27 Eylül 2019 Cuma

GSM Operatörlerimiz Evlere Şenlik! *

Salı ve Perşembe günü Silivri merkezli meydana gelen 4.6-5.8 orta büyüklükteki depremlerimiz iyice gösterdi ki yüksek paralar vererek aldığımız cep telefonları ve çekim gücü iyi olsun diye aldığımız hatlar, bir deprem esnasında yanımızda yok. Anlayacağınız iyi gün dostu hepsi. Bakmayın siz Türkiye’nin her yerinde çekim gücümüz şu noktaya vardı diye reklam verip müşteri avlamaya çıktıklarına. Bunların işleri güçleri sundukları avantajlarla daha fazla müşteri çekip bizi söğüşleyebildikleri kadar söğüşlemek…

Dedim ya, iyi gün dostu bunlar. Başın sıkıştığı zaman, imdat çığlığı attığın vakit senden önce bunların kurdukları alt yapı ve çekim gücü tüyüyor. Nasılsa bir yaptırımı yok. Kısa yoldan sundukları cazip paketlerle para kazanmak varken niye alt yapı ile uğraşıp masraf etsinler? Bizleri ne kadar tokatlarlarsa kar onlar için.

O yüzden siz siz olun, bir deprem esnasında yapacağınız ilk şey, diğer günlerde elinizden düşürmediğiniz cep telefonlarını deprem anında elinizden fırlatmak olsun. Çünkü ölü bir makineye dönüşüyor elinizdeki aygıtlar o esnada. Hatta deprem geçiyor, sen kendini sağ kurtarmışsın, depremden saatler geçmiş. Elindeki aygıt hala bir işlev ifa etmiyor. Size bir deprem anında ölüsü değil, dirisi lazım halbuki. Telefonu atarsanız, bu yol ile hiç olmazsa elinizden ağırlığı gider. İki eliniz de boşa çıktığı için belki kendinizi depremden koruma imkanına sahip olabilir ya da en az zararla depremden kurtulabilirsiniz.

Depremden sağ kurtuldunuz diyelim, önce halinize şükredin. Sonra bir GSM operatörü kurun, devletten onay alın. Tıpkı diğer operatörler gibi kısa yoldan millete hat satma yoluna gidin. Çünkü bu işte iyi paralar dönüyor. Öyle işimiz yok, işsiziz diye ağlayıp durmayın. Alın size iş. Bu iş, hep istediğiniz ve hayalini kurduğunuz masa başı işten daha iyi ve kazanma garantili.

Yok, “Ben milletin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmam. Bir iş yapacağım zaman en iyisini yaparım; yaptıklarımla milletin iyi gününde ve kötü gününde yanında yer alır, onların dertlerine derman olur, parasını aldığım milletin aynı zamanda hayır duasını da alırım diyorsanız” o zaman kuracağınız GSM operatörü, deprem esnasında çekme ve konuşma garantili olsun. İyi bir reklam ve kampanya ile böylesi sunacağınız bir hizmet yok satar. Millet, hattınızı almak için sıraya girer. Mevcut operatörleri de yaşayan ölü diyerek çöpe atar ve hattı bedava verip üste para da verseler dönüp o operatörlerin yüzüne bakmaz. Benden söylemesi…

Öyle ya! Elimiz, ayağımız ve her şeyimiz olan cep telefonları, en ufak bir zorlukta havlu atacak, biz bu işte yokuz diyecekse, biz bu iyi gün dostlarını niçin taşırız?

Beklenmekte olan büyük depremin işaret fişeği olan orta şiddetindeki bu iki deprem dolayısıyla pes eden hatlarımız kulağımıza küpe olsun. Bunu burada bırakmayalım. Malum üç GSM operatörünün burnundan getirelim. Onlara ne işe yararsınız diyelim. Denetim görevini yapan Ulaştırma Bakanlığımız da bunları bir sigaya çeksin, nedir bu rezalet desin. Görevini yapsın, bizi bu paragözlere yem etmesin ve mecbur bırakmasın.

Depremi iliklerine kadar yaşayan İstanbullulara geçmiş olsun diyorum. Rabbim, milletimizi daha beterinden korusun…

*28/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Deprem "Geliyorum" Diyor ***


Salı günü meydana gelen ve merkez üssü Silivri olan 4.6 şiddetindeki depremden sonra, perşembe günü 14.00 sularında meydana gelen 5.8 şiddetindeki ikinci depremin merkez üssü yine Silivri. Meydana gelen bu orta şiddetindeki depremin ardından iki saat içinde otuz artçı sarsıntı daha oldu. Şükür ki yıkıcı etkisi fazla olmayan bu deprem şimdilik hasarsız atlatıldı.

Merkez üssü Silivri olan bu deprem, İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye'nin yüreğini ağzına getirdi. Fakat korkunun ecele faydası yok. Deprem olacak. Ama deprem bu sefer daha bir ciddi, geliyorum diyor. 1999 Marmara depreminden sonra deprem uzmanlarımız, otuz yıl içinde en az yedi şiddetinde olacak olan bir depreme hazır olmamız lazım diye ekranlarda gün aşırı bas bas bağırdı durdu. 

Marmara'da deprem olacak. Bunu biliyoruz. Bundan kaçış yok. Ama ne zaman, kaç şiddetinde olacak? İki gün içerisinde peşi sıra yaşadığımız bu depremler, beklenen deprem mi yoksa beklenen büyük Marmara depreminin artçı sarsıntıları mı? Keşke beklenen deprem olsa... Daha ne isteriz! Görünen, beklediğimiz büyük depremin öncü kuvveti sanki. Ama bugün ama yarın ama yarından da yakın...

Hazır mıyız yedi büyüklüğünde olacak bir depreme? Hazır olmaya hazırız. Fakat hazırlıklı değiliz. Sadece olacağını biliyoruz. O kadar. Keşke makasın iyice daraldığı ve gelmekte olan büyük depremi de salı ve perşembe günü gündüz vakti yaşadığımız depremler gibi basit yaralanma ve birkaç evin hasar görmesiyle atlatabilsek. 

Niyetim felaket tellallığı değil ama 99'dan bu yana; geldi, geliyor, gelecek denen büyük depremin etkisinin yıkıcı ve hasarının büyük olacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Çünkü 99 depreminden bu yana ibret alıp tedbir aldığımız pek söylenemez. Yaptığımız tek şey, deprem edebiyatı yapmak oldu.

Yazıyı kaleme aldığımda yine Silivri merkezli ardı arkasına artçı sarsıntılar devam ediyordu. Umarım sıkışmış fay hatları bu şekil yavaş yavaş boşalır, diğer fay hatlarını özellikle ana fay hattını tetiklemez ve beklediğimiz büyük deprem gerçekleşmez. 

Bu vesileyle, meydana gelen orta şiddetindeki 5.8'lik deprem sonrası GSM operatörlerine de değinmek istiyorum. Maalesef operatörlerimiz iyi bir sınav vermedi, hepsi sınıfta kaldı. Orta şiddetindeki bir deprem de bile iletişim iflas etti. Haberleşme özgürlüğümüzün içine ettiler. Bu, “daha büyük depremde bize güvenmeyin, bizim gücümüz bu kadar,” demektir. Yani bir depreme GSM operatörlerimiz de tıpkı bizim gibi hazırlıklı değil. 

Rabbim sonumuzu hayır eylesin. Altından kalkamayacağımız afetler vermesin...

***28/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.





26 Eylül 2019 Perşembe

Esnaf Dükkânından Sabah Sabah Nasıl Kovuldum?

2005 veya 2006 yılları olsa gerek. Eşim tutturdu, para cüzdanı isterim diye. Güya para koyacak. Kim bulmuş ki eşimde olsun. Para olsun elimde de taşırdım halbuki. Ama eşiniz istediyse gerek veya değil alacaksınız naçar.

Tanıdığım bir çantacıya gittim. Envaiçeşit cüzdan koydu önüme. Seçmekte zorlandım. Çantacı "Her bir çeşit ve renkten birer tane görür. Yenge beğensin. Ötekileri geçerken bırakırsın" dedi. Başka müşteriler gelir, boş dönmesinler. Olmaz dedim ise de ısrar karşısında para cüzdanlarını poşetin içine koyup eve götürdüm.

Eşim bir tanesini seçtikten sonra emaneti sıcağı sıcağına teslim edeyim diye sabah işe gitmeden çantacının yanına uğradım. Çantacı esnaf dükkanı yeni açmış, içeriden dışarıya numunelik çanta çıkarıyor. Sırtı dönük olduğu için beni görmedi. Altı-yedi yaşlarında yanında getirdiği çocuğu gördü beni. Daha ben dükkana varmadan çocuk beni görür görmez "Git amca ya, sabah sabah" dedi. Güleyim mi, ağlayayım mı bu duruma? Öyle ya, ne işim vardı sabah sabah para cüzdanıyla? 

Sabah sabah kovulmuştum doğrusu. Kovan büyük biri olsa "Ulan sana da iyilik yaramaz" deyip geri döneceğim. Ama beni kovan küçücük bir çocuktu. Bu durumda yaptığım tek şey acı acı gülümsemek ve "Kerata! Beni kovuyor musun" demek oldu. 

Çocuk deyip geçmeyin. 15 sene geçmiş hala unutmamışım gördüğünüz gibi. Sonraları vardıkça şakaya tutturup beni kovan çocuk bu çocuk mu desem de işin ucunda kovulmak var. Nasıl unuturum...Farklı bir psikoloji bu. 

Bu arada bir esnafa sabahın köründe gitmenizi hiç tavsiye etmem. Olur ya, yanında küçük bir çocuk olur, ne diyeceği belli olmaz.

25 Eylül 2019 Çarşamba

“BM Ne İşe Yarıyor?” ***


74.BM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın videosunu izledim. 35 dakikalık bir konuşmada Erdoğan, sorun olarak gördüğü her konuya bir bütünlük içerisinde kısa kısa değindi. Nelere değinmemiş ki…
Suriye’den Afganistan’a, Keşmir’den Arakan’a, Akdeniz’den Karabağ’a, Kıbrıs’tan Libya’ya, Filistin’den Mısır’a, Aylan bebekten Kaşıkçı cinayetine ve Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin mahkeme salonundaki vefatına…
Mülteci sorununa ve çözüm yollarına ve bir milyara yakın insanın açlık sınırında yaşıyor olmasına…
Şii ve Sünni ayrımına…
Yayılmacı bir politika izleyen ve doymak bilmeyen İsrail devletinin sınırlarına ve BM Güvenlik Konseyinin İsrail ile ilgili aldığı kararların uygulanmamasına…
Yeni Zelanda’daki terör saldırısından Sri Lanka’daki terör saldırılarına, DEAŞ teröründen PKK/PYD terörüne…
Nükleer silahların ve kitle imha silahlarının ya herkese yasak ya da serbest olmasına…
Güvenlik Konseyi’nde adalete uygun reformların yapılıp hayata geçirilmesine…
Dünya beşten büyüktür diyerek zihniyetimizi ve kurallarımızı değiştirmek zamanının geldiğine; adalet, vicdan ve ahlak esaslı bir yapının kurulması gerektiğine vs. değindi.
Erdoğan’ın konuşmasında dünyayı özellikle mazlumları dert edindiği, bunun için kamuoyu oluşturmaya ve BM Genel Kurulunu harekete geçirmeye çalıştığı gözden kaçmıyor. Geçen sene yapılan 73.BM Genel Kurulu konuşmasına göz attığımızda da Erdoğan’ın aynı sorunlara değindiği görülecektir. İkinci Dünya Savaşının galip devletleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in kendi güvenlikleri için kurduğu ve kendilerine hizmet eden BM’in bugünkü yapısından adalet beklemek fazlasıyla iyi niyet olur. Ama en azından bu yapının adaletsiz olduğunu hem delegelere hem de dünya kamuoyuna haykırmasının altı çizilmelidir. Yine BM Genel Kurulunun İsrail ile ilgili aldığı kararlar uygulanmayacaksa BM ne işe yarıyor diyerek BM’i sorgulaması takdire şayandır.
Türkiye’nin başını çektiği ve dillendirdiği BM’in bu haksız görüntüsü bu haliyle devam etmez ve etmemeli. Er veya geç çatırdamalıdır. Sonuç alınır veya alınmaz ama Erdoğan’ın bir insicam içerisinde yaptığı bu konuşmayı önemsiyorum. En azından bu konuşmada “Bir kötülük gördüğün zaman elinle düzelt, gücün yetmiyorsa dilinle düzelt, buna da gücün yetmiyorsa kalbinle buğzet” hadisinin dil ile düzeltme ve yürekten kalbiyle buğzetme kısmını görüyorum. İnşallah elimizle düzelteceğimiz zamanlar da gelir.

Gönlüme su serpen, göğsümü kabartan bu konuşmasından dolayı Sayın Cumhurbaşkanına yürekten teşekkürler…

***26/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



24 Eylül 2019 Salı

Kiminle Çalışalım?

Eğer aile şirketi işletmiyor amme adına bir iş yapıyorsak birlikte çalışacağımız insanların tümüyle aynı kafa yapısına sahip insanlardan oluşmamasına özen gösterilmelidir. Çünkü aynı düşünce yapısına sahip insanlar arasında ilişkiler güven esasına dayalı yürür, kolay kolay denetim olmaz. Denetim olursa da yasak savma babından işler yürür. İş ciddiye alınmaz. Ortaya farklı fikirler ileri sürülmez. Güven istismar edilir. 

Ülkenin bir mozaiği diyebileceğimiz farklı fikirdeki insanlar bir arada çalışırlar ise,
Herkes kendisine çekidüzen verir, görevini yapar. Birbirlerine falso vermezler. Hiç denetim olmasa bile kurum kendi içinde denetim mekanizmasını kendisi kurar. Kimse yanındaki çalışana malzeme olmak ve malzeme vermek istemez. Kimse işini aksatmaz. İşyerinde ciddiyet olur, laubalilik olmaz.

Genelde işin kolaycılığına kaçıyor, tercihlerimizi aynı düşünce yapısına sahip insanlardan yana kullanıyoruz. Bu yanlıştır ve adalet, ehliyet ve liyakat duygusuna terstir. Bu durum diğer kesime güven vermez. Farklı düşüncelere sahip insanlar bir kurumda yer alırsa insanların adalete güveni artar. Böylesi kurumlarda kokuşma olmaz. Kurum ele geçirilmemiş olur. Halbuki aynı düşünce yapısına sahip insanların bulunduğu kurumlarda kokuşma olabileceği gibi kurumu kale kabul edip ele geçirme, başkasına hayat hakkı tanımama durumu söz konusu olablir. Aslında bilinçli bir şekilde devletin her kurumuna yerleşen ve yerleştirilen FETÖ, kurumlarda farklı zihniyet ve fikirlerde insanların olmasının önemini bize göstermektedir. FETÖ üyelerinin yerleştiği kurumlarda farklı düşünce yapısına sahip insanlar olsaydı bu ülkede ne 17-25 süreci yaşanır ne de darbe kalkışması yapılabilirdi.

Yaşadığımız FETÖ tecrübesine rağmen bugün kurumlarda kadrolaşmada çok özen gösterdiğimiz söylenemez. Kurumlarımız yine başka gruplara ihale edilmektedir. Kime hangi kurum verilmişse oraya farklı düşünce yapısına sahip birinin atanması mümkün görünmemektedir. Halbuki mümin bir delikten ikinci defa girmez. Demek ki bize bir musibet yeterli değil, başka musibetler istiyoruz.

Zirveden İnmek için

Bir alanda çalıştınız, çabaladınız. Sonunda tasvip gördünüz, alanınızda zirveye oturdunuz. Yıllar geçti, hala zirveye tutunmaya devam ediyorsunuz. Çünkü en yakın rakibinize defalarca fark attınız. Zirveden sıkıldınız. İnmek istiyorsunuz. Ama inemiyorsunuz. O zaman ne yapmanız gerekiyor? İşte size inişinizi kolaylaştıracak yol ve yöntemler. Bu dediklerimi uygularsanız zirveden inişini hızlandırırsınız. Bu iyiliğimi de unutmayın!

*Eleştiriye gelmeyeceksiniz. Hatta yapıcı eleştiriye bile tahammül etmeyeceksiniz. Yol göstermeye kalkana ayar vereceksiniz. İçinizden aykırı görüş serdeden, eleştiri ve yapıcı eleştiri getirenlere FETÖ'cü diyeceksiniz. Bu ağır olur derseniz “FETÖ’cü ağzıyla konuşuyorsunuz. Çünkü bu yaptığın FETÖ’cülerin yolu” deyip susturacaksınız.
*Her türlü alımlarda birinci ve geçerli kıstas olarak sözlü mülakatı esas alacaksınız.
*Yol arkadaşlarınıza küseceksiniz, onları küstüreceksiniz. İncineceksiniz, onları inciteceksiniz. İncinip ayrılmaya kalkana nankör ve hain diyeceksiniz. Hatta bunları dış güçlerin adamı, FETÖ’cülükle mücadele etmeyen kişiler olarak görecek ve göstereceksiniz.
*Yol arkadaşlarınıza zamanında yaptığınız iyilikleri sürekli hatırlatarak iyilikleri başa kakacaksınız.
*Rakip olma ihtimali olan kişilerin üzerine hep giderek onları daima savunmada bırakacaksınız. Çünkü sürekli savunma, rakibe hata yaptırtır.
*Seni eleştirenler laftan anlamıyor, hala eleştirilerine devam ediyorlarsa o değilden adalet mekanizmasını harekete geçir. Bu, aba altından sopa göstermek demektir.
*Gerçekle yüzleşmeyin, kafanızı kuma gömün, olayları o gözle bakın.
*Kendinizin dışında bir başkasının da doğru söyleyebileceği hiç aklınızın köşesinden geçmesin.
*Tepede olduğunu unutma. Çünkü sen bir güçsün. Hiç alttan alma.
*Yanından çekip gidenlerden dolayı hiç kendini sorgulama. Hep onları suçla. Gidenlerin yerine yenilerini getir. Onlar seni akşam sabah övsünler. Gelenler gidenleri kötülesin, onlara siz ne yapıyorsunuz deme.
*İsraf ekonomisine göz yum.
*Bir ekonomik kriz ortaya çıkarsa hiç belli etme. Kriz var diyenlere felaket tellalı de. Gerçekle yüzleşme. Kriz yokmuş gibi davran. 
*Eksikliklerini kapatmak için her defasında dış saldırılara dikkat çek.
*Yazılı ve görsel medyayı kendine bağla. Onlar akşam sabah seni övsünler, senin her konuşmanı canlı olarak versinler. Seni eleştirmeye kalkan bir yazar çıkarsa onun kalemini kır, herhangi bir yerde yazamasın.
*Seçim ekonomisi uygulamayacağım de. Ardından alasını yap.
*Kilit noktalara ailenden birilerini yerleştir. Çünkü başkasına güven olmaz. 




Bazılarının Derdi Benim Yaşım

Ben her ne kadar kendimi 18'in biraz üzerinde görsem de otobüs şoförünün gözünde 65'i doldurmuşum:

Belediye otobüsüne bindim. El kartımı tutacağım. Önümde iki kişi var. El kartlarını okutamamışlar. Kartı okutmak için şoför de uğraştı. Makine kartları okumadı bir türlü. Sonunda şoför, makineyi kapatıp bir açayım dedi. Bu arada ayakta kart okutmak için bekleyen bana acımış olmalı ki "Siz geçin, 65 yaş değil mi" dedi. Ne yapıyorsun? O kadar gösteriyor muyum" dedim. Ne desin adam bu durumda? "Yok yok. Kartta fotoğrafı görünce, ondan dedim" dedi. Adam aynen böyle söyledi. Otobüste gülüşmeler...Makine tekrar açılınca okuttum kartımı. 65 yaşında olmadığımı göstermiş oldum. Tabi bana bu ispat, bir bilete mal oldu. Ne güzel, binişi bedavaya getirecektim.

Anladığım kadarıyla şoför, her gördüğü sakallıyı amcası bildiği gibi kartında fotoğrafı olan herkesi 65'i doldurmuş sanıyor.

Sahi ben, 65'nde görünüyor muyum? Eğer siz de öyle görüyorsanız Allahın aşkına cumartesi cumartesi moralimi bozmayın. Zira morale, pembe yalana ihtiyacım var.

Sen ne yaptın be kardeşim, ne güzel yolculuğu bedavaya getirmek varken niye yaşının 65 olmadığını ispatlamaya kalktın dediginizi duyar gibiyim. Haklısınız. Düşünemedim. 18'indeki adamı 65'inde gösterince siz ne yapardınız bu durumda? Çok zoruma gitti çok...
*
2000'li yıllarda Adana'dayım. En büyük çocuğum lise 2.sınıf, ikizler ise ortaokul talebesi. Bir çocuğum daha dünyaya geldi. Ağabeyleriyle aralarında 12-13 yaş fark var. 

İlk aldığım düldülün küçük bir arızası için sanayide bir esnafın yanına gittim. Yanımda da o zamanlar 1,5-2 yaşına gelmiş son numaram var. (Bu arada şunu da söyleyeyim, çocukla sanayiye giderken onu kucağıma alıp direksiyona oturtmadım.)

Arabanın arızasını gidermeye çalışan usta, "Torunun mu" demez mi? Senin esnaflıkla hiç alakan yok. Oğlun mu deseydin ölür müydün be adam dedim. Gülüştük. 

Zoruma gitmedi mi? Gitti elbet...
*
Yıl 1979. Orta birinci sınıfa başlayacağım. Eğitim ve öğretim açılmadan Uluırmak Nuraniye Kur'an Kursuna gittim. Yaz boyunca hafızlık sağlayacağım orada. Aynı zamanda yatılı kalacağım. 

Görevli beni yatakhaneye götürdü. İki katlı ranzaların üst tarafları dolu idi. Beni gören bir çocuk "Ağabey, sen benim yerimde yat" diyerek yatağını bana verdi. Kendisi de alt kattaki bir ranzaya geçti.

Yaz boyunca hafızlığı sağladıktan sonra 79-80 öğretim yılı başladı. Birkaç gün gecikmeli olarak kayıtlı olduğum birinci sınıfıma(orta 1) geldim. Kapıdan girerken daha önce Kur'an Kursunda yatağını veren Ali Çeliktozu beni karşıladı. Hem de ne biçim karşılama... "Aaa Abi, sen bu sınıfta mısın? Ben seni 7.sınıf (şimdilerin lise son sınıfı) sanıyordum, demez mi? Evet bu sınıftayım dedim ama gelin o anki psikolojimi bana sorun. Orta birinci sınıfa 17 yaşından gün almış biri olarak başlarsan olacağı buydu. 

Zoruma gitmedi mi? Gitti elbet... Ne edersiniz ki okumanın yaşı olmazmış. 

4107 numaralı Ali Çeliktozu'nu birinci sınıftan sonra hiç görmedim. Sanırım yıl sonunda ya sınıf tekrarına kaldı ya da nakil gitti. Kulakları çınlasın. Allah hayrını versin ve alacağı olsun.

Üç yıl ortaokul ve dört yıl da lise okuduğum yedi yıl boyunca gelen abi dedi, giden abi dedi bana. Sınıfın başkanını seçmek için sınıf arkadaşlarım hiç zorlanmadı. Nasılsa onların kendilerinden 5-6 yaş büyük Ramazan Abileri vardı. 
*
2013-2014 yıllarında otobüsle okuluma gidiyorum. Yanıma yaşlı bir amca oturdu. Boynumda kravatımı gören amca "Daha çalışın mı bu yaşta" dedi. Evet, daha emekliliğimi bile hak etmedim, 23.yılımı çalışıyorum dedim. Adam "Ne bileyim 60'nda gösteriyorsun da dedi bana. 

Zoruma gitmedi mi? Gitti elbet... Moralimi bozmak için sabah sabah yanıma oturmuş mübarek! 
*
Hangi birini sayayım beni yaşımdan büyük gösteren insanların yaş tahminimi. Hepsinin derdi benim yaşım gayri, belli. Sanki onlara yaşımı sordum da onlar da bana bir iyilik yapıp yaşımın tahmininde bulundular. Canları sağ olsun. 

Sanırım kaportam yaşımla orantılı değil. Olduğumdan daha yaşlı görünüyorum. Ama şunu unutmasınlar, kaportam ne kadar eskirse eskisin, içim kıpır kıpır! İçimdeki çocuğa söz geçiremiyorum çoğu zaman. Siz kendinize yanın. Önemli olan yaşının kaç olduğu değil, kendini ne hissettiğin. Bu da benden bir züğürt tesellisi...