9 Mayıs 2019 Perşembe

Kıssadan Hisse

"1940’lı yılların ortasında Adana Demirspor su topu takımı kurar.
Takımın başına da Muharrem Gülergin getirilir.
Ama problem şu ki Adana’da nizami havuz bir tanedir ve onda da pek sıra gelmez zengin çocuklarından.
Muharrem hiç gocunmaz, DSİ kanallarında çalıştırır Adana’nın gençlerini.
Kendi de zaten 20 yaşında var veya yok.
Demirsporlu gençler kanala su verildikçe çalışarak önce Çukurova şampiyonu olurlar.
Sonra İstanbul Moda Havuzunda Türkiye finallerine katılırlar.
İstanbul’da kalacak yer bulamayan Adanalı Gençler otobüste yatmakta, maç günü havuza girip rakiplerini yenmektedirler.
Sonunda finale kadar gelirler. Üstelik antrenörlük ve kaptanlık yapan Muharrem’in parmağı da kırılmıştır.
Rakibi 7-6 yenerler ama her biri kendi arabası ile gelen yalı çocukları, ilk defa doğru düzgün havuz gören, otobüste yatan Adanalılara yenilmeyi yediremez kendilerine.
Başlarlar itiraza:
“Efendim top beş gram normalden ağır.”
“Adanalıların kaptanı eli sargılı oynadı.”
"Üstelik anne-babaları da kalantor." şeklinde bin bir itiraz.
Hakemler şaşkın halde beklerken Muharrem Gülergin bu kadar tantanaya dayanamaz, elindeki sargıyı çıkarır ve Demirspor tarihine geçen o cümleyi söyler:
“Tamam lan! Girin suya! Baştan Oynuyoruz.”
Maç tekrardan oynanır ve Demirspor bu kez 12-0 kazanır.
Demirspor ondan sonraki 16 sezon boyunca üst üste Türkiye Şampiyonluğunu kazanarak “Yenilmez Armada” unvanını alır. (Dr. Nihat Korkut Baysal, Keyifhane)

Olmuş bu olayı okuduk. Şimdi bu kıssadan hisse çıkaralım.
Bir yarışta;
Yarış eşit şartlarda yapılmalı. Yarış adil olmalı. Yarış bir kimse, grup lehinde veya aleyhinde olmamalı. Yarışan taraflardan biri küçümsenmemeli.
Yarış sonuçlarında galip olur, mağlup olur.  Çünkü yarışın doğasında bu vardır.
Yenildiğin zaman rakibini tebrik edeceksin.
Yarış sonuçlarına itiraz yapılır ama itiraz makul seviyede ve anlaşılabilir olmalı. Çünkü bir haksızlık varsa giderilecektir. İş mızıkçılık seviyesine götürülmemeli.
İtiraz sonucu beklenir. Ayrıca baskı yapılmaz. İtiraz sonucuna katlanılır.
İşi tadında bırakmaz, maç yenilenirse rakibini bileyebilirsin. Sonunda maçı rakibine daha büyük bir farkla kaybedebilirsin.
Yenilenen maç dolayısıyla rakibini iyice büyütebilir, rakibini bir daha elini bükemez nokta getirebilir ve bir daha kolay kolay galibiyet yüzü göremeyebilirsin.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Bak Oğul! (2)

*Yola çıkmadan ve bir iş yapmadan önce anne ve babanın, eş-dostun nasihat ve uyarılarına kulak ver.
*İş istediğin gibi gitmemişse eş ve dostunun uyarılarına tekrar göz gezdir.
*Sadece işler ters gittiğinde değil, işlerin tıkırında giderken bile sevdiklerin öğütlerine daima kulak kabart. 
*Sana öğütte bulunan sevenlerine değer ver, onları şiirlerinden dolayı düşman bilme. Zira dost acı söyler ama yüze söyler. 
*Bir şey söylerken veya iş yaparken nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek istiyorsan önce dostlarının yüzüne bak. Eğer doğru yol üzere isen bunu dostlarının bakışından anlayabilirsin. Sahte dost ve arkadaşlardan, kalabalık yığınların alkış ve tezahüratlarından uzak dur. Çünkü bir şeyin sahtesi zoru gördü mü yanından kaçar gider.
*Kalabalıklar arasında gerçek dostlarını ara. Yanındalar ve seni ölümüne alkışlıyorlar ise bu seni motive etsin. Bu durumda bil ki doğru yoldasın.
*Dostlarınla her daim istişare et. Kendi aklına çok güvenme. Ki bu akıl seni bir yere kadar getirir. Biri gelir o tek aklı yener. Ortak akılda ekip ruhu vardır. Asla vazgeçme. 
*Sinirli, gergin ve üzüntülü olduğun zaman bir müddet yalnız kal, sakinleşinceye ve ateşin düşünceye kadar topluluk karşısına çıkma. Çünkü sinirli olduğun zaman kırar geçirirsin. Kızgın sirke küpüne zarar verir. Üzüntülü olduğun zaman duygusallaşırsın. Her iki durum da sağlıklı düşünme ve konuşmanın önüne geçer.
*Kendini tekrarlamaya başladığın zaman rektifiye ol. Çünkü rektifiye güç verir. Ayaklarını yere sağlam basarsın.
*Başın dik ve daima önüne bak. Fakat yanındaki ve arkandakilere dikkat et. Şeksiz, şüphesiz her daim seni övüyor, sana hiç eleştiri getirmiyorsa bil ki yalnızsın.  Onları yanından kov gitsin. Çünkü onlar iyi gün dostudur. Asla fayda vermez. Seni aşağıya doğru çekerler. Yanında yeteri kadar doğrucu Davut bulundur.
*Kalabalıklar içinden ayrılıp odana çekildikten sonra vicdanının sesini dinle. İçin hala kıpır kıpır ise doğru yoldasın ve vicdanından onay almışsın demektir. Eğer içini bir sıkıntı basmışsa bil ki yanlış yapmış ve vicdanından geçer not almamışsın demektir.
*Bulunduğun yer ve statü bakımından hep tepeden bakma ve yukarıda durma. Çünkü zirve aşağı ile bağı koparır. Bunun için bazen halkın arasına in. Yukarıya halkın gözüyle bak. Çünkü durduğun yere göre insanın olaylara bakışı değişir.

"Kadının Yeri Kocasının Yanı"

Fakültede bir hocamız vardı. Ders aralarında hayata dair girişler yapar, bize altın öğütler verirdi. Bir defasında "Evleneceğiniz eşiniz kültür yapınıza uygun, değerlerinize uyan, anne ve babanızı anne ve babası bilen, aile yapınıza değer veren, uyum sağlayan, gidip gelen, evinizi evi bilen, evden biri gibi davranan kişi olmasına dikkat edin. Bir de yörenizin çocuğu olmasına özen gösterin. Yöre ne alaka dediğimizde aynı memleketten olması dedi. Niçin dediğimizde evlendikten sonra gidip gelme sorun olur, sizinkilerde çok kaldık, bizimkilerde az kaldık şeklinde anlaşmazlıklar çıkabilir demişti.

Evlenip hayata atıldıktan ve göreve başladıktan sonra hocamızın sözlerine hak verdim. Her bir cümlesinde doğruluk payı vardı gerçekten. Çalıştığım yerde farklı memleketlerden evli çiftlerin yaz tatillerinde seninkilerin yanına, yok bizimkilerin yanına gidelim tartışmaları yaptıklarına şahit oldum.
                                    *
Yine bir arkadaşım anlatmıştı. Kendi başından geçmiş. Yaz tatilinde eşinin anne ve babasının yanına misafir giderler. Ne kadar kaldılarsa kalırlar. Bu arada eşi kocasına "Ben annem ve babamla burada biraz biraz tatil yapmak istiyorum. Sen de annenin ve babanın yanına gidebilirsin, beni daha sonra şu vakit alırsın der. Kocası olur der ve kahvaltıdan sonra vedalaşıp ayrılmak ister. Kızın babası damadına "Damat, burada kalmak istersen dilediğin kadar kalabilirsin. Zira burası senin de evin. Ancak gideceksen giderken eşini de götür. Çünkü o senin karın, hayat arkadaşın. Kızımın evimde olmasından memnuniyet duyarım. Yalnız kadının yeri kocasının yanıdır. Ya birlikte burada kalın ya da birlikte buradan gidin" şeklinde nasihat eder. Babasının bu tavrını gören kızı da kocasıyla birlikte gitmek zorunda kalır.

Hem kadın için hem de erkek için aileleri önemlidir. Belli periyotlarla gidilip gelinecek. Mutlu ve üzüntülü zamanlarında yanlarında olunacak. Birbirlerinin ailelerini -tıpkı kendileri gibi- aileleri bilecek. Gereken saygı gösterilecek, hizmette ve iltifatta kusur edilmeyecek. Önemli kararlarda kapasiteleri ne olursa olsun görüşleri alınacak. Birbirlerinin anne ve babalarının evine gidip gelirlerken yabancı gibi gelip gitmeyecekler. Kendilerini o evin bir ferdi gibi bilecekler. Tüm bu işleri yaparken anca beraber, kanca beraber olacak. Başka türlü aile olunmaz. 

Bazen Kaybetmekte Hayır Olabilir

Bir yarışa çıkıyorsan yarışa çok iyi hazırlanacaksın. Yarışın kuralları ne ise hepsini en iyi şekilde yapacaksın. Bir taraftan yarışırken diğer taraftan yarışa hakemlik yapanların usulsüz iş ve işlem yapmasının önüne geçmek için tüm tedbiri alacaksın. Yarış günü gelip çattığında rakibinle en iyi şekilde yarışacaksın. Yarış yaparken rakip veya rakiplerine karşı centilmenliği elden bırakmayacaksın.

Yarışı yaptın. Yarışın üç türlü sonucu vardır. Ya kazanır ya kaybeder ya da berabere kalırsın. Sonucuna katlanırsın. Beraberlik halinde yeniden yarışırsın. Kazanırsan yarışın ödülü ne ise onu alırsın. Kaybedersen yarış kurallarına göre usulsüzlük varsa itirazını yapar, hak arayışına girersin. Yetkili kurullar itirazını değerlendirir. Haksızlık yapılmışsa o hak, er veya geç gelir seni bulur. İtirazın uygun görülmemişse yenilgiyi kabul eder, rakibini tebrik eder, yoluna devam edersin. Bil ki dünyanın sonu değildir. Bazen başarı yolunda kayıp sonuçları itibariyle hayır olabilir.

Yarışta sana haksızlık yapılıp yapılmadığını her kesimden halkın içine girince daha iyi anlarsın. Çünkü mağdur olup olmadığın halkın vicdanında makes bulur. Halk en iyi hakemdir: Sana haksızlık yapıldığına inanıyorsa bu yarışı kaybetmiş olmana rağmen kazanmış, halkın gözünde ve gönlünde taht kurmuş olursun. Bu mağduriyetin sana ileride galibiyet olarak dönecektir.

Kaybettiğin yarışı geri almak için kılı kırk yarar, tekeden süt çıkarmaya kalkar, elindeki bütün gücü kullanır, yenilgiyi kabule yanaşmaz isen kaybettiğin bu yarışı  belki tekrar kazanabilirsin. Bu başarı, başarı yolunda bir mağlubiyet olabilir. Burada da hakem yine halktır. Halkın arasına girilirse bu başarının bir galibiyet mi yoksa bir mağlubiyet olduğu ortaya çıkar.

Anlatmak istediğim bazen kaybetmek hatalarla yüzleşmek, bir daha aynı hataları yapmamak, kendini yenilemek ve daha güçlü gelmek için bir fırsat olabilir. Çünkü kayıp, insana kaybettiğinin değerini daha iyi anlamasına sebebiyet verebilir. Bir daha kaybetmemek için yoğurdu üfleyerek yedirir. 


7 Mayıs 2019 Salı

"Elimi Bırakma" Dizisi ve Aile

TRT1'de pazar akşamları yayımlanan bir dizi var. Hiç dizi izlemeyen ve takip etmeyen ben bu diziyi işlediği konu itibariyle izliyorum. Dizinin adı, Elimi Bırakma. Aileyi konu ediniyor.

Burada niyetim dizi reklamı falan değil. Konu aile olunca aileye, aile olmaya verdiğim değerden ötürü bu diziyi önemsiyorum. Dizide iş kadını babaanne rolündeki Feride Hanım'ın torunlar ve gelinden ibaret ailesini bir çatı altında, huzur ve mutluluk içerisinde bir arada tutmaya çalıştığı görülüyor. Aile olur da sorun olmaz mı? Feride Hanım işten ve dışarıdan kaynaklanan sorunların yanında aynı zamanda gelininin ve babaları vefat etmiş torunlarının sorunlarını kırmadan dökmeden suhuletle çözmeye çalışıyor. Sorunları bir bir çözerken para muslukları elinde olmasına rağmen başvurduğu tek yöntem iletişim yoludur. Kimin derdi varsa dinliyor, haberleri olmadan sorunları çözmeye çalışıyor. Baskı yok, cebir yok, ötekileştirme yok. Başa kakma yok. Herkesi anlamaya çalışan bir babaanne var. Cezalandırma ve suçlama yerine affetmeyi ve kazanmayı düşünen bir babaanne... Gücüne rağmen otoriter ve baskıcı değil. Herkese verdiği değerle değer ve saygı gören biri. Aileyi menfaat ve çıkara dayalı bir arada tutmayı değil; sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı esas almaktadır. Tüm plan aileyi nasıl bir arada tutarım hesabı üzerine kurulu. Aile bireylerinden her birine gücüne göre sorumluluk verilmektedir. 

Yardımseverliğiyle de ön planda olan babaanne, büyük torununu evlendirmeye hazırlanırken torununa konaktaki bir odayı gelin odası olarak seçiyor. Şimdilerde iyice yabancısı olduğumuz bu durum takdire şayan. Evde herkese yer var. Yeter ki gönüller sığsın. Çekirdek aileyi değil, büyük aileyi hedefliyor. Torun ve müstakbel eşi biz ayrı bir ev istiyoruz demiyor. Bunun lafı bile geçmiyor. Düğün yapılacak, alışveriş için damat-gelin kendi haline bırakılmıyor, alışverişe birlikte çıkılıyor. Düğün için salona bakma yok, biz şunu şunu isteriz diyen yok. İstedikleri şatafatlı bir düğünden ziyade sade bir düğün. Onca zenginliğe rağmen özenti ve gösteriş yok.

Babaanne Feride, dizinin ilk bölümlerine göre dağılmaya yüz tutmuş, isyanlara oynayan aileyi toparlamayı, birbirine kenetlemeyi beceriyor.  Dizinin sonu nasıl olur bilemem ama şu anki görüntüsüyle bu dizi bir aile dizisi, ailecek izlenebilir. Günümüz aile yapısı iyice küçülmeye yüz tutmuş, herkes başına buyruk hareket ediyor. En ufak bir sorunda evlilikler çatırtıyor. Sorunları çözme yoluna gidilmiyor. Bir evde baba, oğul ve torunun oturması çok nadirattandır. Sanki kalmadı gibi. Koca evde karı koca bir başına kalırken çocuklar başka ev tutuyor.

Dizide işlenen aile yapısından bugün uzaklaşılmış olsa da dizi sayesinde gelin kaynana bir arada. Eski gelenekler yaşatılmaya çalışılıyor. Sorun yok mu? Var. Çözülüyor hepsi. Yeter ki çözme iradesi gösterilsin. Ev kalabalık olmasına rağmen herkes huzursuz mu? Değil. Hepsi hayatından memnun. Hasılı dizi doğru yolda. Ya biz?

Ölenin Arkasından Aleyhte Konuşanlara Saygı Duymuyorum

Ölenin arkasından yazılıp çizilenlerle ilgili kaç defa yazdım çizdim. Ben yazmaktan bıkıp usandım, bizim kırk yıllık kaniler maalesef değişmedi. Tam gaz küfre, hakarete, lanetlemeye devam ediyor. Yeter ki bir kesimin bayraklaştırdığı biri ölmüş olsun. 

Ölünün arkasından küfürler yağdırmak, bunu cümle aleme ilan etmek, nasıl bir psikoloji, nasıl bir kişilik, anlamış değilim. Anlamak için kaç fırın ekmek yiyeceğim bilemiyorum.

Diyelim ki ölen kimse kafa yapımıza göre kötü biri, makbul biri değil. Olabilir. Herkes herkesi sevecek, beğenecek diye bir şey yok. Merak ettiğim niçin bu kişiyle ölmeden önce mücadele etmiyoruz? Ölenin kendisini savunacak bir pozisyonu kalmayınca mı aklımız başımıza geliyor? Bunun kime faydası var? Dirisinden haz almadığımız, fikirlerinden nefret ettiğimiz kişinin vefatının üzerine oturduğumuzun farkında mıyız? Bir insanın zaafından bu şekil yararlanmak yakışıyor mu bize?

Ölen kimse sevmediğimiz birisi ise onun cenazesine katılmamak, hakkında hayır duada bulunmamak, ileri geri konuşmamak yeterli gelmiyor mu bize. İllaki mezarının üzerine mi pisleyeceğiz? Hiç mi ruh yok bizde? Yahu kendisinde ruh ve vicdan olmayan ceza kanunlarımız bile ölenin yargılamasını düşürür, davası düşer. Dirisiyle uğraşır, ölüsüyle değil.

Ölen hangi kesimin adamı olursa olsun ölenin hakkında ileri geri konuşmayı şık ve uygun bulmuyorum. Bunu yapanlara saygı duymuyorum. Bu tip insanların en hafifiyle ahlaki bir zaafiyet yaşadığını düşünüyorum. Bu tiplerin bu ülkeye, bu ülkenin huzuruna zerre katkıları olamaz. 

Ölenin arkasından hiç konuşulmayacak mı? Konuşulur. Eleştirilemez mi? Eleştirilir. Ne zaman yapılır? Cenazenin sıcaklığı gider, sevenlerinin üzüntüsü soğumaya yüz tutar. Sonra fikir bazında eleştirilir, sevilmediği ifade edilir. Ötesi? Çukur işidir. Kendi çapını gösterir. Kinini döker. Basitliğini ve çapını gösterir.

Burada bir kesimi kastetmiyorum. Bu konuda hiçbir kesim masum değildir. Maalesef sağcısıyla, solcusuyla, dindarıyla, ateistiyle hepimiz aynıyız. Böyle derken her kesimin istisnaları olduğunu ifade etmek isterim.

Olmadı İbrahim Uğur Altay! ***

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim Uğur Altay, bu ramazan ayında "Rahmet Akşamları" etkinliklerinin yapılmayacağını ve mahalle iftarlarının verilmeyeceğini açıkladı. Yapılmayacak olan bu iki etkinliğin Konya’mıza hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Bu kısa girizgâhtan sonra Başkanımızı biraz eleştirelim. Zira eleştiriyi çoktan hak etti:

Olmadı Sayın Başkan! Gelir gelmez eski köye yeni âdet getirdin. Seni Konya, bir şeyleri yasaklayasın diye mi getirdi? Bu mu olacaktı ramazanda icraatın? Kimin parasını kimden kıskanıyorsun? Orta yerdeki denizden herkes faydalansaydı olmaz mıydı? Bir de adın İbrahim. Biz sandık ki adına yaraşır bize Halilürrahman sofralarını kuracak, gelip geçen yiyecek. Öyle yiyecektik ki bağını sormayacaktık. Yemek firması da paraya para demeyecekti. İsminle bize Uğur getirecek dediğimiz siz, bu hevesimizi maalesef kursağımızda bıraktınız. Hasılı mahalle iftarlarını iptal etmenizi beğenmedim bir Konyalı olarak.

Bir diğer yasağınız yıllardır gelenek haline gelen "Rahmet Akşamları" etkinliklerini kaldırmanız. Bu yaptığınız da olmadı. Tam teravih vakti vatandaşın çoğu ibadetini yapmak için camilere akın ederken teravihe gitmeyenleri eğlendiren bu etkinliği iptal etmenizin hiç bir makul tarafı yok. Şimdi iftardan sonra çarşıya akın edecek diğer vatandaşlar bu gazap akşamlarından pardon "Rahmet Akşamlarından" mahrum kalınca nasıl vakit geçirecek? Ayrıca kaç sanatçının ekmeğine mani oldunuz, hiç düşündünüz mü? 

Yasağınız bunlarla sınırlı kalsa eh diyeceğim. Duydum ki alt geçitlere ekilip dikilen lale veya çiçeklere de son vermişsiniz. Buna ne demeli? Biz bundan sonra alt geçitlerden geçerken lale yerine beton mu izleyeceğiz? Maalesef yeşil düşmanı olacağını hiç hesaba katmadık. Keşke bununla kalsa, aynı zamanda siz tarihimizi yaşatmak istemiyorsunuz. Konya olarak tarihimizde az bir döneme adını vermiş, zevk ve sefaya önem vermiş Lale Devri, Konya’mızda günümüzde de yaşatılsa olmaz mıydı? Bu yaptığınızla kimlerin ekmeğiyle oynadığınızın farkında mısınız?

Bir diğer icraatınız lüks otellerdeki iftar programlarına katılmayıp çat kapı fakirin sofrasına misafir olacakmışsınız. Ah İbrahim Bey! Gördüğüm kadarıyla sizden başkanlığınız döneminde çok çekeceğiz. Ne yiyeceksin ne de yedireceksin. Çekecek çilemiz varmış desene! Biz kendimize yanalım. 

Madem bu seneki icraatınız yasaklama üzerine kurulu. Yasaklarınıza -yetkinizde mi bilmiyorum- sahurda davul çalmayı da ekleseydiniz olmaz mıydı? Oldu olacak elimizde bir bu gelenek kaldı. Onu da kaldırın gitsin.

Son söz: Başkanım! Yasakladığın icraatlara bugüne kadar hiç katılmayan biri olarak bu yasaklarınız ümit ederim bu yıl ile sınırlı değildir. Tüm yılları kapsar. Umarım sürçü lisan etmemiş ve meramımı anlatabilmişimdir. 



***11/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.