11 Mayıs 2019 Cumartesi

Dostlarınızın Sessiz Kalmasına Sessiz Kalın *


Bugünlerde rahmetli Aliya İzzetbegoviç'e ait “...Ve her şey bittiğinde; hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacak" sözünü kimse dilinden düşürmüyor. Çoğu söz uçar, yazı kalır misali bu sözü söylemekle de kalmayıp yazı konusu ediniyor. Bilge cumhurbaşkanının sözüne diyecek bir şey yok. Zira doğru bir söz. Hepimiz altına imzamızı atarız.

Hepimiz başımıza bir sıkıntı, bir felaket geldiğinde, zor durumda kaldığımızda yanımızda ilk önce dostlarımızı görmek isteriz. Dostlarımızın sessizliği bizi yaralar ve üzüntülere gark eder.

Dostun başına bir şey geldiğinde yanında olup destek vermesi gereken dostları niçin sessiz kalır, niçin destek olmaz? Bazen menfaatine dokunduğu, bazen dostun yanında onunla aynı fotoğraf karesinde yer alırsam başım tehlikeye girer şeklinde düşünen dostlar olur. Aslında bu tiplere dost bile denmez. Sadece dost sanılandır bunlar. Sıkıntı anında hepsi sessiz kalır veya çeker gider. Kişi bunların sahte bir dost olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olur.

Burada dostun sessiz kalması derken kastedilen gerçek dost olmalı. İlişkileri çıkar ilişkisine dayalı değildir. Böylelerinin başına bir şey geldiğinde dostların kenetlenmemesi neyle izah edilebilir? Niçin bir araya gelemezler? Burada sorun büyük olmalı. Birbirlerine kırılmışlardır. Sorun kimdedir? Bir yerde sorun varsa sorun tek taraflı olmaz. Her bir tarafın az veya çok payı vardır bu sorunda. Böylesi durumda dostlara düşen, araya üçüncü şahısları katmadan bir araya gelip aralarındaki sorun veya kırgınlıkları gidermeleridir. Bunlar bir araya gelemiyorsa bunların dost kalmasını isteyen üçüncü şahısların yapması gereken birine sırtını dayayarak diğerine saldırması değildir. Bunları bir araya getirmeye çalışmak,  anlaşmaya zorlamak ve arabuluculuk rolü üstlenmektir. Zaman tarafgir olma zamanı değildir. Çünkü tarafgirlik dostların arasında oluşan mesafeyi daha da açar. Maalesef nice yazar ve çizer, yazdıklarıyla değil dostları bir araya getirmek ayrılığı körüklüyor. Çoğunun kaleminden mürekkepten ziyade kan damlamaktadır. Bu tipler birilerinin değirmenine su taşıyor sadece. Ateşe odun atmakla meşguller. Keşke böyleleri yangına körükle gideceklerine hiçbir şey yapamıyorlarsa susmayı deneseler çok hayırlı bir iş yapmış olurlar. 

İşin bir başka yönü, sorunu veya kırılganlığı artıran; kırgın dostların, dostlarına yapılan saldırılara sessiz kalması. Bu da dostları fazlasıyla yaralar. Halbuki kendileri lehine tarafgirlik yapanlara "Hey! Siz de kim oluyorsunuz? Siz kime laf sokuşturuyorsunuz? Yerinizi, yetkinizi ve haddinizi bilin. Bugün benden görünerek eleştirdiğiniz kişi benim kadim dostumdur. Kadim dosttan düşman olmaz. Bakmayın şu aralar bizim birbirimizden uzak kaldığımıza. Biz bir araya gelemesek bile eski dostun aleyhinde olmayız. Onun kuyusunu kazmayız. Evet kırgınız birbirimize. Ben onu kırdım, o da beni. Bir gün gelir biz o kırgınlığımızı izale ederiz. Bir iş yapacaksanız yapıcı olun. Kızacaksanız ikimize birden kızın. Bunu beceremiyorsanız bizim adımıza racon kesmeyin. Bu sizin haddiniz değil" demeyişleridir. Halbuki böyle deseler yeniden birbirlerinin gönlünü kazanabilirler. Ama yapmıyorlar ve sessiz kalıyorlar. Demek ki bu tarafgirlikten memnunlar o zaman. Kusura bakmayın ama bu yaptığınız kendinizi bitirir. Biriniz biterken diğeri ayakta kalmaz.

Son söz, mademki sıkıntılarında dostlar birbirlerine destek olma yerine sessiz kalmayı tercih ediyor. Bırakın sessiz kalsınlar. Zaman her şeyin ilacıdır. Bu durumda kırgınların her birinin etrafında saf tutmuş kişiler de sussun. İnanın bu sessizlik yazıp çizmenizden ve konuşmanızdan daha iyidir. Yazıp çizecekseniz tarafgir olmayın. Gerekirse her ikisine birden tavır alın. Bu durumdan hoşnut olmadığınızı belli edin. Yani dostların sessizliğinde sessiz kalarak sessizliğe ortak olun. Sessiz kalmayacaksanız gölge etmeyin.


* 20.05.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Devrimin Kendi Çocuklarını Yemesi


Bir toplumda ortak fikir, düşünce, siyasi görüş çerçevesinde bir araya gelip belirledikleri hedefe doğru yürüyenler, sırt sırta verip bir ve beraber oldukları müddetçe dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikeleri kolayca savuştururlar. Rakipleri bunlara kolay kolay zarar veremezler. Güç kaybetmezler. Azim ve gayretlerinin bir sonucu olarak başarılı da olurlar. Kısa bir müddet sonra bu başarılarını taçlandırırlar. Rakiplerini tek tek diskalifiye ederler. Birbirlerine saygı göstererek herkes görevini layıkıyla yaptığı müddetçe kimse ellerine su dökemez.

Ne zaman ki içlerinden bir veya bir kaçı  tüm başarıyı kendisine mal eder, kendi başına buyruk hareket etmeye başlar, buyurgan bir tavır içerisine girerse birbirlerine karşı güven zedelemesi baş gösterir. Yerinde müdahale edilmez ise kırılganlıklar, incinmişlikler ve küskünlükler ortaya çıkmaya başlar. Dağ dağa küser ama dağın haberi yoktur bunun adı. Sorun yok kabul edilip birbirlerini görmemeye başlarlar ve karşılıklı gönüller alınmazsa bir zamanlar bir ve beraberlikleri düşman çatlatan cinsten olan bu ekip birer birer kopmaya ve birbirinden uzaklaşmaya ve ayrışmaya başlar. Bu durumda tarafların en zoruna giden belki de neyin var denmemesidir. Arkadaşım nereye gidiyorsun denmediği gibi ayrılıp gidene hain, vefasız gözüyle bakılması, arkasından üçüncü şahısların ileri geri konuşması sorunu iyice derinleştirir, yarayı kangrene dönüştürür. Buna sarı ineğin teslim edilmesi, gönderilmesi veya sarı ineğin çekip gitmesi de denebilir. Giden sarı ineğin sayısı arttıkça daha önce ortaya konan güç ve beraberinde gelen başarı önce duraklamaya, ardından gerilemeye başlar. Çünkü gidenin yerine gelenler o boşluğu dolduramamıştır. Eski başarı gelmedikçe birbirlerini eleştirmeye götürürler işi. Birbirlerine bu yaptıkları bir itibarsızlaştırma ve rol kapmadır. Bundan da rakipleri faydalanır. Bir çomak sokarak içeriden kopacak sarı inek sayısını çoğaltmaya çalışırlar. Kopup gelene de ayrı bir saygı duyar ve iltifat ederler. Eski arkadaşlarından görmediği iltifatı rakiplerinden görenler iyice ayrışmaya doğru gider. Görüntü dostu üzen, düşmanı sevindiren bir manzaradır. Bunun adı her devrim kendi çocuklarını yer sözünden başkası değildir. Eski dostların birbirinin ipini aşağıya doğru çekmesidir.

Sonuç, bir zamanlar herkesin gıpta ile baktığı kardeşlik hukuku biter, sarı ineklerin çekip gitmesi veya gönderilmesi sonucunda  daha önce ortaya koydukları sinerji kaybolur, güç kaybı ortaya çıkar, ardından çöküntüye doğru gider. Bu durum ayan beyan görünmesine rağmen ne oluyoruz, uyanalım bu kış uykusundan, ne idik, ne olduk, gelin üzerimizdeki sis perdesini kaldıralım, kırılganlıkları bırakıp yeniden bir araya gelelim diyecekleri yerde birbirlerinin ayağını çekmeye çalışırlar.  Başlarına geleni de birbirlerinden bilirler. Bu aşamadan sonra düşmana ihtiyaçları yoktur. Kendi kendilerine fazlasıyla yeterler.


9 Mayıs 2019 Perşembe

İptal Edilen İstanbul Seçimleri


Kaç ramazandır sayısını unuttum, seçim yapıyoruz. Maalesef ramazan ayının manevi ikliminde biz seçim çalışması yaptık. Bu sefer ramazandan önce seçimi 31 Mart'ta yaptık. Fakat İstanbul seçim sonuçlarına yapılan itiraz YSK tarafından 06 Mayıs'ta karara bağlanarak dörde karşı yedi oyla yenilenmek üzere iptal edildi. Seçimler 23 Haziran'da yenilenecek.

Seçim sadece İstanbul merkezinde büyükşehir başkanıyla sınırlı yapılacak olmasına rağmen konu İstanbul olunca tüm Türkiye bu seçimlere odaklandı. Kur'an ayı ramazan içerisinde seçim, orucun ve Kur'an'ın önüne geçti.

YSK'nın verdiği iptal kararı her konuda olduğu gibi toplumu yine ikiye böldü. Bir kesim karara karşı çıkarken diğer kesim kararın yerinde olduğunu savunmaktadır. Gözlemlerime göre iptal kararı toplum vicdanını kanatmıştır. Toplum şu sorulara cevap aramaktadır:
1.Seçim sandık kurulunda görev yapan başkan ve memur üye, kamu görevlisi olmadığı için seçim iptal ediliyorsa niçin bu iptal sadece büyükşehir belediye başkanıyla sınırlı kalmıştır? Aynı zarfa konan ilçe belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri ve muhtarlar niçin iptal edilmemiştir? Madem iptal çıktı, İstanbul'un tüm seçimleri iptal edilmeliydi. Hasılı bu iptal kararından halkın ekseriyeti ikna olmamıştır.
2.İptal kararı ile YSK tartışılır hale gelmiştir. Çünkü YSK, verdiği iptal kararıyla önceki içtihatlarıyla çelişmiştir.
3.Kamuoyunda YSK'ya baskı yapıldığına dair bir kanaat vardır.

Kanaatime göre İstanbul seçimleri iptal edilirken İstanbul seçimleri tümüyle iptal edilip yeniden seçim yapılmasıydı. İptal gerekçesi belirtilirken seçim kanununa göre "Sandık kurulları usule uygun kurulmamıştır" gerekçesi yerine iptal edilen oylar yeniden sayılırken bir adayın lehine oy farkının 28 binden 13 bine düşmesi manidardır, sayılan bu oylar tüm oyların yüzde onunu teşkil etmektedir. Tüm oylar yeniden sayıldığı takdirde oy farkının kapanacağı görülmektedir, şeklinde bir gerekçe ile seçimleri iptal etse daha iyi olabilirdi. Halk bu gerekçeyi daha makul bulabilirdi. Fakat seçim kurulları, bu gerekçe için belge istedi. Halbuki hırsızlığın belgesi olur mu? YSK seçimi yenileme yerine 31 Mart'taki sandıkların yeniden sayılması kararını da verebilirdi. 

Burada değinmem gereken bir başka husus sandık kurullarının teşkilinde başkan ya da memur üyenin kamu görevlisi olmaması. Tamam burada kanuna aykırı hareket edilmiş ama burada suç YSK ve YSK'ya bağlı ilçe seçim kurullarınındır. Bu suç tüm İstanbul'un üzerine yıkılmamalıydı. Seçimin iptalinde kamu görevlisi olmama gerekçesi aynı zamanda kamu görevlisi olmayan sandık kurullarını töhmet altında bırakmıştır. Elbette kamu görevlisi olmayanlar içerisinde görevini layıkıyla yapanlar olabileceği gibi kamu görevlisi olduğu halde işini ve görevini savsaklayan kamu görevlileri de olabilir. Burada bizim düşünmemiz gereken nerede, hangi görevi yaparsa yapsın dürüst insan yetiştiremeyişimiz. Seçim iptalinden ziyade bunun üzerinde dursak iyi olacak.

Cümlemi bitirirken iptal  gerekçesi, yeniden sayılan oylardaki değişkenliğin çok fazla olması dense en azından ben ikna olurdum.


Adalet ve Güven ***


—Bir toplumda yaşayan insanlar, gruplar kesimler birbirlerine güvenmiyor, toplumda güven ortamı kalmamış, herkes  kendisini ve sevenlerini temize çıkarıp başkasını hırsızlıkla suçluyorsa,
—İşimize gelmeyen her iş ve eylemde şaibe var diyorsak,
—Her işte bir Çapanoğlu arıyorsak,
—Kazanmak için her yolu meşru görüyorsak,
—Rakibimize çamur atma başta olmak üzere her türlü hakareti yapabiliyor, iftira atabiliyor, üzerine algılar oluşturuyorsak,
—Her işimiz mahkemelik oluyor, mahkeme sonucundan bir kesim memnun oluyor, diğer kesim vur abalıya mantığıyla yargıyı yerle bir edebiliyor, yargı mensuplarını itibarsızlaştırabiliyorsak,
—Yargı mensupları verdikleri kararlarda kanunu zorlayarak sırtını güçlüden yana dayıyor, yapılan yargılama ve verilen hüküm kamu vicdanını rahatlatmıyor, toplumu yeniden ikiye bölüyor, tartışmayı bitirmiyor, kestiği parmak yarayı dindirmiyor, acıtmaya devam ediyorsa...

Böyle bir toplumda adalet ve güven eksiktir. Kimse diğerine güvenmez, mahkemeler adalet dağıtmaz. Bir toplumda adalet ve güven yoksa yapılacak tek şey oturup ağlamaktır. Ağlamak çözüm mü? Değil elbet.  Ama bu durumda yapılacak başka bir şey yoktur. Böyle bir toplum ahlaken çöküntü içerisindedir. Yaşayan bir ölüdür. Çünkü diğer sorunlar arkasından  sökün eder, hiçbir sorunu çözülmez. Böyle bir toplumun ne kültür ne de medeniyet iddiası olur. Her alanda geridir. Birbiriyle çekişir durur. Düşmanı eksik olmaz. 

Böyle bir toplumun sorumlu bireyleri içtenlikle toplumdaki adalet ve güven eksikliğini dert ediniyorsa yapacakları tek şey tarafların bir araya gelerek sorun ve dertleri masaya yatırmaları gerekiyor. Ardından değişmez ortak etik kuralları belirlemelidirler. Belirlenen bu kurallar kamuoyuna açıklanmalıdır. Her bir taraf kendi kesimine bu etik kuralların önemini izah etmelidir. Etik kurallara uymayan, aykırı hareket eden, kuralları kendi lehine yorumlayıp kullanmaya kalkanlar girdiği her yarışta hükmen mağlup edilmelidir. Taraflar yargı mensuplarının ayağına giderek herhangi bir çözümsüzlükte kararlarını kanun çerçevesinde vicdanlarına göre vermelerinin önünde hiçbir engel olmadığını, bu konuda rahat olmaları gerektiğini, kendilerine asla baskı yapılmayacağını, baskı yapılırsa bunu kamuoyuna açıklamakla yükümlü olduklarını ve verdikleri kararlarda başlarına herhangi bir durum  ve yaptırım gelmeyeceğini bildirmelidirler.

Aramızda güven ve adalet çizgisini oluşturmaz isek bir arpa boyu yol almadan birbirimizle didişir dururuz.  Bize bakarak büyüyen çocuklarımıza iyi bir örnek olmadığımız gibi onlara iyi bir ülke de bırakmayız.



***23/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.





Kıssadan Hisse

"1940’lı yılların ortasında Adana Demirspor su topu takımı kurar.
Takımın başına da Muharrem Gülergin getirilir.
Ama problem şu ki Adana’da nizami havuz bir tanedir ve onda da pek sıra gelmez zengin çocuklarından.
Muharrem hiç gocunmaz, DSİ kanallarında çalıştırır Adana’nın gençlerini.
Kendi de zaten 20 yaşında var veya yok.
Demirsporlu gençler kanala su verildikçe çalışarak önce Çukurova şampiyonu olurlar.
Sonra İstanbul Moda Havuzunda Türkiye finallerine katılırlar.
İstanbul’da kalacak yer bulamayan Adanalı Gençler otobüste yatmakta, maç günü havuza girip rakiplerini yenmektedirler.
Sonunda finale kadar gelirler. Üstelik antrenörlük ve kaptanlık yapan Muharrem’in parmağı da kırılmıştır.
Rakibi 7-6 yenerler ama her biri kendi arabası ile gelen yalı çocukları, ilk defa doğru düzgün havuz gören, otobüste yatan Adanalılara yenilmeyi yediremez kendilerine.
Başlarlar itiraza:
“Efendim top beş gram normalden ağır.”
“Adanalıların kaptanı eli sargılı oynadı.”
"Üstelik anne-babaları da kalantor." şeklinde bin bir itiraz.
Hakemler şaşkın halde beklerken Muharrem Gülergin bu kadar tantanaya dayanamaz, elindeki sargıyı çıkarır ve Demirspor tarihine geçen o cümleyi söyler:
“Tamam lan! Girin suya! Baştan Oynuyoruz.”
Maç tekrardan oynanır ve Demirspor bu kez 12-0 kazanır.
Demirspor ondan sonraki 16 sezon boyunca üst üste Türkiye Şampiyonluğunu kazanarak “Yenilmez Armada” unvanını alır. (Dr. Nihat Korkut Baysal, Keyifhane)

Olmuş bu olayı okuduk. Şimdi bu kıssadan hisse çıkaralım.
Bir yarışta;
Yarış eşit şartlarda yapılmalı. Yarış adil olmalı. Yarış bir kimse, grup lehinde veya aleyhinde olmamalı. Yarışan taraflardan biri küçümsenmemeli.
Yarış sonuçlarında galip olur, mağlup olur.  Çünkü yarışın doğasında bu vardır.
Yenildiğin zaman rakibini tebrik edeceksin.
Yarış sonuçlarına itiraz yapılır ama itiraz makul seviyede ve anlaşılabilir olmalı. Çünkü bir haksızlık varsa giderilecektir. İş mızıkçılık seviyesine götürülmemeli.
İtiraz sonucu beklenir. Ayrıca baskı yapılmaz. İtiraz sonucuna katlanılır.
İşi tadında bırakmaz, maç yenilenirse rakibini bileyebilirsin. Sonunda maçı rakibine daha büyük bir farkla kaybedebilirsin.
Yenilenen maç dolayısıyla rakibini iyice büyütebilir, rakibini bir daha elini bükemez nokta getirebilir ve bir daha kolay kolay galibiyet yüzü göremeyebilirsin.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Bak Oğul! (2)

*Yola çıkmadan ve bir iş yapmadan önce anne ve babanın, eş-dostun nasihat ve uyarılarına kulak ver.
*İş istediğin gibi gitmemişse eş ve dostunun uyarılarına tekrar göz gezdir.
*Sadece işler ters gittiğinde değil, işlerin tıkırında giderken bile sevdiklerin öğütlerine daima kulak kabart. 
*Sana öğütte bulunan sevenlerine değer ver, onları şiirlerinden dolayı düşman bilme. Zira dost acı söyler ama yüze söyler. 
*Bir şey söylerken veya iş yaparken nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek istiyorsan önce dostlarının yüzüne bak. Eğer doğru yol üzere isen bunu dostlarının bakışından anlayabilirsin. Sahte dost ve arkadaşlardan, kalabalık yığınların alkış ve tezahüratlarından uzak dur. Çünkü bir şeyin sahtesi zoru gördü mü yanından kaçar gider.
*Kalabalıklar arasında gerçek dostlarını ara. Yanındalar ve seni ölümüne alkışlıyorlar ise bu seni motive etsin. Bu durumda bil ki doğru yoldasın.
*Dostlarınla her daim istişare et. Kendi aklına çok güvenme. Ki bu akıl seni bir yere kadar getirir. Biri gelir o tek aklı yener. Ortak akılda ekip ruhu vardır. Asla vazgeçme. 
*Sinirli, gergin ve üzüntülü olduğun zaman bir müddet yalnız kal, sakinleşinceye ve ateşin düşünceye kadar topluluk karşısına çıkma. Çünkü sinirli olduğun zaman kırar geçirirsin. Kızgın sirke küpüne zarar verir. Üzüntülü olduğun zaman duygusallaşırsın. Her iki durum da sağlıklı düşünme ve konuşmanın önüne geçer.
*Kendini tekrarlamaya başladığın zaman rektifiye ol. Çünkü rektifiye güç verir. Ayaklarını yere sağlam basarsın.
*Başın dik ve daima önüne bak. Fakat yanındaki ve arkandakilere dikkat et. Şeksiz, şüphesiz her daim seni övüyor, sana hiç eleştiri getirmiyorsa bil ki yalnızsın.  Onları yanından kov gitsin. Çünkü onlar iyi gün dostudur. Asla fayda vermez. Seni aşağıya doğru çekerler. Yanında yeteri kadar doğrucu Davut bulundur.
*Kalabalıklar içinden ayrılıp odana çekildikten sonra vicdanının sesini dinle. İçin hala kıpır kıpır ise doğru yoldasın ve vicdanından onay almışsın demektir. Eğer içini bir sıkıntı basmışsa bil ki yanlış yapmış ve vicdanından geçer not almamışsın demektir.
*Bulunduğun yer ve statü bakımından hep tepeden bakma ve yukarıda durma. Çünkü zirve aşağı ile bağı koparır. Bunun için bazen halkın arasına in. Yukarıya halkın gözüyle bak. Çünkü durduğun yere göre insanın olaylara bakışı değişir.

"Kadının Yeri Kocasının Yanı"

Fakültede bir hocamız vardı. Ders aralarında hayata dair girişler yapar, bize altın öğütler verirdi. Bir defasında "Evleneceğiniz eşiniz kültür yapınıza uygun, değerlerinize uyan, anne ve babanızı anne ve babası bilen, aile yapınıza değer veren, uyum sağlayan, gidip gelen, evinizi evi bilen, evden biri gibi davranan kişi olmasına dikkat edin. Bir de yörenizin çocuğu olmasına özen gösterin. Yöre ne alaka dediğimizde aynı memleketten olması dedi. Niçin dediğimizde evlendikten sonra gidip gelme sorun olur, sizinkilerde çok kaldık, bizimkilerde az kaldık şeklinde anlaşmazlıklar çıkabilir demişti.

Evlenip hayata atıldıktan ve göreve başladıktan sonra hocamızın sözlerine hak verdim. Her bir cümlesinde doğruluk payı vardı gerçekten. Çalıştığım yerde farklı memleketlerden evli çiftlerin yaz tatillerinde seninkilerin yanına, yok bizimkilerin yanına gidelim tartışmaları yaptıklarına şahit oldum.
                                    *
Yine bir arkadaşım anlatmıştı. Kendi başından geçmiş. Yaz tatilinde eşinin anne ve babasının yanına misafir giderler. Ne kadar kaldılarsa kalırlar. Bu arada eşi kocasına "Ben annem ve babamla burada biraz biraz tatil yapmak istiyorum. Sen de annenin ve babanın yanına gidebilirsin, beni daha sonra şu vakit alırsın der. Kocası olur der ve kahvaltıdan sonra vedalaşıp ayrılmak ister. Kızın babası damadına "Damat, burada kalmak istersen dilediğin kadar kalabilirsin. Zira burası senin de evin. Ancak gideceksen giderken eşini de götür. Çünkü o senin karın, hayat arkadaşın. Kızımın evimde olmasından memnuniyet duyarım. Yalnız kadının yeri kocasının yanıdır. Ya birlikte burada kalın ya da birlikte buradan gidin" şeklinde nasihat eder. Babasının bu tavrını gören kızı da kocasıyla birlikte gitmek zorunda kalır.

Hem kadın için hem de erkek için aileleri önemlidir. Belli periyotlarla gidilip gelinecek. Mutlu ve üzüntülü zamanlarında yanlarında olunacak. Birbirlerinin ailelerini -tıpkı kendileri gibi- aileleri bilecek. Gereken saygı gösterilecek, hizmette ve iltifatta kusur edilmeyecek. Önemli kararlarda kapasiteleri ne olursa olsun görüşleri alınacak. Birbirlerinin anne ve babalarının evine gidip gelirlerken yabancı gibi gelip gitmeyecekler. Kendilerini o evin bir ferdi gibi bilecekler. Tüm bu işleri yaparken anca beraber, kanca beraber olacak. Başka türlü aile olunmaz.