25 Ocak 2019 Cuma

Senin Cuma ile Benimki Farklı mı? *


--Allah cumanızı kabul etsin efendim. Sizi buralarda görmek ne güzel böyle!
--Allah kabul etsin!
--Efendim, size bir soru sorabilir miyim?
-- Cumadan sonra bir yere yetişmem gerekiyor. İşim acele. Sor hemen.
--Sosyal medyadaki cuma mesajınızı gördüm dün akşam. Maşallah ne çok beğenip yorum yapanınız var böyle.
--Evet öyle.
--Mesajınızın bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?
--Cuma Müslümanların bayram günüdür. Elbette ilgi ve alaka görecek.
--Efendim, ben de Müslümanların bayramı diye mesaj paylaşıyorum. Beğenip yorum yazan bir elin parmaklarını geçmiyor.
--Yazmasını bilmek lazım, bir de çevre meselesi…
--İyi de efendim! Bazen sizin cümlenizi aynen paylaşıyorum. Yine ilgi yok. Bak gördüğün gibi sizinle aynı camide, aynı safta cuma kıldık. Çevreyse benim de çevrem fena değil, sizinki kadar olmasa da. Üstelik sayfanda ortak arkadaşlarımız var. Merak ediyorum sizin cumayla benim cuma farklı mı? Yoksa ilgi cumaya mı, statüye mi?
--Ne alakası var efendim!
--İşte ben de o alakayı soruyorum; kıldığımız cuma, kutladığımız cuma farklı mı?
*
--Efendim, sosyal medyada bir görünüyorsun, sonra bir bakmışsın kaybolmuşsun?
--Evet, öyle oluyor.
--Hayırdır bir durum mu var?
-Hayır elbet! Bir adaylık durumu vardı da.
--Olsun, adaylıkla ne alakası var sosyal medyanın?
--Adaylığımı koyunca dostlarım herkes sosyal medyada. Sesini oradan daha gür çıkartabilir, kendini anlatabilirsin, dediler. O yüzden açmıştım.
--İyi düşünmüşler. Bu âlemde herkese ulaşabilirsin. Ama kapatmışsın.
--Evet kapattım. Çünkü aday olamadım. Bir daha ki seçime kadar sayfamı dondurdum. Diğer seçime tekrar aktif hale getiririm.
--Bir daha ki seçim için sayfanı dondurmasan, seçimden seçime sayfa açıp paylaşım yapacağına diğer zamanlarda da paylaşımlarını görelim. Kimin ne derdi var, kimin ilgisi neye görürsün. Çünkü piyasanın nabzı buralarda atıyor. Öyle seçimden seçime görünmek olur mu? Seçimlik mi bu âlem? Halk burada. Sonra bu sayfada görünenleri aday yapmıyorlar. Başka mahfillerin gönlüne girmen gerek.
--Hayırlısı diyelim.

*01.02.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






24 Ocak 2019 Perşembe

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(3)

Sahil kenarında beş yıldızlı bir otelde üç günlük bir seminere çağrıldım. Katılım yine zorunlu. Yeme, içme, barınma ve yol masrafları sponsora ait.

Okulların açıldığının üçüncü günü öğrenci ve öğretmen okula giderken biz aynı ilden iki yüz kadar yöneticiyle sahile gidiyorduk. Eğitim ve öğretimi beş yıldızlı otelde kurtaracaktık.

Firmanın temin ettiği otobüslere doluştuk, çıktık yola. Hareket noktamızdan 150 km kadar gitmiştik ki otobüsümüz arızalandı. Yeni bakımdan çıkmış otobüs dayanamadı bizim yükümüze. Aklı, iradesi ve vicdanı olmayan otobüs, sizin gittiğiniz bu seminerden ben memnun değilim arkadaş diyordu sanki. Doğru dürüst telefonun çekmediği mesken mahalin olmadığı uçsuz bucaksız bu yerde hizmette sınır tanımayan firmamızın harekat noktamızdan gönderdiği otobüsün gelmesini saatlerce bekledik. Önden giden diğer partnerlerimizden 4-5 saat gecikmeli olarak otelimize intikal ettik. 

Akşamında başlayan seminer, diğer günlerde sabahtan akşama yoğun bir şekilde devam etti. Konuşmacıların biri indi, diğeri çıktı hatip kürsüsüne. Biz ise koltuğumuza oturarak dinledik konuşmacıları. Sıkılıp çıkmak istesek kapıda bizi çıkarmamak için bekleyen milli eğitim müdür yardımcısını aşmak gerekecekti. Mümkün mü bu? Naçar dinledik tüm konuşmaları. Bana bu seminerin faydası ne oldu deseniz, benim için en büyük faydası milli eğitim müdür yardımcısının görev tanımları arasında kapıda bekleyip giriş ve çıkışlara izin vermemesi olduğunu öğrenmek oldu.

Sabah, öğle, akşam ve ara öğünlerle birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. Kuş sütü eksik yiyecekleri gördükçe şundan da alayım, bundan da alayım derken gözümün istediğini midemin kabul etmediğini gördüm. Yeter bu kadar eziyet, benim de bir istiap haddim var değil mi serzenişine aldırmadan tabağıma aldığımı bitirmeye çalıştım, bitirdim de. Ki artık bırakmamak gerekiyordu. Yoksa israf olurdu. Davul gibi şişti karnım. Ne eğilebiliyor, ne de kalkabiliyorum. Tuvalete gidince de rahatlayamıyorum. Çünkü arkama bırakmadan  yediklerimden kabız olmuştum. Soda bile fayda etmedi rahatlamama. Durumum bu iken yiyemediklerimi gördükçe kaç defa içimden "Ya Rabbi, ya midemi büyüt, ya da canımı al" diyesim geldi.

Akşam yemeğinden sonra madem buraya geldik, yüzme bilmesem de girmedim demeyeyim diye havuza girdim, çıktım, saunaya girip terledim. Çıkışta lobide oturarak geç vakte kadar sınırsız çay içtim. Niye içmeyeyim ki çayı seviyorum, üstelik beleş. Beleş olunca kaçırır mıyım. Şu durumda eksik olan aradığım boş mezardı. Bulabilseydim oraya da girerdim.

Seminerin son günü cumartesi günü kahvaltıdan sonra yola çıktık, güç bela evimize geldik. 3-4 saatlik bir otobüs yolculuğu karnımın şişini indirmese de acıktırmıştı. 3-4 gün boyunca gördüğüm  sınırsız cennet nimetlerinden sonra evde beni dünya nimeti pırasa karşıladı. Moralim bozulsa da oturdum sofraya, birkaç alayım dedim. Birkaç derken pırasadan nasibimi tattım. Epey de yedim hayatım boyunca ölmeyecek kadar yediğim bu nimeti. Çünkü kaç gün boyunca yediğim sınırsız envaiçeşit yemekten daha lezzetli geldi. Karnımın şişi gitti, bağırsak sistemim düzene girdi. Oh be! Dünya varmış! Pırasa Allah'ın bahşettiği en büyük nimet, dedim.

Niyetim beş yıldızlı otelde eğitim ve öğretim seminerini konu edinmekti. Gördüğünüz gibi ben eğitimden ziyade yediğim ve içtiğimi anlattım. Şimdi gelelim sadede.

Seminer dönüşünden bir ay sonra yöneticiler, seminere katılan ilçemiz müdürlerini bir yerde toplayarak semineri değerlendirmemizi istediler. Bu sefer toplandığımız yer yıldızı olmayan bir okulun konferans salonuydu. 40 kadar müdür vardık toplantıda. Herkese tek tek söz verdiler. Her sözü alan "Çok iyiydi, değişiklik oldu, tekrarını bekleriz" dedi. Sıra bana geldi. Sayın hocam, beş yıldızlı otelde yapılan bu semineri içerik yönünden beğendim. Zira dolu dolu bir programdı. Yalnız seminer yerini tasvip etmedim. İsraf diz boyuydu. Bu seminer özel sektöre ait beş yıldızlı bir otelde yapılacağına devletin değişik illerde hizmetiçi eğitim enstitüleri var. Keşke bu seminer oralarda yapılsaydı, tam büfe yemek yiyeceğimize tabldot usulü yemek" der demez cümlemi tamamlamadan milli eğitim müdürü, eliyle işaret ederek "sıradaki" dedi ve sözü ona verdi. Yanımdakiler de ne söyleyeceklerini daha önceden belirlemişcesine "Çok iyi oldu, memnun kaldık, tekrarını bekleriz, teşekkür ediyoruz" dediler. Herkes memnuniyetini ifade ettikçe yönetici ve bu semineri organize edenler dört köşe oluyordu. Memnuniyetleri ağızları açık dinlediler.

Körler ve sağırlar birbirine pas atarak birbirlerini ağırlarken memnuniyetini ifade etmeyen tek kişi olarak sap gibi orta yerde  kalmıştım. Sıra en son konuşmacıdaydı. "Ramazan abiyi es geçtiniz, ben de tıpkı onun gibi düşünüyor ve bu seminer yerini tasvip etmiyorum, israf görüyorum" dedi. Tek başına kaldığım, kimseye derdimi anlatamadığım bir ortamda benim gibi düşünen ikinci bir cinsin daha çıkması beni fazlasıyla memnun etti. Allah razı olsun kendisinden.

Yeme, içme, konaklama ve yol ücretlerinin bir belediye tarafından karşılandığı bu semineri, tasvip etmediğimi söylediğimden gördüğünüz gibi bir kişinin dışında kimse memnun kalmadı. Ne diyelim, buna da şükür! Bir kişi de olsa beni anlayan çıktı. Çoğunluk ise yediği üzümün bağını sormadı ve sorgulamadı. Tekrarını bekleriz diyerek memnuniyetlerini ifade etmekle yetindiler.



Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(2)

Bir okulda yönetici olarak çalışırken beş yıldızlı bir otelde yemekli bir toplantıya davet edildim. Sadece ben değil, şehrimdeki 40-50 kadar okul da var davetliler arasında. Davet dedimse zorunlu davet bizimkisi. Önce telefon açtılar, sonra davetiye gönderdiler, ardından milli eğitim müdürü imzalı "katılım zorunlu" yazısı geldi.

Gönülsüz de olsa çağrıldığımız otele gittim. Masalar yemek servisi için hazırdı. Oturdum, başkaları da oturdu yanıma. Oturanların çoğu, toplantılardan tanıdığım yüzler idi. Arkadaşlar, bu yemeği kim veriyor dedim. Ses gelmedi. Sorumu tekrarladım. Biri "Proje karşılığı" dedi. Ne projesi, yemeğin projesi mi olur, sonra niçin bu yemek  devlete ait bir kurumda, mesela öğretmenevinde değil de beş yıldızlı bir otelde yapılıyor? Haydi yapıldı. Niçin yemekli? Pekala ben evimde karnımı doyurduktan sonra bu toplantıya gelebilirdim, dedim. "Kurumlar kendi arasında bu şekil projeler geliştirerek aralarında birbirlerine sponsor oluyor" dedi.

Biz böyle konuşurken daha doğrusu benim ortaya attığım sorulara kısa, net ve zoraki cevaplar alırken ardından servise geçildi. Önümüze konanları ardımıza bırakmadan afiyetle yedik. Ardından toplantı başladı, bildik protokol konuşmalarının ardından toplantı sona erdi.

Yapılan proje karşılığı sponsorun çektiği bir yemekli toplantıya belki de ilk defa katılan ben karnımı doyurdum. Bu durum nefsimin de hoşuna gitti. Ama vicdanım el vermedi. Bunu da yanımda oturanlara bu bağın üzümü nereden diye sorarak gösterdim. Ama ortaya attığım bu kılçıktan yanımdakiler memnun kalmadı. Hal ve tavırlarından sezdim bunu.

Yapılan İyilik Unutulur mu? (2)

Öğretmenliğe başladığımın 2.yılı. İdealist bir öğretmeniz o yıllar. Öğretmenlerimizden gördüğümüz gibi gramla not verdiğim dönemler.

Yıl 1993 veya 94. Bir İHL'de öğretmenim. Lise 3.sınıflardan bir sınıfın Arapça derslerine giriyorum. Lise 3'ün Arapçası da diğer sınıflara göre daha zor. 

Girdiğim 11 A sınıfı diğer sınıflara göre başarılı öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir sınıftı. Bir öğrencim var, Arapçası iyi idi. Herkes zorlanırken yaptığım üç sınavda hep 10 almıştı. (Onluk sisteme göre) Sözlüsüne de 10 vererek dönem notu 10 düştü. Bu notu da hakkıyla aldı. Yani ben vermedim.

İkinci dönem başladı. İlk dönemde derse katılan ve her sınavda 10 üzerinden 10 alan öğrencim, ikinci dönemde derse katılmayı bıraktığı gibi sınavlardan da 7'nin üzerinde not alamadı veya almadı. Çünkü dersi tamamen bırakmış ve hazırdan yiyordu.

İkinci dönem sonuna yaklaştık. Sözlüleri vereceğim. Sözlü notunu verirken de yazılıları göz önünde bulunduruyoruz elbet. Derse katılana yüksek sözlü notu takdir ederken katılmayana yazılı ortalamasını etkilemeyecek bir not veriyordum. Verdiğim sözlü sayısı da bir tane. Prensip olarak her öğrenciye sadece bir sözlü notu verirdim.

En yüksek not 10'dan ikinci dönem ortalaması 7 düşecek bu başarılı, efendi ve saygılı öğrenciyi ne yapmalıydım? Evet dersi bırakmıştı ama 10 alacak kapasitede bir öğrenci idi. Prensibim tek sözlü notu notunu 10 yapmazdı. Elime hesap makinesini aldım. Kaç sözlü verirsem notu 10'a çıkardı tekrar? Vereceğim üç sözlü notu, öğrencinin Arapça notunu tekrar 10'a yükseltebileceğini gördüm. Döşedim üç tane 10 sözlü notunu. Değerdi bu başarılı öğrenci için. Ona verince tüm sınıfa da üç sözlü girdim, sadece o sınıfa has.

O zaman ki yıllar not girmek şimdiki gibi değildi. Önce silinti ve kazıntı olmadan not defterine yazacaksın, ardından not fişine tüm yazılı ve sözlüleri tek tek tükenmez kalemle yazacaksın. Not fişinde de silinti ve kazıntı olmayacak. 30-35 kişilik sınıfta not fişini tüm dikkatinle özene bezene yazıyorsun. Kazara son öğrencide bir hata yaptın, sil baştan not fişini yenileyeceksin.

Öğrencimizin 7 olan ortalaması, verdiğim üç sözlü notu ile ikinci dönem de 10 düştü. Benim için külfetli oldu ama değdi. Çünkü gelecek vadeden bir öğrenci için değerdi. Bundan sayesinde sınıfı da faydalandı. Onun adına sevinmiştim.

Gelecek vadeden ve yaşantısıyla örnek olan bu öğrencimiz liseden sonra yükseğini de okudu, çalıştı, çabaladı. Bugün çoğu kimseye nasip olmayan bir yere geldi. Kendisinden randevu talep ettim, dönüş yapmadı. Demek ki bana ayıracak üç beş dakikası yokmuş. En azından "Kusura bakma! Randevu ajandam dolu" diyebilirdi. Hiç hatırım yokmuş demek ki. Umarım makam değiştirmemiştir kendisini.

Nedense ona verdiğim üç sözlü notu aklıma geldi. Lise 3'de Biyoloji öğretmenimin bana verdiği sözlü notunu unutmadım. Ama görüyorum ki benim notum kendisinin hiç aklında kalmamış. Canı sağ olsun! Ne diyelim? 

23 Ocak 2019 Çarşamba

Yapılan İyilik Unutulur mu? (1)

Lise üçüncü sınıftayım. İlk yazılıların tarihleri ikisi dışında bir bir açıklandı. Sınavlara çalışmaya bugün başlarım, yarın başlarım derken yazılı haftası geldi çattı. Tarihi açıklanmayan iki dersin öğretmeni sınıfa gelerek salı gün sınav olduğumuzu duyurdu.

Pazartesi gününe konmuş iki sınavı olduktan sonra akşamında dalı günü yapılacak sınavlara çalışayım diye oturdum. Bir günde üç sınav var. Hangi birine bakacaksın? Son güne bırakırsam olacağı buydu. Ne yapayım, ne edeyim derken kendimi ikna edecek bir fikir belirdi zihnimde: Ramazan, sen üç derse birden bakarsan içinden de zayıf alırsın, en iyisi ikisine çalış, diğerini bırak. Bu yol ile en azından iki dersten yüksek not alırsın. İyi de hangisini bırakayım? Zor olanını bırak. Çünkü sadece bu zor derse baksan, zaten bu dersi halledemezsin. Bu ders de benim için Biyoloji dersi idi. Öyle yaptım o akşam. İsimlerini unuttuğum iki derse çalıştım. Biyolojinin yüzünü açmadım. Benim için canıma minnet idi. Çünkü bu ders sayısal bir ders idi. Bu tür sayısal derslerle aram hiç iyi olmadı. Biyolojiden boş kağıt vermeye karar verdim.

Ertesi gün üç sınava birden girdim. Diğer iki dersin sınavı iyi geçti. Kafama koyduğum gibi Biyolojiden boş kağıt vermek üzere adımı soyadımı yazdım, ders boyunca sınıf, bildiğini yazarken ben boş boş bekledim. Yarım yamalak bildiğim soruları da cevaplamadım. Ders öğretmeni Osman Kırlar, hiçbir şey yazmadığımı görünce "Bu bir tavır mı" dedi. Hayır hocam, çalışmadım dedim. 

Sınav sonuçları açıklanınca Biyoloji, beklediğim gibi 1(bir) geldi. Diğer iki dersin sonucu iyi geldi. Benim gibi sınav gecesi dersin başına oturan ve üç sınava da hazırlanmaya çalışan arkadaşların üç sınavı birden kötü kötü geldi. Hatta bazı arkadaşlar, "Sen boş kağıt verdin, bir aldın; biz doldurup verdik, yine bir aldık dediler.

İkinci sınavlarda Biyolojiden 5 aldım. Beş derken onluk sisteme göre beş. Şimdinin 2'si yani. Hacı beş derlerdi o zamanlarda. Üçüncü sınavda da yine 5 aldım. Zaten en iyi alacağım not da bu idi. Dedim ya sayısal özürlüyüm.

Dönemin son haftası karneyi almadan çekip gittim köyüme. 25 tatilinde bir arkadaşım, "Konya'ya gidiyorum. Verirlerse karneni alayım mı" dedi. Olur dedim. "Zayıfın var mı" dedi. Biyoloji zayıf dedim.

Dönüşte "Ne yalan söylen, zayıfın olmadığı gibi takdirin bile var" dedi. Notlarına baktım, Biyoloji dönem notum beş idi. Şaşırmıştım. Nasıl olur? 3.5 düşen ortalamama öğretmenimiz sözlüden kanaat kullanarak beş vermişti. O anda madem Osman Hocam bana güvenip beş verdi, ikinci dönem sınıfta Biyolojiden en yüksek not benim olacak dedim.

İkinci dönem başladı. Osman Hoca derse girdi. İçinizde takdir alan var mı" dedi. Herkes birbirine baktı, ben de baktım herkese. Kalkan parmak yoktu. Olmazsa ben kaldırayım dedim, parmağımı kaldırdım. Hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Ne var bunda demeyin. Osman Hocadan bahsediyorum. Pek gülmesi görülmezdi. Ben bu gülme ve başını sallamadan iki anlam çıkardım: 1.Ben sana ortalaman 3.5 düşerken kanaat kullanıp beş vermeseydim, sen o takdiri rüyanda bile göremezdin. 2.Vay be! Demek ki biz o beşi tam adamına vermişiz, verdiğimiz beş de bir işe yaramış.

İkinci dönemin sonu geldi çattı. Benim Biyoloji bütün sınıfta yedi idi. Sınıfın en yüksek notu da bu idi. 

Sevmediğim ve başarmakta zorlandığım bir dersten sınıfta en yüksek notu almamda öğretmenin bana güvenmesi etkili oldu ve beni teşvik etti. Osman Hocamın 1984-1985 öğretim yılında yaptığı bu iyiliği hiç unutmam. Hatırıma geldikçe kendisini hayırla yad ederim. Bugün karşılaşsam saygıda kusur etmem, elini öperim.  Yaşıyorsa kulakları çınlasın, vefat ettiyse Allah rahmet eylesin.

Küçük veya büyük yapılan iyilik unutulur mu? Unutulmaz. Ben de unutmayanlardanım. Unutanlar yok mu? Var elbet! Onu da diğer yazımda anlatayım.

Not: Onluk sisteme göre en yüksek notun 10 olduğu not sisteminde 7, yüksek bir not değil. Yüzlük sisteme göre 70 demektir. O zamanlarda bir dersten yüz almak, hele Osman Hoca gibi gramla not veren bir hocadan 7 almak kolay değildi. Öğretmenler idealist idi, haybeye not vermezlerdi. Öğrenci not dilenmezdi. Veli okulu aşındırmadı. Takdir kaçla alınır, kimse bilmezdi. Sınıfta şimdilerde olduğu gibi hemen hemen herkes gibi takdir almazdı. 40-45 kişilik sınıfta takdir alan en fazla üçü gezmez, bazı sınıflarda hiç alan olmazdı. 7-8 kişi ortalama teşekkür alırdı. Verilen notun da, alınan notun da bir değeri var idi.






Ben Hala O Kimseyim. Ya Sen? *

"Eski tarihlerde bir medresede okuyan üç idealist arkadaş varmış. Medreseden mezun olduktan sonra nerede ve hangi işte, hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile irtibatı kesmeyeceklerine, doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, İslâm davasına hizmetten asla geri durmayacaklarına dair söz vermişler. Fakat o dönemlerde iletişim araçları yetersiz ve sınırlı olduğundan, sonraki yıllarda karşılaşmaları halinde birbirlerini tanımakta zorluk çekmemeleri için aralarında bir şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar: “Ben O’yum!”
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş: Biri müderris (hoca), diğeri tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş. Tüccar şehir şehir dolaşırken bir şehirde arkadaşının mutasarrıf olduğunu öğrenmiş ve hemen kadim dava arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek istemiş. Lakin güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmamış. Görevlilere kendini tanıtıp vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını anlatmışsa da sırasını beklemek zorunda kalmış. Vakit geçmiş, lakin kendisine bir türlü sıra gelmemiş.
Nice sonra bizim tüccarın aklına o yıllarda belirledikleri şifre gelmiş. Derhal küçük bir kâğıt parçasına “Ben O’yum” yazmış ve görevliye uzatarak bunu vali beye iletmesini istirham etmiş. Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış. Bizimki şaşırmış. Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış: “Sen O olabilirsin ama… Ben O değilim!” (Abdullah Yılmaz-Yeni Akit gazetesi)
Yukarıdaki hikayenin bir benzerini hepimiz çoğu zaman yaşarız. Çünkü zaman, şartlar, makam, mevki ve şöhret yıllardır tanıdığınız insanı değiştiriveriyor. Bu hikayeyi en iyi başına böyle bir şey gelenler anlar. Çünkü eşekten düşmüştür. Eşekten düşmeyenler "Benim tanıdıklarım, dostlarım yapmaz böyle bir şey" der. Çünkü daha başına gelmemiştir. Yine bu hikayeyi okuyan biri "Ben ileride makam sahibi olursam asla eski dostlarımı ve onlarla geçen hukukumu unutmam, bir makam için insan değişir mi" der. Ama bir zaman gelir ki o da makam ve mevki sahibi olunca daha önce ayıpladığını kendisi de yapabilir. Zira bunun örnekleri çok.
Tüm makam sahipleri böyle eski dostlarını unutur, onlara sırtını döner, görmezden gelir mi? Değil elbet. Eğer bir kişi bir makama hak ederek gelmişse makamdaki görevini layıkıyla yerine getirdiği gibi eski dostlarına da zaman ayırır, onları makamında ağırlamaktan onur duyar. Bu tipler makamla, koltukla değişeceklerden değildir. Ama bulunduğu makama birilerinin elini, eteğini öperek hak etmeden gelmişse işte bu tipler geçmiş hukuku unutur, dostlarını hatırlamaz. Onun gözü bulunduğu makamı garantiye almak ve daha da yukarılara çıkmak. Bunun için üstlerine göz kırpar, onların gözüne girmeye çalışır. İşte bunlar koltuğun değiştirdiği tiplerdir. Bunlardan dost falan olmaz. Değiştiğini gördüğün zaman geçmişine hayıflanır, tanıyamamışım der, yoluna devam eder, geçer gidersin. İçinde bir burukluk, bir kırgınlık olur sadece. Sen de seni hesaba katmayan bu eski dostunu unutmaya çalışır ve onunla gurur duymazsın. Çünkü sen hala o'sun, fakat tanıdığın o, o değildir artık.

* 10/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yalnızsın Bey Baba! ***


—Allah'tan isteyip de elde edemediğin, hayal edip de gerçekleştiremediğin var mı?
—Yok elhamdülillah! İstemediğimi ve hayal edemediğimi de verdi. Görmediğim zirve kalmadı desem yeridir. Hala ayakta ve zirvedeyim. 
—Her insana nasip olmayanı Allah sana bahşetmiş. Çevren de çok genişlemiştir, dostların çoğalmıştır. Bu durumda sırtın yere gelmez desene.
—Çevrem geniş, sevenlerim çok, düşmanlarım da. Hatta benim için ölüme koşanlar bile var. Gördüğün gibi sırtım da yere gelmiyor. Çevrem de kalabalık. 
—Daha ne istersin? Şükret haline!
—Şükür de, yalnızım.
—Az önce sevenlerin çok etrafım da kalabalık demiştin.
—Orası öyle de yine yalnızım.
—Desene kalabalıklar içerisinde yalnızsın. Niçin yalnız kaldığını en iyi sen bilirsin o zaman. Şayet bilemiyorsan birlikte baş koyduğun yoldaşlarına sor. Çünkü kişiyi en iyi yola çıktıkları bilir.
—Bilemedim ki! Onlar yok şimdi etrafımda. 
—Niçin, ne yaptılar da seni yalnız bıraktılar? Ya da sen mi onları bıraktın?
—Ben hiç onları yalnız bırakır mıyım? Onlar beni terk etti. Otobüsten iner gibi birer birer çekip gittiler.
—Kaç kişi bunlar?
—Çok! Hangi birini sayayım.
—Anlaşılan kırmış olmalısın onları.
—Ne kırması! Her biri bugün varlarsa, isimleri anılıyorsa hepsi benim sayemde tanınır oldular, makam sahibi yaptım hepsini. Benim onlara yaptığım iyiliği ana-babaları yapmamıştır. Ben olmasaydım onlar bir hiç idi.
—Yaptığın iyilikleri başa kakıyorsun. Başa kakılmayı kulu sevmediği gibi Allah da sevmez. Allah'ın gücüne gider bu.
—Doğruya doğru. Ama doğrusu bu… Bugün varlarsa benim onlara verdiğim imkanlar sayesindedir. Bana bunu yapmayacaklardı.
—Birlikte yola çıktığın, kendilerine iyilik yaptığın ve bugün otobüsten indiler dediğin kişiler, sen bir şey yapmadan mı çekip gittiler?
—Hepsinin hatası vardı. Nankörlermiş meğer!
—Yahu yanından çekip giden bir kişi olsa eh diyeceğim; iki, üç, dört, beş olsa olabilir diyeceğim. Hepsi gitmiş, sen hala benim hatam yok diyorsun. Kusura bakma ama bu gidişte senin de payın var, belki de fazlası sende, ekibi tutamamışsın yanında.
—Onları her bir makama ben getirdim.
—Diyelim ki sen getirdin, senin sayende makam, mevki ve şöhret sahibi oldular ve nankörlük yapıp çekip gittiler. Adama sormazlar mı, sen insan sarrafı değil misin, bu kadar kadir kıymet bilmeyen nanköre zamanında nasıl/niçin makam verdin?
—Sen beni suçluyorsun. Benim yanlışım yok hiç.  
—Sen ki birçok konuda yaptığın hatalarınla yüzleşebilen birisin. Bu konuda da kendinle yüzleşmelisin. Eski dostlarının gönlünü almalısın. Yoksa gittikçe yalnızlaşırsın. Benden sana bir dost nasihati. Bir de sana bir soru soracağım. Dostların tek tek çekip giderken onların yokluğunu ne ile doldurdun? Çünkü sorumlu bir makamdasın. Bunun için ekip gerek.
—Onların yerine yenisini buldum.
—Yani yola çıktıklarını yolda bulduklarınla değiştirdim desene.
—Hayır, ben vefalıyım. 
—Çekip gidene niçin gidiyorsun dedin mi? Onların gönlünü aldın mı?
—Hayır, ben niye gönüllerini alacağım. Benden uzaklaşan onlar. 
—Kusura bakma da ben bunca kalabalıklar arasında senin niye yalnız olduğunu, yalnızlık çektiğini galiba buldum: Yola çıktıklarını yolda ekmek, yerine yenisini almak. Maalesef gittikçe yalnızlaşacaksın bey baba! 

***26/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.