Ele telkin vermek güzel. Önemli olan salkımı yutmamaktır. Salkım yenecekse hep beraber yenmelidir.
Bir başkasını eleştirmek güzel. Daha güzeli bir özeleştiri yapmaktır.
Bağırmak, çağırmak en zoru. Daha kolay olanı meramını nazik ve kibar bir üslup ile anlatmaktır.
Çok konuşmak herkesin işi. Önemli olan yerinde ve zamanında konuşmak ve dinlemeyi de bilmektir.
Öküz öldükten sonra ortaklığı bozmak herkesin işi. Öküzden sonra iletişimi kesmemek, eski ortağı için kapıyı kapatmamak, onun için hayır dilemek ve kapıyı aralık bırakmak en güzeli.
Atama işini ahbap çavuş ilişkisi içinde sürdürmek en zoru. Daha kolayı objektif kriterlere göre alım yapmaktır. Bu şekil alımlarda araya parazitler giremez.
İnsanın gözünü zaman zaman hırs bürür. Böyle durumlarda kutsal değerleri alet etmemek en erdemlice olanıdır.
Kavgan, kırgınlığın başkasının işine yarayacak ve rakiplerini sevindirecekse kavgayı dışa yansıtmamak en güzeli.
İnsan övülmeyi ister, kimsenin eleştiri hoşuna gitmez. Fakat sürekli övgü insana ben neymişim dedirtir ve hatasını perdeler. Bunun en güzel yolu seni övenden ziyade eleştirenlere kulak vermektir.



İsrafı Ağzımıza Almaz Olduk

Referansı din olan, yaşantısını dine göre düzenleyen insanlar, organize olup bir amaç uğrunda bir araya geldiklerinde ülkenin gidişatını eleştirirler, haksızlığın nedenlerini sorgularlar, kendilerine fırsat verildiği takdirde kuracakları adil bir düzen ile ülkeyi nasıl yaşanabilir kılabileceklerini çözüm yollarını söyleyerek bir bir anlatırlardı. Sosyal adalet, adalet, ehliyet, liyakat, hak, hukuk, hakça paylaşım, din ve vicdan özgürlüğü derler. Zinaya, faize, taklitçiliğe, zulme, özgürlüklerin kısıtlanmasına, zulüm düzenine karşı çıkarlar; kamudaki israfa dikkat çekerlerdi. Ekonomiyi nasıl düzelteceklerini anlatır dururlardı.

Milletin özünden çıkıp gelen bu hareketi halk takdir etti. Ama yüzde 10 barajını aşamazlar düşüncesiyle bir kısmı oyunu esirgedi. Siyasette yer alan ve iktidar olan diğer partiler o kadar kötü yönetim gösterdiler ki halk barajı aşamayan partiye barajı aştırdı. Sonra koalisyon ortağı yaptı. Yerleşik düzen onları çalıştırmadı ve partilerini kapattı. İkiye bölünüp farklı kulvarda hareket etmeye başladılar. 2001 krizinden sonra daha güçlü geldiler. Allah var, iyi de çalıştılar ve bu çalışmalarının karşılığı olarak halkın çoğunluğu teveccüh göstererek bu hareketi defalarca iktidara getirdi. Şimdi iktidardan öte devletin kendisi oldu.

Sanırım uzun süre iktidar olmak ve devletin kendisi olmak yaramadı. Partide bir yozlaşma söz konusu. Bu durum yıpranmanın ötesinde bir şey. Nedendir bilinmez, iktidar olmadan önceki ve ilk iktidar olduğu zamanki söylemlerini söylemez oldu. Eskisi gibi adaletten, ehliyetten, liyakattan, haksızlıktan bahsetmiyor. Hele israfı ağzına almaz oldu. Merak ediyorum devlette bugün israf yok mu? Kamuoyunun gözünde israf özellikle belediyeler ve diğer devlet kurumlarında diz boyu. İşin garibi dün kendilerinin dillendirdiği şeyleri bugün başkaları dinlendiriyor. Her şey aklıma gelirdi de yapılan harcamaları israftan ziyade bir ihtiyaç görmeleri. En kötüsü de bu. İsrafı dillendiren insanları da şov yapmakla itham ediyorlar.

İş işten geçmeden bence dünün güzel değerlerini referans alanlar bugün bir kritik yapmaları. Yapılan eleştirilere ani bir refleksle cevap vermemeleri. Acaba bizde bu durum var mı diye düşünmeleri. Kendilerinde böyle bir şey yoksa bile demek ki böyle bir algı var deyip doğrusunu anlatmaları. Yok böyle bir öz eleştiri yapmazlar, biz doğru yoldayız, rakiplerimiz bize düşmanlığından bunu yapıyorlar deyip kendilerini bir kritiğe tabi tutmazlarsa bilin ki kaybedecekler. Kendileri kaybetmekle kalmayacak, referans aldıkları değerlerin içini de boşaltacaklar ve savundukları değerler bir daha kolay kolay iktidar olamayacaktır.




Çıplak Pozlar *

Türkiye’de ve dünyada ne olup bitiyor diye fırsat buldukça belirli aralıklarla gazetelerin internet ve haber sayfalarına göz atarım. Göz attığım sayfalar da ciddi bilinen, önceliği haber olan sayfalar. Sayfaların hepsini açmadan haberin başlığına bakar, ilgimi çekerse sayfayı tıklar, içeriği hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırım. Bu sayfalar taze ve önemli haber geldikçe sürekli güncelleniyor. Haber değeri olan farklı konulara yer veriliyor. Haber sitelerinin sayfalarının arasına sıkıştırılmış çıplak pozlara yer verildiğini de haber başlıklarına bakarken müşahede ediyorum.
“Falandan sonra falan da çıplak poz verdi.
“Falan, verdiği pozla takipçilerinden şu kadar beğeni aldı.”
“Falan, cesur paylaşımıyla dikkatleri üzerine çekti.”
“Falan, çıplak pozlarıyla takipçilerinden tepki aldı.”
“Falan, bikinisiyle objektiflere yakalandı.” şeklinde haber sayfalarının arasında yer bulan nice paylaşımları görmek mümkün. Merak ettiğim bunların neresi haber değeri taşıyor?

Eskiden “Bir yere üniversite açmak için o üniversitenin bünyesinde mutlaka Fen-Edebiyat Fakültesi olma zorunluluğu” var. Taliplisi olsa da olmasa da bu fakülte açılır, denirdi. Şimdilerde sanırım öyle bir zorunluluk yok. Acaba haber sitesi açmak için sayfaların arasına çıplak poz koyma zorunluluğu var da benim yine haberim mi yok? Soyunmanın neresi haber? İnanın çok anlamış değilim. Anlayan varsa lütfen beri gelsin. Bu cahili bilgilendirsin.

İnanın, okuyucuyu çekelim; milyonlar izlesin, tıklasın; sayfamız tıklandıkça üç-beş kuruş para kazanalım, siteler arasında en çok tıklanan sayfa bizim sayfamız deyip üç-beş reklam alalım düşüncesiyle haberler arasına sıkıştırılan bu çıplak pozlar, insanın yatak odasında bile duramayacağı pozlar. Soyunan soyunuyor, bunları çeken çekiyor, sitesine koyan koyuyor. Burada kolektif bir hareket söz konusu maalesef. Ne soyunan ne bu çıplaklığı çeken ne de bu anadan üryanlığı milyonlara servis edenler bu yaptığımız ayıp, bizim değer yargılarımıza ters diyor. Ayıp gerçekten ayıp! Yuh olsun hepsine…

İşin garibi çıplak poz verenler toplum nezdinde de el üstünde. Çünkü hiçbir soyunan bir itibar kaybına uğramıyor. Ya sinemada aktris ya sanatçı ya manken ya güzellik kraliçesi… Başka maharetlerini bilmiyorum ama vücutlarını teşhir ederek para kazandıkları belli. İşin ucunda para varsa değerlerimizin onlar gözünde hiçbir önemi yok. Eğer bu işi sanat diye yapıyorlarsa böyle sanata da yuhlar olsun…

Burada niyetim ahlak polisliği değil. İnsanları giydikleri kıyafete göre değerlendiren birisi değilim. Kim ne şekilde giyinirse giyinsin. Ama şunu kimse unutmasın ki kişi kendi itibarını kendi kazanır ve kendisi yok eder. Evet, tek başına giyinme kişiye itibar kazandırmaz. Fakat kişiler kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır. Çıplak poz verenler şunu unutmasınlar ki soyunma, insana belki para kazandırır, şöhret yapar, adından sıkça söz ettirir ama çıplaklık insana bir itibar kazandırmaz.

Aslında yatak odasında bile görülemeyecek bu şekil soyunmaların önüne geçmenin yolu, soyunanları haber yapmamaktır. Çünkü servis edilmez ise kimse vücudunu teşhir etmez.

*05/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bizi Depremler Değil, Güvensizliğimiz Yıkar ***


5.8 şiddetinde meydana gelen orta büyüklükteki İstanbul depremi, gösterdi ki 99 Marmara Depreminden bu yana hala depremlere karşı bir hazırlığımız yok. Anlaşılan olanlardan, yıkılan onca binadan, ölen binlerce insanımıza rağmen biz hala aynı yerdeyiz. Bravo ülkeme! Bir istikrar abidesi görüntüsüyle yıkılmadı maşallah! Hala ayakta.

Depreme hazırlıklı değiliz, ne binalarıyla ne iletişim araçlarıyla ne de kurumlarıyla. Deprem orta şiddetinde ama bilançosu ağır:
*Bina yönünden hazır değiliz. Çünkü 5.8 şiddetindeki bir deprem de bile; 
-20'i az hasarlı, 9'u ağır olmak üzere 29 okul binamız yıkılıp yeniden yapılacak. 
-1'i az, 4 tanesi ağır hasarlı olmak üzere 5 kamu binamız var.
-1895'i az, 320'i ağır, deprem kaynaklı olmayan 583 meskenimiz var. Az hasarlı binalar güvenli hale getirilecek, ağır hasarlı olanlar ise yıkılacak.
*Telefonla iletişimimiz evlere şenlik! GSM operatörlerimiz zaten sınıfta kaldı. Bunu söylemeye gerek yok. Zaten biliyorsunuz.
*Bir deprem esnasında depremzedelerin nerede, hangi yerlerde toplanacağı bile yetkililer arasında net değil. Çünkü aralarında hiç iletişim yok. Birinin söylediğini öbürü nakzediyor. Sanki biri birlerini yalan çıkarmak için yaratılmışlar.
*Kurumlarımız arasında yeterli eş güdüm yok. Bundan da öte birbirlerine güvenleri yok. Can kaybı vermediğimiz, ucuz atlattığımız bir depremin ardından verilmiş sadakamız varmış, şimdi kenetlenme zamanı diyeceğimiz yerde, kurumlarımız "AFAD toplantısına çağrıldım/çağrılmadım tartışması yapıyor. Birbirlerine güvensizlikleri maalesef paçalarından akıyor. 

Merak ettiğim, olası büyük bir Marmara depreminde İstanbul depreminin yaralarını ve dertlerini kurumların birbirlerine bu güvensizliği mi çözecek? Benim bu görüntüden anladığım, deprem gibi bir doğal afette bile siyaset yapılıyor, rol çalmaya ve rol kapmaya çalışılıyor. Amaç üzüm yemekse acil bir toplantıya çağırılmasa bile çat kapı girilir ve "Efendim, yapabileceğimiz bir şey var mı? Bizim elimizde şu şu imkanlar var" denir. Ki bir doğal afette davet bile beklenmez. İlk fırsatta acil toplanma merkezine intikal edilir. 

Yaşadığımız topraklar bir deprem bölgesi. Fay hatlarına rağmen yüzyıllardır yaşadık, yaşamaya devam edeceğiz. Depremlere nice canlar verdik, enkaz altından binler çıkardık. Yaralarımızı kenetlenerek, yardımlaşarak sardık. Kalan sağlarla birlikte acılarımızı içimize gömerek dimdik ayakta kaldık.  Bizi depremler yıldırmadı, yok etmedi. Ama bizi yıkacak olan birbirimize olan bu güvensizliğimizdir. Her kim, her ne düşüncede olursak olalım, bir doğal afette rekabeti, küskünlüğü, husumeti, rol kapmayı, seçmene mesaj vermeyi bir tarafa bırakalım. Birbirimizi görmezden gelip yok kabul etmeyelim. İnsanları siyasi düşüncesine göre bir ayrıma tabi tutmayalım. Unutmayalım ki deprem geldi mi siyasi düşünce ayrımı yapmaz. Önüne geleni enkazın altına iter. Yol yakınken büyük bir deprem kapımızı çalmadan, önce birbirimize güvenmeyi öğrenelim. Yoksa son pişmanlık fayda vermez...

***01/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



29 Eylül 2019 Pazar

GSM Operatörleri Devleti de Kandırıyor


Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay, deprem esnasında şebekeleri çöken üç GSM operatörüyle bir toplantı yaptı. Toplantı sonrası yaptığı görüşmeyi şu şekilde açıkladı:
*Deprem öncesi 20 milyon kişinin aynı anda yaptığı görüşme deprem esnasında 160 milyona çıkıyormuş. 
*Operatörlerin görüşme kapasitesi 118 milyon imiş. Yani sair zamanlarda aynı anda 118 milyon görüşme yapabilme kapasiteleri varmış.
*Bir daha kesintinin olmaması için görüşme kapasitesinin 175 milyona çıkarılması hedefleniyormuş. Bu kapasiteye 6 ay içinde ulaşılacakmış. 

Toplantı sonrası bu açıklamayı yapan Sayın Oktay'ı, GSM operatörlerinin verdiği bilgiye ikna olmuş gördüm. Sorun bende galiba! Çünkü ben GSM operatörlerinin verdiği bu bilgiyi ikna edici bulmadım. Çünkü bana mantıklı gelmedi. Merak ettiğim; çoluk, çocuk, cep telefonu olan ve olmayan olarak 82 milyonun yaşadığı bu ülkede, deprem esnası görüşme nasıl 160 milyona ulaşır? Demek ki yurtdışından da epey arayan var. Sevenlerimiz çok desenize…

GSM operatörleri! Haydi beni kandırdınız. Cumhurbaşkanı yardımcısına bari yapmayın bunu...

GSM operatörleri şunu deselerdi garibime gitse de izahlarını mantıklı bulurdum: 
“Efendim! Biz üçümüz daha fazla müşteri çekebilmek, daha fazla para kazanmak amacıyla kampanya üzerine kampanya düzenledik. Kendimizi o kadar kaptırmışız  ki gözümüz başka bir şey görmedi. Bu şebekelerin bir gün çökeceğini, bu alt yapının işlevini yerine getiremeyeceğini hiç hesaba katmadık. Bir depremin olabileceğini bile unuttuk. Tek düşündüğümüz su akarken testimizi doldurmak oldu. Bu yüzden alt yapının güçlendirilmesi üzerine bir yatırım yapmadık. Normal zamanlarda 118 milyon kişinin görüşme yapabileceği de kağıt üzerinde görünen bir kapasitemizdir. Aslında bu kadar kişi görüşemez. Hasılı kaçtık kaçtık, sonunda yakayı ele verdik. Deprem bizim ipliğimizi pazara çıkardı. Ama bu deprem bizi bize getirdi. Bundan sonra omuz omuza vererek alt yapı çalışmamızın güçlenmesine öncelik vereceğiz. Yaşattığımız bu mağduriyet dolayısıyla vatandaşımızdan özür diliyoruz.”

İnanın böyle deseler kendilerini takdir eder, helal olsun derdim. Ama görüyorum ki deprem anında şebekelerinin iflas etmesine mazeret bulmak ve gerekçe üretmekle meşguller. Yaptıkları hem devletin hem de milletin aklıyla dalga geçmek. Ayıp gerçekten!