22 Nisan 2019 Pazartesi

Sevdiklerimize Kötülük Yapmayalım


Evlendik. Bir çocuğumuz olsun istedik. Allah herkese evlat verirken bize türlü çocuk vermedi. Uğraş, didin; şu doktor, bu doktor derken tüp bebek yolunu da denedik. Olmadı. Umutlar tükenmeye başlarken gökte aradığımızı yerde bulduk. Nihayet nice yıllar sonra bir çocuğumuz oldu.

Dünya tatlısı bir çocuk. Keremine şükür!  Bir dediğini iki etmiyoruz. Üzerinde titriyoruz. Onu çok seviyoruz. Nasıl sevmeyiz ki yıllardır bekledik onu. Bizim her şeyimiz. Varlık sebebimiz. Üstelik sevdirmesini de biliyor. Akıllı ve zeki. Güzel konuşuyor. Korkusuz ve gözü pek. Sözünü esirgemeyen biri. Dobra aynı zamanda. Başarısıyla da göz dolduruyor. Başarıdan başarıya koşuyor. Ele avuca sığmıyor. Çalışkanlığı dillere destan. Tuttuğunu koparıyor. İbadet aşkıyla koşturuyor. Çevresine hizmet etmeyi seviyor. Sevgisi evi de taştı. Bu konuda rakip ve alternatifi de yok. Ölümüne seveni çok.

Hiç hatası yok mu bu çocuğumuzun? Olmaz olur mu? Saymakla bitmez. Tek başına buyruktur bir defa. Benim dediğim olacak anlayışı var. Yaşadıklarından ve gördüğü ihanetlerinden dolayı kimseye güvenmiyor. Aşırı yorgun olduğundan kırıp geçiriyor. Önüne çıkana ayar veriyor. Çünkü dilinin kemiği yok. En son söyleyeceğini en başta söylüyor. Eleştiriye gelmiyor. Rakiplerine ve kendisine rakip çıkacaklara göz açtırmıyor. İnatçıdır, dediğim dedikçidir. Dediği olacak mutlaka. Başarı üstüne başarı gösterdiği için yenilgiye tahammülü yoktur. Yaptığı takdir görsün ister. Çok tekrarlar ve kıyaslar. Tuttuğunu tutar, salıvermez. Kalemini kırdığını da siler atar. Damarına bastın mı gözü hiçbir şeyi görmez. Sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de çok. Hatta sevmeyenlerini nefret noktasına getirdi. Tüm nefret edenleri kendisine karşı birleştirdi.

Tüm bunlara rağmen sevgimiz o kadar ileri ki çocuğumuza toz kondurmuyoruz. Çünkü çok seviyoruz. Sevgimiz o kadar ileri ki gözümüzü kör etti. Hata ettiğini veya hata edebileceğini görmek istemedik veya vardır bir hikmeti diye kendimizi inandırdık. Hem hata yapsa bile sonunda hep kotardı nasılsa. Tuttuğunu kopardı. Sonra hata yaptığını kim söyleyebilecek? Var mı böyle babayiğit? Üstelik hatasını söylememekle kalmadık. Her şeyiyle onu destekledik. Alkışladık. Açık çek verdik.

Burada suç kimin? Bu başarılı çocuğun mu yoksa hata yaptığı zaman hatasını söylemeyen sevenlerinde mi? Bence şöhret, makam, sürekli başarı, alternatifsizlik, rakiplerine sürekli fark atmak kişiye aşırı güven verebilir. Kişide bir müddet sonra enaniyet de oluşabilir. Ne de olsa nefis taşıyor her insan gibi. Böylesi durumlarda en büyük suç hatasını görmeyen, görmek istemeyen veya her yaptığını doğru-yanlış demeden alkışlayan sevenlerinde olsa gerek. Sevenlerine veya dostlarına gereken usulünce hatasını söylemektir. Çünkü dost acı söyler, yüze söyler. Hatasının söylenmesi onu sevmediği anlamına gelmez.

Sevileni bir müddet sonra gözden düşüren, sevenlerinin sessizliği ve hatalarını söylememeleridir. Bu durum onların eseridir.



21 Nisan 2019 Pazar

Mısır'da Komedi Devam Ediyor

Batı ve ABD destekli bir darbeyle Mısır'ın seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi'yi indirerek Mısır'ın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan darbeci Sisi, silah zoruyla oturduğu koltuk çok hoşuna gitmiş olmalı ki bugünden yarına gitmeyi düşünmüyor. Ne olur ne olmaz diyerek koltukta oturma süresini 2030'a kadar uzatmayı düşünüyor. Bu işi düşünme safhasının da ötesine geçirip anayasa paketi hazırlayarak halkın önüne sandık koyuyor. Sandık sonucu da şimdiden belli olduğuna göre bu demektir ki 2013 yılından beri Mısır'ın Cumhurbaşkanı olan Sisi, 2030'a kadar Mısır'ın Cumhurbaşkanı olarak kalacak.

Be kardeşim Sisi! Şimdi sandık formalitesine ne gerek vardı? Senin elinde silahın var, emrinde binlerce askerin var, arkanda koskoca ABD var, Batı var, İsrail var, başta Suud olmak üzere bazı Arap ülkeleri var. Sen resmiyetini zaten bunlardan aldın, halka gitmek de neyin nesi? Halka giderek niçin üç gününü kaybediyorsun? Sonra seni halk getirmedi ki halka gidesin... Halk dediğin kim ki sonra! Yoksa bir an için demokrasi havarisi mi kesildin? Halk benden ne kadar memnun bir sorayım mı dedin? Bir defa demokrasinin "D" sini sana ......geçmez, yakışmaz da. Sonra demokrasi senin neyine be kardeşim! Sen kendini halka sorarak yanlış yaptın. Halka seçim yoluyla gelenler gider. Bu seni bağlamaz. Yoksa kendini halka sorarak meşruiyet aramaya  mı kalkıyorsun? Unutma ki bugün resmen cumhurbaşkanı olman meşru olduğun anlamına gelmiyor. Ha bir de meşru olayım diyorsan, maalesef o aradığın senin gibi maşalara hiç nasip olmaz. Sen en iyisi meşru olmayı falan bırak. Şayet beni bir gün indirmeye kalkarlar, ben en iyisi 2030'a kadar kendimi garantiye alayım diyorsan yanlış hesap yapıyor ve geleceğini yanlış yerde arıyorsun. Bir defa arkanda o güç, sende o maşalık olduğu müddetçe seni zaten oradan kimse indiremez.

Merak ettiğim madem sandığa gitmeye kalktın, niçin 2030 yılına kadar yetki istedin? "Ölünceye kadar Sisi, Mısır'ın tek Cumhurbaşkanı" şeklinde bir yetki isteseydin madem. Sonra sen 2030'dan sonra ne yapacaksın? O koltuk olmazsa sen yaşayamazsın ki... Koltuk bir defa senin varlık sebebin. Bunu düşünemedin mi yoksa seni oraya getirenler 2030'a kadar halktan yetki mi al dedi. Başka türlü olmazdı zaten. Bir defa sen bu kararı kendi başına almadın. Sana ne dedilerse sen onu yapıyorsun. Çünkü maşaların, eli kanlı olanların karar verme yetkisi, iradesi ve yeteneği yoktur.

Sen en iyisi seni oraya getirenlerle, seni darbe yapmaya itenlerle iyi geçinmeye bak. Onların dediklerini yapmaya devam et. O zaman değil 2030, daha fazlasını da görürsün o koltuğun. Hatta cenazen bile cumhurbaşkanlığı makamından kalkar. Yeter ki sen onların gönlünü hoş tutmaya devam et. Hatta giderken yerine kendin gibi birini bırakabilirsin. Bunun için kendin gibi birini yetiştir.

Sana bu kadar yol gösterdikten sonra bir dostun olarak sana şunu söyleyeyim. Anayasa değiştirerek 2030'a kadar kendini sağlama almaya kalkıyorsun ya, bil ki yarının bile garanti değil. Çünkü senden iyi birini bulurlarsa anayasayı değiştirsen bile 2030'u beklemeden seni oradan indirirler. Bunun için de sana yaptırdıkları yolu seçerler. Yani seni darbeyle oradan uzaklaştırırlar. Çünkü kişi bir yere nasıl geldiyse öyle gider: Darbeyle gelen darbeyle gider. Unutma bunu. Pislediğin o koltukta sana iyi oturmalar!

Irak Sınırında Çıkan Çatışma***

Kökü ve beyni dışarıda, gövdesi içimizde olan PKK ülkemizin başının belası. Bu, öyle bir belâ ki bugünden yarına biteceğe benzemiyor. 80'li yıllardan bugüne kırk yıl geçmiş olmasına rağmen biz hala PKK terörüyle uğraşıyoruz. Hep bedel ödüyoruz. Daha ne kadar ödeyeceğimiz meçhul.

PKK öyle bir örgüt ki biz ne kadar yuvalandığı yer olan Kandil'e operasyon üzerine operasyon yapsak, Güneydoğu'da terörle mücadele için dağa, taşa, toprağa, eve, barka, in ve yuvalarına girsek maalesef boş. Bazı zamanlarda PKK eylem yapmadığı zaman biz terör zayıfladı, eskisi gibi operasyon yapamıyor, polis ve askerimiz göz açtırmıyor sanırız. Halbuki öyle değil. Benim kanaatim terörle mücadelede inisiyatif hep PKK'da. Bu eli kanlı, hain örgüt kah geri çekilir kah ateşkes ilan eder kah ateşkesi bozar kah gücünü Irak'a veya Suriye'ye kaydırır. Hasılı PKK strateji üzerine strateji geliştiriyor. Devletten, askerden, polisten bir adım önde. Daha doğrusu projeyi geliştiren PKK değil, oynayacağı rolü kendilerine veren sömürgeci devletlerdir.

Hatırlarsanız PKK, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra çözüm sürecini bozmuş, kanlı eylemlerine kalkışmış, şehirlerde barikat eylemlerine girişerek isyan hareketi başlatımıştı. Bu tarih HDP'nin tarihinde en yüksek oyunu aldığı ve ülkede hükümetin kurulamadığı tarihtir. Nicedir Türkiye'de eylemleri görülmeyen PKK, Irak sınırında yeniden kanlı eylemiyle ortaya çıktı. Maalesef 4 şehidimiz, 6 da yaralımız var. PKK sessizliğini 31 Mart seçimlerinde hükümetin bazı büyükşehirleri kaybetmesiyle birlikte yeniden bozdu. Ümit ediyorum ki bu çatışma lokal bir durumdur. Lokal olup olmadığını yakınlarda terör olayı olup olmadığıyla anlayabiliriz. İnşallah 7 Haziran sonrası olduğu gibi kanlı eylemler meydana gelmez.

Bu durumda biz ne yapmalıyız? Bir taraftan terörle mücadele edeceğiz, diğer taraftan şehitlerimize son görevi yapacağız. Provokatif eylemlere karşı milletçe uyanık olacağız. Soğukkanlılığımızı koruyacağız. Acımızı birbirimize ihale etmeyeceğiz. Birbirimizi sorumlu görmeyeceğiz. Zaten terörün amacı da bu. İçeride huzursuzluk çıkarmak. Zaman kenetlenme zamanı. Bir ve beraber olacağız. Böylesi durumlarda birbirimizle sataşırsak terör örgütü amacına ulaşmış olur. Çok zor değil bu. Konu seçim olunca nasıl ki siyasi partilerimiz birbirleriyle ittifak yaparak seçimlere girebiliyor ve bunun için bir araya gelebiliyorsa pekala terör konusunda da bir araya gelebiliriz. Biz siyasi partileriyle, Türkü ve Kürdü ile bir ve beraber olursak terör bize vız gelir.  

Burada bir sözümüz de devlete olsun. Kızgın demiri soğut, gerginliğe ne imkan ve ne de fırsat ver. Polis ve askerimiz vatandaşın güvenliği için terörle mücadele ederken sen de bu örgütün dış bağlantısını ve destekçilerini tespit et. Ardından ağa babalarıyla masaya otur. Bu meseleyi kökünden çöz. Piyonlarla uğraşmayı bırak artık. Dış bağlantı ve destek kesilmeden bu terör bitmez. Yoksa daha çok canımız yanar.

Allah’tan şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum. Milletimizin başı olsun!

***23.04.2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

İsveç'te Bizden Bir Taksici ***


İsveç'te taksicilik yapan Ömer Temel adında bir soydaşımız, havalimanına gitmek isteyen İsveçli bir müşteri alır. Havalimanına yaklaşınca müşteri "Cüzdanını evinde unuttuğunu, cebinde parası olmadığını, taksi ücretini ödeyemeyeceğini" söyleyince "Problem değil, sonra ödeme yaparsınız" der. Ardından kredi kartını uzatarak "Gittiğiniz yerde alışveriş yapmanız için bunu da alın" diyerek kredi kartını verir. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşan İsveçli duruma şaşırır, donar kalır ve "Gerçekten ilk defa taksisine binen birine güvenerek kartını ve şifresini veriyor musun?" diye tekrar tekrar sorar. Ardından mecburen kartı alır. Çünkü başka çaresi yoktur.

İki günlük yurt dışı gezisini bitiren İsveçli, ülkesine döndüğünde kendisini havalimanından alması için Taksici Ömer'i tekrar arar. Eşiyle birlikte havalimanında Ömer'i karşılayan İsveçli, Ömer'den aldığı kredi kartını geri verir. Kartından yaptığı 4500 kron(2.816 lira) harcamayı ve taksi ücretini öder. Ayrıca bu yaptıklarına ödül olarak 30 bin kron(18.800 lira) teklif eder. Ömer bu ödülü almaz. İsveçli, Ömer'e "Hiç kimse böyle bir şey yapmaz. Hele hele bir İsveçli asla bunu yapmaz. Sen nasıl böyle bir şey yaptın?" diye tekrar tekrar sorar. Ömer "Biz Türklerin kültüründe var, biz yardım etmeyi severiz. Bizim için bu olaylar normal" cevabını verir.

Anadolu Ajansına konuşan Ömer “Bizim milletimiz için bu tür iyilikler normal karşılanıyor. İsveç'te ise anormal ve hayretler içinde karşılanıyor" açıklaması yapıyor. Bu olay sadece AA’nın değil İsveç basının gündemine de yansıyor. Haberi İsveç’in en büyük gazetesi manşetine taşıyor. Sosyal medyada ise kendisinden övgüyle bahsedilir. Kredi kartını verdiği kişi ise  “Hala dünyada böyle insanlar varmış. Dünyayı Ömer gibiler kurtaracak." Der.
Elinin emeğiyle gurbet ellerde direksiyon başında rızkını temin etmeye çalışan Ömer'in yaptığı gerçekten bizim kültürümüzde var.  Ömer kardeşimizin yaptığı bu iyilik karşısında tüm Türkiye bir araya gelsek bu derece tesirli olmaz. Bu yapılan başta İsveç olmak üzere Avrupa'da konuşulacak ve takdir toplayacaktır. Batı'nın bize olumsuz bakmasını sorgulamasına sebebiyet verecektir. Ömer bu yaptığıyla gönüllü kültür elçisi olmuştur. 

Ömer Temel’in tanımadığı birine yaptığı bu iyiliği okuyunca duygulandım, sevindim ve kendisiyle gurur duydum. Ömer’in bu yaptığı İslam tarihinde cereyan eden bir olayı da bana tekrar hatırlattı. Gerçekten bizim kültürümüzde var: Ebu Zer isimli sahabe, hakkında kısas hükmü istenen tanımadığı bir gence kefil olmuştu. Bu durumu oradaki herkes garipsese de Ebu Zer adama kefil olur. Genç geri gelmese yerine Ebu Zer öldürülecekti. Nitekim tanımadığı genç geri gelir. İsveçliler Ebu Zer’i tanısalar herhalde bu adam deli derler.

İsveç’te yaşayan Ömer Temel’in yaptığı bu iyilik -yukarıda bahsettiğim gibi- bizim kültürümüzde olsa da maalesef her geçen gün bu ve benzeri iyiliklerimiz azalmaktadır. Her yerde Ömer gibiler olsa inanın dünyanın bize bakışı değişecektir. Allah kendisinden razı olsun. Sayılarını artırsın.

***25/04/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yanlıştı

*Mental yorgunu gerekçesiyle belediye başkanlarının istifa ettirilmesi. Bu eylemin kamuoyu nezdinde yapılması,
*Cumhur İttifakının karşısında karşı cephe olarak oluşturulan Millet İttifakına "Zillet...illet...dörtlü çete" denmesi,
*Düşüncelerine en yakın olan Saadet Partisine "Saadetçik" denerek küçümsenmesi,
*"Trenden inenler bir daha bu trene tekrar binemezler" sözünün meydanlarda sık sık tekrarlanması, 
"Eski yol arkadaşlarının küstürülmesi ve üzerlerine üzerlerine gidilmesi, nankör ve hain olarak görülmeleri, yeniden kazanma yolunun tercih edilmemesi,
*DİB Başkanı Ali Bardakoğlu'nın incitilmesi,
*Nurettin Yıldız'a meydanlarda ayar verilmesi,
*Başta Taşgetiren olmak üzere birçok yazar ve çizere yazma imkanının verilmemesi, yazdıkları gazetelerden gönderilmeleri,
*Eskisi gibi eleştiriye gelinmemesi,
*17 yıllık dönemin önceki dönemlerle kıyaslanması,
*Partide tüm yükün tek kişinin üzerine binmesi,
*Her konuşmanın hemen hemen her kanalda verilmesi, ekranlara çok çıkılması,
*Rakip partilerin küçümsenmesi,
*Halkta karşılığı olan adayların aday yapılmaması, karşılığı olmayan adayların dayatılması,
*Teşkilatların kış uykusuna yatması, rehavete kapılmaları, nasılsa bizim Tayyibimiz var deyip yeterince çalışma yapmamaları,
*Teşkilatlarda, bürokraside ve Partinin üst yönetiminde görev alanlarda kibir görüntüsü,
*Rakip adayların ciddiye alınmaması,
*Mahalli seçimlere ittifakla gidilmesi,
*Ekonomide bir sıkıntının olduğunun kabul edilmemesi, ülkede kriz yok denmesi,
*Sebze fiyatlarındaki aşırı yükselmenin Suriye'de atılan bir mermi ile kıyaslanması,
*e tanzimlerin kurulması, sebze fiyatlarını indirmeyen esnaf, işletme ve marketlerin meydanlarda fırsatçı olarak değerlendirilmesi,
*Seçim öncesi etüt ve kurs merkezlerinin kapatılacağının açıklanması,
*Ekonomideki sıkıntıya rağmen kamu harcamalarında kısıntıya gidilmemesi,
*Mağdurların sayısını artırmaktan başka bir işe yaramayan ve barış ortamını bozan mülakat sisteminde ısrar edilmesi,
*Önceki konuşmalarıyla çelişen görüşlerin dillendirilmesi,
*Kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve gerilimi yüksek siyasete devam edilmesi,
*Ağırlığını her geçen gün daha da hissettiren ekonomideki sıkıntıya çözüm bulunamaması,
*Her eleştirene, her muhalife, her aykırı sese "FETÖ ağzıyla konuşuyorsun" denmesi veya FETÖ'cülükle suçlanması,
*Parti fanatiklerinin "Herkes bize oy vermeye mecbur" havasını yayması ve bunun önüne geçilmemesi, karşı ittifaka oy verecekleri terör destekçisi olarak lanse etmesi...vs. yanlıştı.

20 Nisan 2019 Cumartesi

"Bende Öyle Bir Makam Sevgisi Varmış!"


1988 yılında E.Ü. İlahiyat Fakültesinden S.Ü. İlahiyat Fakültesine yatay geçiş yaptım. Son üç yılı Konya'da okudum. Kayseri’den ayrılırken hukukum olan sınıf arkadaşları ile posta adreslerini, varsa ev telefonlarını karşılıklı olarak aldık. 

Bazıları ile arada bir mektuplaştık. Bir zaman sonra yaygınlaşan cep telefonlarını birbirimize vererek haberleşmeye devam ettik.

2008-2009 yılları olsa gerek. Bir ara Sivas'tan Ekrem adında bir arkadaşım telefonumu bulmuş, aradı. Hal-hatırdan sonra arkadaşlardan kimlerle görüştüğümü sordu. Tokat'tan Osman ile görüştüğümü söyleyince numarasını istedi. Verdim. Kendisine Osman'ı aradığında önce kendini tanıtma. Ona bir makam teklif et. Bakalım nasıl bir tepki gösterecek dedim. Olur mu dedi bana. Olur niye olmasın dedim. Ne teklif edeyim dedi. Osman Sivas İHL'de okurken okul müdürü olan hocası milletvekili olmuş. O değilden Ankara'dan arıyormuş gibi telefon aç. Kendisine biz senin Tokat'ta yaptığın hizmetleri Ankara'da izliyoruz. Seni Ankara'da görmek istiyoruz diyebilirsin dedim. Gülüşüp vedalaştık.

On, on beş gün sonra Tokat'tan Osman'ı aradım. Selamımı alır almaz "Ulen Rambo(Bana bazen böyle hitap ederdi) bu sensin değil mi?" dedi. Hayırdır dedim. "Evet, bunu yaptırsan yaptırsan ancak sen yaptırırsın" dedi gülerek. Ardından "Ekrem'in Maliye Bakanlığından aradığını, hizmetlerini takip ettiklerini, seni artık bir makamla taçlandırmak istiyoruz" dediğini, kendisine "Benim yaptıklarımı nereden haber aldınız" dediğini, Ekrem'in de "Biz çalışanı biliriz" dediğini ve ardından "Müdür, müdür yardımcılığı görevi isteyip istemediğini" sorduğunu, ben de benim sınav puanım yok ama dedikten sonra bana "Boş ver sınav puanını. Puan bizim için formalite dediğini, benden yöneticiliği boş okul olup olmadığını sorunca "O zaman kardeşim! Falan okulun müdürlüğü boş. O zaman atayın beni oraya" dedim. Ardından Ekrem gülmeye başlar, kendisini tanıtır ve şaka yaptığı söyler.

Osman, Ekrem'le arasında geçen telefon diyalogunu anlattıktan sonra bana: Üstadım! Allah senden razı olsun. Bana iyi ki böyle bir oyun oynadın. Bu vesileyle kendimi tanımış oldum. Teklifi alır almaz hemen atladım. Bende öyle bir makam sevgisi varmış ki ortaya çıktı." dedi. 

Günümüzde bir meslek erbabının okul müdür yardımcılığı, okul müdürlüğü, ilçe-il milli eğitim müdürlüğü başta olmak üzere nerede bir koltuk varsa oraya geldiğini/getirildiğini görünce nedense bu anekdot aklıma geldi. Arkadaşım idarecilik istemede nefsinin ne kadar hevesli olduğunu söyleyerek bir öz eleştirisini yaptı. Sahi bugün nerede bir koltuk varsa oraya koşan bu meslek erbabı içerisinde kendisini bir öz eleştiriye tabi tutan kaç kişi çıkar? Maalesef çoğunda bu kritik yapılmadığı gibi bu meslek erbabından görev yapanların çoğu da koltuğun hakkını veremedi. Çevresine iyi bir imaj vermedi. 


Enkaz Edebiyatı Yapan Kaybeder

31 Mart seçimleriyle bazı büyükşehir belediyeleri nice sonra el değiştirdi. Yeni ve yeniden seçilen başkanların mazbataları kendilerine verildi. Bazı belediye başkanları sessiz sedasız görevine başlayıp yeni yerine ısınmaya çalışırken bazıları eski defterleri karıştırmak suretiyle belediye başkanlığı yapmaya hazırlanıyor. Her başkanın yoğurt yiyişi farklıdır elbet. İcraatı, konuşması farklı olabilir. 

Başkanlar şunu unutmasınlar ki aldıkları görev ilanihaye kendilerine sunulmuş birer görev değildir. Beş yıllığına verilmiş emanet makamlardır. Çalışır,  varlık gösterirlerse halk tekrar teveccüh gösterir, yeniden seçer. Çalışmayıp kavga yolunu seçerse bu halk didişmeyi sevmez. Bugünkü verdiği görevi almasını da bilir.

Göreve gelen başkan bir taraftan birikmiş sorunları çözmeye çalışırken diğer taraftan belediyenin işleyişinde aksayan yönler varsa onları giderecek. Gelir gider tablosuna bakacak. Kendine göre kısa, orta ve uzun vadeli plan yapacak. Belli kilit noktalara güvendiği insanları atayacak, personel arasında görev taksimi yapacak. Belediyenin daha önce çalıştığı işletmelere göz atacak. Belediye harcamalarında gereksiz gördüğü harcamalar varsa kesecek veya kısıntıya gidecek. Alımlarda gözle görülür bir fahişlik ve yolsuzluk tespit ederse ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunacak. Personel arasında barış ortamını sağlayacak. Mağduriyetlere yok açmayacak. Çalışanlar arasında uyumu sağlayacak iyi bir yönetim sergileyecek vs. Kısaca belediye başkanı şehri yönetmek için gereken ne ise onu yapacak.

Belediye başkanı belediye başkanlığının ötesinde enkaz edebiyatı yapar; kasa boş, yolsuzluk diz boyu. Borç zibil gibi der. Belediye talan edilmiş, birilerine peşkeş çekilmiş gibi laflar eder, bunu gördüğü her mikrofona söyler, eski yönetimin ipliğini pazara çıkarmak için her yazıyı, her ihaleyi didik didik eder, eskiye sünger çekmeyip kavga etmeyi seçerse kaybeder. Kendisi kaybettiği gibi partisine de zarar verir. Bundan da şehir kaybeder.

Eskiye sünger çeksin derken geçmişte yapılan hiçbir şeyi görmesin demek istemiyorum. Elbet bakacak edecek. Belki de suç duyurusunda bulunma yoluna gidecek, sorumlular hala belediyede ise disiplin mekanizmasını işletecek, gerekirse zimmet çıkaracak. Tüm bunlardan kendisi aynı hataya düşmemek için çaba sarf edecek. Ama öküzün altında buzağı arar, ortalığı velveleye verir, geçmişin kirli çamaşırlarını ortaya dökmek için kılı kırk yarar ise unutmasın ki bunlardan bir şey çıkmaz. Çünkü çalan çırpan, yolsuzluk yapan varsa bilsin ki minareyi çalan kılıfını hazırlamıştır. Buralardan kendisini yormanın, medyatik olmanın ve zaman kaybetmenin dışında bir şey çıkmaz. Bunlarla zaman kaybedeceğine kubbede hoş bir seda bırakacak kalıcı hizmetlere vakit ayırırsa hem kendine hem partisine hem de şehrine en iyi hizmeti yapmış olur. Beş yıl dediği uzun bir zaman değil. Bir bakmışsın göz açıp kapayıncaya kadar bitivermiştir.

Son bir şey daha söyleyeyim. Çalışmak isteyen belediye başkanını belediye meclisinde engellemeye çalışan partiler de kaybeder.