31 Mayıs 2019 Cuma

Her Günümüz Bayram Kıvamında Olsun! *


Daha önceki ümmetlere farz kılındığı gibi bizim için de ramazan ayında tutmamız emredilen oruç ibadetini yüzümüzün akıyla bugün bitirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Karşılığında ödül olarak bu dünyada bir bayramı hak ettik. Ödülümüz sadece bir bayramla sınırlı değil elbet. Ahiretteki ödülümüz bakidir. Zira Buhari'de geçen bir hadise göre Allah, "Oruç yalnız benim içindir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm" buyurmaktadır.

Anladığım kadarıyla oruç tutmanın sevabı rakamlarla ifade edilemez. Çünkü oruç ibadeti diğer ibadetlerden farklıdır. En büyük farkı da oruçta gösterişin olmamasıdır. Yani bu ibadetin yalnızca Allah için yapılmasıdır.

Şükür ki tuttuk. Yılın uzun günlerine denk gelen bu ramazan orucu zor olmadı mı? Elbette zor oldu. Oruç tuttuğu için açlık ve susuzluktan ölen oldu mu? Duymadım.

Orucunu eğip bükmeden, mazeret uydurmadan tutanlara ne mutlu! Allah kabul etsin. Karşılığını bol bol versin.

Oruç tutmak isteyip de hastalığından dolayı orucunu tutmayan ve tutamadığı orucun üzüntüsünü duyan kimselerin niyetlerine göre Allah, karşılığını ve oruç tutma sevabı versin.

Orucun önemini bildiği halde nefsine söz dinletemeyip orucunu yiyen fakat oruçlu gibi görünen, yediğini oruç tutanlara saygısından dolayı gizleyenlere Allah bundan sonra tutmayı nasip etsin. Onlara oruç tutmanın hazzını tattırsın.

Orucun önemine inanmadığı için oruç tutmayan ama yeme ve içmesini kimseye göstermeyen kimselere bu hassasiyetlerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Orucun önemine inanmadığı gibi bunu alenen yiyip içerek gösteren kişilere gelince Allah bunlara hidayet ve utanma duygusu versin. Bu ibadeti yerine getirmediği için bu kimselere Allah'tan korkmuyorlarsa bile kuldan utanma şuuru versin. İnşallah onları da karşılığı sınırsız olan orucu bir gün tutmayı nasip etsin.

Daha oruç tutma yaşı gelmediği halde oruç tutmak için çaba sarf eden, oruç heyecanını yaşayan küçük çocuklardaki bu oruç samimiyetinin büyüdükleri zaman da artarak devam etmesini diliyorum. Çocuklardaki bu oruç tutma aşkının büyüklerde de olmasını temenni ediyorum.

Bu bayramın birlik ve dirliğimize katkı sağlamasını, ülkemize ve insanımıza huzur getirmesini canı gönülden istiyorum. Allah birbirimize güvenmeyi nasip etsin. Her günümüz bayram kıvamında olsun!

*03/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Gevezeyim Geveze!


2010 yılında yeni görev yerime atandığımı duyan yardımcım; kimdir, necidir, nasıl biridir, ben kiminle çalışacağım, gelecek kişi ile uyumlu çalışabilir miyim diye daha önceki çalıştığım ilçede görev yapan tanıdığı birine beni sormuş. "Ha şu çok konuşan mı" demiş kendisine sorulan kişi benimle ilgili. Yani geveze imişim. Madem söz benden açıldı. Beraber irdeleyelim. Geveze olup olmadığıma birlikte karar verelim.

Bana sorarsanız çok konuşan biriyim ama geveze olduğumu bugüne kadar hiç kabul etmedim. Bu konuda haklı olduğumu, bana yapılan bu ithamın düpedüz bir iftira olduğunu düşünüyorum. En azından böyle olmadığıma kendimi inandırmaya çalışıyorum. Kendimi inandırabildim mi? Halen değil ama ikna konusunda pes etmiş değilim.

*Sessizliği sevmem. Nerede bir sessizlik görsem dalarım.
*Konuşanı sevmem. Varsa yoksa ben konuşacağım. 
*Konuşulan konu hoşuma gitmezse araya girer, gündemi kendim oluştururum. Hiçbir şey yapamasam pişmiş aşa su katar, konuyu sulandırırım.
*Bir konuda yeterli donanıma sahip miyim demem. Her konuda fikrimi söylerim. Konuşacak sözüm bitse bile sözü kimseye vermem. Dediğimi bozuk plak gibi döner döner, bir daha söylerim.
*Konuşurken biri üzülecek mi, kırılacak mı demem, sözümü tartmadan salarım ortaya. Sözlerim bazen cuk diye oturur, tasvip görür; bazen de pot olarak bana döner, pişmanlık duyarım.
*Başka konuşanları yeterince ciddi dinlemem.
*Her lafa, her kişiye cevap veririm.
*Yaptıklarından dolayı insanları eleştirmeye bayılırım.
*Şu konuda susayım demem, her konuda fikrimi söylerim. Kendi fikrimden başka fikirleri kolay kolay benimsemem. Varsa yoksa benim fikrim, en iyi fikirdir. 
*Konuşurken yorulmam. Konuştukça açılırım, yeter ki bir dinleyen olsun. Tek üzüntüm uykuda iken konuşamamak. Her uykumu kayıp saatlerim olarak değerlendiririm. Bundan dolayı uykusuzluk ilacı bulsam gözümü kırpmadan içeceğim. 
*Satranç oynamayı severim. İyi de oynarım. Kolay kolay yenilmem. Yenilirsem bu yenilgiyi belli etmesem de kolay kolay hazmedemem. Bir sessizlik ve bir seviye oyunu olmasına rağmen satranç oynarken bile konuşurum. Geçmişte benimle sürekli satranç oynayan ve yenilmeye doyamayan biri, ben ayrıldıktan sonra arkamdan "Ben aslında bunu yenerim. Bakmayın siz yenildiğime. Ben bunun oyununa değil, çenesine yeniliyorum" dermiş. Ben daha sonra bunu başkasından duyar, gülerdim.
*Geçmişi çok tekrarlar, kıyaslarım. Konuşmamın aralarında bol bol örneklendirme yaparım. Bazen verdiğim örneklerden sözü nereye getireceğimi unutur ama pes etmez, yine konuşmaya devam ederim.
*Konuşmalarımda kinaye, hiciv, telmih, mizah eksik olmaz. Kırar incitirim. Yalnız kalınca kırdım, bir daha yapmayayım desem de kalabalığı görünce yine döktürmeye devam ederim. 

Bu yazımda hep kendimden bahsederek biraz bencil davrandım ama işte ben böyle biriyim. Şimdi sorarım size: Ben geveze biri miyim diye. Cevabınız evet ise size teessüf eder, alınır ve kırılırım. Kırılınca kırar dökerim. Yok fazla konuşmuyorsun derseniz aklın yolu birdir. Ben de aynı kanaatteyim. Şimdi size başka bir soru sorayım: Benim gibi çok konuşan başka biri var mı? Var, olmaz mı diyorsanız benim tek eksiğim mikrofonsuz ve ekransız olmaktır herhalde. 

Allah az konuşanlardan ve konuştuğunu ölçüp tartanlardan eylesin. Söz gümüş ise sükut altındır sözünü prensip edinenlerden ve taş yerinde ağırdır sözü gereği ağır olmayı tercih edenlerden kılsın.

Yokluğa Terk Ettiklerimiz

Geçen yaz birlikte aynı okulda görev yaptığımız eski bir öğretmenim telefonla aradı. Kendisine ismiyle hitap edince "Numaramı silmemişsin" dedi. Niçin sileyim dedim. "Ne bileyim? Silmişsindir diye düşünmüştüm. “Evine yakın bir yerdeyim. Müsaitsen bir çay içelim" dedi. Kalkıp yanına vardım. Birlikte birkaç bardak çay içtik. Ne yapıyorsun, nerelerdesin, ne yiyip ne içersin dedim. “Malum KHK ile ihraç edilenlerdenim. Bir yıl boyunca iş aradım. Bu şehirde iş bulamadım. Eskişehir'de iş buldum. Eşim merkezde bir okulda görev yapıyor, bense günlük 150 km gidiyor, bir o kadar da geliyorum" dedi. Hakkında dava açıldı mı, durumun ne dedim. Mahkeme takipsizlik verdi ama MEB başlatmadı, dedi. Özel okulda aldığın ücret yeterli mi, geçinebiliyor musun dedim. Şükür! Zorlansam da geçiniyorum. Rızkı veren Allah dedi. Biraz daha lafladıktan sonra vedalaşıp ayrıldık.
*
Bugün haftalık sebze ihtiyacımı karşılamak için muhitime yakın bir başka semt pazarına gittim. İftar öncesi hızlı bir şekilde alışverişimi yapmak için sergilere göz atarken "Abi, selamün aleyküm. Nasılsın" diye ismimle seslendi. Başımı kaldırıp baktığımda KHK ile ihraç edilen eski bir okul müdürüydü bana seslenen. Üç yıldır görmemiştim kendisini. Ayaküstü lafladık biraz. Geri dönmedin mi soruma hayır cevabı aldım. Ne iş yapıyorsun dedim. Sanayide çalışıyorum dedi. Ne işi dedim. "İş güvenliği belgem vardı. Onun üzerine bir işte çalışıyorum. Er-rizku ale'llah, rızık Allah'tandır. Derdim haksızlık" dedi. Rızık, eyvallah dedim. Vedalaşıp ayrıldık.
*
İkisinin durumuna da üzüldüm. İlk anlattığım öğretmenle en son üyesi olduğu Eğitim Bir sendikasından istifa edip Aktif Sen sendikasına geçtiğini duyduğum zaman kendisini telefonla arayıp ne işin var o sendikada? Yanlış yapmışsın demiştim. Tabii ne fayda? İkinci anlattığım okul müdürüyle okullarımız yakın olması hasebiyle zaman zaman toplu ulaşım araçlarında karşılaşır, laflardık. O da Aktif Sen üyesiydi. Bazı zamanlarda söz döner dolaşır Paralel yapıya gelirdi. Yapıyı savunurdu. Ben de kendisine savunduğunun yanlış olduğunu söylerdim.

15 Temmuz'dan sonra aynı durumda olan birçok kişi gibi bu ikisi de görevden el çektirildi. Tüm uyarılara rağmen sinsi yapı ile bağlarını koparmamalarından dolayı çok masum sayılmazlar. Elbette bir bedel ödemeleri gerekiyordu. Ama bu bedel görevden atılma ve ekmeğiyle oynamak olmamalıydı. Çünkü ekmeğiyle oynamak ve bunu uzatmak maalesef kişileri terbiye etmez. Hazırında devlete düşman eder ve bunların çocukları da devlete karşı düşman yetişecekler diye düşünüyorum.

Burada yapı ile zamanında bağını koparmayanları savunacak değilim. Güvenliğini emniyete almak için devlet elbette tedbirini alacak ve bunlara karşı bir rezerv koyacaktır. Ama bunun cezası kapı dışarı etmek olmamalıydı. Pekala bu tip kişileri pasif göreve atayarak ekmeğini kesmeden gözetim altında tutabilirdi. Bunlara stratejik öneme sahip ve güvenliği tehlikeye atacak yerlerde görev verilmeyebilirdi. Çünkü görevden alınan bu kişiler içimizde yaşamaya devam ediyorlar. Bunları kamudan atmakla iş bitmiyor. Bizim bu durumumuz evimizin pisliğini kapı önüne atmaya benzer. Kapının önünü temizlemez isek dışarıdaki pislik her halükarda evin içine geri gelecektir.

Hasılı darbenin içinde aktif olarak görev almamış kişilerle ilgili devletin farklı bir adım atmasında fayda var. Bu adım toplumsal barışa katkı sağlayacaktır. Çünkü bu ülkenin buna her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.


29 Mayıs 2019 Çarşamba

Dişlerim ve Kürdan

Cebimde kürdan eksik olmaz. Olur ya bir şey yerim de dişlerimin kovuğunda bir kırıntı kalırsa elini cebime atar, dişlerimi karıştırırım.

Ramazan geldi, cebime kürdan koymaz oldum. Koyup da ne yapacağım sonra. Bir şey yiyip içtiğimiz mi var sanki. 

Gündüz nereden aklıma geldiyse elimi gömleğin cebine bir attım. Nereden geldi ya da ne zaman koyduysam cebimde bir kürdan var. Üstelik hiç de kullanılmamış. Küs gibiydi bana. Beni niye kullanmıyorsun, unuttun mu beni der gibiydi. Nasıl, nerede, niçin kullanacaksın sonra? Çünkü ihtiyaç olmadı. Sabahın 3,40'ında ağzımızı bir kapatıyoruz, akşam 20,10'a kadar ne yiyebiliyor ne de içebiliyoruz. Çünkü ramazanın uzun günlerindeyiz. 

Neyse kürdanım, kusura bakma. Şunun şurasında ramazanın bitmesine ne kaldı. Sen en iyisi iştahını birkaç gün sonrasına sakla. Seni kullanırım mutlaka. 

Gerçi böyle diyorum ve ne olur ne olmaz diye cebimde kürdan bulundurmaya devam ediyorum ama çoğu zaman da ihtiyaç olmuyor. Çünkü diş kalmadı. Kalan dişler de birbirine küs gibi ayrık ayrık duruyor. Sanki iğreti ve misafir gibi duruyorlar. Aralarından araba geçirsem geçecek. 

Bugünden geçmişe bakıyorum. Neydi o inci gibi dişlerim. Öyle sıkı saf tutmuşlardı ki aralarından iğne geçmezdi. Geleni parçalar ve öğütürdü. Bana mısın demezdi. Ya şimdi? Bazısı benden bu kadar deyip çekip gitti. Kalanlar da gönüllü değil. Ne sıcağa geliyor ne de soğuğa. Serti istemiyor. İstediği yumuşak olacak. Çok uğraşmadan öğütüp mideye gönderecek. Ne gidip emekli oluyor ne kalıp görevimi layıkıyla yapayım diyor. Sanki devlet memuru gibi. İşini yapmadığı gibi çoğu zaman isyanlara oynuyor, tehditler savuruyor. Bak çeker giderim diyor. Bazen de gerçekten çekip gidiyor. Giderken de sessiz sedasız gitmiyor. Büyük bir vaveylâ koparıyor. Bana da derin bir acı bırakıyor, sanki doğum sancısı verdiği.

Aslında çok şey istemiyorum dişlerimden. Anca beraber kanca beraber diyorum.  Öbür dünyaya beraber gitmek.  Yani vefa istediğim benim. Şunun şurasında ne kaldı gitmeme. Ha ne olur, oyunbozanlık etmese de biraz sabretse… Beni yeni diş taktırma işiyle uğraştırmasa. Haydi taktırdım diyelim. Aslın yerini tutmuyor ki sonradan gelen. İşlevini yerine getirmiyor. Sadece ağzımın içinde kalabalık edecek. 

Hasılı dişlerim! Bil ki yaptığın vefasızlıktır, su koyuvermedir. Alacağın olsun! 

Çocukların Veballeri Boynunuza! ***


Hayatta istediğim şeylerin başında devlet ve millet bütünleşmesi gelir. İsterim ki devlet milletin, millet de devletin hassasiyetlerini dikkate alsın. Bu istediğim, bazı zamanlar dikkate alınsa da çoğu zaman devlet ve devleti bizim adımıza yönetenler maalesef dikkate almıyor. 

Neden mi bahsediyorum. Malumunuz 01 Haziran'da(bugün) LGS adını verdiğimiz sınavlar yapılıyor. 8.sınıfta okuyan çocuklarımız iyi bir lisede eğitim almak için ter dökecekler. 02 Haziran Pazar günü ise 5.6.7.8.9.10.ve 11.sınıfta okuyan çocuklarımız ise bursluluk sınavına girecekler.

Burada sınavdan ziyade sınavın zamanına dikkat çekmek istiyorum. Bir defa sınav yapılmaması gereken bir zaman diliminde bu merkezi sınavları yapıyoruz. Ne var tarihte demeyin. Bildiğiniz gibi sınav yapacağımız bu tarihler ramazan bayramı tatiliyle birleştirildi. Pazarın ertesi ramazan bayramının arifesi… Güya 9 gün tatilden bahsediyoruz. Küçücük dimağlar ve gençliğinin baharındaki çocuklarımız bu tatil havasında sınav olacaklar. Haydi bayram öncesi bu sınava eh diyelim. Mübarekler! Sınav yapılacak bu tarihler oruç günlerimiz. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik mübarek günlerin. Büyüklerin çoğunu bilmiyorum ama bu küçüklerin çoğu oruçlarını tutuyorlar. Günler öncesinden orucumu tutmasam olur mu acaba endişesini taşımaya başladılar. Bu sınav tarihini belirleyenler için fetva hazır. Hepsi başımıza müftü kesiliyor. Tutmayıversinler efendim diyorlar. Gerekirse Diyanet'ten "Çocuklarımız oruç tutmayıp kaza etsinler" şeklinde görüş de alıyorlar. Kim ne fetva verirse versin bazı çocuklarımız orucunu tutacak, bazısı da "Benim için hayat-memat meselesi deyip orucunu yiyecek. Sınavdan dolayı oruç tutamayanların vebali, bu tarihte sınav koyanların boyunlarına... Konyalı tabiriyle bobalı boynuna!

Kimse orucunu tutmasa bile belki bir çocuk veya genç oruç tutmak isteyebilir diye niçin bir hassasiyet gösterilmez, niçin sınav takvimi belirlenirken oruç ibadeti hesaba katılmaz? Haydi diyelim ki laiklik hassasiyetinin ön planda olduğu 15-20 yıl öncesinde sınav takvimini oruca göre ayarlamak, başbakanlıkta iftar vermek laikliğe aykırı kabul edilir, bir bardak suda fırtına koparılırdı. Ya şimdi? Başımızda dini hassasiyeti olan bir yönetim var. Değişen bir şey var mı? Maalesef değişen bir şey yok. Üstelik şimdi laikliğe aykırı diye ortamı geren de kalmadı. Merak ediyorum haziran ayının ilk haftasında sınav yapmak farz mı, vacip mi, sünnet mi? Bu sınavlar bayram sonrası uygun bir tarihte yapılamaz mıydı? Demek ki böyle bir dertleri yok. Çünkü derdi olan, dert edinen düşünür.

Hassasiyet göstermediklerimiz sadece sınav tarihiyle sınırlı değil. Süper Lig maçlarının saatlerinde de oruç, iftar ve bayram gözetilmiyor. Ben böyle diyorum ama devlet erkânının haklarını yemeyelim. Zira tamamen duyarsız değiller. 2008 yılında Sivasspor'da top koşturan Balili isimli futbolcu, pazar günü oynanacak Sivasspor-Ankaraspor maç gününün dini bayramları olan Kipur gününe denk gelmesi sebebiyle  durumunu kulübüne bildirmiş, kulübünün de federasyona yaptığı müracaat, yetkililer tarafından olumlu karşılanmış ve maç, bir gün öncesine alınmıştı. Balili, bu hassasiyetinden dolayı federasyonumuza teşekkür etmişti. Gördüğünüz gibi bizde de bir hassasiyet var ama yabancı futbolcunun bayramına.  Yabancı bir futbolcunun hassasiyetine duyarlılık gösteren bizim insanımız, nedense aynı hassasiyeti kendi insanının orucuna göstermemektedir.

Siz benim bu meseleyi abarttığımı düşünün. Ben bu meseleyi dert edindim. Haksız mıyım?

Bugün ve yarın sınava girecek ortaokul ve lise öğrencilerimize başarılar diliyorum. İnşallah emeklerinin karşılığını fazlasıyla alırlar.

Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecemiz mübarek olsun!

***01/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.





28 Mayıs 2019 Salı

3600 Ek Gösterge Çıksın mı?

Seçimlerden önce hükümetin öğretmenlere, polis, din görevlisi, hemşire ve ebelere vaat ettiği 3600 ek göstergesi çıkar mı, Meclis'ten geçer mi ya da Meclis'e getirilip yasalaşır mı? Söz verilmişse çıkar. Ama bugün ama yarın. 

3600 ek gösterge çıktığı takdirde yukarıda adı geçen dört kesim, özlük hakları yönünden ihya olacak demektir. Çünkü nereden bakarsak yüzde 20 dolaylarında maaşlarında bir artış söz konusu olacaktır. Bu ek gösterge özellikle emeklilik halinde adı geçen çalışanlara bir rahatlama getirecektir. Yasa çıktığı takdirde yasanın kapsamına sadece yeni emekli olanlar değil, daha önce emekli olanlar da girecektir. Hükümetin vaadi bu şekilde.

Öğretmen, polis, din görevlisi, ebe ve hemşirelerin yıllardır müjdesini beklediği bu yasanın çıkması doğru mu? Bu kesimler bana kızacak ama büyük bir ekonomik buhran yaşadığımız bugünlerde böyle bir yasanın çıkması bana hiç reel gelmiyor. Bütçeye ağır bir yük getirecektir. Devletin eskiye oranla daha fazla likidite sıkıntısı çektiği, daha fazla borçlandığı bir ortamda bu yasa, bütçeyi delik deşik edecektir. Bozulan bütçe disiplini iyice bozulacaktır. Çünkü adı geçen memur kesimi, memurların ekseriyetini kapsıyor. Yani koca bir ordu demektir. Tamam, kendilerine vaat edilen dört kesim bu ek göstergeyi fazlasıyla hak ediyor. Emekli olduktan sonra insanca yaşamak haklarıdır. Bu, sadece bu dört kesimin değil, tüm memurların hayalidir aynı zamanda. Bu hayalin gerçek olması gerekir. Ama zamanlama yanlış. Ülke menfaati, ülkenin şartları hepimizin menfaatinin üstündedir. 3600 ek göstergeyle bütçe felç olacaksa bu yasayı ötelemekte fayda görüyorum. Hükümetlerin de neyimiz var, ek kaynak bulabilir miyiz, bütçeye ne kadar yük getirir hesabı yapmadan bu tür vaatleri vermemesi gerekir. Haydi diyelim ki verilen vaat yerine getirilsin. Diğer memurlar hani bize, biz devletin üvey evladı mıyız demeyecekler mi? Bu yasa çıkarsa bu yasa kapsamına girmeyen diğer memurlar bu yasadan faydalanmak için eylem üstüne eylem yapacak, kamuoyu oluşturmaya çalışacaklardır.

En iyisi,
*Hükümet, bütçe imkanlarını göz önünde bulundurarak bu yasayı çıkarmayı ötelemeli ve yetkili bir ağız çıkıp beklenti içine giren kesime kusura bakmayın, sözümde duramayacağım. Bu iş maalesef bütçenin boyunu aşıyor demelidir.
*Kendilerine ek gösterge vaadi verilen kesim "Mesele ülke ise bizim beklentilerimiz teferruattır. Bizim yüzümüzden bütçe ağır darbe almasın. Biz en iyisi bir başka baharı bekleyelim" demelidir.
*Hükümet ve hükümet alternatifi olanlar "Bundan sonra boyumdan büyük vaatlere tövbe! Mesele ülke ise benim vaatlerim teferruattır" demelidir.
*Yetkili ve yetkisiz memur sendikaları ülke düzlüğe çıkıncaya kadar "Nerede bize vaat edilen ek gösterge... İsteriz de isteriz" dememelidir.

Biliyorum bu yazımdan öğretmeni, polisi, hemşiresi ve din görevlisi hoşnut olmayacaktır ve bana kızacaklardır. Ne yapalım? Bana kızmayan bir bu dört kesim kalmıştı. Bir de bunlar kızsın, ne diyeyim?

Bin Ay=83,33 Yıl *


31 Mayıs 2019 Cuma akşamını Cumartesiye bağlayan gece (bugün) Kadir gecesidir. Nedir Kadir gecesi? Bu gecenin ne olduğunu bize Kadir süresinde anlatılmaktadır:

1. Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.
2. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin?
3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de inerler.
5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.
Bu süreye göre,
*Kur'an bu gece inmiştir. (İnmeye başlamıştır)
*Kur'an'ın inmeye başladığı gece olması hasebiyle bu gece bin aydan daha hayırlıdır. Bin ay=83,33 yıla tekabül ediyor. Bu süre ortalama bir ömürdür. Bir günü değerlendir, karşılığında 83,33 yılı kap demektir.
*Bu gece tüm melekler ve Cebrail tan yerinin ağarmasına kadar her türlü iş ve esenlik için yeryüzüne inerler.

Ne zamandır bu gece? Biz her ne kadar ramazanın 26. gecesini, 27.gecesine bağlayan geceyi Kadir gecesi olarak değerlendirmeye çalışsak da bu gece belki dündü, belki bugün, belki yarın... Ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bereket ve esenlik olan bu gece gizlenmiştir. Belki yıl içerisinde, belki ramazanın içerisinde, belki ramazanın son on günü içerisinde. Peygamberimiz "Bu geceyi ramazan içerisinde, son on gününde, bu on günün tekli günlerinde, kuvvetle muhtemel 26'ncıyı 27.geceye bağlayan gecede arayın" buyurur. Yani Kadir gecesi gecelerden bir gece içerisinde gizli. Niçin gizlenmiştir? Nedir bunun hikmeti? Sadece bir günü değil, her günü Kadir bil demektir. Yani iyiliği, güzelliği, hayır ve hasenatı, ibadet ve taatı, Kur'an ile hemhal olmayı tüm yıla yay demektir.

Bu geceyi bu kadar önemli ve değerli kılan, Kur'an'ın bu gece inmeye başlamasıdır. Düşünün ki indiği geceye bir ömür katan Kur'an tarafımızca yansız okunsa, anlaşılsa ve anlaşıldığı gibi yaşansa hayatımıza neler katmaz. Bu yüzdendir ki ramazan Kur'an ayı demektir. Ramazan ve Kur'an'ın bu ayda buluşması sanki bize "Bu Kur'an'ı okumak ve hayatına tatbik etmek için önce oruç tutmak suretiyle nefsini yeme, içme ve şehevi arzulardan uzak tutup terbiye et. Sonra bu Kitab'ı oku" demek istiyor. Burada, bu kadar okuduğumuz bu Kur'an bizi niçin aydınlatmıyor sorusu akla gelebilir. Doğrudur. Öyle zannediyorum okumamızda bir sorun var ki yeterince faydalanamıyoruz. Faydalanmıyoruz ki yaşantımız düzlüğe çıkmıyor.

Kadir gecesi hangi gün ise gizemini korumaya devam edecektir. Burada bizim için önemli olan, değerlendirdiğimiz her gece bizim için Kadir'dir. Bu geceye çıkıp değerlendirebilirsek bu gecede diğer yapacağımız şeylere ilaveten bolca tekrar edeceğimiz, peygamberimizin diliyle "Allâhümme inneke afüvvün. Tühibb'ül afve, fa'fü annî=Allah’ım! Şüphesiz sen affedicisin. Affetmeyi seversin. O halde beni affet" duasını bol bol okumaktır. Bu duayı okurken nasıl ki Allah affedici ve affetmeyi seviyorsa ve biz ondan affetmesini istiyorsak biz de hata yapan insanları affetmeyi denesek, geri kalan ömrümüzü insan kazanmaya adasak nasıl olur?

Her günü Kadir bilip değerlendirenlere ne mutlu! Bereket ve esenlik getirsin inşallah! Gecemiz mübarek olsun! 

*01/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.