1 Mayıs 2019 Çarşamba

Zirve Yolculuğu veya Zirve Yarışı


Kolay olmadı zirveye çıkmak. Mücadelenin her türlüsü verildi. Tırnaklarla kazınarak çıkıldı. Zirvede tutunmak için de az mücadele verilmedi. Birbirimize omuz verilerek rakiplerin her biri ekarte edildi.

Birlikte güzel hizmetler verildi. Halk hizmete doydu. Hizmeti gören halk bir daha bir daha kredi verdi, baş tacı yaptı. 

Tam zirve bizim artık, önümüzdeki tüm engeller kaldırıldı. Biz bizeyiz, hiçbir derdimiz kalmadı derken  biz birbirimize düştük. Bugün hala zirvedeyiz ama uzaklaştık birbirimizden. Ne bir araya gelip konuşabiliyoruz ne de aynı ortamları teneffüs ediyoruz. Meydanlarda veya kamera önlerinde birbirimize ayar vermeye çalışıyoruz, adrese teslim mesaj gönderiyoruz. Zirvedeki, yolda bulduğu menfaat şebekesiyle zirve yürüyüşünü devam ettirmeye çalışıyor. Aşağıda kalan eski ekip ise kırgın ve küs. Ne zirvede kalan ne de zirveden inenler burnundan kıl aldırıyor. Derdin ne senin arkadaş diyen yok. Hepsi bana şu yapıldı, asla affetmeyeceğim havasında. Ne zirvedeki zor durumdayım, patinaj yapıyorum, sağa sola vuruyorum, gelin bir el verin diyor ne de zirveyi terk edenler veya zirveden uzaklaştırılanlar dostumuz zor durumda, taşın altına elimizi koyalım, yettik arkadaşım diyor.

İşin garibi zirve yürüyüşünde meselelerini halledemeyen veya halletmeye yanaşmayan bu kişiler ülkeye ve sevenlerine verdiği zarardan bihaberler.

Nereye varır bu gidişat? En hafifinden zirve yürüyüşü sona erer. Zirve bir başka zihniyete elleriyle teslim edilir. Dostlar arasında meydana gelen yara iyice derinleşir.

Zirveden inişin önüne geçilemez mi? Geçilir elbet. Bunun için öncelikle zirve sahibi ile zirveyi terk edenler bir araya gelmeli. Küskünlük ve dargınlık bir tarafa bırakılmalı. Birlikte bir yol haritası belirlenmeli. Kucaklayıcı bir siyaset izlenmeli. İzledikleri siyasette birbirlerine güven verilmeli.

Bir araya gelme imkanları yoksa yapılacak bir şey var. Daralan ve gittikçe krize dönüşen siyaseti açmak için gerekirse yeni bir parti kurulur. Parti yeni yüzlerle yoluna devam eder. Böyle bir durumda kimse diğerine gönül koymamalı, partimizi böldün dememeli, ihanetle suçlamamalı. Senin yolun sana, benim yolum bana demeli. Yollarına ayrı devam ederlerken geçmişin hatırına birbirlerine saygıyı elden bırakmamalılar.

Bunları kendilerine yakın gören, sempati duyan ve oylarıyla destekleyen üçüncü şahıslara düşen öncelikle güçleri yok olmasın ve güçlerini birleştirsinler ve enerjilerini birleştirsinler diye çabalar. Baktılar olmuyor mu? Yaşanacak varmış demek ki bunda vardır bir hayır demeli. Hayır bunun neresinde demeyin. Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezit’in dört oğlu arasında süren taht kavgası on bir yıl sürmüş. Fetret Devri dediğimiz bu dönemin sonunda devleti, Yıldırım’ın oğullarından Çelebi Mehmet yeniden birleştirmiştir. Bakarsınız zirve yolculuğu yapan veya zirve yarışında bizde varız diyenlerden biri güçleri birleştirerek yeniden zirve yürüyüşünü başlatır ve bunda da başarılı olur.


Taşı Toprağı Altın Şehir *


Birçok medeniyet ve imparatorluğa başkentlik yapan, uğruna savaşlar verilen,  Asya’yı-Avrupa’ya bağlayan, yönetmek için kıran kırana mücadele verilen; ticaret, finansın, turizmin ve kültürün başkenti olan; deniziyle, yedi tepesiyle boğazıyla görenlerin hayran kaldığı, görmeye doyamadıkları, ülkeye en fazla katma değer veren, nüfus bakımından Türkiye'nin birinci, dünyanın on beşinci şehri, taşı-toprağı altın, değişimin öncüsü İstanbul, şimdilerde başka türlü anılır oldu:

Gün geçmiyor ki İstanbul'da bir bina çökmemiş, yanındaki diğer binalar yıkılmaya karşı boşaltılmamış olsun. İhata duvarları yıkılıyor. Enkaza dönen binaları canlı yayında izliyoruz. Bazı zamanlarda meydana gelen yıkıntılar nice canlara mezar olurken bazılarında daha önce tedbir alındığı için can kaybı yaşanmıyor. Şükür ki can kaybı yok diyoruz. 

Binalar niçin çöküyor? Bazıları zamanında çürük yapıldığı, bazılarının eskidiği, bazılarının üzerine kaçak katlar çıkıldığı belirtiliyor. Bazılarının çökmesi ise binaların yanına yeni bina yapmak için yapılan hafriyat çalışması sebep gösteriliyor. Açılan çukurlar yanındaki binaları tetikliyor, binaların altındaki toprakları kaydırıyor. Haliyle altı boşalan, hava da kalan bina da tepetaklak yıkılıyor. 

Binaların çökmesine, evlerin çatlamasına, ihata duvarlarının yıkılmasına, her çöküntüde mala veya cana zarar gelmesine alıştık. Şimdi de asfalt yarılıyor, binalar çatlıyor. Sonunda bunu da gördük. Vatandaş evine sağlam raporu verilse de tedirgin olmaya devam ediyor. Gel de bu durumda İstanbul'da yaşa ve gece rahat uyu. Korkuyla yatan kabusla kalkar.

Ne oluyor İstanbul'a? Ardı arkasına çöken binalar ve şimdilerde görülen asfalt yarılması kötü günlerin habercisi mi? Tüm bu olup bitenlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017'de söylediği "Biz İstanbul'a ihanet ettik. Bundan ben de sorumluyum" sözünü birleştirince Türkiye'nin kalbi İstanbul'u iyi günler beklemiyor. Aslında yıkılan binaların altında kalan bizim doğruluğumuz, dürüstlüğümüz diye düşünüyorum. Günü kurtaran politikalarımızın sonucu tam bir enkazdır. 

Tüm bu olup bitenlere karşı İstanbul dile gelse ne der bize? Sanki şöyle der: "Bakın Allah'tan korkun! Benim vücudum bu kadar nüfusu, bu kadar yüksek katlı binayı çekmez. Daha da üzerime gelmeyin, sesimi çıkarmıyorum diye bu kadar da üste gelinmez. İnsaf yahu! Bırakın artık bina yapmayı, göç almayı. Benim artık taşım toprağım altın değil. Böyle giderse ben sizin mezarınız olacağım. Bu işi tadında bırakmazsanız benden çekeceğiniz var. Beni bu hale getiren sizin aç gözlülüğünüzdür. Bunun sonu toplu ölümlerdir. Aklınızı başınıza alın, artık bina yapmak için kazmayı vurmayın. Bana nefes aldırmazsanız yarın binleriniz bir nefese hasret kalırsınız. Şu anda size verdiğim bir gözdağıdır, artçı depremdir. Üzerime daha da gelirseniz daha beterlerini bekleyin. Bu da toplu helakiniz demektir. Bana bugüne kadar dert, sıkıntı ve ağır yükten başka bir şey vermediniz. Hep aldınız. Takatim kalmadı. Bundan sonra alma sırası bende..." gibi.

Birinci derece deprem bölgesi olan  İstanbul  daha fazla bu sıkleti çekmez. En iyisi bir zamanlar taşı toprağı altın dediğimiz bu şehir katil şehre dönüşmeden İstanbul'u korumaya alalım. Gönlümüzde ayrı bir yeri olan bu şehre daha fazla kötülük yapmayalım. Unutmayalım ki ihanet eden, ihanetinin bedelini ağır öder.

*04/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Anlamak ve Anlaşılmak mı İstiyorsun?

*Az konuşmayı dene! Biraz da muhatabını dinle. Çünkü çok konuşan hep kendinden verir, bir şey almaz, kendisini geliştirip yenileyemez. Hep yerinde sayar. Bir müddet sonra geriler.
*Muhatabını ve rakiplerini ön yargısız dinle. Doğru, sadece senin söylediklerinden ibaret olmayabilir. Hep saldırı ve savunma gözleri kör eder. 
*Muhatabına değer ver. Zaman zaman dinleme pozisyonu al. Rakibine empati yap. Kimseyi küçümseme. Çünkü Allah küçümseyenleri sevmez.
*Düşmanın bile olsa herkesi muhatap al, iletişimi eksik etme.
*Seninle aynı düşünmeyen görüş sahiplerinin görüşlerine katılmasan bile saygı duy. Bil ki saygı duymak o görüşü kabul ettiğin anlamına gelmez.
*Bin düşün, bir konuş. Ardından icraatın konuşsun. Konuşmanla icraatın örtüşsün.
*Dostlarını artırmayı, düşmanlarını azaltmayı dene.
*Savunduğun fikirlerin kendi içinde bir bütünlük arz etsin. Bir konuda fikrini değiştireceksen "Bu konuda daha önce şöyle düşünüyordum. Bugün o fikrimin yanlış olduğunu anlıyor. Şu anda bu görüşümü şu şekilde revize ediyorum" de.
*Haklı bile olsan her şeye kızıp köpürme. Sükûnet ve soğukkanlılığını koru. Tatlı ve yapıcı dili elden bırakma. Çünkü kızmak ve sinirlenmek sağlıklı düşünmenin önündeki en büyük engeldir.
*Hep nasihat ve ayar vermeyi bırak. Biraz da nasihat almayı dene.
*Baktın ki çok sinirlenip geriliyor, herkesi kırıp geçiriyorsun. Zaman ayır, tatil yapmayı dene. Tatilde kendinle yüzleş.
*Gönül kırmaktan ziyade gönül almayı dene.
*İstişare yolunu hiç terk etme. Kendi başına buyruk olma.
*Çevrende birlikte olduklarına dikkat et. Çevren yüz güldürmüyorsa sen de gülemezsin. Unutma ki bir insan çevresiyle bir bütündür. Çevresine rağmen bir insan tek başına iyi olamaz. Çünkü kişi arkadaşının dini üzeredir. Aynı zamanda kişi, sevdiğiyle beraberdir. Bu yüzden çevre ve ekip önemlidir. Öyle bir çevre edin ki yeri geldiğinde seni ölümüne savunsun, sana kol kanat gersin yeri geldiğinde de seni rahat bir şekilde eleştirebilsin. Böylesi çevren seni mutlu eder, gözün arkada kalmaz. Dersin ki hatamı düzeltecek, haklılığımı savunacak dostlarım var. Şu tip insandan uzak dur: Seni hep övenden, seni hep savunandan, seni hep alkışlayandan, senin hatalarını söylemeyenlerden.
*Rakiplerine konuşma fırsatı ver, konuşmalarını anlamaya çalış. Eleştiriye açık ol. Her eleştiriyi hakaret bilme. Bil ki kendine güvenen eleştiriden korkmaz ve kaçmaz. Her eleştiriden alacağın hisse vardır. Aynı zamanda eleştiri insanları deşarj eder. Sana kin beslemelerin önüne geçer. Bu durumda kuyunu kazmaya çalışanların sayısını azaltmış olursun.
*İyi gününde ve kötü gününde seni satmayacak, seninle bir olmaya devam edecek dostlar edin, bunlarla yola çık. Böylesi dostlar verdiği için Allah'a şükret. Bu tip dostların bir gün tek tek çeker gider, yalnız başına kalırsan nerede hata yaptım diyerek hatanın büyüğünü kendinden bil.
*Çalışma arkadaşlarını akrabalarından seçme. Yanına alarak nimetlerden faydalandırma. Akrabaların bir yere gelecekse tırnaklarıyla kazıyarak gelsin. Sen asla onlara referans olma. Bulunduğun yeri aile saltanatına döndürme. Ailen  çok ehil bile olsa nimetlerden faydalanan en son kesim olsun. 
*Yanında iş verdiklerine hem gelirken hem de giderken öyle değer ver ki ne verdiğin işten dolayı ne de işten alınmasından dolayı onuru zedelensin. 
*Aksi ortaya çıkmadıkça insanlara güven, tedbiri elden bırakma. Herkesi kendin gibi bil. Sen ne kadar iyi isen karşı tarafı da öyle bil. Unutma ki şüphecilik insanı bitirir ve yalnızlaştırır.
*Rakiplerin sana değil, prensip ve doğrularına düşman olsun. Onlarla prensip ve doğruların çerçevesinde mücadele et. Fikirlerin çarpışsın, sen değil. Bil ki siyahım karşısında beyaz ya da beyazın yanında siyah hep olacaktır. Bu, toplumsal bir yasadır. Allah dilemedikçe kimse yok edemez. Rakiplerine doğrularını anlat fakat onları oldukları gibi kabul et.

Bu dediklerimi yaparsan hem anlar hem de anlaşılırsın.



28 Nisan 2019 Pazar

Usta-Çırak İlişkisi

—Efendim! Birileri parti kuracakmış...
—Kursun.
—Ama olur mu?
—Niye olmasın?
—Bu bir ihanet olur. 
—Niye ihanet olsun?
—Bugünkü elde ettiği statüyü ona lideri verdi. Onun karşısına bir parti kurarak çıkması tam bir nankörlüktür.
—Bir çırak, ustasından öğrendiğini geliştirmek ve daha ileri seviyeye taşımak isteyebilir.
—Ben partiden bahsediyorum. Siz işi usta-çırak ilişkisine getirdiniz. Ne alaka?
—Başta bir meslek öğrenmek olmak üzere hayatın her alanında bir usta-çırak ilişkisi vardır. Kimse bir şeyi kendiliğinden veya anasının karnından öğrenmez. Mutlaka her acemi, bir ustanın yanında başlar bu işe. Siyaset de bunlardan biridir. Hepsi birer mekteptir. Kaportacı olmak isteyen biri, kaportacının yanında çırak olarak işe başlar. Bir zaman sonra kalfa, ardından usta olur. Kendine güveni gelince ustanın teklifiyle ya çalıştığı yere ortak ortak olur ya da çeker gider, kendine bir kaportacı dükkanı açar. Ustanın ortaklık teklifine rağmen kalfa ayrı dükkan açmak isterse hainlikle, nankörlükle suçlanmaz. Hatta Allah yürü ya kulum derse bir müddet sonra ustasına rakip bile olur. Usta-çırak arasında tatlı bir rekabet de oluşabilir. Aralarında eski hukuk devam eder. Çırak ustasına saygıda kusur etmez, sayar sever. Hasılı herkes nasibini yer.
—Ama siyaset aynı şey değil ki...
—Bana göre çok farklı bir şey değil. Siyaset de bir mekteptir. Ayrı bir okulu yoktur. Parti liderinin yanında işe çırak olarak başlanır. Çırak bir müddet sonra siyaseti öğrendiğini düşünür, bu işi kendisinin de yapabileceğine inanıyorsa liderinden ayrılıp ayrı bir parti kurabilir.
—Ama başarılı olamaz ki...
—Türkiye'de partiden çok ne var. Çoğu ne umutlarla kurulur. Başarılı olamaz. Partisini açmasıyla kapatması bir olur ya da tabela partisi olarak yoluna devam eder.
—Yeni bir partiye ihtiyaç var mı sanki?
—Geleceği bilemediğimiz gibi yeni bir partiye ihtiyaç olup olmadığını da bilemeyiz. Halk teveccüh göstermezse, halkta bir karşılığı yoksa zaten oy alamaz. İhtiyaç olmadığı ortaya çıkar. Boyunun ölçüsünü alır. Bazen de bir taban bulur, siyasetimizdeki yerini alır. Başarılı da olabilir. Bugünkü sözü geçen, siyasetimizde bir boşluğu dolduran parti liderleri de daha önce bir ustanın yanında tedris görmedi mi? Bugünkü her parti lideri zamanında çırak olarak girdiği partide kalsaydı belki de siyasette bir daralma olacaktı.
—Ama bugünkü partilerden ayrılan ve gidip parti kurmaya yeltenenler kırgınlıklara sebebiyet vermektedir. Değer mi buna? Lider yalnız bırakılır mı? Beraber çalışmaya devam etseler olmaz mı?
—Beraber çalışmaya devam etseler elbette daha iyi olur, güçlerini birleştirmiş olurlar. Fakat fikirde ve yönetimde anlaşmazlıklar baş göstermiş, birlikte çalışma imkanı kalmamışsa eski hukuka, usta ve çırak ilişkisine daha fazla zarar vermeden gerekirse yollarını da ayırabilirler. Her ayrılık elbette sıkıntıları beraberinde getirir. Unutmayalım ki sıkıntılar bazen yeni doğumlara gebe olabilir. Her doğum sancılı olur, her kopuş küskünlük ve dargınlıklara da sebebiyet verebilir. Bu durum hayatın her alanında böyledir. Yıllardır baba-oğul aynı evde kalırken evladın ben ayrılmak istiyorum demesi bile sıkıntı verebiliyor. Baba, evladını yanında tutmak ister. Bakar ki olmuyor, evlat ayrı bir eve taşınır. Aradaki kırgınlıklar bir müddet devam ettikten sonra araları yeniden iyi olabiliyor.
—Ama siyaset bu, mümkün mü?
—Siyaset yarışı makam, mevki, koltuk değil de fazilet ve erdem yarışı olursa niye mümkün olmasın. Amaç ülkeye hizmet değil mi? Bakarsınız çırak ustasından öğrendiğini daha iyi uygular, boynuz kulağı geçer misali bu işi ustasından daha iyi yapabilir. Nitekim günümüzde 17 yıldır zirveyi kimseye bırakmayan, girdiği her seçimde başarılı olan bir partinin lideri de Hocasının yanından ayrılarak ayrı bir parti kurmamış mıydı? Ayrı parti kurmasına rağmen rahlesinde yetiştiği Hocasına saygıda kusur etmemiştir. Bu demektir ki partisinden ayrılıp ayrı bir parti kuranların hepsi başarısız değildir, hain de değildir, hayra da sebebiyet verebilir.
—Sonuç?
—Bizim hayır gördüğümüzde şer, şer gördüğümüzde de hayır olabilir. Bekleyip görmek lazım. Çünkü zaman her şeyin ilacıdır. Bazı şeyler yaşanması gerekiyorsa yaşanır. Önüne geçilemez. Önemli olan her ayrılık bir sancıya sebebiyet veriyorsa bu süreci kırmadan dökmeden yapmakta fayda vardır. Belki de en güzeli susmaktır. Çünkü bu atmosferde söylenecek her söz birbirlerinin yüzüne bakamayacak şekilde birbirlerini yaralar. 

27 Nisan 2019 Cumartesi

Çobanlıktan Hayırseverliğe *


Cumartesi günü bir esnaf ziyaretinde bulundum. Çayımızı yudumlarken sakallı, nur yüzlü, piri fani biri geldi. Esnaf, "İsmail Amca bir hayırseverdir. Üniversite öğrencileriyle ilgileniyor. Onlara ev ayarlıyor, burs veriyor" diyerek tanıttı. Birbirimize memnuniyetimizi ifade ettikten sonra hangi vakıf, hangi dernek dedim. “Herhangi bir vakıf veya dernek adına değil, gayri resmi bizim işimiz” dedi. Bir ekip misiniz dedim. “Hayır, ben tek kişiyim” dedi. Konuşma esnasında yaptığı iş ve dil alışkanlığı ile birkaç defa hocam dedim. “Ben hoca değilim. MEDAŞ’tan emekliyim”  dedi. (Eskiden elektrik idareleri belediyeler bünyesinde idi.) Üniversite öğrencilerine sahip çıkmak nereden çıktı dedim. “Kardeşimin beş yetimiyle başladım” dedi.


Çocukluk ve gençliğini köyde çobanlık yaparak geçiren ilkokul mezunu İsmail Amca, askerlik dönüşü köyüne gideceği vakit Kayalı Park'ta bankta oturan birinin okuduğu gazetenin arka sayfasında "Konya belediyesine memur alınacak" duyurusunu okur. 


Kırtasiyeciden bir kağıt alarak askerde yazıcısı olduğu komutanının hediye ettiği kalemle belediyeye iş başvurusunda bulunur. Yazısını çok beğenen müdür, dilekçedeki yazının kime ait olduğunu sorar. İsmail Amca benim dese de müdür inanmaz. Bir kağıt uzatarak yeniden yazı yazdırır. Ardından müdür "Yazın çok güzel. Keşke bir de daktilo kullanmayı bilseydin" deyince biliyorum cevabı verir. Önüne bir daktilo konur. Daktiloyu bildiği de ortaya çıkınca müdür İsmail Amca'ya "Yarın gel, işe başla" der.


Memuriyet hayatı bu şekilde başlar İsmail Amca'nın. Beş yetim yeğeniyle başladığı hayır hasenat işlerine bir vakıf bünyesinde devam ettirir. Çalıştığı vakfın Erbakan'a tavır almasıyla oradan ayrılır. Bir başka dernek çatısı altında çalışmalarına devam eder. İlgili dernek de 2002 yılından itibaren siyasi duruşuna ters hareket etmeye başlayınca ayrışma başlar. İlgili dernek yönetimi, kendisinin helallik dilemesine ve vedalaşmasına imkan vermeden dernekten ihraç eder.


Biri vakıf, diğeri dernek olmak üzere kendisini ait hissettiği yerlerde çalışma imkanı bulamayan İsmail Amca, bundan sonra hayır hasenat işlerini bireysel yürütür. Maddi imkanları el vermeyen tıp ve İlahiyatta okuyan kız çocuklarına evler ayarlayarak onlara kol kanat gerer. Hayırseverlerden aldığı destekle evlerin içini donatır. Kendilerine burs temin eder. Halihazırda 11 eve ulaşmış İsmail Amca. Toplamda 66 kız öğrencinin barınma, iaşe ve harçlıklarını temin etmekte. 

Sistemi kurduğunu fakat bu işlerin dışarıdan göründüğü kadar kolay olmadığını söyledi İsmail Amca. Bir saat kadar sıkılmadan dinledim kendisini. Çünkü hoş sohbet biri. Dinledikçe kendisine gıpta ettim. Yaşını sordum. Mayıs'ta 78'i dolduracağım dedi. Bu yaşına rağmen hayır için koşturan İsmail Amca'ya bu işi amatörce yapmaktan ziyade bir vakıf veya dernek bünyesinde resmiyete bindirmesinde yarar olacağını, yaptığı bu işin kendisinden sonra da devam etmesi gerektiğini söyledim. Sessiz kaldı. Vedalaşmadan önce "Kurduğu sistemin aksamadan devam ettiğini, evlerde kalıp okulunu bitiren öğrencilerin vefalı olduklarını, göreve başlayan tıpçıların ayda 500, ilahiyatçıların ise 200'er lira gönderdiklerini söyledi.(Bir vakıf veya dernek kursa belki bugünkü samimiyeti kaybolabilir. Çünkü örnekleri var maalesef)

Ağzım açık dinlediğim İsmail Amca'ya Allah senden razı olsun, sayılarını artırsın, seni yazı konusu edineceğim dedim. Vedalaştık.

Düşünüyorum da bir insan yeter ki bir şeyi dert edinsin. Azimli olsun. Çevremiz ben tek başıma ne yapabilirim diyen milyonlarla dolu. Böylelerinin çoğu maalesef bir iş yapmıyor. Sohbetinden büyük keyif aldığım İsmail Amca'yı yazdım ki bizlere örnek olsun. Gördüğünüz gibi gençliği çobanlıkla geçmiş, memur emeklisi biri tek başına neler yapmış ve neler yapmaya devam ediyor.

Çobanlıktan hayırseverliğe uzanan İsmail Amca şimdiden yetiştirdiği öğrencilerin gönlünde taht kurmuş, kubbede hoş bir seda bırakmış. Allah uzun ömür versin. Vefat ettiği zaman kurduğu bu hayır köprüsünü inşallah birileri devam ettirir. Öldükten sonra inanıyorum ki bu çoban hayırseverin amel defteri kapanmayacak. 

* 17/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Türkiye'nin Yabancılar Sorunu ***


Anadolu, geçmişten günümüze ülkelerinden şu ya da bu nedenlerle göç etmek zorunda kalan soydaş ve dindaşlarımızın sığındığı bir ülke olmuştur. Bunlar zamanla bizden biri olmuşlar, bize uyum sağlamışlardır. Zamanla kız alıp verilir olmuştur. Ülkemiz savaş, yokluk, iç savaş vb. nedenlerle toplu göçlere ve mülteci akınlarına maruz kalmaktadır. Yabancılar hangi saikla gelirse gelsin ekseriyeti bu ülkeye yerleşmekte ve Anadolu'yu mesken edinmektedir. 

Bilmemiz gereken durum, Türkiye 80 ve 90'ların Türkiye'si değildir. Farklı dil ve ırklara ev sahipliği yapmaktadır. Farklılıklarımızı zenginlik kabul edip aynı amaç ve ülküde, bir potada eriyemez, birbirimize uyum sağlayamaz isek bu ülkeyi iyi günler beklemiyor. Niyetim felaket tellallığı falan değil. Bu mevcut durumumuza sadece istihdam ve maddi boyuttan bakmıyorum. İstihdam veya maddi paylaşım şu ya da bu şekilde yapılır. 

Benim endişem yabancıların medeni durumları ne olacak? Her yabancı kendi memleketlisiyle evlense eh diyeceğim. Gördüğüm kadarıyla maddi sıkıntılardan dolayı bir kısım yabancı, bizim insanımızla evliliği tercih ediyor. Hatta bazıları ikinci, üçüncü eş olmayı bile göze alıyor. Bu durum bizim aile yapımızı da  bozacaktır. Evlilik için tercih edilmeyen yabancı erkekler ne olacak? İnsani ihtiyacını meşru yoldan gideremeyenlerin  bir kısmı taciz, istismar ve tecavüz gibi sapık ilişkilere yönelemez mi? Halihazırda Küçükçekmece ilçesinde beş yaşındaki bir kız çocuğunun başına gelen bireysel istismar olayının benzerlerinde -önlem alınmaz ise- artış olacağını düşünüyorum. Meydana gelen bu ve benzeri sapık ilişkiler zaten bizim toplumumuzda eksik değil. Bunun önü alınamazken yabancıların da bu tür ilişkilere yönelmesi toplumsal infiale yol açabilir. Yabancı düşmanı falan değilim ama toplumumuzda yabancılara karşı bir hoşnutsuzluk had safhada. Yarın adi suçlar ve istismar olayları artış gösterirse toplumsal linçler ve yabancı düşmanlığı baş gösterebilir.

İşi gücü olan, evlilik düzenini kurmuş, yaşadığı muhite uyum sağlamış, evlilik düzenine önem veren yabancılarla insanımızın bir sorunu yok. Çoğu kaçak yollarla ülkemize gelip boş ve avare gezen, yiyecek ekmeğe muhtaç veya iş bulmuş fakat evlilik düzeni kuramamış yabancılar suça karışma potansiyelini bünyelerinde daha fazla barındırıyorlar diye düşünüyorum.

Gelen yabancıların büyük çoğunluğu ülkemizde durmaktan da çok memnun değiller. Ülkemizden ölümü göze alarak kaçak yollarla yurt dışına gitmek isteyenler olduğu gibi diğer taraftan yine kaçak yollarla giriş yapan çok sayıda yabancı var.

Ne yapalım? Doğrusu bu mevcut durumu bugünden yarına değiştirme imkanımız yok. Bir İçimizde yabancılarla beraber yaşamanın yollarına bakacağız. Bundan sonrası için kaçak girişlerin önüne geçmemiz lazım. İçimizde yaşayanların suça karışmasını önlemek ve en aza indirgemek amacıyla bir iç denetim kurmamız gerekiyor. Diğer taraftan işi gücü olmayan ve bir düzen tutturamamış yabancıları ülkelerine geri gitmelerini sağlamak amacıyla ilgili ülkelerle iyi bir diplomasi yürütmede fayda var. Suça karışan yabancılar sınır dışı edilmelidir.



***30/04/2019 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


26 Nisan 2019 Cuma

Bak Oğul! *

*Yola birlikte çıktığın arkadaşlarını ne sen yarı yolda bırak ne de onlar seni bıraksın.
*Arkadaşlarınla bazı konularda sorun yaşadığın zaman olayı sıcağı sıcağına çözmeye çalış. Karşılıklı konuş. Araya birilerini katma. Bir konuda anlaşamamanız senin veya onların kötü olduğu anlamına gelmez. Bazen iki iyi anlaşamayabilir. Olur ya çeker giderse kapını daima açık tut. Dostlar kırılsa, küsse, çekip gitse bile birbirlerini kolay kolay satmazlar. Bu zaman diliminde ne dostların ne de sen birbirinizin aleyhinde konuşsun. Sakın ola ki size yaranmaya çalışan üçüncü şahısların dostlarını eleştirmesine, hakaret etmesine asla izin verme. Çünkü böyle bir şey dostu fena yaralar. Dostlarını kötüleyenlere karşı da asla sessiz kalma. Zira dostun sessizliği dostu daha fazla üzer. Aranızdaki sorunu daha da derinleştirir. Her ne olursa olsun dostlarına kapın daima açık olsun. Bakarsın bir gün döner gelir. 
*Dostuna yaptığın iyiliği hiç başa kakma. Bunu ima bile etme.
*Aranızda iletişimi hiç eksik etmeyin. İstişareye önem verin. Asla başına buyruk olmayasın.
*Başta dostların olmak üzere herkese kucaklayıcı bir dil kullan. Asla ötekileştirme. Kimseyi küçümseme ve hor görme.
*Senin doğruların kadar başkalarının da doğru olabileceğini hiç aklından çıkarma. Çünkü hayatta özellikle sosyal hayatta tek doğru olmadığı gibi doğruya giden yol da tek değildir.
*Dostlarının yapıcı eleştirilerine daima açık ol, onları dinle, onlara değer ver. Düşmanlarına malzeme verme.
*Bir gün ekibinden dostlar çekip giderse yerine getireceğin kişilerin en az dostların kadar kaliteli olmasına dikkat et, hatta onlardan daha ileri düzeyde olsun. Gören, yerine gelen fazlasıyla koltuğu doldurdu desin.
*Sonradan bulduğun kişileri zaman zaman test et. 
*Ben en iyisini yaparım diye tüm yükü üzerine alma. Yeteneklerine göre ekibinin arasında sorumluluğu paylaştır.
*Düşmanın bile olsa kimsenin onuruyla oynama. İşini-aşını kesme.
*Ehliyet, liyakat ve adaletten hiç ayrılma.
*Zaman zaman dinlenmeye çekil. Bu esnada konuştukların ve yaptıklarınla yüzleş.
*Yanında senin yerini alabilecek, senden sonra bayrağı devralacak potansiyeli taşıyanlara yer ver. Bu seni küçültmez, büyütür.
*Dostlarını herkesin önünde paylama. 
*Bir konuda başarılı olamadığın zaman hatayı ilk önce kendinde ara.
*Kamu malını yetim malı bil. Asla savurgan olma. Her şeyi yerli yerinde kullan.
*Basını tümden ele geçirme. Çünkü tüm basının seni savunması aleyhine işler. Sana bir şey getirmez ve kazandırmaz. 
*Çevreni geniş tutmaya gayret et. Herkesi olduğu gibi kabul et.

Bunlar sana baba nasihatim. Umarım dikkate alırsın.

* 03/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.