28 Temmuz 2019 Pazar

Kırk Yılı Geride Bırakan Arkadaşlık

Yıllardır geleneksel hale getirdiğimiz sınıf pikniğimizin, sonuncusunu 27 Temmuz 2019 Cumartesi günü Kent Ormanlarında yaptık. 28 arkadaşımız pikniğimize iştirak etti.

Adına piknik deyip bir araya geldiğimiz pikniğimizde yedik içtik. Yeme-içme bahane tabi. Maksat bir araya gelmek, eski günleri yad etmek, kimin durumu nedir, bilgi sahibi olmak.

Geriye dönüp bakıyorum. Çoğu ile birlikteliğimiz 79 yılına kadar gidiyor. Okuma uğruna yola çıktığımız yolculuğumuz orta birinci sınıfta başlamıştı. Şu ya da bu şekilde ayrılanların yerine gelenlerle iyi bir sinerji oluşturduk.

79 yılında başlayan birlikteliğimiz 1986 yılında okulun bitmesiyle son bulsa da birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Dile kolay 40 yılı geride bıraktık. 

Bu birlikteliği sürdürmede -okul sıralarında pek farkına varamasak da- İHL'lik duygusunun etkisi büyük olsa gerek. Öyle kopmaz bir bağ oluşmuş ki arada menfaat yok, beklenti yok. Dün sınıfta tutamadığımız, susturmak için uğraştığımız küçükler büyümüşler, namerde muhtaç olmayacak şekilde değişik işkollarında iş güç sahibi olmuşlar: Kimi emekli olmuş, kimi emeklilikten sonra tekrar çalışma yolunu seçmiş, kimi günlerini torun büyütmeye adamış, kimi hala çalışmaya devam demiş. Çoğunun saçları ağarmış, çoğu dede olmuş bu kişilerin kimi pikniğin sponsoru oluyor, kimi ikramlık getiriyor, kimi mangalın başına geçiyor, kimi arada çay, yemek vs servis işini yapıyor. Kendiliğinden oluşan bir işbölümü. Sessiz ve derinden yürüyor. Müdüre, müdür yardımcısına, öğretmene ve sınıf başkanına ihtiyaç yok. Kimin ne kabiliyeti varsa oraya geçiyor. Arkadaşları yiyip içtikçe yorgunlukları gidiyor. Benim gibi oturup sere serpe uzananları gördükçe gönüllülük esasına göre üzerlerine aldıkları işe daha bir dört elle sarılıyorlar. Öyle ya...o armut pişip ağzımıza düşecek. Hele başka bir istediğiniz var mı demeleri yok mu? Midem büyüse de daha fazla yesem, şu ihtiyar delikanlıların isteklerini yerine getirebilsem dedirtti bana.

Aramızdan yakın zamanda ayrılan arkadaşımızı yad ettik, sevabını bağışlamak üzere hatim indik, dualar ettik, birlikte cemaatle namazlarımızı kıldık, ilahiler söyledik, Kur'an'dan bölümler okuduk. Sonunda nasıl ki kırk yıl ne çabuk geçmişse, günün akşamında da vedalaşarak birlikteliğimizi önümüzdeki yıl devam ettirmek üzere nihayete erdirdik. 

İçlerinde yaşça en büyükleri olarak demek isterim: Hepsinin yolu açık olsun, birlikteliğimiz daim olsun, ne dertleri varsa Allah dertlerini gidersin, imtihanın büyükleriyle Allah imtihan etmesin, hepsine sağlıklı, bereketli uzun ömürler versin. Pikniğin organizesini yapan, pikniğe maddi ve manevi katkıda bulunan, uzak-yakın, işim var demeden pikniğe iştirak eden herkese sonsuz teşekkürler!

İşleri sebebiyle katılamayan arkadaşlarımız! Sanmayın ki sizi unuttuk. Gözlerimiz sizleri aradı. İnşallah seneye sizleri de aramızda görürüz.

Piknikte yeme ve içmenin dışında bir şey yapmadım.* Bu da benden olsun. Nice 40'lı yıllara gençler!

*Niçin bir şey yapmadım? Elimden kör eşek yem yemez diye.





27 Temmuz 2019 Cumartesi

İyiliklerin En Kötüsü Başa Kakmadır


Millet olarak iyi ve hoş yönlerimiz çok olmakla beraber bir kötü yanımız var ki problem mi problem. Sevdiklerimizi yanımızdan uzaklaştıran bir yönümüzdür bu. Nedir bu kötü yönümüz derseniz? Başa kakma derim.

Karşılık beklemeksizin yardım yaparız. Herkesin imdadına koşarız. Verdikçe veririz. İyilikte sınır tanımayız. Amma velâkin daha sonraları en ufak bir durumda tüm bu yaptıklarımızı sayar döker, un-ufak eder, başa kakarız. En hafifinden nankör deriz. Bunun adı bir çuval inciri berbat etmektir. Bu yaptığımız, telafisi ve geriye dönüşü olmayan bir yoldur. Bunun ne insaniyette ne ahlakta ne de dinde yeri vardır.

Belleğinizi biraz yoklarsanız başa kakmanın sayısız örnekleri gözünüzün önüne gelir. Mesela hiç düşündük mü Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız bizden niçin haz almaz? Bugün bir referandum yapılsa “Güney Kıbrıs'la birleşmeyi mi istersiniz yoksa Türkiye ile mi” dense bizim soydaşlarımız hangi ülkeyi tercih eder? Herhalde Türkiye'yi değil, Rum Devletini tercih eder. Niçin böyle, hiç sorduk mu kendimize? Ben de bunu merak eder, soy ve dindaşlarımız bizi niye sevmez diye sorardım kendi kendime. Sonunda bu sorumun cevabını bir TV kanalında CHP eski milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı'yı dinlerken buldum. Sayın Atıcı, Kıbrıslı soydaşlarımızın bizden nefret etmesini Kıbrıs Harekâtından sonra "Biz sizi Rumlardan kurtardık. Biz olmasaydık Rumlar sizi öldüreceklerdi" sözlerini sık sık hatırlatmamıza bağladı. Katılır veya katılmazsınız, böyle sözler söylendi veya söylenmedi ama bu cevap bana mantıklı geldi. Gerçekten biz bir harekât yapmasaydık Rumlar Kıbrıs'taki Türklerin çoğunu öldürecekti. Bu doğru. Bu bir iyilik mi? İyilik… Peki bizim bunu sık sık tekrarlayıp onların ensesinde boza pişirmemizin bir anlamı var mı? Yok. Bu, düpedüz bir başa kakmadır. Belki de bundandır ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu bize mesafeli ve uzak. Bu yaptığımız Ömer Seyfettin'in Diyet isimli kitabında anlattığı kol kesme hikayesinden başkası değildir. Yine yağmurda ıslanmasın diye Nasrettin Hoca'ya şemsiyesini veren kimsenin daha sonraları sık sık "Benim şemsiye olmasaydı o gün senin halin nice olurdu Hoca" demesine benzer. Diyet'te hikayenin sonu, sürekli başa kakılan kol kesilerek biter, Nasrettin Hoca fıkrasında da hoca kendisini elbisesiyle birlikte havuza atıp ıslanarak kurtarır.

Geçmişten günümüze bu başa kakma sendromumuz hız kesmeden devam ediyor. Yeter ki iyilik yapanla aramız açılsın. Ondan sonra anandan doğduğuna pişman olursun. "Nankör... Olmasaydı sen bir hiçtin... Sayesinde bir yere geldin... Yoksa seni kim tanırdı... Senin ne özelliğin var... Bugünkü bu geldiğin yeri ona borçlusun..." gibi. Allah aşkına bu tür söylemin kime ne faydası var? Maksat uzaklaştırmaksa alası yapılmıştır. Bu sözü söylemekle ha taşı atıp başını yarmışsın ha öldürmüşsün. Hiç farkı yok. Sonra sonra baş yarmanın belki bir izahı olur: kızdım, attım dersin. Fakat başa kakmanın bir izahı olamaz. 

Demem odur ki maksat üzüm yemekse başa kakmayalım. Balık bilmezse Halık bilsin. Çünkü yaptığımız en küçük bir iyilik daha sonra gelir bizi bulur. Eğer bir gün başa kakacaksak hiç iyilik yapmayalım. Çünkü sonucu itibariyle telafisi mümkün olmayan bir yok oluştur başa kakmak.

26 Temmuz 2019 Cuma

Değişik Adlarla Oynanan Kumar İlletine Dikkat!*

Toto, Loto, İddaa, Ganyan gibi değişik adlarla bilinen şans oyunları, sorumluluğunu daha tam üstlenmemiş gençlerimizi, içine çekip yuttuğu kumar türleridir. Değişik isimler altında internet yoluyla oynanan türleri de var sanırım.

Kumar girdabına duçar olan gençlerimizin her birinin ayrı bir hikayesi vardır ama hepsinin ortak yönü, arkadaş kurbanı olarak bu bataklığa saplanmalarıdır. Önceleri merak ve vakit geçirmek, bir maceraya girmek için harçlıklarını harcayarak bu yola giriyorlar. Genelde sonu kaybetmekle biten bu oyunlar kaybettirdikçe, kaybedileni geri almak için gençlerimizi hırslandırıyor. Daha fazla harcamaya başlıyorlar. Elde, avuçta olanı bitirdikten sonra ailenin kötü günde lazım olur diye bir kenara koyduğu altına, paraya ve dövize göz dikerler. Habersizce alıp yine kumar oynamaya veya kumara yatırmaya giderler. Ardından varsa mevduat hesabından avans çekerler, buradaki kredi bitince kredi kartlarından nakit çekmeye başlarlar. Kredi kartı döndürülemez noktaya gelince değişik bankalardan kredi çekme yoluna giderler. Kafa hala dank etmez ise gerekirse tefecinin kucağına düşerler. Tüm bunlar sanki ev ve araba alır gibi hepsi kumarda harcanır.

Ailenin tüm bu olup bitenlerden haberi nice sonra olur. Ama iş işten geçmiştir. Zayiat büyüktür. Evden giden, para, döviz ortaya çıkar, Geriye kredi ve kredi kartı borçları gibi yıllar yılı ödenecek devasa bir borç ve faizi kalır. Ev ve ailede baş gösteren huzursuzluğu bilmem saymaya gerek var mı? En azından güven ve itibar kaybı baş gösterir. Bu durumda aile pek dışa da açılamaz. Anlam veremediği olup biteni içine atar. Hayatı boyunca el sürmediği, el süreni ayıpladığı kumar borcunu naçar ödemeye çalışır.

Olası bir durumdan bahsetmiyorum. Bu kumar illeti çoğu gençleri, heyheylerinin üzerinde olduğu bir dönemde yakalar, kimini teğet geçer, kimini içine çeker, kimi de direkten döner. Özellikle bu çağda yaşayan gençler için hazırlanan tuzaklar çoktur. O yüzden ben günümüz nesline şeytanı bol nesil diyorum. Allah ocakları yıkan ve söndüren böylesi kumar bataklığından gençlerimizi korusun. Bu bataklığa düşenleri de kurtarsın.

Burada garibime giden bir durum var. Kredi çekmenin kolaylığı. Şimdilerde sanırım nüfus cüzdanı gösterilerek kefilsiz kredi çekilebiliyor. Bir kredi bu kadar kolay çekilmemeli diye düşünüyorum. Hiç unutmam, üniversitede okurken çıkan öğrenci kredisi için banka benden iki kefil istemiş, iki esnaf bulup gitmiştim.

Allah'ın haram kıldığı bu kumarı insanımız niçin oynar? Çok anlamış değilim. Merak ediyorum, bugüne kadar kumardan ihya olan var mı? Giden zaman, giden servet ve geriye kalan borç, boğaza giren haram lokma ve sonu, kocaman bir pişmanlık. Bu son pişmanlık neye yarayacaksa? Oynayan oynuyor, oynatan oynatıyor, izin veren veriyor, bilen sesini çıkarmıyor. Hepsi suç ortağı bunların…

Burada anne, baba ve eşlere düşen yaşları büyüse de çocuklarını/eşlerini takip etmeleri. Kiminle oturup kalktığını, nereye gidip geldiğini bilmeleri, ayakta uyumamaları. Bunu bilmenin yolu, kumara yeltenen kişinin normalinden fazla para harcamaya başlaması, parasının hesabını bilmemesidir.

*02/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Fahri Olarak Çalışmak ***

"Fahri olarak çalışıyorum" cümlesi bugünlerde pek duyulmaz oldu. Eskiden bu cümleyi sıkça duyardık. Şimdilerde duysal duysak fahri trafik müfettişini duyarız. Özellikle fahri müfettişten bir trafik cezası yersek fahri müfettişi kolay kolay unutmayız. Ben burada "Fahri olarak çalışmak" üzerinde duracağım.

Nedir fahri çalışmak? Bir karşılık beklemeksizin gönüllü olarak kabul edilen iş veya görev. Onur ve iftihar vesilesi olarak görülen bu işten ücret ya da maaş alınmaz.  Bu kişiler fahri olarak görev yaptığı yerin imkanlarından faydalanmaz, kendisi oraya katkıda bulunur. Fahri işi genelde kamu ya da özelden emekli olmuş, ununu elemiş eleğini duvara asmış, paraya-pula ihtiyacı olmayan kişiler yapar. Bundan amaç tecrübelerinden faydalanmaktır. Hizmeti önceleyen bu işte Allah rızası için görev yapılır.

Günümüze gelirsek fahri iş yapmayı ara ki bulasın. Karşılık beklemeksizin vermek Allah'a mahsus görüşü daha geçer akçe. Ömrünü devlette çalışarak geçiren, devletin üst kurumlarında görev yapmış, siyasette defalarca vekillik, bakanlık, başbakan yardımcılığı, meclis başkanlığı gibi makamları üstlenmiş, kaç yerden ne kadar emekli maaşı aldığını bilmediğimiz kişiler ya bankaların yönetim ya da değişik istişare kurullarında görev almakta veya kendilerine görev tevdi edilmektedir. Olabilir. Çünkü tecrübe parayla alınıp satılmaz. Bunların bilgi, birikim ve donanımlarından faydalanılmalıdır. Burada benim garibime giden değişik kurul ve komisyonlarda görev alan bu kişilere yeni bir maaşın belirlenmesi. Takdir edilen maaş da sembolik bir rakam değil. En düşüklerinin aldığı maaş 15 bin liradan başlıyor.

Kamuoyundan maaşlarıyla ilgili gelen tepkiler üzerine bu tür kurullarda görev yapan bazı üyeler "Buradan aldıkları maaşın bir kısmını bazı öğrencilere burs vereceklerini, geri kalanı da ihtiyaç sahiplerine dağıtacaklarını" açıkladılar. Böyle bir açıklama güzel. Ama daha güzeli bu işin fahri olarak yapılması, kendilerine maaş takdir edilse bile "Biz bu maaşı almıyoruz. Bizim geçinecek kadar bir gelir ve maaşımız var. Biz bu parayı geri iade ediyoruz" demeleriydi. 

Acizane ben devletten geçinecekleri kadar emekli maaşı alanların ikinci bir maaşla yine devlette taltif edilmelerini şık bulmuyorum. İşsizliğin had safhada olduğu günümüzde insanımız iş ararken, evine maaş girmezken bazı kişilerin birden fazla maaş almasını lüks görüyorum. Burada kurul ve komisyonlara işsizler atansın demiyorum. Ki kurullar işsizlere iş verilen yerler değil. Demek istediğim kurul ve komisyonlarda görev yapanlara verilecek maaşın işsizlere iş vermek suretiyle harcanmasıdır. Üstelik bir kurul üyesine verilen maaşla kaç işsize iş verilmiş olur.

***30/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

"Sedyede Fotoğrafımı Çek!"

—Baba, hastaneye muayeneye giderken ben de sana eşlik etmek istiyorum.
—Ne işin var evlat hastanede? Elim ayağım tutuyor halihazırda.
—Tahlil, tetkik yaptırırken belki bir faydam dokunur.
—Faydan? Ama gel yine de sanırım bana lazım olacaksın.
—Geleyim gelmeye. Fakat fikrini birden değiştirdin. Ne değişti hemen?
—Sana fotoğrafımı çektirteceğim. 
—Baba! Unuttun galiba... Hastaneye gidiyoruz hastaneye, tarihi ve turistik geziye değil.
—Biliyorum evlat, nereye gideceğimizi. Birkaç fotoğrafımı çekeceksin o kadar.
—Fotoğraf ve hastane...bir bağlantı kuramadım. Ne alaka? Senin için hastanede fotoğraf çektirmek niçin önemli?
—Ânı ölümsüzleştirmek evlat.
—Diyelim ki çektik. Ne yapacaksın fotoğrafı? Madem ânı ölümsüzleştireceksin, ver telefonunu, burada çekivereyim. Ha hastane ha burası.
—Öyle deme evlat! Hastanede sedyeye uzandığımda, koluma serum takıldığında, ultrasyon çekinirken, kolumdan kan alınırken fotoğrafımı çekeceksin. Hele bir de doktor kafamı-gözümü sararsa bir de o zaman fotoğrafımı çekersin.
—İlginç! Haydi çektik. Ne yapacaksın bu fotoğrafları?
—Sosyal medyada paylaşacağım.
—Üstüme iyilik sağlık! Ne işe yarayacak? Hem hastanede çektireceğin fotoğrafları paylaşman seni tedavi etmez ki... Ayrıca ayıp olmaz mı paylaşman?
—Tedavi amaçlı değil bu paylaşım. Sonra niye ayıp olsun! Çoğu kimse yapıyor bunu. Sosyal medyada bu fotoğrafları paylaşınca işin ciddiyeti anlaşılacak. Eş-dost takipçilerim üzgün olduğunu ifade edecek, ardı arkasına geçmiş olsun dileklerinde bulunacaklar. Çoğu, ne oldu dostum sana diyecek. Ben epey cevap vermeyeceğim onlara. Nice sonra "Önemli bir şey yok, rutin kontrol için geldim. Hepinize çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız" diyeceğim.
—Baba, sen ciddi misin ya da kendinde misin?
—Hem de hiç olmadığı kadar.
—Şimdi ben senin upuzun uzanmış fotoğrafını çekeceğim. Sen de bunu sosyal medyada paylaşacaksın öyle mi?
—Şükür anladın!
—Bana garip geldi ama mecburen seninle gidip fotoğrafını çekeceğim. Ne işe yarayacaksa?
—Sanal da olsa moral depolayacağım. Bir hasta için önemli...



25 Temmuz 2019 Perşembe

Benimki de Merak İşte!

Koltuğu olan bir makam sahibi olmadığım için bilmiyorum ama sosyal medyada boy boy paylaşılan hayırlı olsun görüntülerini görünce makam sahibi ile ziyarete gelen kişi, birlikte bir fotoğraf çektirirken aralarında çerçeveletilmiş bir tablo da fotoğraf karesinde dikkatimi çekiyor. 

Anladığım kadarıyla hayırlı olsuna gidilirken hediye olarak tablo götürülüyor. Bu, bir değil, üç değil, beş değil. Sıkça görüyorum bu tür hediyeyi. Kızmayın, sana ne, adam ne götürürse götürsün demeyin. Elbette isteyen istediği hediyeyi götürebilir. Benim ki tamamen bir merak. Makam sahibi, gelen bu kadar tabloyu ne yapıyor? Nereye koyuyor? Nereye asıyor? Gelen tüm tabloyu odasına asmak suretiyle sergilese, duvarın her bir yerine çivi çakması gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla duvarlar sade. Bu demektir ki bu tablolar duvara asılmıyor. 

O zaman bu tablolar ne yapılıyor? Satsa satılmaz, yese yenilmez. Kızmayın. Merak işte! Aklıma bizim Konya düğünlerindeki hediye âdeti geliyor. Malumunuz bizim Konya düğünlerinde hediye olarak mutfak eşyası götürülür. Düğün sahibi, bunların ambalajını açmadan varsa deposuna koyar, bir düğüne davet edildiği zaman alır bir tanesini, götürür düğüne hediye olarak... Acaba makam sahipleri de böyle mi yapıyor? Çünkü kendisi de bir zaman sonra başka makam sahiplerini ziyarete gidecektir. Giderken eli boş gidecek değil tabi. Ziyaret esnasında fotoğraf çekimi yapılırken ambalajından çıkarılan tabloyu tekrar yerine koyar, yeni almış gibi alır bir tanesini, hediye olarak götürür. Aklıma başka bir şey gelmiyor. Bu iş, olsa olsa böyle olur. Hem böylece ziyaret de bedavaya getirilmiş olur.

Dedim ya, benimki tamamen bir merak... Yoksa ne hediye götürüldüğü beni ilgilendirmez. Yok, makam sahipleri kendisine gelen tabloyu bir başka makama götürmez, yenisini alır denirse geriye, bu makam sahibi makamdan el çektirildikten veya emekli olduktan sonra bu tabloları satacağı bir işyeri açmak kalır.

Aklıma bir başka şey daha geliyor. Zenginin parası züğürdün çenesini yorar misali, sen yeter ki dert edin. Gelir de gelir. Makam sahibinin odasında birkaç tablo var. Hayırlı olsun anını ölümsüzleştirmek için o tablolardan bir tanesini aralarına alarak fotoğraf çektiriyorlar olabilir.

Gördüğünüz gibi tabloların akıbeti meçhul. Bunları bir yerde istiflemek de mesele. Bu durumda ne yapmak lazım? Onlar adına ben düşüneyim. Ziyarete giden kişiler tablo yerine yiyip içecekleri bir paket götürseler, koyu muhabbetin arasında paketi açıp "Kürt getirdiğini yer" misali birlikte yeseler, fena mı olur? Böylece hem kursaklarına çay ve kahvenin dışında bir şeyler girmiş olur hem de tatlı yiyip tatlı konuşurlar.

Not: Gönderilen veya getirilen çiçekler için de durum hakeza. Ufukta bir makam sahibi olmam görünmüyor ama -olur ya- bir gün yetkili kişiler döner, şaşar beni bir makama getirirlerse ne çiçek ne de tablo isterim sizden. Tatlı getirin, tatlı yiyip tatlı konuşalım.

Okulların Yüzdelik Dilimleri Pek Değişmiyor*

2019 lise yerleştirme sonuçları açıklandı. Öğrenciler sınavlı veya sınavsız olarak istedikleri okul türlerine yerleştirildiler. Bir üst okula yerleşmek isteyenler, yerleştiği okulu beğenmeyenler ve tercih ettiği okullara yerleşemeyenler iki nakil döneminde şanslarını tekrar deneyecekler.

Lise yerleştirme süreci, belirlenen takvim çerçevesinde devam ederken ÖSYM'nin yaptığı YKS sınavının sonuçlarına göre yerleştirme süreci başladı.

Hem ortaokulu bitirip liseye gitmek isteyenler veya liseyi bitirip üniversiteye kapağı atmak isteyen öğrencilerin aldıkları puan, yüzdelik dilim ve başarı sırasına göz attığımız zaman pek şaşırtıcı gelmiyor. Derece yapan veya başarılı öğrencilerin çıktığı okullara baktığımız zaman sonuçlar bizim için sürpriz değil. Düzenli ve bilinçli çalışan, bir hedefi olan, hangi konuda ne eksiği olduğunu bilen öğrencilerin okuduğu okullar daha başarılı ve hedefini üç aşağı beş yukarı tutturmuştur. Hedefi olmayan öğrenci profilinin yoğun olduğu okullarda da durum tam tersidir. Yani başarısızlık vardır. Başarı varsa da bir elin parmağını geçmeyecek şekilde bireyseldir. Okullara bu başarıyı ya da başarısızlığı getiren en büyük pay da bu okulları tercih eden öğrencilerdir. Demek istediğim okulları okul yapan öğrencilerdir. 

Çocuğun başarı ya da başarısızlığında okulların, öğretmenlerin, çocuğun gittiği kurs merkezinin payı yok mu? Vardır elbet. Okulların payı disiplin, öğretmenlerin payı ise bir adres soran veya yolunu şaşırmış bir kişiye yol tarifi yapma diye basitleştirebileceğimiz rehberlikten ibarettir. Birlikte yarışabileceği okul/sınıf arkadaşlarının, çocuğuna imkanlar sunan ailelelerin ve sorumluluğuna katkı sunan çevrenin de payı vardır. Ama büyük pay öğrencidedir. Bu iş kumaş meselesidir. Kumaşı iyi olan iyi bir elbise olabilir.

Anlatmak istediğimi, yerleşme sonuçları açıklandıktan sonra okulların taban puanlarına bakarak da görebiliriz. Tercih eden öğrencilerin puanlarıyla oluşan taban puan genelde hep aynı.Okulların yüzdelik dilimleri değişmiyor. Bir yıl önce yüzdelik dilimi düşük iken ertesi yıl yükselmiyor ve düşmüyor. Bir lise diğer liselere fark atmıyor. Çünkü öğrenci tercihini yaparken yüzdelik dilimi yüksek olan okulu başa yazarak okulları yukarıdan aşağıya doğru sıralıyor. Yüksek yüzdelik dilime göre yerleşen çocukların okuduğu okullarda da başarı -doğaldır ki- yüksek oluyor. 

Okullardaki öğretmen kalitesine bakarsak yüzdelik dilimi yüksek olan okulların öğretmenleri çok iyi, yüzdelik dilimi düşük okulların öğretmeni yetersiz anlamına gelmez. Düşük puanla öğrenci alan bir okulda çok iyi öğretmenler olabileceği gibi puanı yüksek okullarda da yetersiz öğretmenler olabiliyor. Anlatmak istediğim başarıyı getiren, öğretmeni çalıştıran ve zorlayan öğrencidir. Bir okulu zirveye çıkaran da, yerin dibine batıran da öğrencidir. O yüzden iyi okul arayışına girerken çocuğumuzun etine buduna bakmamızda fayda var. 

Yazımı bitirirken şu tespitimi de burada ifade etmek istiyorum. Çocuk için öğretmenin önemli olduğu okul kademesi, ilköğretimin birinci kademesi olan ilkokul kısmıdır. Burada öğretmen birinci faktördür. Öğretmen bu kademede ne verdiyse öğrenci, ortaokul ve lisede bunun üzerine koyar. Başarı ve başarısızlık kriter ve anahtarı ilk kademedir.

*29/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.