15 Eylül 2019 Pazar

HDP'lileri Anlamak Zor! ***

Geçmişten günümüze değişik adlarla kurulmuş, şimdilerde HDP adıyla siyaset yapar görünen HDP’yi ve onun sorumlularını anlamak zor. Ne yapıyorlar, ne ediyorlar? Dertleri nedir? Çok anlamış değilim. Gördüğüm kadarıyla ülkeyi nasıl gereriz, çoğunluğun tepkisini nasıl çekeriz, mahkemeler bize nasıl ceza verir, ülkede kan nasıl durmaz, derdindeler.

Zaman zaman acaba bu HDP dışlanıyor mu? Ondan mı bu hırçınlıkları derim. Ülke olarak halkın seçtiği seçilmiş kişiler bunlar. Dertlerini demokratik yoldan anlatsınlar, bunları içimizde tutalım. Tek yapmaları gereken terörle aralarına mesafe koymak diyen insanımız da çok. Hatta çoğu zaman kendilerine destek de veriliyor. Ama her ne hikmetse HDP’liler tüm bu beklenti ve desteklere kulak tıkayarak burunlarının dikine gidiyorlar. Ne çekip gidiyorlar ne siyaset bizim işimiz değil diyorlar ne terörle aralarına mesafe koyuyorlar. Her konuşmaları, her eylemleri faul. Bırakın terörle aralarına mesafe koymayı, terörün göbeğindeyiz imajı vermeye çalışıyorlar durmadan. İçlerinde fütursuz konuşan birkaç kişi olsa eh, içlerinden çıkabilir böyle birkaç kişi diyeceğim. Eş başkanları da aynı, vekilleri de aynı, belediye başkanları da aynı. Teröre destekten dolayı biri ceza alıp içeriye girse yerine geçen, öncekini aratmıyor.

HDP yöneticilerinin işleri güçleri bu milletin sinir uçlarına basmak, cami duvarına işemek, hassasiyet ve kırmızıçizgilerinin üstüne üstüne gitmek. Partilerinin açılımı da “Halkların Demokrasi Partisi.”  Merak ediyorum siyaset adına yaptıklarında halk nerede, demokrasi nerede? Bu milletin sinir uçlarına basa basa nereye kadar siyaset yapacaklar bilmiyorum. Geçmiş musibetlerden tecrübe ve ibret alacakları da yok. Varsa yoksa kan ve gözyaşı.

Örnek mi istersiniz? Çok örnek vermeye gerek yok. Zaten kırdıkları yumurta 40’ı geçti. Sadece son örnek bile HDP’li yetkililerin hali pürmelâlini göstermesi bakımından şu cümleler yeter de artar bile: “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da olacak, savaş da olacak". Kim demiş bu sözü? HDP Hakkari milletvekili. Üstelik bir kadın. Doğu ve Güneydoğunun “Teröre lanet” yürüyüşü yaptığı, çocukları dağa kaçırılan annelerin HDP Diyarbakır il başkanlığının önünde eylem yaptığı bir esnada kadın vekil Diyarbakır’da böyle bir açıklama yapıyor. Yaptığı açıklama değil, bir kaya. Alın nerenize koyarsanız koyun. Söylediği söz değil, bir deve. Neresini düzelteceksiniz bu devenin? Kadın gerilla, çatışma, savaş ve katılımdan bahsediyor. Gerilla kısaca “Yurda girmiş düşmana karşı baltalama eylemleri düzenleyen düzensiz birlik” demektir. Gören de sanki bu ülke, başkaları tarafından işgal edilmiş, bizim ülke severler de dağlarda toplanarak düşmana karşı yıldırma faaliyetinde bulunuyorlar sanır. Savaşı kim yapar? İki düzenli ordu yapar. Yok yaptığınıza savaş diyorsanız inlerde saklanmaya gerek yok. Çıkarsınız Mehmetçiğin karşısına, kozlarınızı paylaşırsınız.  Sözde “gerillaya katılım olacak”mış. O kadar samimiler ise gerillaları zor durumda. Mecliste ne işleri var? Çıksınlar dağlara, yanlarına da yardımcı olarak kendi çocuklarını alsınlar. Ben samimiyetlerini böyle göreyim. Özellikle yukarıdaki herzeyi yumurtlayan kadın vekilin iki çocuğu varmış. Pekala onları yanına alıp dağa çıkabilir. Kim tutar onu! Bu işi devşirdikleri veya baskı uyguladıkları gençlerle yapmaya kalktıklarına göre demek ki kendilerinin canları kıymetli. “Alavere, dalavere Kürt Mehmet nöbete” diyorlar hep.

Sonuçta olan da haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürtlere oluyor. Olmaz olsun sizin Kürt savunuculuğunuz! Kürdistan davanız! Yaptığınız tamamen bir taşeronluktur. Size en iyi cevabı çocuğu dağa kaçırılan ve HDP binası önünde eylem yapmaya başlayan Fevziye Çetinkaya anne: “Başlarım sizin Kürdistan davanıza!” diyerek vermişti. Başka söze ne hacet! Gerçi siz sözden, dur duraktan anlamazsınız değil mi? Unutmayın ki Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini bozmak ve onları mutsuz etmek uğruna verdiğiniz bu kanlı terörden, bir devlet çıkarabileceğinizi hayal ediyorsanız, bence bu hayalinizden vazgeçin. Çünkü başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmaz. Zaten buna da ne Kürtler izin verir ne de Türkler…

***17/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



800’lü Hatlarla Aranız Nasıl?*

—Alo
—Ramazan Yüce ile mi görüşüyorum?
—Benim.
—Kombinizin yıllık bakımını yaptırdınız mı?
—Evet.
—Ne zaman yaptırdınız? Burada bakım yapılmamış görünüyor. He!
—Ne yapacaksın benim bakım yaptırıp yaptırmadığımı? Hem nereden biliyorsun?
—Aşkan mahallesinde oturmuyor musun?
—Devam et adresi...
Arkası gelmedi.
—Kapatır mısın şu telefonu! Beni telefonu açtığıma pişman etmeyin.
—Siz kapatın, dedi. Kapattım. Ardından engellenenler listeme bir 800'lü hat daha eklemiş oldum.

Bir ay öncesi yine bir kombi bakım servisi aradı. “Servisimiz sizin mahallenizde. Kampanya var. 120 lira olan bakım ücreti 80 liraya indi. Servisimizi yönlendirelim mi” diye. Kalsın dedim. Ederi 120 TL olan bir bakımın 80 TL’ye inmesi cazip de gelmedi hani. Tanıdığım bir servisçi ile daha sonra görüştüğümde “Ağabey! Zaten kombi bakımları 80 liraya yapılıyor. İndirim bunun neresinde? Hatta biz 80’den daha da aşağıya yapıyoruz” dedi.
*
Kombiyi ilk taktırdığım ve doğalgaza geçtiğim 2005 yılında servisçileri ara ki bulasın. Buldun. Bu sefer “Yoğunuz” diye gelmezlerdi bile. Şimdilerde ne oldu ise iki yıldır kombimin bakımını yaptırıp yaptırmadığımın tasasına düştü çoğu kombi servisleri. Hepsi peşimde. Dün ben onların arkasından koşuyordum, bugün de onlar benim peşimden koşuyor.
*
Geçen sene günlük arayan bir 800’lü numaraya hiç cevap vermedim. Engelledim. Nice sonra kullanım süresi biten ve yeniletmediğim kredi kartıma yıllık kart ücreti yansıtıldığını görünce ilgili bankanın müşteri hizmetlerini aradım. Kullanmadığım ve olmayan kartınızdan dolayı ne ücreti tahakkuk ettiriyorsunuz dediğimde müşteri temsilcisi “Beyefendi, kredi kartınız şu tarihte teslim edilmiş ve kartınız kullanıma açık görünüyor” dedi. Hanımefendi, bende kartınız falan yok, kartı iptal edin. Sanırım kurye, kartınızı bana ulaştıramayınca teslim etmiş şeklinde göstermiş olmalı. Kuryeniz kim ise gözden geçirmenizde fayda var dedim, telefonu kapattım.

Gördüğünüz gibi bu 800’lü hatlara cevap verseniz de problem, cevap vermeseniz de. Çoğu zaman bu tür aramalara cevap vermesem de bazen ferasetim kapanıyor olmalı ki açarım. Açtığıma da pişman olurum. Bugüne kadar cevap versem de vermesem de engellenenler listesine aldığım başta 800’lü hatlar olmak üzere epey bir numara oldu. Sanırım 800’lü hatlarla başlayan telefon sayısı çok fazla olmalı ki hala köklerine kibrit suyu dökemedim.

800’lü hatları sanırım firmalar kullanıyor. Hemen hemen hepsi reklam ve müşteri avlama peşinde. Kimi evimize internet bağlatmak için cazip kampanyalardan bahsediyor, kimi şifreli bir kanala abone yapmaya çalışıyor, kimi kombi temizliğinde, kimi de bilmem ne derdinde.
Merak ettiğim telefon numaralarımızı, ev adreslerimize varıncaya kadar bu firmalar nereden biliyor ya da kimden alıyorlar? Bahis oyunlarıyla ilgili gelen mesajları saymıyorum bile. Güya istenmeyen mesajlar gelmeyecekti…

Hasılı 800’lü hatlarla kuşatılmış durumdayım. Öyle zannediyorum, sizi de arıyorlardır bu ve benzeri nedenlerle bu 800’lü hatlar. Çok memnunsanız size yakın bana ırak olsunlar varsın.

*16/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Eylül 2019 Cumartesi

Düğün Davetiyelerine Not

Düğünler her geçen yıl artan maliyetlerle birlikte düğün yapacakların ceplerini yakmaya devam ediyor. Binen masraflardan dolayı evlenemeyen ya da evliliğini geciktiren insanımızın sayısı da az değil. Çünkü normal düğün yapmıyoruz. Evlenecek çiftlerin oturacağı evden ve evde kullanılacak her şeyi düğünden önce hazırlamak zorundayız. Sanki yuva kurmaktan ziyade ev düzüyoruz. Mutfak eşyası, salon takımı, oturma grubu, yatak odası takımı vs hepsi alınması gerekiyor düğüne kalkışmak için. Bu da ister istemez düğün maliyetlerini artırmaktadır.

Düğüne kalkan eş adaylarının veya ailelerin bu durumda tek ihtiyacı paradır. Peki, düğüne davet edilen bizler ne yapıyoruz? Düğün sahiplerinin ihtiyacına katkıda bulunmak amacıyla bu çorbada bizim de tuzumuz olsun diyor muyuz? Pek azımız hariç davet edilen bizler düğün sahiplerine yardımcı olmuyoruz. Çünkü hediye olarak götürdüğümüz birbirine benzer mutfak eşyası kap kacaktan ibarettir. Bu da düğün için büyük borca giren ailelerin derdine merhem olmuyor.

Düğünlere götürdüğümüz bu hediyeleşmeden kimse memnun değil ama buna da bir son vermiyoruz. Bazı yöreler düğüne gelen davetlilerin önüne hediye sandığı koymak suretiyle kap kacak getirmenin önünü kesmeye çalışıyor ama bu çaba geneli kapsamıyor.

Düğünlere götürdüğümüz bu kap kacak işine çok değindim. Mutfak eşyası yerine az veya çok para vermemizin en uygun hediye türü olduğu fikrim tasvip de gördü. Ama bu tasvip sınırlı sayıda kaldı. Görüşü tasvip etmesine rağmen kap kacak götürenler yine var. Çünkü kendisine zamanında gelen stoklarla sınırlı hediyeyi eritmesi lazım.

Düğün davetiyelerinin bazısında "Çiçek gönderilmemesi rica olunur" yazar. Düğün salonunda sağlı sollu sıralanmış çiçekler dikkat çeker. Hepsi bu kadar. Bundan sonra o çiçekleri ne yapsın düğün sahibi? Kap kacak gibi bir yere stoklaması da mümkün değil. Hatta çiçek mi yoksa mutfak eşyası mı dense, başka seçenek olmasa çiçek yerine mutfak eşyası tercih edilir.

Ne denirse densin imam bildiğini okur misali düğünlere hediye olarak kap kacak gelmeye ve çiçek gönderilmeye devam ediyor. Ne yapalım bu durumda? Düğün kartına nasıl ki "Çiçek gönderilmemesi rica olunur" yazılıyorsa "Mutfak eşyası getirilmemesi rica olunur" yazılabilir dediğimde bazıları "ayıp olur" diyor. Doğru ayıp olabilir. O zaman bu durumda ne yapalım? Aklıma düğün davetiyesinin altına,
"Not: Bu düğünün mutfak eşyası iğneden ipliğe düğünden önce alınmıştır" yazılsa nasıl olur? Bence fena olmaz. Böyle bir not ile düğün sahipleri bir şey kaybetmez. En azından denemekte fayda var.

13 Eylül 2019 Cuma

Tedavi Oluyoruz diye Zehir mi İçiyoruz?


Bir rahatsızlığım dolayısıyla muayene olduğum bir uzmanın tedavim için önerip yazdığı üç kalemlik ilacı aldım. Bir tanesi diğer ilaçların mideme vereceği yan etkiye karşın verilmiş bir mide ilacı olduğunu öğrenince mideme rahatsızlık vermediği için mide ilacını kullanmadım. Ağrıyan yere sürmem için verilen merhemi kullandıktan sonra sabah kalktığımda gözlerimin kütük gibi şiştiğini görünce merhemi kullanmaktan vazgeçtim. Geriye sabah ve akşam kullanmam gereken tek kalemlik bir ilacım kaldı. Onu kullandım. Faydasını da gördüm.

Önerilen tedavi süresi bitmediği için biten bu ilacı yeniden yazdırmak için aile hekimime gittim. Aile hekimim, yazdıracağım ilacı görünce “Ben bu ilacı yazmam, benim çalıştığım ilaçlardan değil bu” dedi. Niye yazmıyorsun, o zaman aynı işlevi görecek önerdiğin başka ilacı yazabilir misin dedim. “yazarım” dedi. Ardından şu şu ilaçları kullanabilirsin diye birkaç tane ilaç sıraladı. Bunu niye yazmıyorsun dedim. Önce bir ah çekti. Arkasından konuşmaya başladı. “Benim gibi bu ilacın geçmişini bilenler bu ilacı yazmaz ve önermez. Bu ilaç hasar verici yan etkilerinden dolayı 2004 yılında toplatıldı. Bu ilaç 90’lı yıllarda çok yazılıp satıldı. Bizler de yazdık. Görüyorum ki bu ilaç yeniden piyasaya sürülmüş, yazık” dedi. Önerdiği ilacı yazdırıp çıktım.

Akşam eve gelince zararlı dediği ilacın prospektüsünü açtım. Okumak için gözüm korktu. Çünkü 66 cm uzunluğunda, 15 cm genişliğinde 2 sütuna küçük puntolarla yazılmış arkalı önlü bir prospektüs çıktı karşıma. Şöyle bir göz gezdirdim. Neredeyse bir sayfası ilacın yan etkilerine ayrılmış. Yan etkileri de kendi içinde tasnif etmiş: Çok yaygın, yaygın, yaygın olmayan, seyrek, bilinmiyor şeklinde.
*Çok yaygın yan etkileri (Hastaların 10’da birinde veya daha sık görülen): Yüksek kan basıncı(tansiyon), var olan kan basıncı yüksekliğinde kötüleşme,
*Yaygın yan etkiler (Hastaların 10’da birinden azında, ancak 100’de biri ya da daha fazlasında gözlenen): Kalp krizi, vücutta şişliğe neden olan sıvı birikimi, idrar yolu enfeksiyonları, nefes darlığı, baş dönmesi ve uyuma güçlüğü, kusma, mide ağrısı, ishal, hazımsızlık, gaz çıkarma, döküntü, kaşıntı, kas sertliği, yutma güçlüğü, baş ağrısı, bulantı, ağrılı eklemler, mevcut alerjilerde kötüleşme, kazaya bağlı yaralanma, karın ağrısı, uykusuzluk, burun iltihabı.
*Yaygın olmayan yan etkiler: İnme, kalp yetmezliği, çarpıntı, kalp atışı hızında artış, tansiyonun kötüleşmesi, karaciğerle ilgili kan testlerinde anormallikler, anemi, kaygı/endişe, depresyon, yorgunluk, uyku hali, karıncalanma hissi, bulantı, bitkinlik, kas güçsüzlüğü, veya çarpıntı, bozuk veya bulanık görme, kulak çınlaması, ağızda ağrı ve yaralar, duyma güçlüğü, kabızlık, geğirme, mide iltihabı, mide veya bağırsak iltihabında kötüleşme, bacak krampları, kabarık, kaşıntılı döküntüler, gözde iltihap, nefes alma zorluğu, deride morarma, göğüs ağrısı(kalp ile ilgili olmayan genele yayılmış ağrı), yüzde şişme.
*Seyrek görülen yan etkiler: Mide, yemek borusu veya bağırsakta ülserler(kanama); veya bağırsakta yırtılma (mide ağrısı, ateş, bulantı, kusma, bağırsak tıkanıklığı), koyu renkte veya siyah dışkı, pankreas iltihabı, yemek borusu iltihabı, kanda düşük sodyum değeri, beyaz kan hücrelerinin ve trombositlerin sayısında azalma (kanama veya morarma ihtimalinde artış), kas hareketlerinin koordinasyonunda güçlük, kafa karışıklığı hissi, nesnelerin tatlarında değişiklik, ışığa karşı artan duyarlılık, saç dökülmesi, halüsinasyon, göz içi kanaması, akciğer iltihabına yol açabilen kronik olmayan reaksiyon, düzensiz kalp atışı, yüz kızarması, akciğerlerdeki kan damarlarında kan pıhtısı oluşumu, mide veya bağırsak kanaması, şiddetli karaciğer iltihabı, akut böbrek yetmezliği, adet düzensizlikleri; yüz, dudaklar, ağız, dil, veya boğazda şişme, nefes almada güçlük.
*Çok seyrek yan etkiler: Ciddi alerjik reaksiyonlar, Stevens-Johnson sendronmu; döküntü, yüzde şişme, ateş, bezlerde şişlik, anormal test sonuçları, ölüme neden olan beyin içi kanama, menenjit, karaciğer yetmezliği, karaciğer hasarı, ve ciddi karaciğer iltihaplanması, karaciğer problemleri, böbrek iltihaplanması, sara hastalığının kötüleşmesi, gözdeki bir atardamar veya toplardamarda kısmi veya tam görme kaybına yol açan tıkanıklık, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin sayısında azalma, kaslarda ağrı ve zayıflık, koku duyusunda bozulma, tat almada duyu kaybı.
*Görülme sıklığı eldeki verilerle bilinemeyen yan etkiler: Kadınlarda doğurganlığın azalması
*İlave yan etkiler: Göğüs ağrısı, böbrek taşları,, idrara çıkmada güçlük, kilo alma, bacak toplardamarlarında oluşan kan pıhtısı, mide sorunları, alt ekstremite, zonoa, deri enfeksiyonu, egzama, pnömoni, vertigo, geceleri sık idrara çıkma, basur kanamaları, bağırsak hareketlerinde artış, konuşma güçlüğü, çok ağır vajinal kanama, memede ağrı, yüksek kan sodyum seviyeleri.

Prospektüsü hazırlayan ilaç firması bu kadar yan etkiyi üşenmeyip yazdıktan sonra bir iyilik daha yapıyor. Kullanma talimatında yer alan veya almayan herhangi bir yan etki meydana gelmesi durumunda hekim, eczacı veya hemşiremiz ile konuşmamızı, ayrıca karşılaştığınız yan etkileri www.titck.gov.tr sitesinde yer alan “İlaç yan etki bildirimi” ikonuna tıklayarak ya da 08003140008 numaralı telefona bildirmemizi yazıyor. Tabi bu ilacı kullanan sağlam kalır da arama imkanı olursa niye aramasın. Çünkü verilmiş sadakam varmış der en azından.

Yazım uzadı biliyorum ama kısa bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Gerçi bu kadar yan etkisi olan bir ilaç üzerine söylenecek bir şey yok. Çünkü prospektüs “cıs!” diyor. Ama biz kullanmaya devam ediyoruz. Çünkü çoğumuz prospektüsü okumuyoruz. Gerçi okusak ne olacak. Hastalık çatıp acı çekmeye başlamışsak elimiz mahkum. Sadece bu yazdığım ilaç değil, tedavülde olan ilaçların yan etkilerini okumaya kalksak “Hastalığımı bu haliyle çekerim daha iyi” dedirtir. Adamlar sürdükleri ilaçlarla ölümü gösterip bizi sıtmaya razı ediyorlar.

Yan etkilerini yazdığım ilacın adını sormayın. Verilmiş sadakam varmış deyip halime şükrediyorum. İlacın ismini verirsem ilaç firmasıyla başım derde girer. Ne olur ne olmaz. Adını sorup da başımı belaya sokmayın. Çünkü bende laf durmaz. İlaç firması hiçbir şey yapmasa bile ilacımızı kötüledi diye mahkemeye verse, mahkeme hiçbir şey yapmasa bile sadece “Bu ilaçtan günde iki doz alacaksın ve bu prospektüsü arkalı önlü günde iki defa okuyacaksın” dese işim kül. gerisini siz değil, ben düşüneyim, hem de kara kara… Sağ kalırsam kendim ettim, kendim buldum der, ağlar dururum artık. Çünkü bu yan etkileriyle bu ilacı içmek intihardan başka bir şey değildir.

Adını yazmadan yan etkilerini yazdığım, geçmişte toplatılıp sonra tekrar piyasaya sürülen bu ilaç, dünya devi bir ilaç firmasına ait. Gerçi hangi ilaç firması dünya devi değil ki… Sattıkları ilaçlarla çok para kazanmalarından geçtim. İnsan sağlığının onların gözünde hiçbir değeri yok. varsa yoksa para onlar için. Anladığım kadarıyla ilaç piyasadan toplatılıp tekrar sürüldüğüne göre firma devletler nezdinde etkili. Birkaç Mehmet ya da binlercesi ölmüş, vız gelir onlar için.

Ne diyelim, Allah kimseyi bu tür ilaçlar kullanmaya mecbur etmesin.





10 Eylül 2019 Salı

Sonucu Tartışmak Ne Derece Doğru?

Çoğu zaman tartışamıyoruz, işi hemen atışmaya, sataşmaya ve bazen kavgaya kadar götürebiliyoruz. Diyelim ki kumaşımız gereği haklı çıkmak için bu şekil tartışma yolunu seçiyoruz. Çoğu zaman tartışırken sorunu sonuçları itibariyle tartışıyoruz. Sadece sonucu tartışmak ne derece sağlıklı? Bu yol bizi doğru sonuca götürür mü? Sorunu bitiriyor mu? Olay olunca sonucu tartışıyoruz ama sorun bitmiyor.

Sonuçtan ziyade sonuca giden sebep ve nedenler üzerinde durmak lazım diye düşünüyorum. Çünkü sonuca giden yolun işaret fişeği burada gizlidir. Mesela güncelliğini hiç kaybetmeyen şiddet olayı üzerinde duralım. Şiddet denince de evli erkeğin eşine veya boşanma aşamasındaki karısına uyguladığı şiddet ilk akla gelir. Evlilik; boşanma, uzaklaştırma kararlarının ardından eşe şiddet hatta cinayetler ortaya çıkmaktadır. İşte biz bu sonucu tartışıyoruz. Sonucu elbette tartışmalıyız. Şiddet veya cinayet uygulayana kızalım, en ağır ceza verelim. Şiddete uğrayanı koruyalım. Ama sonuca giden yolları da masaya yatırmamızda fayda var. Çünkü bir yerde sorun varsa sorun tek taraflı olmaz. Sadece oranları farklıdır. 

Şiddete götüren sebepleri ele alalım derken erkek haklı, kadın haksız gibi bir anlam çıkarılmasın. Şiddet ve cinayetin hiç masum tarafı yoktur. Olan olmuştur. Bundan sonra şiddete götüren yolları tespit ederek ileride olması muhtemel şiddet olaylarının önüne nasıl geçebiliriz üzerine kafa yormamızda fayda var.

Evlenme aşamasında adayda aradığımız kriterler boy pos, güzellik/yakışıklılık ve meslektir. Gördüğüm kadarıyla saydığım bu üç kriter mutlu bir evlilik için yeterli değil. Adaylar iç dünyaları itibariyle de evlenmeden önce bir teste tabi tutulmalarında fayda var. Çünkü insanların iç dünyaları farklı farklıdır: Zevkleri, renkleri, nelerden hoşlanıp hoşlanmayacakları, sinirlilik halinde neler yapabilecekleri, sorunları nasıl çözebildikleri gibi. Birbirleriyle uyum sağlayıp sağlayamayacakları incelenmelidir. Bunun için adayların işin başında açık olmaları gerekir. Bu da zor bir durum. Çünkü eksik ve zaaflarımızı gizlemeyi çok iyi biliriz.

İslam fıkhında küfüv(denklik) başlıklı bir konu işlenir. Bu konu günümüze güncellenerek evlenecek eşlerde aranacak kriterlere dönüştürülebilir. Özellikle denklik konusu yabana atılmamalıdır. Çünkü davul bile dengi dengine denir bizim kültürümüzde. O yüzden boy pos, güzellik ve meslek uyumu kadar davranış ve huy benzerliğini de gözetmekte fayda var. Hanya ile Konya'yı bir araya getirip birbirlerine hayatı zindan etmelerinin alemi yoktur.

Anlatmak istediğim evlilik temellerini işin başında sağlam atalım. Evlenirken huyumuzu, suyumuzu gizlemeyelim. İnanın kimse açıkta kalmaz. Herkesin bir dengi vardır bu dünyada.

Attığımızı Topluyoruz ***


Simit, poğaça gibi yiyecekler adları farklı olsa da nihayetinde hepsi midemize giren ve bizi doyuran birer ekmektir. Ekmek ise bizde kutsaldır, Mushaf’la eşdeğer tutarız onu. Şimdikiler pek kullanmasa da eskiler yemin ederken "Ekmek-Mushaf çarpsın" diyerek bir konudaki haklılıklarını dile getirmeye çalışırlardı. Aslında ne ekmek ne de Kur'an insanı çarpar. Kültürümüze yerleşmiş bu şekilde. Yine Kur'an'a gösterdiğimiz saygıyı aynı şekilde ekmeğe de gösteririz. Yere Kur'an düşse üç defa öper, ardından uygun bir yere kaldırırız. Ekmek için de çoğumuz aynı şeyi yapar. Yere atılmış veya düşmüş bir ekmek gördüğümüzde çiğnenmesin denerek ekmek yerden alınır, kuşlar yesin diye bir duvarın başına konur. İster Kur'an ister ekmek olsun, bu ikisine gösterilen saygı toplumumuzda halen devam etmektedir. İkisini bir arada tutan bağ -sanırım- insanı doyuran yönleridir. Kur’an ruhun ihtiyacını giderir iken ekmek de bedenimizin/midemizin ihtiyacının gidermektedir.

Kadıköy Anadolu Lisesinin 2019-2020 öğretim yılı açılış töreninde videolara yansıyan görüntüler eyvah dedirtti bize. Okulun gediklileri 9.sınıfa yeni gelen çömez öğrencilere bir karşılama etkinliği hazırlamışlar. Yeni öğrenciler önlerinden geçerken üzerlerine simit atıyorlar. Yere atılan onlarca simit. Bu etkinlik bu okulda her yıl yapılıyormuş. Videodan izlediğimize göre her yıl yapıldığı belli. Çünkü temizlik görevlileri hazırlıklı. Kenarda görev yapmak için hazır kıta bekliyorlar. Atılan simitleri temizlemeye koyuldular hemen. Her yıl mutat olarak yapılıyormuş çünkü.

Çoğunuzun izlediği adına etkinlik denen bu videoda benim dikkatimi çeken ve garibime giden, simit atma eyleminin kenarda bekleşen görevliler tarafından garipsenmeyişi ve tepki gösterilmeyişi. “Ne yapıyorsunuz çocuklar, attığınız ekmektir” diyeni görmedim. Bence atılan simitlerden ziyade üzerinde durmamız gereken yön burası. Atılan simitleri hoş karşılamasam da, yapılanı ayıp görüp nimete nankörlük desem de lisenin eski öğrencilerine kızmıyorum. Liseli olsalar da birer çocuk onlar. Ayrıca kendilerine daha önce ne yapılmışsa onlar da yeni gelenlere yapıyorlar. Bu yapılan yanlış, başka bir etkinlik üzerinde duralım sorgulaması yapmadan gördüklerini yerine getiriyorlar. Burada kızılması gereken kesim, eğitim ve öğretim kadrosu diyebileceğimiz o okulun öğretmen ve yönetici kadrosudur. Yıllardır uygulanan bu etkinliği başka bir etkinliğe kanalize etmemişler veya edememişler. Hiçbir şey yapamasalar bile en azından üzerlerine simit atılacak olan 9.sınıfları açılış tören alanına indirmeyebilirlerdi. Demek ki ya böyle bir dertleri hiç olmadı ya da yerleşen âdeti kaldırmaya güçleri yetmedi. Görüntüleri izleyen İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü adı geçen etkinlikle ilgili soruşturma başlatmış. Başlatılan inceleme ve soruşturmadan bir şey çıkacağından değil ama en azından bundan sonraki yıllar “simit atma etkinliği” yapılmaz o okulda. Bu da sessiz kalmakla bu etkinliğin ortağı olan o okuldaki eğitim kadrosunun kulaklarına küpe olur inşallah.

Demek ki anne, baba, öğretmenler ve toplum olarak eski duyarlılığımız olan ekmeğe saygıyı biz çocuklarımıza yeterince öğretememişiz. Bizden ekmeğe saygısızlık yaptığımızı görmüş olmalılar ki onlar da bu yaptıklarının normal bir şey olduğunu sanıyorlar. Ekmeğe ya da nimete saygısızlığı biz yapmıyorsak bile çocuklarımız yapanları görüyorlar. Adına festival dedikleri nice nimetler bir etkinlik çerçevesinde dünyanın değişik yerlerinde yapılıyor ve iyi bir şeymiş gibi bunu tüm dünya izliyor. Bildiğim kadarıyla İtalya’da her yıl “portakal etkinliği” düzenlenir. Tonlarca portakal etkinlik alanına getirilerek insanlar kaptıkları portakalları birbirlerine atıyorlar. Geriye heba edilen tonlarca portakal kalıyor. Bir nimet olan portakalın atıldığını gören çocuk ha portakal ha simit…ne fark eder diye düşünmüş olmalı.

Unutmayalım ki çocuklar, bizim ileriye attığımız oklardır. Ne atmışsak onu toplarız.

***12/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.





Müsriflikte Kimse Elimize Su Dökemez ***


İstisnaları bir tarafa bırakıyorum. Müsriflikte kimse elimize su dökemez. Böyle derken halkı, özel sektörü kastetmiyorum. Devlet kurumları israfta başı çeker. Hangi kurumda para dönüyorsa o kurumda israf hakimdir. Yeter ki elimize geçsin, anasını ağlatırız.

Bakmayın birbirimizi eleştirirken çok israf yapıyorlar, kamu kaynaklarını boşa akıtıyorlar, birilerine peşkeş çekiyorlar dediğimize. Suyun başında kim varsa israf yapar, diğerleri eleştirir. Sonra devir döner, suyun başındakilerle eleştirenler yer değiştirir. Bu sefer daha önce eleştirenler bırakılan yerden savurganlığa başlar, musluğun başından uzak kalan ise bu sefer eleştirme rolünü üstlenir. Birbirinin aynısı olan bu tarafların tek farkı öncelikleridir. Biri A'yı beslerken diğeri B'yi besler. Yok aslında birbirlerinden farkları. 

Savurganlıkta tecrübe konuştuğu için kim, kimi nasıl eleştireceğini, nereden vuracağını bilir. Çünkü kendisi de suyun başındayken üzümü çifter çifter yemiştir. Musluğun başına geçen de acemilik çekmez. Çünkü nereye, nasıl aktaracağını bilir. Yani hepsi çaldığı minareye kılıf da hazırlar. Öyle hazırlar ki senin ruhun bile duymaz. Ne kadar yaygara koparılırsa koparılsın, istenildiği gibi denetim yapılsın savurganlığın her birinden hiçbir şey çıkmaz. Çünkü verilen geniş yetkiye, hele bir de kılıf bulunmuş ise denetim ne yapsın?

Niçin israf ederiz? Az sayıdaki istisnaları -ki bu tipler sevilmez- yine hariç tutuyorum. Kendi malımız değil, harcadığımız. Kendi malımız olsa sineğin yağını hesaba katarız. Kamu malıdır.  Kamu malı ise A101 gibidir. Harca harca bitmez. Para kalmasa bile faizle borçlanırız, yine harcarız. Harcamayacaksak, bizi destekleyenlere peşkeş çekmeyeceksek tutunamayız. Besleyeceğiz ki savunanlarımız olsun.  Yiyeceğiz, yedireceğiz, besleyeceğiz, besleneceğiz. Ayrıca bizde devlet malı deniz bilinir, yemeyen keriz kabul edilir. Kamu malının yetim malı kabul edilmesi pratikte değil, teoridedir. 

Son günlerin tartışılan konusu; adına ister makam, ister hizmet aracı deyin. Özellikle belediyelerde ganimet gibi. En üst harcama yetkilisinden en alt birimde görev yapan daire başkanı veya şube müdürüne varıncaya kadar her birinin altında makam aracı görevi yapar şekilde hizmet aracı var. Evinden alınıp evine teslim ediliyor. Allah'tan reva mı bu? Mesai saatleri içerisinde bir hizmet gereği amirin ve memurun gideceği veya denetleyeceği yere hizmet aracı ile gitmesini anlarım. Çünkü zamanla yarışıyor olabilir. Bir yerden diğer yere daha hızlı intikal edilmesi gerekiyor. Evden alınıp eve teslim edilmesi de ne oluyor? Bazı belediyelerde bu şekil özel araç tahsis edildiği gibi bir de emrine şoför veriliyor. Kendisi sürse itibarı mı sarsılır? Araba sürmesini bilmeyen mi var içlerinde? Madem her birinin altına bu şekil bir hizmet aracı verilecekse ilgili kişi kendi aracıyla hizmet gereği gitsin, yakıtını kurum karşılasın. Bu bile büyük tasarruf sağlar. 

Hasılı israf ve savurganlık diye birbirimize kırıp kendi kendimizi rol icabı paralamayalım. Yok aslında birbirimizden pek farkımız. Ne de olsa biz Osmanlı Bankasıyız. Ha bugün ben yaparım, yarın da sen. 

***14/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.