29 Ocak 2019 Salı

Bir Öğretmen Niçin Yönetici Olmak İster?

—Sana yüz puanlık bir soru. Hazır mısın?
—Sınava mı tabi tutacaksın?
—Est. Seni konuşturup tecrübenden faydalanmak istiyorum.
—İyi. Sor bakalım!
—Sorumluluğu çok, fakat yetkisi olmayan bir geçici görev.
—Sorumluluğu çok, yetkisi yok... Bu ne demek şimdi? Olur mu böyle şey? Sorumluluk verilmişse yetkisi de olmalı. Yetkisi olmayan sorumluluk ne işe yarar? Bu, neye benzer, biliyor musun? Bir kuşun kolunu, kanadını kırmışsın, haydi uç. Uçamazsan sen bilirsin demektir bu. Böyle bir görev olamaz. 
—Var maalesef!
—Afrika'da bir ülkede mi bu görev?
—Hayır bu ülkede.
—Ne olabilir ki? Biraz kopya verebilir misin? En azından meslek grubunu söylerek soruyu bilmeme yardımcı ol.
—Öğretmenlik diyelim.
—Eğitim uzmanı diyeceğim ama bunlar da ne sorumluluk var, ne de yetki! Bu değil. İl-ilçe milli eğitim müdürü veya şube müdürleri diyeceğim. Bunlarda hem yetki, hem de sorumluluk var. Üstelik geçici görev de değil.
—Çok yukarı çıkma, in biraz aşağıya!
—Okul müdürü olmasın senin dediğin.
—Tam üstüne bastın, kaldır ayağını. Yüz puanı aldım ama biraz zor oldu.
—Güç de olsa buldum. Ama katılmıyorum. Okul müdürlerinin sorumluluğu çok, yetkisi yok ise o zaman ne diye öğretmenlerin çoğu müdür olmak için koşuyor?
—İşte ben de bunu öğrenmek için sana soru sordum. Ama görüyorum ki sen bana soruyorsun. İşte ben de bunu anlamaya çalışıyorum.
—Öğretmenliğe göre müdürlüğün avantajı olmalı.
—Keşke olsa, o da yok.
—İnanmıyorum.
—İnansan iyi olur. Zira müdür olarak görevlendirilen dört yıllığına görevlendirilir. Dört yıl sonunda kendisine görev verenler müdürden memnun ise bir dört yıl daha uzatırlar. 8 yılın sonunda aynı okulda görev yapamazsın. Başka bir okula geçmesi gerekiyor. Görev yaptığı sürede hata yaparsa veya kendinden memnun kalınmazsa görevlendirmeye yetkili olan, süresi dolmadan görevlendirmeyi iptal edebilir. Görevden el çektirilen müdür idari mahkemeye de müracaat edemez, etse de dava lehine sonuçlanmaz. Bu aşamadan sonra tekrar öğretmenliğe dönmesi gerekir, neresi boş ise kendini orada bulur. 
—Maddi menfaati yok mu?
—Yok, hatta öğretmenlerine göre daha dezavantaja sahip. Öğretmeni yeri geldiği zaman müdüründen yüksek alır.
—Sorumluluğu çok, yetkisi yok, maddi olarak emsallerine göre dezavantajlı ise bu geçici göreve bu öğretmenler müdür olmak için niçin koşar?
—Davulun sesi uzaktan gür geldiği için ben bu işi daha iyi yaparım diyerek çoğu kimse kimseyi memnun edemediği bu göreve talip olur. Göreve gelir gelmez de pişman olur. Çünkü işler göründüğü gibi değildir. Naçar devam eder.
—Durum aynen bu şekil mi?
—Maalesef aynen böyle.
—Eğer durum bu ise müdürlüğe talip olanın aklından zoru olması lazım.

28 Ocak 2019 Pazartesi

Bir Siyasi Parti mi Kursam Acaba?

—Beklediğin başkan adaylığı gelmediğine göre bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?
—Bir parti mi kursam diyorum.
—Parti kurmayı kolay mı sanıyorsun? Tüm Türkiye'de teşkilatlanabilmen için para lazım. Haydi parayı buldun, ekip gerek. Ekibi de buldun diyelim, halkta bir karşılığın olacak mı? Malum yüzde 10 barajı var.
—Kolay değil elbet. Siyaset zoru başarma sanatıdır. Biz de sanatımızı göstereceğiz. Ayrıca baraj problemi yaşayacağımızı sanmıyorum. Olursa da sorun olmaz.
—Sorun olmaz olur mu? Baraj altında kalınca siyasetin bir anlamı olur mu?
—Türkiye yeni sistemle birlikte ittifaklar yapıyor. İrili-ufaklı partiler bir araya geliyor. Bizim parti de ittifakların birinde yerini alır. Bu işe 3-5 vekil ile başlasak fena olmaz.
—Buna da tamam diyelim. Seçmenler kutuplaşmış durumda. Her biri takım tutar gibi partisine oy veriyor. Senin partin hangi kesime hitap edecek?
—Niyetimiz Türkiye partisi olmakla birlikte kararsız seçmeni kararlı hale getirmektir. Açıkçası partisi olan seçmenden ziyade kararsız seçmen bizim seçmen kitlemiz olacaktır. Her seçim öncesinde nereden baksan yüzde 20-25 civarında bir kitle var. Bu kesimin oylarına talip olacağız öncelikli olarak. Ardından her seçimde sandığa gitmeyen yüzde 15'lik bir kesim var. Bunları sandığa getirmek ikinci hedefimiz. Bir üçüncü kesim daha var: Tepki oyları. Bnların da oylarına talip olacağız. Partilerine kızan bize gelebilir.
—Diyelim ki kararsızları, sandığa gitmeyenleri size oy vermesi için çaba sarf ettiniz, tepki oyları gelmedi, yaptığınız ittifaklar da fayda etmedi, siyasette fazla bir varlık gösteremediniz. Bu durumda kurduğunuz bu partiyi feshetmeyi düşünür müsünüz?
—Dediğiniz gibi olmaz da... Diyelim ki seçmenin güvenini kazanamadık, ittifaklar fayda vermedi. Bu durumda pes etmek yok. Partimiz Türk siyasetinde tabela partisi olarak yerini almaya devam edecektir. 
—Tabela partileri ha var, ha yoklar. Her seçim girerler, binde bir bile oy alamıyorlar. Partilerini feshetmeyip hala durmalarının bir anlamı var mı?
—Diğer tabela partileri için bir şey söyleyemem ama bizim tabela partimiz siyasetimize bir renk getirecektir, siyasetten uzak olanları bile siyasetin içine çekecektir. Çünkü onlara güven verecektir.
—Ne rengi getirecek, ne güveni vereceksiniz? Zaten halka güven verseydiniz halk size oy verirdi.
—Öyle deme! Halkın arasında biz yapamayız diye siyasetten uzak duran o kadar insan var. Benim parti kurduğumu gören vatandaş "Bu da siyaset yapıyorsa biz hayli hayli yaparız" deyip siyasete girecektir. Siyasetten uzak kalanların kendilerine güven duymalarını sağlayacaktır bu yaptığımız. Bu da bizim siyasetimize katkımız olsun.



Sigarayla Topyekûn Mücadele *

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş yaptığı açıklamada "Bu sene hac ve umreye görevli olarak gidecek din görevlilerini seçerken sigara içmeyenlerin tercih sebebi olacağını, önümüzdeki yıllarda ise sigara içenlerin hac ve umreye görevli olarak götürülmeyeceğini, hatta sınava bile giremeyeceklerini, belki de ileride sigara içenlerin din görevlisi olarak tercih edilmeyeceğini; sigaranın birçok âlime göre haram olduğunu, kendisinin de aynı görüşte olduğunu" söyledi.

Yaptığı bu açıklamayla Sayın Erbaş, camiasında sigara içen personelini sigarayı bırakmaya özendirmek istediği anlaşılmaktadır. Başarabilirse doğrusu da budur. Çünkü sigara ile din görevliliği yan yana gelmemeli. Aslında Erbaş'ın sigara konusundaki bu hassasiyeti bir devlet politikası haline gelmeli. Yani sigarayla topyekûn bir mücadele başlatılmalı. Kamuya eleman alımında sigara içmeme tercih nedeni olmalı. Fakat devletten böyle bir şey yapması beklenebilir mi? Şahsen ben beklemiyorum. Çünkü bizim devlet bir şeyle topyekûn mücadele etmez, yani bataklığı kurutma gibi bir derdi bugüne kadar hiç olmadı. Tek yaptığı Yeşilay'ı kurarak sigarayla mücadele eder, kamu spotu hazırlatır, kapalı yerlerde sigara yasağı koyar. O da pek uygulanmaz. 18 yaş altındakilere sigara yasağı koyar. Nedense 10-12 yaşındaki çocuklar sigaraya başlar. Sigarayı nereden, nasıl alırlar bilinmez. Yani mücadele eder gibi görünür.

Devletin aklına tütün ektirmemek, sigara fabrikası kurdurmamak, sigara ithalatına için vermemek, kaçak sigaranın ülkeye girişine izi vermemek vs gelmiyor. Çünkü devlet topyekûn mücadeleyi sevmiyor. Ya gücü yetmiyor, ya da samimi değil. Belki ikisi de var. Çünkü sigara sektörü buna izin vermez. Diyelim ki her şeye gücü yetti, başardı. Sonra devlet ne iş yapacak? Devlete iş lazım değil mi?

Gördüğüm kadarıyla devlet ipe un seriyor, bataklığı kurutma yerine sivrisinekle mücadele ediyor. Halbuki devletin başta çocuk ve gençler olmak üzere tüm vatandaşlarının sağlığını koruma gibi bir görevi var. Bu görev sadece Diyanet İşleri Başkanının kendi personelini korumaktan ibaret değildir.

Konu sigaradan açılmışken bu konuda devletiyle, milletiyle topyekûn bir mücadele başlatalım. Devlet sigarayla mücadelesinde samimi olsun, en büyük desteği sigara tiryakileri verir. Çünkü zevkten veya kederden sigaraya başlayıp bağımlı hale gelen nice insanımız bu meretten kurtulmak ister. Bakmayın siz tiryakilerin biz sigarayı bırakamayız dediklerine. Hemen hemen hepsi bu bataklıktan kurtulmayı canı gönülden istiyor.

*30/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.








26 Ocak 2019 Cumartesi

Geçmişinle Yüzleş! ***

—Efendim demokrasiye falan inanmıyorum artık!
—Niye ki?
—Kaç nesil geçti, partim bir türlü iktidar yüzü görmedi. Böyle giderse torunlarımın torunları da göremeyecek. Müzmin muhalif olmaya devam ediyoruz.
—Çalışmanız yeterli değil demek ki!
—Ne alaka? Didinip çırpınıyoruz gece gündüz durmadan.
—Partinizin görüşlerini halk tasvip etmiyor olabilir mi?
—Tüm haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Mesela adalet yürüyüşü yaptım. Bayram-seyran demeden km'lerce yürüdüm. Kim yürür benim kadar.
—Ekibinde mi iş yok acaba?
—Türkiye'nin en okumuş ekibi, hatta seçmeni de bende.
—Halkta karşılığınız yok o zaman.
—Efendim! Türkiye'nin kurucu unsuruyuz, biz Türkiye'yiz. Nasıl karşılığımız olmaz?
—Güven sorunu olmalı.
—Benden güvenilir insan mı olur? Çalmadım çırpmadım.
—Halkın değerleriyle aranız nasıl?
—Fena değil. Son yıllarda meydan ve salon toplantılarında okumadığım ayet, hadis kalmadı. Cuma ve cenaze namazlarını da kaçırmıyorum. Partimi dönüştürmeye çalışıyorum. Karşı mahalleden siyasilere yer veriyorum. Daha ne yapabilirim ki?
—Mesajlarınız büyük kitlelerde karşılık bulmuyor anlaşılan. Demek ki hitap ettiğiniz kesimin verdiği oy, sizi iktidara taşımaya yetmiyor.
—Bunu da aşmak ve geniş kitlelerden oy almak için denemediğim yol kalmadı. Çatı aday çıkardım olmadı. Birkaç partiyi bir araya getirerek ittifak kurdum, olmadı. Ülkenin tüm farklı kutuplarıyla dirsek temasına geçip iktidara yürümek istedim, yine de iktidarı devralamadım. Bu iktidar yürüyüşü bana Ankara-İstanbul arası yürümekten daha zor geliyor.
—Anladığım kadarıyla siz seçmenin oyunu almak için her fırsatı değerlendiriyorsunuz ama seçmen yine de size yetki vermiyor. 
—Öyle!
—Siz hiç geçmişte bu ülkede iktidar oldunuz mu?
—Olduk. Hem de uzun yıllar... Ama biz iktidarı bıraktıktan bu yana yarım asrı geçti.
—O zaman nasıl iktidar olmuştunuz?
—Rakibimiz yoktu. Çünkü tek partiydik. Çok partili sistem bize yaramadı anlayacağın.
—Demek ki kötü bir iz bırakmış partiniz. Halkın size yetki vermemesinin nedeni bu geçmişiniz olmasın. Belki de sizin yumuşak karnınız geçmişinizdir.
—Ama bu geçti gitti. O gün iktidar olup ülkeyi yönetenler öldü gittiler. Sonra güzel hizmetler de yapıldı.
—Güzel hizmetler yapılmış olabilir. Ki böyle olsa halk yapılan iyiliği kolay kolay unutmaz, kötülüğü de unutmaz. Demek ki o zamanın halkı sizin tasarruflarınızdan pek memnun kalmamış. Bu geçmişinizle hiç yüzleşmeyi düşündünüz mü?
—Ama geçmişi o günün şartlarına göre düşünmek lazım.
—O günü savunuyorsun.
—Başka ne yapacaktım?
—Bence siz o sırtınızda taşıdığınız yükten kurtulmalısınız. Geçmişimiz diyerek hatalarınızı savunursanız bu halk size prim vermez. 
—Ben bu ülkede iktidar olmak istiyorum. Bu durumda gelemeyecek miyim?
—Gelirsiniz efendim. Bu halkın kimseye önyargısı yok. Kimleri getirdi, kimleri götürdü. Yapacağınız tek şey, geçmişinizle samimi bir şekilde yüzleşmek. Halkın karşısına geçip "Bizim partimiz geçmişte şu şu yanlışları yapmıştır. Bunlar bizim yanlışlarımızdır. Partimiz geçmişte halkın değerleriyle mücadele etmiştir. "Biz bugün o yanlışları reddediyoruz. Yapılan bu yanlışlardan dolayı mağdur ettiklerimizden özür diliyoruz" demelisiniz. Bu dediklerinizde samimi olduğunuza inanırsa halk size koyduğu iktidar rezervini kaldırır, size iktidar yolunu açar.
—Olur mu dersin?
—Bu durumda başka seçeneğiniz yok gibi.  

***31/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Tek Giyimlik Elbiselerimiz *


Bir mesele var ki kapalı kapılar ardında dillendirilse de alenen pek konuşulmaz. Zira konuşan yanar. Daha doğrusu yakarlar. Gizemli gizemli konuşma, ağzındaki baklayı çıkar dediğinizi duyar gibiyim. Çıkarırım çıkarmaya. Zira bende bakla ıslanmaz. Ama bu durumda beni yakmış olursunuz. Evlilik ve evlilik aşamalarında adaylardan gelin ve gelin adaylarının giydiklerini konu edinmek istiyorum.

Her devirde düğünler masraf mı masraf bu ülkede. Bu işe kalkan sıfırı tüketir. İşin sonunda yeni bir ev kurulacak, masraf olacak elbet. Burada ev kurmak amacıyla çiftin ihtiyaçlarından bahsetmeyeceğim. Bunlar olmazsa olmazdır, alınacak. Benim derdim gelin ve gelin adayının bir defa giyip çıkarıp attıklarıdır. Aslında atılmıyor. Bir defa giyip bir daha giyilmeyecek şekilde gardırop veya çeyizlik sandığına konuyor ve hayat boyu saklanıyor. Sen öbür dünyaya gidersin, bunlar hatıra olarak kalır. Bunlar: Ağız tadında giyilen elbise, nişan elbisesi, abiye, gelinlik elbisesi ve gelinliğin altına giyilen ayakkabı vs. Gerçi gelin elbisesi çoğu zaman kiralanır ve düğünden sonra gidip teslim edilir. Ama kirası satın almak gibidir. Ha almışsın, ha kiralamışsın. Yine bunlar pahalı mı pahalı. Yeter ki gelin kızımız beğensin.

"Hayda... Giymeyecek mi, seninki de laf yani! Bu saydığın şeyler her kızın en önemli günlerinde giymeyi hayal ettiği elbiselerdir. Zira hayatında bir defa evlenir, en mutlu gününde giymeyip de ne zaman giyecektir? Bu konu şakasından bile olsa asla mevzubahis edilemez" dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Alınacak, alınmalı, almak zorundasın. Çünkü örf ve adetlerimiz böyle der. Ne kriz, ne fakirlik, ne de yokluk dinler. Zira bunlar, kız ve kız evinin kırmızıçizgisidir.

Kına, nişan, gelinlik, abiye, gelinliğin altına giyilecek ayakkabı israf dersen kim inanır. Zira bizde israf deyince akla ekmek israfı gelir sadece. Kimse bu alınanları israf olarak görmez, göremez. Kazara yazık, israf de; Müslümanlığın sorgulanır. Ardından ince düşünmeyen, anlayışsız biri ilan edilirsin.

Neyse bu kadar anlayışsızlık yeter, bende de hiç ummadığınız kadar bir incelik olduğunu göstermemin zamanı. Her genç kızın düşü olan bu tek giyimlikler alınsın ve giysinler. Biz de alalım. Burada istediğim tek giyimlik olan bu elbiselerin sair günlerde de giyilecek şekilde revize edilmesi. Kızlarımız hatıralarını gözden ırak yerlerde yaşatacaklarına üzerlerine giyerek yaşatsın ve eskitsinler. Böylesi daha faydalı olur diye düşünüyorum, israf da olmaz üstelik.

Biliyorum bu önerimi düğün sektörüne hitap eden  ve bu işten ekmek yiyen firmalar beğenmeyecektir. Varsın beğenmesinler. Zira bu öneriyi herkes beğensin diye bir düşüncem yok. Zaten herkesi memnun edemeyiz. Ama düşünmeye değer.

*20/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Katoliklikten Protestanlığa Doğru *

Hepimiz biliriz ki bu ülkede boşanma oranları her geçen gün daha bir artış göstermektedir. Çoğu evlilikler başlamadan bittiği gibi bir kısmı da uzatmalarla birlikte bir müddet kör topal ilerliyor, sonra bu tür evlilikler de sona eriyor. Boşananların bir kısmı bir müddet sonra bir daha deneyelim deyip tekrar bir araya geliyor. Fakat bu tür evliliklerin çoğu da devam etmiyor.

Allah sonumuzu hayreylesin ama böyle gider, taraflar aklını başına almaz ise yakın zamanda evli hane sayısı mumla aranır hale gelecek. Belki de ileride evliliğini devam ettirenlere "Tebrik ederiz siz evli çiftleri! Şu kadar yıl evliliğinizi devam ettirdiniz" deyip plaketler verir hale gelirsek şaşırmayalım.

Evlenip ayrılanların durumuna üzülmekle beraber ayıplamıyor; suç erkekte, yok kadında veya anne babalarda demiyorum. Bir yerde sorun varsa hiçbir sorun tek taraflı olmaz. Tarafların payı vardır bunda. Sadece oranları farklı olabilir.

Evliliklerde karı-koca birbirine anlayış gösterip saygıda kusur etmez ve sırt sırta verirlerse evliliklerin devamı öncelikli olur, aralarında çıkan sorunları da konuşarak ve zamana yayarak çözerler. Çocukları da iki arada bir derede kalmazlar. Fakat evli çiftler eften püften nedenlerle soluğu mahkeme koridorlarında alırlarsa niyetimizin hayatımızı birleştirmek değil, evcilik oyunu oynamak olduğu ortaya çıkar. Bu işe yargı kararlarının da çanak tuttuğu göz önüne alınırsa boşanmalarda artışın niçin çoğaldığını anlayabiliriz. 

Size boşanma nedeni sayılan bazı yargı kararlarına örnekler vermek istiyorum:
“Kadının, vefat eden kayınbabasının cenazesine katılmamak”, “Eşinden habersiz kredi çekmek”, “Kaynanaya hakaret etmek”, “Maddi imkânları yerinde olduğu halde eşine harçlık vermemek”, “Eşin telefonlarına cevap vermemek”, “Ayakların kokuyor demek”, “Kayınvalide ile aynı evde yaşamak”, “Kayınvalide ve kayınpedere evin anahtarını vermek…”gibi gerekçeleri, boşanma nedenleri/sebepleri arasında sayıyor bizim yargımız, verdiği kararlarla.

Yukarıda kısaca gerekçelerinden bahsettiğim nedenlerle bitirilen evliliklere öyle zannediyorum, “Ne günlere kaldık, bu kadar da mı olur, bunlardan evlilik bitirilir mi” diyerek dudak büktünüz. Dudak bükülmeyecek gibi değil gerçekten. Verdiğim örneklere bakınca mevcut evliliklerin devam etmesine şükretmek lazım. İyi ki çoğunluk böyle değil diyorum. Bu gerekçelerle boşanmak için başvuran aileleri zaten bir arada tutmak mümkün değil. Ama mahkemelerimizin bu şekil gerekçelerle ciddi olan evlilik müessesesini pamuk ipliğine indirgememesi gerekir diye düşünüyorum.

İnsanımız, sorunsuz bir evlilik istiyorsa evlenmesin. Çünkü sorunsuz evlilik olmaz. Sorun olacak ve taraflar bunu çözecek. Olmadı deyip en ufak bir şeyde mahkemeye başvurmak hiç çözüm değil. Şayet insanımız çok basit meselelerini çözecek kadar bir iradeye sahip değillerse “Bekarlık sultanlıktır” deyip sultan olarak kalsınlar. Bu ülkenin sultanlara da ihtiyacı var. Bu şekil gerekçelerle mahkemeye başvuranlara hakimlerimiz “Ne sandınız? Evlilik dediğiniz çocuk oyuncağı mı, lütfen dışarı” deyip mahkemeleri yolgeçen hanına döndürmemeli ve bu nedenlerle evlilikleri bitirip yangına körükle gitmemeli.

Uzatmadan şunu söyleyeyim. Bu ülkede evlilikleri devam ettirmede toplumumuz yakın zamana kadar Katolik idi. Ne alaka Katolik demeyin. Hristiyanlığın en katı mezhebi olan Katoliklerde boşanma yasaktır, diğer mezhepleri olan Protestanlıkta ise serbesttir. Bizim toplumumuz da boşanmalara pek sıcak bakmazdı. Çünkü “Allah’ın hoşnut olmadığı helal” olarak kabul edilirdi. Nedense boşanmalar konusunda yavaş yavaş Protestanlaşıyoruz. Unutmayalım ki biz ne Katolik ne de Protestan’ız! Müslüman oğlu Müslüman’ız. O zaman kendimize yakışanı yapalım.

*28/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

25 Ocak 2019 Cuma

Senin Cuma ile Benimki Farklı mı? *


--Allah cumanızı kabul etsin efendim. Sizi buralarda görmek ne güzel böyle!
--Allah kabul etsin!
--Efendim, size bir soru sorabilir miyim?
-- Cumadan sonra bir yere yetişmem gerekiyor. İşim acele. Sor hemen.
--Sosyal medyadaki cuma mesajınızı gördüm dün akşam. Maşallah ne çok beğenip yorum yapanınız var böyle.
--Evet öyle.
--Mesajınızın bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?
--Cuma Müslümanların bayram günüdür. Elbette ilgi ve alaka görecek.
--Efendim, ben de Müslümanların bayramı diye mesaj paylaşıyorum. Beğenip yorum yazan bir elin parmaklarını geçmiyor.
--Yazmasını bilmek lazım, bir de çevre meselesi…
--İyi de efendim! Bazen sizin cümlenizi aynen paylaşıyorum. Yine ilgi yok. Bak gördüğün gibi sizinle aynı camide, aynı safta cuma kıldık. Çevreyse benim de çevrem fena değil, sizinki kadar olmasa da. Üstelik sayfanda ortak arkadaşlarımız var. Merak ediyorum sizin cumayla benim cuma farklı mı? Yoksa ilgi cumaya mı, statüye mi?
--Ne alakası var efendim!
--İşte ben de o alakayı soruyorum; kıldığımız cuma, kutladığımız cuma farklı mı?
*
--Efendim, sosyal medyada bir görünüyorsun, sonra bir bakmışsın kaybolmuşsun?
--Evet, öyle oluyor.
--Hayırdır bir durum mu var?
-Hayır elbet! Bir adaylık durumu vardı da.
--Olsun, adaylıkla ne alakası var sosyal medyanın?
--Adaylığımı koyunca dostlarım herkes sosyal medyada. Sesini oradan daha gür çıkartabilir, kendini anlatabilirsin, dediler. O yüzden açmıştım.
--İyi düşünmüşler. Bu âlemde herkese ulaşabilirsin. Ama kapatmışsın.
--Evet kapattım. Çünkü aday olamadım. Bir daha ki seçime kadar sayfamı dondurdum. Diğer seçime tekrar aktif hale getiririm.
--Bir daha ki seçim için sayfanı dondurmasan, seçimden seçime sayfa açıp paylaşım yapacağına diğer zamanlarda da paylaşımlarını görelim. Kimin ne derdi var, kimin ilgisi neye görürsün. Çünkü piyasanın nabzı buralarda atıyor. Öyle seçimden seçime görünmek olur mu? Seçimlik mi bu âlem? Halk burada. Sonra bu sayfada görünenleri aday yapmıyorlar. Başka mahfillerin gönlüne girmen gerek.
--Hayırlısı diyelim.

*01.02.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.