3 Temmuz 2019 Çarşamba

Geriyi Sağlama Almadan İleride Başarı Gösterilemez *


Osmanlı Devleti, ülke içinde birliği sağlamadan kolay kolay dış fütuhata gitmedi. Çünkü geriyi sağlama almadan dışarıda zafer elde edilemeyeceğini iyi biliyordu. İçte birliği sağlamadan dışa açılmama durumu sadece Osmanlı ve diğer devletler için geçerli olmasa gerek. Bu durum ülke siyasetinde iktidar olmak ve iktidarda uzun soluklu olmak için de geçerlidir. Aile, sülale ve aşiret için de hakeza. Hepsinde birlik gerekir.

Bir partinin tabanında veya partinin üst ekibinde çatlaklar oluşur, kırgınlıklar artarsa partinin yapacağı ilk şey partide birliği sağlamak olmalıdır. Partide görev alan kişilerin tek amaç etrafında birlikte hareket etmesi için elinden gelen çabayı göstermesi gerekiyor. Ne yapıp ne edip parti içinde barış ve huzuru sağlamalıdır. Sağlamalı ki gözü arkada kalmamalıdır. Sonra gözünü ileriye dikmelidir. 

Giden gitsin, kalan sağlar bizimdir siyaseti izlenir, gidenlerin yerine yenileri doldurulursa gönderdiklerimiz veya kendiliğinden gidenler bir müddet sonra karşımıza rakip olarak çıkar. Bu da gücün bölünmesi, sinerjinin yok olması demektir. Güç bölünürse zayıflık ortaya çıkar. Bu zayıflık ise rakiplerin arayıp da bulamayacağı bir şeydir. Parça parça olmuş sizi evire çevire yener.

Amaç ülke siyasetinde söz sahibi olmak, bu ülkeye hizmet etmek, ideallerini gerçekleştirmek ise parçalanmanın hiçbir izahı olamaz. Sevenlerini üzen, rakiplerini sevindiren bir durumdur bu. Kim ister böyle bir durumu? Aklı başında kimse istemez. Çünkü böylesi parçalanmışlıktan ancak rakipleri faydalanır. Durum bu iken, orta yerde büyük fikir ayrılıkları olmadığı halde güçlerini zayıflatmayı göze alanlar, ortaya çıkacak sonucun baş sorumlularıdır. Çekip gitmeden veya yol vermeden önce ortaya çıkan sorunları oturup kendi aralarında bir güzel halletme yoluna gitmeleri gerekir. Kim bunu yaparsa gücünü birleştirmiş olur. Bu birlikte de dirlik olur. Şayet amaç ülke siyasetinde söz sahibi olmak, bu ülkeye hizmet etmek ve ideallerini gerçekleştirmek değil de bir baş olma sevdası ise kusura bakmasınlar, bu anlayışla ne kendilerine ne de ülkeye hayırları olur.

Bir an için düşünüyorum. Bir zihniyet güçlü iken kaybetse, muhalefete düşse başarısızlığın sahibi olmaz, herkes kendi başının çaresini bakar diyeceğim. Ama iktidarda iken bu kopuşlar oluyor, herkes bir baş olma hevesine kapılıyorsa bu parçalanmışlıkla, bu kafayla asla baş olamazlar. Ancak birbirlerini aşağıya çekerler. Amaç bu ise bunu başaracaklar. Kendilerini tebrik ediyorum.

Bir zamanlar birliktelikleriyle güzel bir sinerji meydana getirenler bu görüntüleriyle sevenlerini sevindirmişlerse ayrılıklarıyla da sevenlerini üzmektedirler. Yol yakınken, testi kırılmadan bu sevdalarından vazgeçmelerinde fayda vardır. Bu durumda olan kimseler şunu unutmasınlar ki içte birliklerini kaybedenler, ülkenin geleceği hakkında söz sahibi olamazlar ve ülkeye de verebilecekleri bir şey yoktur.

*06/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




2 Temmuz 2019 Salı

LGBT ya da Lutilik ***


Siz de benim gibi cahilseniz o zaman LGBT’nin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuzdur. Ben de ne olduğunu öğrenmek için öğrenmenin yaşı yok sözünün arkasına sığınarak dönüp dönüp sözlüğe baktım. LGBT; Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transgender kelimelerinin baş harflerinden oluşmuş bir kısaltma. Korkarım siz de benim gibi bize yabancı bu kelimelerin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuzdur. Dedim ya cahil cahili buldu. Birbirimizi ağırlayalım. Lezbiyen, kadın kadına cinsellik; gay, eşcinseller için kullanılan bu isim genellikle erkek eşcinselleri belirtmek üzere kullanılan terim; biseksüel, çift cinsiyetli; transgender, travesti yani biyolojik kimliğini kabullenmeyip karşı cinsten olma gibi hissetme durumu. Anlayacağınız bizim geçmişte Lutilik, homoseksüellik, eşcinsellik adını verdiğimiz ilişki biçimine şimdilerde daha kısaca LGBT deniyor.
Sayıları dünya nüfusunun yüzde beşi olabileceği yorumları yapılan bu LGBT’liler zaman zaman değişik saiklerle adlarını duyurmaya çalışsalar da 30 Haziran’da İstanbul’da “Onur Yürüyüşü” yapmaya yeltenince Türkiye’de epey bir gündem oluşturdu. Bazı belediyeler bu yürüyüşe destek açıklaması yaparken halkın büyük bir çoğunluğu bunlara tepki gösterdi. Sosyal medyada izlediğim kadarıyla çoğu kimse, Lut Peygamberin kavminin homoseksüellik gibi sapık ilişki dolayısıyla helak olduğunu, üzerlerine taşlar yağdığını ve helak olduklarını, bu tür ilişkinin dinen haram olduğunu yazıp çiziyor. Yazılıp çizilenler doğru. Fakat bu dilden anlar mı LGBT’liler? Sanmam. İzlediğim LGBT’liler verdikleri görüntülerle ne Allah’tan korkuyor ne de kuldan utanıyorlar. Hani eskiden Allah’tan korkmuyorsun, bari kuldan utan” denirdi. Bu kişilerin belleklerinde -yaptıklarına bakarak- ne Allah var ne de kul. Bu durumda eşcinselliğin yasak olduğunu söylememiz bir fayda sağlamaz diye düşünüyorum. Bunlara şiddet uygulamak da çözüm değil. Baksanıza “Onur yürüyüşü” yapıyorlar. Neyin onuru ise? Onca derdimizin arasında, anlaşılan bundan sonra bu LGBT’liler şu ya da bu şekilde kendilerinden söz ettirecekler.
Bildiğim kadarıyla Lut peygamberin kavmi herkesin gözü önünde, kimseden çekinmeden eşcinselliği alenen yapmaya başladıklarından dolayı helak oldu. Kimse karışamadı, kimse bir şey diyemedi. Bir şey diyen ise “Keşke bu işi az ötede yapsalar” diyebildi sadece. LGBT, verdikleri bu görüntüyle sanırım Lut peygamberin kavmindeki sapık ilişkiyi aratmayacağa benziyor.
Bazıları LGBT’lilere destek vermek suretiyle bunun bir özgürlük ve hak olduğunu, bu hakkın onlara verilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bence yanlış yoldalar. Bu tür bir ilişki biçimi fıtrata aykırıdır. Din, ahlak ve örfümüzde de yeri yoktur. Adnan Demircan hocanın bu konuyla ilgili bir yazısına burada yer vermek istiyorum:
Bir psikolog arkadaşım anlatmıştı. Bana kimliğinden farklı cinsel eğilimleri olan bazı hastalar geliyor, sohbet ediyoruz. Onlara durumlarının yaratılışlarının gereği olduğunu, bu kimliklerini göstermelerini söyleyenler var. Bunu savunan birisine sordum:
-Birisinde hırsızlık yapma eğilimi varsa bu durum hırsızlığı meşrulaştırır mı?
-Hayır!
-Peki, ne yapması gerekir?
-Bu duygusuyla mücadele etmesi gerekir.
-Diyelim ki güzel bir hanım gördüğümde dayanamıyorum. Bu duygum eşimi aldatmamı meşrulaştırır mı? Hepimizin sıkıntıları var ve bunlarla mücadele etmemiz gerekir.
Din diliyle söylersek, herkesin imtihanı farklı... Allah imtihanı başarıyla bitirenlerden eylesin.”
Yaptıklarına bakarak bunlara ne yapılacağını, nasıl davranılacağını kestirmek zor olsa gerek. Bunların dilini anlayabilene aşk olsun. Anlamaya çalışıyorum. Bir yere koyamıyorum. Bu durumda bizim yapmamız gereken, bu kişilerin isimlerinin tespiti yapılarak psikologla görüşmelerini sağlamak. Mutlaka bunların dilinden anlayacak birileri çıkar. Tedavileri mümkünse tedavilerini yaptırmak gerekiyor. Seslerini duyurmak amacıyla bunların yapacağı protesto ve yürüyüşlerini görmezden gelmek, basında hiçbir şekilde fotoğraflarına ve yazılarına yer vermemek en doğru yol gibi geliyor bana. Çünkü bu tür yürüyüşlere haber niyetiyle yer vermek bile bu yaptığımız, onların yapacaklarını alenileştirir. Zaten amaçları seslerini duyurmak. Buna alet olmamak gerekir. Mevcut LGBT’lilerin ıslah edileceğine ihtimal vermiyorum. En azından anne ve babaları bu konuda bilgilendirmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü anne ve babalar, çocuklarında bu şekil aynı cinse meyil sezdikleri zaman bunu gizleme yoluna gidiyorlar. Aileler bu durumu gizlemek yerine küçük yaşta çocuklarını tedavi ettirme yoluna giderlerse LGBT’lilerin sayısında bir azalma olacağını düşünüyorum. Allah bizi beter felaketlerden korusun.

***04/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Algılara Teslim Oluyoruz Hep

Hucurat süresi 6.ayette geçen "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." ayet mealini bilmeyenimiz yok. Hatta bildiğimizle kalmayız birbirimize de okuruz. Hem bilir hem okur hem inanırız ama iş amel etmeye gelince uygulamayız. 

Ne zaman bir haber duysak eğer haber işimize geliyorsa doğru mu yanlış mı demeden balıklama atlıyoruz ve bu haberi kendi düşüncemizi desteklemek için kullanır da kullanırız. Ne zamana kadar? Birileri bu haberle maksadına ulaşıncaya kadar bu haberle yatar kalkarız. Örnek mi istersiniz? 80 öncesi bu ülkede sol-sağ kavgası vardı. Her gün karşılıklı gençler ölüyordu. Milletçe bu akan kan nasıl durdurulacak? Yok mu bunun çıkış yolu derken asker yönetime el koydu. Ülkeyi yönetenlerin durduramadığı kan, bıçak keser gibi kesildi. Hele şükür, akan kan durdu derken 80 ihtilalının PKK ve FETÖ terör örgütlerinin neşvünema bulmasına zemin hazırladığını öğrendiğimizde iş işten geçmişti. Yine sol ve sağ kavgasında öldürülen gençlerin aynı silahtan çıkan mermi ile öldürüldüğü ortaya çıktı ve bu sol ve sağ kavgasının darbenin meşru şartlarının oluşması için yapıldığını öğrendik. Bizim bunları öğrenmemiz bize pahalıya patladı. Nice gencimiz cunta mahkemelerinde yargılanarak darağacını boyladı. Niceleri uzun süre mahpus yattı. 

Önümüze irtica paranoyası kondu. Gerici ve yobazlar bardağı taşırdı. Ülke ve laiklik elden gidiyor denerek 28 Şubat yapıldı. Niceleri hapsi boyladı. Hala içlerinde mahpustan çıkmayanlar var. Katsayı ucubesiyle gençlerin önü kesildi. Kamudan başörtüsü atıldı. Direnenler görevinden oldu. Üniversite kapısı başörtülüye haram oldu. 

Hizbullah çıktı. Domuz bağını tanıdık. Mezar evlerini duyduk. Yapılan operasyonlarda yakalananlar ve bu örgüte üye olanlar yargılandı. Çoğu ceza aldı. Kimi çıktı, kimi hala yatıyor. 

2007 yılına geldiğimizde Ergenekon terör örgütüyle tanıştırıldık. Ardından Balyoz operasyonları ve diğer bir dizi operasyonlar yapıldı. Çoğunluğu askerden oluşan yüzlerce kişi yargılandı, mahkum oldu. Çoğu tutuklu sanıklar ortalama beş yıl yattıktan sonra "kumpas var" dendi, içerdekiler salıverildi ve bu dava 12 yıl sonrasında bitti. Mahkeme "Ergenekon diye bir terör örgütünün varlığı tespit edilememiştir" diyerek yargılananların beratına karar verdi. Burada da mağduriyetler oluştu.

Şimdi 17-25 Aralık operasyonlarıyla yüzünü gösteren ve 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsüyle gerçek yüzünü gösteren FETÖ terör örgütü operasyonları ve yargılamaları var. Çatı davası bitmiş olmakla beraber bu örgüte iltisaklı olanlara karşı yapılan operasyonlar hala devam ediyor. Bu örgüte üyeliğinden veya ilişkisinden dolayı kamudan ihraç edilenlerin ve içeride yatanların sayısı da az değil. Kimi içeride kimi de yurt dışında elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Verdiğim örneklerle ne anlatmak istediğime gelince tüm bu olup bitenlerden, operasyonlardan ve yargılamalardan anladığım bu ülkede kim bir iş yapmak istiyorsa işe kendiliğinden kalkışmıyor. Önce toplumu bir güzel işliyor, yapacağı şeye halkın bir kısmını veya ekseriyetini inandırıyor. Yani kamuoyu oluşturuyor. Ardından operasyonlara ve yargılamalara başlıyor. Hedef ve maksadına ulaşıncaya kadar kafasına koyduğunu devam ettiriyor. İşi bittikten sonra bırakıyor. Çünkü maksat hasıl olmuş oluyor. Tüm bu olup bitenlerden anladığım bu ülkede her şey algılar üzerine yürüyor. Savaş da oluşturulan algılar üzerinden yapılıyor. Ergenekon davasının 12 yıl sonra pardon şeklinde bitmesi bana çok şey öğretti. Daha bitmedi ama FETÖ davası ne şekilde biter? Bittiği zaman ne konuşuruz bilmiyorum. Bunu da zaman gösterecek. Umarım FETÖ davaları ve operasyonları bittiği zaman önceki davalarda duyduğumuz pişmanlığı duymayız. Umarım bizi birileri yine oyuna getirmiyordur. Umarım doğru yoldayızdır.

İleride olayların gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra pişmanlık duymak istemiyorsak,
*Duyduğumuz her habere ilk önce acaba mı demeliyiz. Haberi önce araştırmalıyız. Hucurat 6.ayetin gereğini yapmalıyız.
*Niyetimiz öç almak, intikam peşinde koşmak, birilerine had bildirmek değil, gerçeğin ortaya çıkması olmalı. Adaleti yanıltmamalı, yargıyı kendi süfli emellerimize alet etmemeliyiz. Yargıyı kendi haline bırakıp tarafsız olmayı bilmeliyiz. Görülmekte olan bir davanın biz ne hakimi ne savcısı ne de avukatı olmalıyız. Yargı bağımsız kararını geciktirmeden, mağduriyetler oluşturmadan vermeli. Verilen kararlarda kamu vicdanı rahatlamalı.
*Her daim soğukkanlılığımızı korumalıyız.
*Yanlış ve yanlı konuşan ve bu şekil karar veren müeyyide uygulanmalı.
*Görülmekte olan bir davada TV ve gazete aracılığıyla algı oluşturulmasına izin verilmemeli. Yayın yasağı konmalı.
*Bir işe kalkışılırken, birilerini yargılamaya kalkarken bu yargının bir gün kendimize de lazım olacağını bilmeliyiz.
*Pişman olmamak istiyorsak bin düşünüp bir hareket etmeliyiz. Çünkü son pişmanlık fayda vermez.





1 Temmuz 2019 Pazartesi

“Gençlik Nereye Gidiyor!” *

Her birimiz zaman zaman “Gençlik nereye gidiyor? Neslin gidişatı iyi değil. Gençler arasında ahlaksızlık aldı başını gidiyor…” şeklinde gençlikten dert yanarız. Bu soruya bir gencimiz cevap vermiş. Aynen aktarıyorum:

“Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum. Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim. Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.

Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?

Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?

Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?

15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?

Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?

Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?

Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?

Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?

Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.

Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?

Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.

Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.

Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.

Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.

Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.

Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.

Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!

Size bir şey söyleyeyim mi?

Yeni nesil pırıl pırıl. Hiçbir sıkıntı yok.

Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.

Son iki yılda kaç tane film çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor.

Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?

Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki. Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok! Kusura bakmayın! Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!

Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!

“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın!

Evet, 21 yaşındayım.

Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim.

Çünkü benim babam II. Murat değil, hocam da Akşemseddin değil.

Kalın sağlıcakla…” Erol çavdar (http://keyifhane.net/genclik-nereye-gidiyor/)

Birçok gencin derdine tercüman olan bu gencimiz haklı değil mi? Bence yerden göğe haklı bu genç…

*08/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Haziran 2019 Pazar

"Hız Sınırı 50" *

Aracınla şehir içi veya şehirlerarası bir yolculuğa çıkacaksan Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yürürlüğe konan trafik kurallarına uymak gerekiyor. Hızdan dolayı çoğu kimseyi yollara kurban ettiğimiz düşünülürse mutlaka hız sınırı olmalıdır. Çok araba kullanmayan biri olarak gördüğüm hız sınırları 50, 60, 70, 82, 90, 110 ve 120'dir. 90, 110 ve 120 hız sınırı şehirlerarası yollarda yolun durumuna göre belirlenmektedir. Diğerleri genellikle şehir içi yol ve caddelerde kullanılmaktadır.

Karayolları tecrübeli bir kurum. Düşüne, taşına ve tecrübeye dayanarak bu hız sınırlarını belirlemiştir. Fakat bazı yol ve caddelerin hız sınırlarını yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. Çünkü özellikle şehir içinin çoğu caddelerinde ve şehirlerarası yolların meskun mahallerinde uyulması gereken 50 hız sınırı araç sürücüleri için bir eziyet. Çoğu sürücü bu kurala uymuyor. Uyuyorsa da arabayı bağırtmaktan başka bir işe yaramıyor. Bitmek bilmeyen yol işkencesi de işin cabası. 

Trafiğin yoğun olduğu yerde zaten 50 ile bile gidemiyorsun. 30, 40, 50 ile yavaş yavaş, dur kalk ilerliyorsun. Bu durumda yapılacak bir şey yok. Elin mahkum! Şehrin kenarlarında fazla trafik yoğunluğunun olmadığı bazı müsait caddelerde de hız sınırı elli. Bence şehir içinde yolun durumuna göre hız sınırları 60, 70 şeklinde farklılık gösterebilmeli. 

Gelin sizinle Konya-Karaman yolculuğuna çıkalım. Şehrin içi olmasına rağmen Karaman Yolunda hız sınırı 70 iken(bu hız makul) yolun ikiye böldüğü Kaşınhanı ve İçeri Çumra mahallelerinden ve Kazım Karabekir ilçesinden geçerken hız sınırı elli. Bahsettiğim yerlerden yolculuk yapanlar bilir. Buralarda yol dolayısıyla yerleşim yerleri zorunlu olarak ikiye bölünmüş. Her iki tarafta halkın yoğunluğu göze çarpıyor. Yolda halkın esemesi yok. Yol ise şehirlerarası yol. Geçen, buralarda duraklamadan transit geçiyor. Işık varsa kırmızı da duruyor. 

Yerleşim yerlerinin ortasından şehirlerarası yolların geçtiği bu tür yerlerde hiç kimse belirlenen hız sınırına uymuyor. Doğru dürüst denetim de yok. Hızdan dolayı ceza yiyen araç sayısı da bir elin parmağını geçmez. Sen uygulamaya kalksan sürücüler, bu adam ne yapıyor diye garip garip bakıyor. Böyle yerlerde konan trafik kuralına uyulmuyorsa en uygunu bu hız sınırını uygulanabilir makul bir hız sınırına çekmektir. Pekala 70, 80 olabilir. Benim ki bir öneri. Karar verecek olan yine Karayolları Genel Müdürlüğüdür.

Burada değinmek istediğim bir diğer husus da hız sınırının kaç olduğuyla ilgili uyarıcı trafik levhalarının azlığı. Çoğu sürücü "Acaba bu yolda hız sınırı kaç acaba" tereddüdü yaşıyor. Çok mu zor hız sınırının başladığı ve bittiği yere hız sınırı levhasını koymak? Çoğu yerde hız sınırı 50 yazılı levhası nerede sona eriyor? Belli değil.

*10/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yalakasın Be Kardeşim!

Toplum olarak çoğumuzun dağarcığında fazla kelime yok. Pek az kelimeyle meramımızı anlatmaya ve anlaşmaya çalışıyoruz. Bu yüzeysel ve sığ kelime hazinemize rağmen konuştuğumuz kelimelerin çoğunun ne anlama da geldiğini bilmiyoruz. Hatta birbiriyle aynı anlama geldiğini sandığımız anlamca farklı kelimeleri de birbirinin yerine kullanıyoruz. Şiddete meyilli olmamızın temelinde belki de bu kıt kelime hazinemiz yatmaktadır.

Sözü fazla uzatmadan bir örnek vermek istiyorum. Birine "Falanın adamısın" demek ile "yalakasın" demek aynı anlama gelir mi? Biri veya birileri ile arası iyi olan, onlarla oturup kalkan biri için ben, arası iyi anlamında "falanın adamı" derim. Bu tip kişilere yalaka denir mi? Bana göre denmez. Çünkü yalaka halk ağzında "söz götürüp getiren, söz taşıyarak arabozan, dedikoducu, boşboğaz, sırnaşık, ikiyüzlü, dalkavuk, arsız, onursuz, sürtük (kimse), yalak " demektir. Birinin adamı ile yalaka, yerine göre birbirinin yerine kullanılabilen yakın anlamlı birer kelime olabilir ama asla ikisi eş anlamlı birer kelime değildir. Evet birinin adamı olan aynı zamanda yalaka kelimesinin anlamını kendisinde barındıran kişilere yalaka denebilir. Ama birinin adamı olan her kişiye asla yalaka denmez.

Birinin adamı ile yalaka kelimesini yazı konusu edinmemin sebebi, bu iki kelimeyi bazı insanların karıştırmasından dolayıdır. Kalabalık bir ortamda bir grup arkadaşla otururken yanımıza yeni gelen her kim olursa “Hah falanın adamı geldi…Senin falanla aran iyi. Söylesen de şu meseleyi halletse veya şöyle yapsa…” der, o kimse de “Ben mi onun adamıyım” der, güleriz. Bunu ben veya yanımdaki arkadaşlardan biri her girene bu şekilde söyler dururuz zaman zaman. Hatta “Falanın adamı” dediğimiz kişilerden bazılarının kastettiğimiz kişiyle arası iyi olmayanlar da olabiliyor. Böyle yapmadaki amacımız muhabbetten başka bir şey değil. Ama biri var ki demek ki kendisine de “Falanın adamı” demişiz ki adam –sandığım- bu kişi “Efendim bize yalaka diyorlar. Bu yüzden yanınıza gelmeye çekiniyorum” demiş. Hoppala! Buyur, buradan yak şimdi. Bizim “Falanın adamı” tabiri, olmuş yalaka. Adamın yaptığı da tam bir yalakalık olmuş. Demek ki bu kişinin bir yarası var ki gocunmuş. Burada “Falanın adamı” kelimesini “yalaka” kelimesine dönüştüren bizden laf götüren mi yoksa makam sahibi kimse mi o kadarını bilemiyorum. Bildiğim bir şey var -adam sandığım bu kişi- yememiş, içmemiş, bizden laf götürmüş. Kendisine yalaka dediğimiz için bu kişi üzgün, efendisi de üzgün. Bana böyle demişsin diyen efendisine “Bak, beyefendi! Bir defa ben kimse için yalaka kelimesini kullanmam. Ancak ‘Falanın adamı’ tabirini kullanırım. Bu da muhabbetten öte bir anlam taşımaz. Sonra kim, niçin sizin yalakanız olsun? Bu dediğim falanın adamı sözü, sizin de zorunuza gitmişse bizden laf getireni dinlemeyeceksiniz. Bizim kendi aramızda konuştuğumuz kendi aramızda kalır. Böylece rahatsız olmazsınız. Eğer bizden laf getirenin ağzını lütfen deyip kapatmazsanız bu tipler, sizden de başkasına laf götürür" dedim. Konuyu kapattık.

Yalaka kelimesinin anlamına dönüp bir daha bakıyorum. Falanın adamı derken yalakalığı kastetmemiştim ama bu vesileyle laf taşıyıcı biri olduğunu öğrenince  ilk işim yalaka kelimesinin anlamına bir daha bakmak oldu ve yalaka kelimesinden öğrendiğime göre bu adamın yaptığı falanın adamlığı değil, katıksız bir yalakalık. Çünkü yapıp ettiği yalakalıktan başka bir şey değil. 

Be kardeşim! Madem bu mesleği yapıyorsun. Bari dediğimi aynen aktarsaydın. En azından laf taşıma özelliği var bu arkadaşın derdim. Ama sen birinin adamı değil, ancak yalakası olurum, adamlık benim neyime" deyip kendini aşmışsın. Ben de bu vesileyle yalakalığını öğrenmiş oldum. Umarım yalakalık mesleğinin sadece laf taşıyıcı özelliğini taşıyorsundur. Eğer diğer yönler de varsa vay haline! Ne diyeyim? Şayet miden götürüyor ve ahlakın el veriyorsa yalakalık mesleğin hayırlı olsun be kardeşim!


Türkiye Bu Genci Konuşuyor *

29/06/2019 Cumartesi akşamı ATV televizyonunda “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına yarışmacı olarak katılan Arda AYTEN isimli genci konuşuyor. Arda’yı haber konusu yapan, bir milyonluk soruyu görme başarısını gösteren ender kişilerden biri olması. Hakkında fazla bir detay öğrenemediğim bu gencimiz kimdir?
*19 yaşında tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisi,
* Bu yaşında dört kitabın yazarı,
*Yılda 150’ye yakın kitap okuyan biri,
*Parası olduğu takdirde hedefleri arasında;
·         Okuduğu kitap sayısını artırmak,
·         Çok sayıda dil öğrenmek,
·         Bilimsel araştırma yapmak,
·         Edebiyat, müzik ve felsefe ile ilgilenmek,
·         Ölene dek üniversitede okumak,
*En büyük hayali ise okuduğu kitapları kendi dillerinde okumak…

Kabarık, kıvırcık, peruk gibi saçlarını görünce hiçbir hedefi olmayan, derbeder bir insan imajı veren bu gencimizi biraz dinleyince dolu dolu biri olduğu, çizdiği ve inandığı yolda gitmeye çalıştığı, Allah’ın verdiği nefesi boşa harcamadığı görülecektir. Bir milyonluk soruya da tesadüfen gelmediğini, kalitenin tesadüfi olmadığını da bu gence bakarak anlayabiliriz.

Birden çok hedefi olan ama tüm hedefleri kitaplarda düğümlenen kitap manyağı bu gence biz; süper çocuk, harika çocuk, kitap -manyağı bir çocuk, aykırı bir çocuk, ultra ultra bir çocuk, ayaklı kütüphane, uzaylı bir çocuk mu deriz; hangisini dersek diyelim karşımızda özel mi özel bir çocuk var. Gençliğinin baharında, bu yaşta gösterdiği bu başarıya ve hedeflerine ancak şapka çıkarılır.

Gencin bu başarısında okuduğu kitapların etkili olduğu görülmektedir. Demek ki uzmanlar sınava hazırlanan öğrencilere bol bol kitap okuyun diye boşuna söylemiyorlarmış. Gerçi kitap okumayı hepimiz söylüyoruz da söylediğimizle kalıyoruz. Bizim okumadığımız/okuyamadığımız kitapları bu genç okuyor. Öyle ya konuşmak varken niye kitap okuyalım?

Yılda yaklaşık 150 kitap okumak demek, ayda 12,5 kitap okumak demektir. Demek ki bu gencimiz 2,5 günde bir kitap okuyup bitiriyor. Bu genç bu şekil okumaya devam eder, hedefinden şaşmazsa ülke araştırmacı, mucit, üreten bir beyinle karşı karşıya demektir. Çünkü zeka ile zekat aynı kökten gelir. Zekat verdikçe mal bereketlenirken zeka da kullandıkça gelişir.

Ülkemiz için bir kazanım olan bu gencimize devlet ve milletiyle sahip çıkmamız, tüm imkanlarımızı buna ve bunun gibilere sunmamız lazım. İnşallah ileride birçok bilim insanımız gibi beyin göçüyle karşı karşıya kalmaz. Bu şekil kitap okuma sevdalısı bu gence verebileceğimiz en güzel destek, daha fazla kitap okumasını sağlamaktır. Çünkü bu gencin gıdası okumaktır. Kitaplardan besleniyor. Bu genç hangi kitapçıya girer, hangi kitabı almak isterse bırakalım istediği kitabı seçip alsın. Ödeme yapacağı zaman da “Senin paran burada geçmez…dükkan senin” deyip kitabı ücretsiz verelim.

Bir milyonluk soruyu bilmesini canı gönülden arzu ettiğim, kazandığı takdirde kendim kazanmış gibi sevineceğim bu gencin Allah önünü açsın. Bizim okuyamadığımız bütün kitapları okusun. Allah nazarlardan saklasın. Allah sayılarını artırsın.

*03/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.