22 Ocak 2019 Salı

Borç Alıp Vermede Ölçümüz *


Bankadan kredi çekme bizde yenidir. Bu toplumun geçmişten beri nakit sıkıntısı çektiğinde birbirimize borç alıp verme gibi bir yardımlaşma geleneğimiz var. Ki bu geleneğin kökü Kur'an'da karz-ı hasen adıyla geçer. Güzel borç anlamına gelen bu borç şeklinin anlamı, borcun Allah'a verilmiş kabul edilmesindendir. Bu gelenek eskiye oranla azalsa da halen Anadolu'da devam etmektedir.

Darda kalana borç verme geleneğimiz niçin azalmaya başlandı? Vatandaş niçin bankalara yönelir oldu? Borç vermenin önemi mi kalktı? Bu konuda soruları çoğaltabiliriz. Borç vermenin azalma nedenleri hususunda;

1.Verilecek borcun zamanında gelmemesi veya geri dönüşünün olmaması, 
2.Paramızın değerinin sürekli erimesi nedeniyle verilecek borcun geri dönüşü olduğunda paranın borç verdiğimiz dönemdeki değerini korumaması gibi nedenler sayılabilir. 

Bu gerekçeler doğru mu? Doğruluk payı yüksek. Çünkü çoğu zaman ödünç alınan paranın geri dönüşü olmadığı gibi değeri de düşmüş olabiliyor. Bu endişeyi taşıyanlar parası olduğu halde "yok" demek suretiyle yalan söylemek durumunda kalabiliyor. 

Gönlüm karz-ı hasen dediğimiz bu borç geleneğinin devam etmesinden yana. Yukarıda saydığım nedenlerle borç verme azalmışsa azalma nedenlerini ortadan kaldırarak bu güzel yardımlaşmayı devam ettirebiliriz. Bunun için;

1.Borç alıp verme iki şahit huzurunda kayıt altına alınmalı. Dönüşün ne zaman olacağı baştan belirtilmelidir. Arada senet yapılmalı. Borç alan kimse gerekirse rehin bırakmalıdır.
2.Verilen borcun geri dönüş süresi uzun ise alınan nakdin o gün itibariyle döviz/altın cinsinden karşılığı belirlenmelidir. 

Burada borçlu, borcu ne cinsinden almışsa o şekil ödemeli diyebilirsiniz. Normal şartlarda öyle olmalıdır. Fakat paramızın değerinin döviz veya altın cinsinden sürekli değer kaybetmesi göz önüne alınırsa ve bu tür alaverelerde iki taraf da zarar etmemeli prensibi dikkate alınmalıdır. Borç verenin böyle bir talebi olmasa bile borçlu bu inceliği düşünmelidir.

Borcun geri görüşünün tarihi belli olur ve paranın değeri korunursa darda kalan soluğu bankada almaz. Eskiden olduğu gibi aramızda karz-ı hasen artarak devam eder.


*13/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


21 Ocak 2019 Pazartesi

Beni Hiç Dinlemeyen Siyasilere...

Malumunuz 24 Haziran seçimlerinden çıkar çıkmaz doğru dürüst sonuçları analiz etmeden ve dinlenmeden 2019 Mart'ında yapılacak mahalli seçimlere yoğunlaştık. Aday belirleme çalışmaları bitti ve partiler, adaylarını YSK’ya bildirdiler. İttifak şeklinde seçime girecek partiler bir belediye fazla kazanmak için 24 Haziran’ın ardından bir daha sahaya çıkacak ve meydanlar ısınacak.

Meydanlar ısınsın. Isınacak elbet! Çünkü seçim demek propaganda demektir. Yaptıklarını, yapacaklarını anlatmak demektir. Seçim varsa propaganda da olacaktır. Ama bu seçim sürecinde önceki dönemlerde yapılan yanlışlar yapılmasın istiyor ve seçime katılan siyasi partilerimize bazı öneriler sunmak istiyorum. Çünkü seçimin bir fazilet ve erdem yarışması olmasını, toplumda huzur ve barış ikliminin hâkim olmasını istiyorum. Toplumun huzuru kazanmaktan daha öncelikli olmalıdır. Bunun için yapacağımız propaganda sürecimiz toplumsal barışa katkı sunmalıdır.

Adaylar ve siyasi parti yetkilileri;
1.Meydan ve ekranlarda rakibini kötülemekten ziyade kendi yapacaklarını anlatmalıdır. Çünkü rakip kötülenerek hizmet yapılmaz ve seçim kazanılmaz. Bu şekil kazanılacak seçim de kimseye hayır etmez.
2.Millet ve memleketin menfaatini kendi çıkarının önüne koymalıdır.
3.Rakiplerine saygı ve nezaketi elden bırakmamalıdır, iftira atmamalıdır, algı oluşturmamalıdır, partisinin geçmiş hatalarını mevcut adaya yıkmamalıdır.
4.Oy oranımı koruyacağım veya üç-beş oy fazla oy alacağım diye seçmeni kutuplaştırma yoluna gitmemelidir.
5.Rakibiyle ilgili dezenformasyondan kaçınmalıdır. Seçmeni doğru bilgilendirmelidir.
6.Rakibini anlamaya çalışmalı, dil sürçmesi hatalarının üzerine gitmemeli ve onu tahrik etmemelidir.
7.Seçim sürecinde ve öncesinde yaptığı bir hata varsa öz eleştiri yaparak hatasıyla yüzleşmeli. Hatasını savunma yoluna gitmemelidir.
8.Oy getirir diye seçmene yapamayacaklarının sözünü vermemelidir.
9.Seçmene aba altından sopa göstererek rakibiyle korkutmamalıdır.
10.Kazanmak için her yolu mubah görmemelidir. Nabza göre şerbet vermemelidir.
11.Miting yapmamalı, bunun yerine ekrana çıkmalı veya halkın arasına katılmalıdır. Miting yapacaksa trafik akışını engellemeyecek şekilde bir ortam tercih edilmelidir.
12.Seçim sonuçları açıklanınca seçmeni eleştirmemeli, kazanan rakibini tebrik edip başarılar dilemeli. Kaybedince oylar çalındı vb. bahanelerin arkasına sığınmamalıdır.






Sorunu Önce Kendimizde Arasak... *


Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş.

Bu durumu konuşmak için aile doktoruna danışmış. Doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. "Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle. Eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla. Sonra 20 adım. Cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla."

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Cevap yok.

Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Yine cevap yok.

Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş. 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Hala cevap yok.

Adam mutfağın kapısına gelmiş, artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Yine cevap alamamış. Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş:
--'Hayatım bu akşam yemekte ne var?'
--'Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuuuuuuk' (Kadınlar Sitesi'nden alıntı)

Şimdi arkamıza yaslanıp yukarıda okuduğumuz metni bir de zihnimizden geçirelim. Okurken ve zihnimizden geçirirken bizi gülümseten bu kıssada sorun kimde? Sanırım cevabı hepimiz veririz. Sorun, sorunu başkasında arayan kişidedir.  Bu kıssa her zaman, her yerde, her kişi için geçerli olmasa da kıssadan hisse çıkarırsak birçoğumuzun durumunu çok güzel şekilde özetliyor. Çünkü bir meselede çoğu zaman sorunu kendimizden ziyade başkasında ararız. Acaba bu sorunda benim payım nedir, sorunun kaynağı ben olabilir miyim diye düşünüyor muyuz? Aslında ortaya çıkan bir meselede kendimizi bir öz eleştiriye tabi tutup ardından başkasına yönelsek bugün sorun olarak gördüğümüz birçok şeyi çözer, bir başkasına boşu boşuna kırgın olmaz, var diye bildiğimiz birçok sorunun olmadığını anlayabiliriz. Bunun için önce kendimize yönelmeliyiz. Bunu yapabilen az sayıdaki insanımız; sorundan kaçmayan, sorunları ve kendisiyle yüzleşmekten kaçınmayan özgüveni yüksek kişilerden oluşur. Kişinin kendisini bilmesi demektir bu. Bir olay vuku bulduğunda olayı iyice irdelemeden mazeret ve gerekçeye sığınan ve savunma refleksini harekete geçiren kişilerde görülmez. 

Mazeret, gerekçe ve savunma silahları sorunu kendisinde görmeyen veya görmek istemeyen kişilerin bu silahların arkasına kendilerini saklamalarından ibarettir tüm mesele. Kişiler bu yol ile sadece egolarını tatmin eder. Mazeret ürete ürete, suçu başkasına ata ata gerçeklerden kaçınan bu tipler problemin gerçek kaynağıdır. Anlatılan hikayede olduğu gibi kişi çoğu zaman bu gerçeği görmediği gibi sorunun karşı tarafta olduğuna kendisini de samimiyetle inandırmıştır. Bu durumda okları kendisine döndürmek ve görmesini sağlamak zor mu zor!

*08/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
**07/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



20 Ocak 2019 Pazar

Ah Bir Müdür Olsam!


—Müdür olsam mı acaba?
—Ne müdürlüğü?
—Okul müdürlüğü.
—Ne yapacaksın müdürlüğü? Eğitim ve öğretimi mi düzelteceksin? Eğitimi uçuracak yeni projelerin mi var? Yoksa müdürlüğün artı bir getirisi mi var? Ya da bitmez tükenmez koltuk hırsın mı depreşti yeniden?
—Ne projem var, ne de düzeltecek bir planım. Artı bir getirisi de yok. Koltuk hırsına gelince bu bende bir felsefe haline geldi. Hevesime sekte vuramam ya!
—Dört yıllık geçici bir görev için değer mi o kadar sorumluluk almaya? Hem ne yapacaksın bu zaman zarfında?
—Okulda varlığımı hissettiririm, özellikle dönem sonlarında?
—Dönem sonları derken... Sonra ne varlığı, ne hissettirmesi?
—Mesela karne günü…
—Koca bir dönemde ağırlığını hissettirmeyi düşünmeyip karne günü ne ağırlığı hissettireceksin? Şunun şurasında karne değil mi? Daha önce hazırlanan karneleri verip ardından kısa bir konuşma, sonra İstiklal Marşı'nı birlikte söyleyip öğrencileri evlerine göndereceksin. Tüm yapacağın bu!  Başlamasıyla bitmesi bir olur. Bu durumda ne ağırlığını hissettireceksin? 
—Hemen hemen okulların ekseriyeti son ders saatini beklemeden karneyi verip gönderiyor. Ben akşama yani son derste karneleri dağıttıracağım.
—Eline ne geçecek son saatte karne verdirmekle? Bazen ilçe-il milli eğitim müdürleri hatta bakanlar bile karne  dağıtım törenine katılıyor. Bu törenler son saati beklemeden yapılıyor. Senin amacın ne?
—Dedim ya, varlığımı hissettirmek. Böyle yapmakla sabahtan akşama okulda karne verilecek diye bekleşen öğrenci, öğretmen, personel gün boyunca beni konuşacak, oflayıp puflayacak. Olur mu böyle şey, bu adam eski köye yeni adet mi getiriyor diyecekler. Yüzler asılacak, moralleri bozulacak; oturup kalktıkça ya sabır çekecekler. Böylece tüm okul varlığımı ve neler yapabileceğime dair gücümü görecek.
—Ama bu durumda herkesin nefretini üzerine çekeceksin, değer mi varlığını hissettirmek için buna? 
—Değmez mi? 
—Madem varlığını hissettireceksin,  bunu sene içerisinde eğitim ve öğretimle ilgili kalıcı eser ve projeler üreterek yapsan esas varlığını o zaman hissettirirsin.
—Bence değer, senede bir iki defa da olsa...
—Kusura bakma da böyle yapmakla en mutlu günlerinde öğretmen ve öğrenciyi evlerine moralleri bozuk gönderirsin. Kimse bu hareketinden dolayı seni hayırla anmaz, anlayışsızlıkla suçlar. Onlar gözünde hoş bir seda bırakmazsın. Sen varlığımı hissettireceğim derken egonu tatmin etmeye çalışmış olursun. Kaprislerinin esiri olursun şayet böyle yaparsan. Bence hiç böyle bir şeye kalkışma.
—Yaptım bile!
—Deme! Hiç iyi yapmamışsın. Nasıl geçti karne gününüz? 
—Aslını söylemek gerekirse karneyi son  saat verdireceğim inadımdan ben de memnun kalmadım. Akşamı iple çektim. Ben memnun kalmadım ki öğretmen ve öğrenci memnun kalsın. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Herkes nasıl, ne vakit veriyorsa ben de aynı şekilde karne vereceğim bundan sonra. Kaprislerimin esiri olmayacağım. Böyle ağırlık hissettirme olmaz olsun. Bu da benim kulağıma küpe olsun!



68'inde İkinci Baharı Yaşamak *


Zaman zaman otobüs durağında karşılaşıp hal-hatır sorup şahsen tanıdığım bir öğretmen emeklisiyle bugün durakta tekrar karşılaştım. Selamlaşıp hal hatırdan sonra yanımıza biri daha yaklaştı: "Evlenmişsin yeniden, hayırlı olsun" deyince ben de hayırlı olsun dedim.

İkinci evliliğini yapan emekli öğretmenin sevincine diyecek yoktu. Zaten çok konuşan biriydi. İyice açıldı. Konuştukça konuştu. Az sonra otobüs gelince de bizi bırakıvermedi. Dörtlü koltuğa oturduk. Nasıl evlendiğini anlattı:

Rahmetli hanım vefat edeli iki yıl oldu. Kanser hastasıydı. Tedavisi için çok uğraştım. Son zamanlarında durumu iyice kötüleşince kendisine durmadan hizmet ettim, hiç yüksünmedim.
Vefatından önce çocuklarımı topladı. Benim beş çocuğum var. Hepsi de benim gibi öğretmen. Onlara "Ben öldükten sonra kemiklerimin sızlamasını istemiyorsanız babanızı evlendireceksiniz. Babanız kendi başına yapamaz, sizin yanınıza da gelip kalamaz." dedi.

Eşim vefat edeli iki sene oldu. Eş-dost 200 kadar aday gösterdi. Hepsiyle bir bardak çay içtim. Bir daha da görüşmedim. Çünkü hiçbirine içim ısınmadı. Sonunda 54 yaşında hiç evlenmemiş doğru dürüst ailesi dışarı çıkarmamış bu köylü kızı çıktı karşıma. İlk görüşmemizde bana "Ben sana aşık oldum" dedi. "Ben de seni sevdim, aşık oldum. Benim şu şu şartlarım var" dedim. "Tamam" dedi. "Çocuklarımla tanıştırdım. Çocuklarım da tamam, biz de çok sevdik, evlenin" dediler.

Nikâhımızı kıydıktan sonra yeni hanımım "Haydi rahmetlinin mezarına gidelim" dedi. Gidip dua ettik. Şimdi haftalık ziyaretine gidiyoruz. Her gidişimizde onun sayesinde seninle evlendim, seni buldum" diyor bana. Bizim rahmetliyi de çok seviyor, gezmeyi de. Çünkü ailesi hiçbir yere çıkarmamış. Ben de her akşam gezdiriyorum.

Etrafımda pervane gibi dönüyor, su içeceksem hemen gider, getirir. Üşüme diye çoraplarımı verir. Bana saygıda kusur etmiyor. Size şaka gibi geliyor ama biz çok mutluyuz. Bu, Allah'ın kaderi. Benim karşıma çıkardı. Allah isteyince oluyor, dedi.

Ayrılmadan önce yaşını sordum. 68 yaşındayım ama hiçbir hastalığım yok. Hayatımda hiç ilaç kullanmadım, dedi.

Sonradan evlenenlerin çoğu evliliğinden pek mutlu olmaz, hatta çoğu erkekler kandırılırken bu beyefendinin mutlu olması beni fazlasıyla sevindirdi. Umarım aynı şekilde devam eder. Allah kimsenin huzurunu bozmasın, geçim ve dirlik versin, iyilerle karşılaştırsın.

Not: Merak ettiğim bu yaşında iki yüz kadar gelin adayıyla görüşmüş. Maşallah bu yaşında bu işi nasıl becerdi bilemiyorum. Demek ki sosyal biri. Naçizane vardığım ilk kapıda kaldım. O da utana sıkıla…

* 02/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



19 Ocak 2019 Cumartesi

Düğün Konvoylarını Kontrol Etmenin Yolları *


“Belçika’da arkadaşlarının düğünü için arabalarıyla konvoy yapan 18 Türk, Avrupa’nın en işlek otobanı E17’de, trafiği kilitledikleri, emniyet şeridini kapattıkları, yolda durarak dans ettikleri, araçların camlarından sarktıkları ve araçlarıyla yolda daireler çizdikleri iddiasıyla davalık oldu. Dendermonde’da, 24 Mayıs’ta görülen davada savcılık, davalıların 5 yıl trafikten men edilmesini, trafiği kapatan 6 araca el konulmasını ve kişi başı 2 bin Euro ceza verilmesini talep etti. Mahkemede bir davalının, ‘Bu bizde bir düğün geleneğidir’ sözlerine karşı Yargıç Peter D’Hondt, ‘Bunu evinizde yapabilirsiniz. Yolu tıkarken hastaneye yetişmeye çalışan birinin vaktini çalmış olabileceğinizi düşündünüz mü? E17, Avrupa’nın en kalabalık otobanlardan biri. Sizin dans edebileceğiniz bir yer değil. Aynı zamanda, diğer sürücülerin sinirlenmesine yol açıyorsunuz ve bu davranışınız agresifliğe ve sonucunda ırkçılığa davetiye çıkarıyor, ırkçıları çoğaltıyorsunuz’ yanıtını verdi.” (Haberturk.com)


Habertürk’e konuşan konvoy mağdurlarından damadın arkadaşı, “Türk her yerde Türk’tür, sıkıntı yok. Cezadan korkacak değiliz. Pişman değilim, bir daha düğün olsa, bayrakları asar yine drift yaparız, yine oynarız.” açıklamasını yapıyor.


06 Haziran 2018 yılında haber yapılan bu ilginç haber nedense gözümden kaçmış. Haberi geç görsem de haberin içeriği önemli olduğu için yazı konusu edindim. Çünkü düğün konvoyları Türkiye’nin yıllardır kanayan yarasıdır. Özelikle düğün sezonu dediğimiz yaz aylarında işlek cadde ve sokaklarımızda düğün konvoylarından kaynaklanan trafik terör ve keşmekeşliğini çok sayıda görmemiz mümkün. Konvoyların trafiği felç ettiğini, tıkadığını, kazalara davetiye çağırdığını devletin denetlemekle görevlileri de görüyor, biz vatandaş da. Vatandaş bu tür konvoyları uyaramaz. Kazara uyardığı takdirde başına neler gelebileceğini bilir. Bu işe trafik polisinin el koyması, denetimleri iyi yapması, gerekirse ceza vermesi gerekiyor. Her düğün sezonunda bildik manzaralar devam ettiğine göre sanırım doğru dürüst denetim yok, kesilen ceza da. Ceza verilse de sanırım caydırıcılığı yok. Verilen ceza da genelde silah atmalara uygulanmaktadır. 


Kamuya ait amme hizmeti yapan yollarda düğün/asker uğurlama konvoylarının saçtığı tehlikelerle baş etmek için Danimarka'da olduğu gibi bu olaya karışan kişilerin araçlarına el konması, 5 yıl boyunca trafikten men edilmesi ve bugünün parasıyla karşılığı 12 bin TL'yi bulan veya benzeri bir ceza/lar verilmesi ülkemizde de caydırıcı olur düşüncesindeyim. Hatta verilen cezalar artırılmalı. Çünkü sevinç ve mutluluğumuzu sınırlayamıyoruz. İnsan bir defa evlenir diyerek ölçüyü kaçırabiliyoruz. Danimarka'daki düğünde konvoya katılan damadın arkadaşının aldığı yüklü cezaya rağmen pişmanlık duymadığını ifade ettiği gibi içimizde verilecek cezalara aldırış etmeyenler de çıkabilir. Bu tipler için anlayacakları caydırıcı cezalar düşünülebilir.

Yıllardır süren ve olmazsa olmaz kabul edilen bu konvoy adetlerini bugünden yarına terk etmek kolay değil. Bunun için İçişleri Bakanlığı'nın konvoylara ait uygulanabilir kararlar alması, bu konuda valilikleri yetkili kılması yerinde olur. Her ilde küçük farklılıklar olsa da büyük benzerlik gösteren konvoylar için valilikler bir genelde yayımlayarak vatandaşını bilgilendirebilir. Konvoyları sıkı bir denetime tabi tutabilir. Düğün sahiplerinden takip edecekleri güzergahı isteyebilir, konvoya gerekirse bir polis otosu eşlik edebilir. Belirlenen kurallara uymayanlara alabilecekleri cezalar hatırlatılabilir. Hala uymamakta direnen olursa en ağır ceza verilmelidir. 

Bu tür konvoylara kesilen cezalardan elde edilen paralar da maddi imkânsızlıklardan dolayı düğününü yapamayan damat ve gelin adaylarının düğünlerinde kullanılmak üzere kurulacak bir fona aktarılabilir.


*01/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Gelişmekte Olan Ülkelerde Ekonomi ***


—Ben bu piyasayı anlamış değilim.
—Piyasa derken?
—Ekonomiden bahsediyorum.
—Ne var ekonomide?
—Neler yok ki! Anlayabilene aşk olsun!
—Buna serbest piyasa diyorlar.
—Tamam, serbest piyasa da… Nasıl bir piyasa ki fiyatlar yerinde sayıyor sayıyor. Sonra bir bakmışsın, tavan yapıyor. Haliyle mali gücümüzü sarsıyor, alım gücümüz azalıyor.
—Dediğin bu durum, gelişmekte olan ülkelerde oluyor hep.
—Nasıl gelişme bu? Gelişiyor muyuz yoksa geriliyor muyuz?
—Gelişmekte olan ülkelerin başat sorunu enflasyonla mücadeledir. Her gelen hükümet, enflasyonla mücadele için gelir. Ben enflasyonla mücadele ediyorum diye ne memuruna verir ne de işçisine. Çünkü verdiği bir kuruş fazla zam, enflasyonu azdırır düşüncesine inandırır kendisini. Doğru dürüst yatırım yapmaz. Döviz kurunu fırlatacak icraatlardan kaçınır, yaptığı icraatlar da zorunlu yatırımlardır. Bunu da ülkeye giren sıcak para ile yapar. 
—Ne demek sıcak para?
—Elindeki parasını yatırım yapmayan; faiz, repo, bono, devlet tahvili ve dövizde değerlendiren kişilerin parası. Sıcak para güvenli limanları sever. Asla riske girmez ve riski de sevmez. Bu para ülke ülke gezer. Kendi ülkesinde tutmaz parasını. Çünkü kendi ülkesinde vergi vermesi gerekir, üstelik faiz oranları yüksek değildir. Bizim gibi faiz oranları yüksek, döviz kurunun inişli çıkışlı seyir izlediği ülkelere yatırarak paradan para kazanırlar.  Önünü gördüğü zaman parasını senin ülkene getirir, paraya para demez. Çünkü paradan para kazanır. En ufak bir riskte parasını başka ülkeye kaydırır.
—Tefecilik bu!
—Günümüz tefecisi denebilir bunlara. Ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler bu tefecileri çok sever. Hatta bize yatırım yapsınlar diye teşvik bile ederler. Çünkü ülkeye bu tür para girdi mi piyasa canlanır, vatandaşın cebi para görür, devlet yatırım için kesenin ağzını açar.
—Enflasyonla mücadele bunun neresinde?
—Ülkede sıcak para olunca devletin likidite sorunu olmaz, piyasaya para sürülür, krediler düşürülür, ekonomiyi canlandırmak için müteşebbislere teşvikler verilir, fiyatlar yükselmez. Hatta fiyatlar yerinde sayar. Vatandaşın alım gücü artar. Enflasyon oranları düşük çıkar. Herkeste ekonomi düzeliyor havası oluşur. Bir sevinç bir sevinç!
—İyi değil mi bu?
—Hep böyle gitse eh diyelim. Ama gitmiyor işte. Bir gün bakmışsın ki ekonomideki bu yalancı bahar, yerini önce son bahara, ardından kışa bırakır. Çünkü paran döviz karşısında erimeye, enflasyon yüksek çıkmaya, faiz oranları yükselmeye başlar.
—Neden böyle olur?
—Para asla riski sevmez dedim ya. Asla risk üstlenmez. En ufak bir riskte sıcak para kaçmaya başlar. Faturasını da orta ve dar gelirli öder, dün olduğu gibi bugün de. Çünkü enflasyon azmasın diye baskı altında tutulan ekonomi patlar, enflasyon alır başını gider. Bundan sonra tekrar kemer sıkma dönemi başlar, tekrar başa dönülür. Çünkü sil baştan enflasyonla mücadele edilmesi gerekir. Aynı parayı almana karşılık paran erir gider, fiyatlar uçar. Alım gücün azalır. Firmalarda iflaslar baş gösterir, işçi çıkarmalar artar, işsizlik çoğalır.
—Bundan kurtuluş yok mu?
—Uyguladığımız bu ekonomik sistem devam ettiği müddetçe sürekli  aynı durumla karşılaşacağız. Önce yalancı bahar, ardından kış! Dua et, tufan olmasın. Döngü hep bu şekilde devam edecektir. Bu durumdan kurtulmak için üretime dayalı bir sisteme geçmemiz, ithalat ve ihracat dengesini kurmamız gerekiyor. Biz bu dengeyi kurmadıkça cari açık her zaman başımızın belası olacaktır. Bu da çok zor! Çünkü enerji, akaryakıt, doğalgaz, teknoloji vb. için dışa bağımlıyız.
—Sonuç?
— Yersen…Gelişmekte olan ülkelere biçilen rol bu! Çekmeye devam edeceğiz maalesef. Ne öldürür, ne de ondurur. Öldürmezler. Çünkü sağmaya devam edecekler. Ondurmazlar. Çünkü ayağa kalkmanı istemezler.

***29/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.