20 Ocak 2019 Pazar

Ah Bir Müdür Olsam!


—Müdür olsam mı acaba?
—Ne müdürlüğü?
—Okul müdürlüğü.
—Ne yapacaksın müdürlüğü? Eğitim ve öğretimi mi düzelteceksin? Eğitimi uçuracak yeni projelerin mi var? Yoksa müdürlüğün artı bir getirisi mi var? Ya da bitmez tükenmez koltuk hırsın mı depreşti yeniden?
—Ne projem var, ne de düzeltecek bir planım. Artı bir getirisi de yok. Koltuk hırsına gelince bu bende bir felsefe haline geldi. Hevesime sekte vuramam ya!
—Dört yıllık geçici bir görev için değer mi o kadar sorumluluk almaya? Hem ne yapacaksın bu zaman zarfında?
—Okulda varlığımı hissettiririm, özellikle dönem sonlarında?
—Dönem sonları derken... Sonra ne varlığı, ne hissettirmesi?
—Mesela karne günü…
—Koca bir dönemde ağırlığını hissettirmeyi düşünmeyip karne günü ne ağırlığı hissettireceksin? Şunun şurasında karne değil mi? Daha önce hazırlanan karneleri verip ardından kısa bir konuşma, sonra İstiklal Marşı'nı birlikte söyleyip öğrencileri evlerine göndereceksin. Tüm yapacağın bu!  Başlamasıyla bitmesi bir olur. Bu durumda ne ağırlığını hissettireceksin? 
—Hemen hemen okulların ekseriyeti son ders saatini beklemeden karneyi verip gönderiyor. Ben akşama yani son derste karneleri dağıttıracağım.
—Eline ne geçecek son saatte karne verdirmekle? Bazen ilçe-il milli eğitim müdürleri hatta bakanlar bile karne  dağıtım törenine katılıyor. Bu törenler son saati beklemeden yapılıyor. Senin amacın ne?
—Dedim ya, varlığımı hissettirmek. Böyle yapmakla sabahtan akşama okulda karne verilecek diye bekleşen öğrenci, öğretmen, personel gün boyunca beni konuşacak, oflayıp puflayacak. Olur mu böyle şey, bu adam eski köye yeni adet mi getiriyor diyecekler. Yüzler asılacak, moralleri bozulacak; oturup kalktıkça ya sabır çekecekler. Böylece tüm okul varlığımı ve neler yapabileceğime dair gücümü görecek.
—Ama bu durumda herkesin nefretini üzerine çekeceksin, değer mi varlığını hissettirmek için buna? 
—Değmez mi? 
—Madem varlığını hissettireceksin,  bunu sene içerisinde eğitim ve öğretimle ilgili kalıcı eser ve projeler üreterek yapsan esas varlığını o zaman hissettirirsin.
—Bence değer, senede bir iki defa da olsa...
—Kusura bakma da böyle yapmakla en mutlu günlerinde öğretmen ve öğrenciyi evlerine moralleri bozuk gönderirsin. Kimse bu hareketinden dolayı seni hayırla anmaz, anlayışsızlıkla suçlar. Onlar gözünde hoş bir seda bırakmazsın. Sen varlığımı hissettireceğim derken egonu tatmin etmeye çalışmış olursun. Kaprislerinin esiri olursun şayet böyle yaparsan. Bence hiç böyle bir şeye kalkışma.
—Yaptım bile!
—Deme! Hiç iyi yapmamışsın. Nasıl geçti karne gününüz? 
—Aslını söylemek gerekirse karneyi son  saat verdireceğim inadımdan ben de memnun kalmadım. Akşamı iple çektim. Ben memnun kalmadım ki öğretmen ve öğrenci memnun kalsın. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Herkes nasıl, ne vakit veriyorsa ben de aynı şekilde karne vereceğim bundan sonra. Kaprislerimin esiri olmayacağım. Böyle ağırlık hissettirme olmaz olsun. Bu da benim kulağıma küpe olsun!



68'inde İkinci Baharı Yaşamak *


Zaman zaman otobüs durağında karşılaşıp hal-hatır sorup şahsen tanıdığım bir öğretmen emeklisiyle bugün durakta tekrar karşılaştım. Selamlaşıp hal hatırdan sonra yanımıza biri daha yaklaştı: "Evlenmişsin yeniden, hayırlı olsun" deyince ben de hayırlı olsun dedim.

İkinci evliliğini yapan emekli öğretmenin sevincine diyecek yoktu. Zaten çok konuşan biriydi. İyice açıldı. Konuştukça konuştu. Az sonra otobüs gelince de bizi bırakıvermedi. Dörtlü koltuğa oturduk. Nasıl evlendiğini anlattı:

Rahmetli hanım vefat edeli iki yıl oldu. Kanser hastasıydı. Tedavisi için çok uğraştım. Son zamanlarında durumu iyice kötüleşince kendisine durmadan hizmet ettim, hiç yüksünmedim.
Vefatından önce çocuklarımı topladı. Benim beş çocuğum var. Hepsi de benim gibi öğretmen. Onlara "Ben öldükten sonra kemiklerimin sızlamasını istemiyorsanız babanızı evlendireceksiniz. Babanız kendi başına yapamaz, sizin yanınıza da gelip kalamaz." dedi.

Eşim vefat edeli iki sene oldu. Eş-dost 200 kadar aday gösterdi. Hepsiyle bir bardak çay içtim. Bir daha da görüşmedim. Çünkü hiçbirine içim ısınmadı. Sonunda 54 yaşında hiç evlenmemiş doğru dürüst ailesi dışarı çıkarmamış bu köylü kızı çıktı karşıma. İlk görüşmemizde bana "Ben sana aşık oldum" dedi. "Ben de seni sevdim, aşık oldum. Benim şu şu şartlarım var" dedim. "Tamam" dedi. "Çocuklarımla tanıştırdım. Çocuklarım da tamam, biz de çok sevdik, evlenin" dediler.

Nikâhımızı kıydıktan sonra yeni hanımım "Haydi rahmetlinin mezarına gidelim" dedi. Gidip dua ettik. Şimdi haftalık ziyaretine gidiyoruz. Her gidişimizde onun sayesinde seninle evlendim, seni buldum" diyor bana. Bizim rahmetliyi de çok seviyor, gezmeyi de. Çünkü ailesi hiçbir yere çıkarmamış. Ben de her akşam gezdiriyorum.

Etrafımda pervane gibi dönüyor, su içeceksem hemen gider, getirir. Üşüme diye çoraplarımı verir. Bana saygıda kusur etmiyor. Size şaka gibi geliyor ama biz çok mutluyuz. Bu, Allah'ın kaderi. Benim karşıma çıkardı. Allah isteyince oluyor, dedi.

Ayrılmadan önce yaşını sordum. 68 yaşındayım ama hiçbir hastalığım yok. Hayatımda hiç ilaç kullanmadım, dedi.

Sonradan evlenenlerin çoğu evliliğinden pek mutlu olmaz, hatta çoğu erkekler kandırılırken bu beyefendinin mutlu olması beni fazlasıyla sevindirdi. Umarım aynı şekilde devam eder. Allah kimsenin huzurunu bozmasın, geçim ve dirlik versin, iyilerle karşılaştırsın.

Not: Merak ettiğim bu yaşında iki yüz kadar gelin adayıyla görüşmüş. Maşallah bu yaşında bu işi nasıl becerdi bilemiyorum. Demek ki sosyal biri. Naçizane vardığım ilk kapıda kaldım. O da utana sıkıla…

* 02/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



19 Ocak 2019 Cumartesi

Düğün Konvoylarını Kontrol Etmenin Yolları *


“Belçika’da arkadaşlarının düğünü için arabalarıyla konvoy yapan 18 Türk, Avrupa’nın en işlek otobanı E17’de, trafiği kilitledikleri, emniyet şeridini kapattıkları, yolda durarak dans ettikleri, araçların camlarından sarktıkları ve araçlarıyla yolda daireler çizdikleri iddiasıyla davalık oldu. Dendermonde’da, 24 Mayıs’ta görülen davada savcılık, davalıların 5 yıl trafikten men edilmesini, trafiği kapatan 6 araca el konulmasını ve kişi başı 2 bin Euro ceza verilmesini talep etti. Mahkemede bir davalının, ‘Bu bizde bir düğün geleneğidir’ sözlerine karşı Yargıç Peter D’Hondt, ‘Bunu evinizde yapabilirsiniz. Yolu tıkarken hastaneye yetişmeye çalışan birinin vaktini çalmış olabileceğinizi düşündünüz mü? E17, Avrupa’nın en kalabalık otobanlardan biri. Sizin dans edebileceğiniz bir yer değil. Aynı zamanda, diğer sürücülerin sinirlenmesine yol açıyorsunuz ve bu davranışınız agresifliğe ve sonucunda ırkçılığa davetiye çıkarıyor, ırkçıları çoğaltıyorsunuz’ yanıtını verdi.” (Haberturk.com)


Habertürk’e konuşan konvoy mağdurlarından damadın arkadaşı, “Türk her yerde Türk’tür, sıkıntı yok. Cezadan korkacak değiliz. Pişman değilim, bir daha düğün olsa, bayrakları asar yine drift yaparız, yine oynarız.” açıklamasını yapıyor.


06 Haziran 2018 yılında haber yapılan bu ilginç haber nedense gözümden kaçmış. Haberi geç görsem de haberin içeriği önemli olduğu için yazı konusu edindim. Çünkü düğün konvoyları Türkiye’nin yıllardır kanayan yarasıdır. Özelikle düğün sezonu dediğimiz yaz aylarında işlek cadde ve sokaklarımızda düğün konvoylarından kaynaklanan trafik terör ve keşmekeşliğini çok sayıda görmemiz mümkün. Konvoyların trafiği felç ettiğini, tıkadığını, kazalara davetiye çağırdığını devletin denetlemekle görevlileri de görüyor, biz vatandaş da. Vatandaş bu tür konvoyları uyaramaz. Kazara uyardığı takdirde başına neler gelebileceğini bilir. Bu işe trafik polisinin el koyması, denetimleri iyi yapması, gerekirse ceza vermesi gerekiyor. Her düğün sezonunda bildik manzaralar devam ettiğine göre sanırım doğru dürüst denetim yok, kesilen ceza da. Ceza verilse de sanırım caydırıcılığı yok. Verilen ceza da genelde silah atmalara uygulanmaktadır. 


Kamuya ait amme hizmeti yapan yollarda düğün/asker uğurlama konvoylarının saçtığı tehlikelerle baş etmek için Danimarka'da olduğu gibi bu olaya karışan kişilerin araçlarına el konması, 5 yıl boyunca trafikten men edilmesi ve bugünün parasıyla karşılığı 12 bin TL'yi bulan veya benzeri bir ceza/lar verilmesi ülkemizde de caydırıcı olur düşüncesindeyim. Hatta verilen cezalar artırılmalı. Çünkü sevinç ve mutluluğumuzu sınırlayamıyoruz. İnsan bir defa evlenir diyerek ölçüyü kaçırabiliyoruz. Danimarka'daki düğünde konvoya katılan damadın arkadaşının aldığı yüklü cezaya rağmen pişmanlık duymadığını ifade ettiği gibi içimizde verilecek cezalara aldırış etmeyenler de çıkabilir. Bu tipler için anlayacakları caydırıcı cezalar düşünülebilir.

Yıllardır süren ve olmazsa olmaz kabul edilen bu konvoy adetlerini bugünden yarına terk etmek kolay değil. Bunun için İçişleri Bakanlığı'nın konvoylara ait uygulanabilir kararlar alması, bu konuda valilikleri yetkili kılması yerinde olur. Her ilde küçük farklılıklar olsa da büyük benzerlik gösteren konvoylar için valilikler bir genelde yayımlayarak vatandaşını bilgilendirebilir. Konvoyları sıkı bir denetime tabi tutabilir. Düğün sahiplerinden takip edecekleri güzergahı isteyebilir, konvoya gerekirse bir polis otosu eşlik edebilir. Belirlenen kurallara uymayanlara alabilecekleri cezalar hatırlatılabilir. Hala uymamakta direnen olursa en ağır ceza verilmelidir. 

Bu tür konvoylara kesilen cezalardan elde edilen paralar da maddi imkânsızlıklardan dolayı düğününü yapamayan damat ve gelin adaylarının düğünlerinde kullanılmak üzere kurulacak bir fona aktarılabilir.


*01/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Gelişmekte Olan Ülkelerde Ekonomi ***


—Ben bu piyasayı anlamış değilim.
—Piyasa derken?
—Ekonomiden bahsediyorum.
—Ne var ekonomide?
—Neler yok ki! Anlayabilene aşk olsun!
—Buna serbest piyasa diyorlar.
—Tamam, serbest piyasa da… Nasıl bir piyasa ki fiyatlar yerinde sayıyor sayıyor. Sonra bir bakmışsın, tavan yapıyor. Haliyle mali gücümüzü sarsıyor, alım gücümüz azalıyor.
—Dediğin bu durum, gelişmekte olan ülkelerde oluyor hep.
—Nasıl gelişme bu? Gelişiyor muyuz yoksa geriliyor muyuz?
—Gelişmekte olan ülkelerin başat sorunu enflasyonla mücadeledir. Her gelen hükümet, enflasyonla mücadele için gelir. Ben enflasyonla mücadele ediyorum diye ne memuruna verir ne de işçisine. Çünkü verdiği bir kuruş fazla zam, enflasyonu azdırır düşüncesine inandırır kendisini. Doğru dürüst yatırım yapmaz. Döviz kurunu fırlatacak icraatlardan kaçınır, yaptığı icraatlar da zorunlu yatırımlardır. Bunu da ülkeye giren sıcak para ile yapar. 
—Ne demek sıcak para?
—Elindeki parasını yatırım yapmayan; faiz, repo, bono, devlet tahvili ve dövizde değerlendiren kişilerin parası. Sıcak para güvenli limanları sever. Asla riske girmez ve riski de sevmez. Bu para ülke ülke gezer. Kendi ülkesinde tutmaz parasını. Çünkü kendi ülkesinde vergi vermesi gerekir, üstelik faiz oranları yüksek değildir. Bizim gibi faiz oranları yüksek, döviz kurunun inişli çıkışlı seyir izlediği ülkelere yatırarak paradan para kazanırlar.  Önünü gördüğü zaman parasını senin ülkene getirir, paraya para demez. Çünkü paradan para kazanır. En ufak bir riskte parasını başka ülkeye kaydırır.
—Tefecilik bu!
—Günümüz tefecisi denebilir bunlara. Ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler bu tefecileri çok sever. Hatta bize yatırım yapsınlar diye teşvik bile ederler. Çünkü ülkeye bu tür para girdi mi piyasa canlanır, vatandaşın cebi para görür, devlet yatırım için kesenin ağzını açar.
—Enflasyonla mücadele bunun neresinde?
—Ülkede sıcak para olunca devletin likidite sorunu olmaz, piyasaya para sürülür, krediler düşürülür, ekonomiyi canlandırmak için müteşebbislere teşvikler verilir, fiyatlar yükselmez. Hatta fiyatlar yerinde sayar. Vatandaşın alım gücü artar. Enflasyon oranları düşük çıkar. Herkeste ekonomi düzeliyor havası oluşur. Bir sevinç bir sevinç!
—İyi değil mi bu?
—Hep böyle gitse eh diyelim. Ama gitmiyor işte. Bir gün bakmışsın ki ekonomideki bu yalancı bahar, yerini önce son bahara, ardından kışa bırakır. Çünkü paran döviz karşısında erimeye, enflasyon yüksek çıkmaya, faiz oranları yükselmeye başlar.
—Neden böyle olur?
—Para asla riski sevmez dedim ya. Asla risk üstlenmez. En ufak bir riskte sıcak para kaçmaya başlar. Faturasını da orta ve dar gelirli öder, dün olduğu gibi bugün de. Çünkü enflasyon azmasın diye baskı altında tutulan ekonomi patlar, enflasyon alır başını gider. Bundan sonra tekrar kemer sıkma dönemi başlar, tekrar başa dönülür. Çünkü sil baştan enflasyonla mücadele edilmesi gerekir. Aynı parayı almana karşılık paran erir gider, fiyatlar uçar. Alım gücün azalır. Firmalarda iflaslar baş gösterir, işçi çıkarmalar artar, işsizlik çoğalır.
—Bundan kurtuluş yok mu?
—Uyguladığımız bu ekonomik sistem devam ettiği müddetçe sürekli  aynı durumla karşılaşacağız. Önce yalancı bahar, ardından kış! Dua et, tufan olmasın. Döngü hep bu şekilde devam edecektir. Bu durumdan kurtulmak için üretime dayalı bir sisteme geçmemiz, ithalat ve ihracat dengesini kurmamız gerekiyor. Biz bu dengeyi kurmadıkça cari açık her zaman başımızın belası olacaktır. Bu da çok zor! Çünkü enerji, akaryakıt, doğalgaz, teknoloji vb. için dışa bağımlıyız.
—Sonuç?
— Yersen…Gelişmekte olan ülkelere biçilen rol bu! Çekmeye devam edeceğiz maalesef. Ne öldürür, ne de ondurur. Öldürmezler. Çünkü sağmaya devam edecekler. Ondurmazlar. Çünkü ayağa kalkmanı istemezler.

***29/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




18 Ocak 2019 Cuma

Sakın Bugünlerde Ispanak Almaya Kalkmayın! *


Bugün mahallenizde semt pazarı var. Eşiniz "Bunlar bunlar alınacak" dedi, elinize bir liste tutuşturdu. Listeye şöyle bir göz atıyorsun. Genelde haftalık alınacaklar. Gitmelisin. Yoksa bir hafta boyunca ne yiyeceksin? 

Pazara gidiyorsun. Sebze ve meyve artık ne istendiyse alışverişe başlıyorsun. Listeye tekrar göz atıyorsun. Ispanak da var listede. Kaç para diye soracaksın. Çünkü Konya semt pazarında isen kolay kolay fiyat yazılmaz. Ancak sattığı, diğer tezgahlardan daha ucuza ise işte o zaman fiyat yazar. 

Sormuş bulundum ıspanağı. Fiyatını duyar duymaz kilodan feragat ederek yarım kilo ver dedim. Ardından niçin bu kadar ucuz dedim. Normal. Çünkü bugünlerde ıspanak gelmiyor dedi. Sormuş bulundum, almadan geri dönsem olmaz. Parayı uzattım. Poşeti alır almaz arkama bakmadan uzaklaştım.

Nasıl uzaklaşmam? Çünkü ödediğim para dokundu bana, hatta ok gibi saplandı. Yürüsem falan tadı yok. Sonra nasıl yiyeceğim? Söyle şunun fiyatını artık dediğinizi duyar gibiyim. Sıkı durun. Bir kilo ıspanağın kilosu 10 lira. Bereket yarım kilo alarak kar ettim. Poşete de para vermedim. Çünkü pazarın poşeti çevreye zarar vermiyor. Belki de tek karım bu. O da 25 kuruşluk bir kar.

Biz kaç aydır soğanın fiyatına bakarken  esas vurgun ıspanaktaymış da haberim yokmuş. 

Tüm bunları niye yazıyorum. Ben yandım, siz yanmayın diye. Siz siz olun, bugünlerde sakın ıspanak falan almaya kalkmayın. Eşiniz illa ıspanak olacak derse önce ikna etmeye çalışın. Bu hafta ıspanak yemezsek ölmeyiz. Pazarcıyla ortak mısın, beni mi tutuyorsun, yoksa pazarcıyı mı deyin. Baktınız hala ıspanak da ıspanak diye tutturursa dinlemeyin. Suratınızı asın, biraz yüzünüzü gösterin. Yani sert olun. Baktınız, huzurunuz bozulacak. Gerekirse birkaç gün konuşmayın. Hâlâ alacaksın o ıspanağı derse olmazsa -hiç tavsiye etmem- iki vurun. Eşiniz polise gidip eşim bana şiddet uyguladı "beyanı" vermeden önce siz savcılığa giderek eşime şiddet uyguladım deyin. Yani "beyanı" siz verin. Hakim ne yapacak size? 6 ay eve ve eşinize yaklaşma yasağı koyar. Hatta hakim pişman mısın derse değilim, bugün olsa yine yaparım deyin. Eve girme yasağınız olduğu için ıspanak almaktan da böylece kurtulmuş olursunuz.

Biliyorum, garip karşıladınız fikrimi. Bence ıspanağa o kadar parayı vermektense tüm bunları yapmaya ve çekmeye değer.

* 23/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




17 Ocak 2019 Perşembe

Gözünü Sevdiğimin DEAŞ'ı! ***


Yıllardır Suriye ve Irak'a çöreklenmiş, sömürdükçe sömürmeye devam eden ABD, “maliyetli oluyor, hem de askerimize daha fazla zarar gelmesin” diye Suriye'deki askerini çekeceğim dedi ya. Bizim DEAŞ "Ortak, nereye gidiyorsun, daha buradaki görevin sona ermedi, sen gidersen bize kim bakacak, bizim durumumuz ne olacak, biz senin sayende buradayız" dercesine ABD askerlerine bombalı eylem düzenledi hemen. Gözünü sevsinler hiç yanıltmadılar beni.

PYD/YPG sayesinde Suriye'nin 1/3'ünü işgal eden ABD, burada bulunmasını DEAŞ ile mücadele etmeyi gerekçe göstermişti. Bunun için tüm senaryolar hazırlandı. Önce DEAŞ, Irak'ı da kapsayacak şekilde Suriye'nin hemen hemen tamamında boy gösterdi. Bu vesileyle Suriye'ye giren ABD, kendi ürettiği made in USA terör örgütüyle mücadeleye başladı. DEAŞ'ı çıkarmak için bir diğer ortağı YPG/PYD'yi gönderdi. Doğru dürüst çatışma olmadan DEAŞ, işgal ettikleri yerleri bir bir PYD'ye teslim etti. İşgal ettiği yerden güle oynaya çıkarılan DEAŞ'ın nereye gittiği, ABD'ce malum olmasına rağmen bizce meçhul. Yıllardır Suriye'de terörle mücadele ediyorum görünen ABD askerinin doğru dürüst burnu kanamadı. Niye kanasın ki? Nasılsa ürettiği DEAŞ kendisine çalışıyor, YPG emrinde. Oyun bu şekilde devam ederken ABD, işgal ettiği yerleri işbirlikçileri aracılığıyla bu oyuna devam etmek istedi. Orta yerde DEAŞ diye bir örgüt kalmadı diyenlere "Bak hala DEAŞ Suriye'de aktif, bizim askerlerimize bombalı eylem gerçekleştirdi" dercesine varlık sebebini meşrulaştırmak istiyor. Bombalama eylemini de hemen DEAŞ üstleniyor. 2011'den beri Suriye'de devam eden bu kirli oyunun devamını isteyenler DEAŞ'a bombanın pimini çektirdi.

DEAŞ'ın bu durumu -teşbihte hata olmasın. Zira taban tabana zıt- nedense bana Osmanlı'daki Akıncı kuvvetlerini aklıma getirdi. Akıncılar, Osmanlı'nın askeri teşkilatında sınır bölgelerinde düşman ülkelere akınlar düzenleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari birliklerine verilen addır. Bu birlikler fetihlerde Osmanlı'ya büyük katkı sağlamışlardır. ABD de bir yeri işgal etmek istediği zaman öncü kuvvet olarak DEAŞ'ı gönderiyor. DEAŞ girdiği yeri yakıp yıkıyor, sivil vatandaşı öldürüyor. Ortam hazırlanınca ABD gelip çöküyor.

Burada yanlış anlaşılmasın, Akıncılar ile DEAŞ aynı işlevi görüyor demek istemiyorum. Akıncılar Osmanlı'nın bir askeri birliği iken DEAŞ, bizden yani Müslüman. Akıncılar masum halkı öldürmezken DEAŞ, Müslüman kanı akıtıyor. Akıncılar, bir yere adalet götürmeyi hedeflerden DEAŞ, gittiği yere zulüm götürüyor, gittiği yeri yaşanmaz kılıyor, İslam diyarlarını ABD’ye peşkeş çekiyor.

Bakmayın siz üstlendiği bombalı eyleminde  DEAŞ'ın 4-5 ABD askerini öldürdüğüne. Kızsak da, nefret etsek de, bunlar nasıl Müslüman böyle desek de DEAŞ, kendisine verilen görevi harfiyen yerine getiriyor. Bu görev bilincinden dolayı bize düşen DEAŞ'ı tebrik etmektir.

*** 22/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Onca Aday Arasında Aday Kıtlığı Çekmek ***


Bir parti, ilçe teşkilatının başına birini ilçe başkanı yapsın. Ardından bu kişi belediye başkanlığına soyunsun. Sen bunu aday yap. 

Bir beş yıl partinde belediye başkanlığı yaptıktan sonra ikinci döneminde belediye başkan adaylığı için mevcut belediye başkanını değil de bir başkasını tercih et. 

Adam senin bu tercihine saygı duymayıp gitsin, bir başka partiden aday olarak karşına rakip çıksın ve kazanamasın.

Olur mu böyle şey? Olur. Zira bizim siyasetimiz her zaman bu tür adaylara gebe. Buna alışkınız. Ama bundan sonra başka şeylere de alışmamız gerekecek. Buyurun okuyalım:

Bir beş yıl sonra yeni bir seçimde adam tekrar kapına gelip aday adayı olsun ve sen bunu tekrar aday olarak seç.

Adaylık için başka müracaat mı yok? Partide aday kıtlığı mı çekiliyor? Niçin eski başkanda karar kılınıyor? Bu aday çok mu ehil?

Bildiğim kadarıyla iki elin parmağı kadar aday, aday adaylığı müracaatında bulundu. Üstelik adaylar arasında birbirinden değerli kişiler var. Burada sebep ne ola? Anlayabilen varsa beri gelsin.

Ben yeniden aday yapılan adayın kalitesini, iş bitiriciliğini, liyakatini ve ehliyetini sorgulamıyorum. Bütün özellikler kendisinde olabilir. Ama parti, bu adayı yeniden aday yapmadan önce "Arkadaş! Sen geçen dönem seni aday yapmadığımız için çekip giden, çekip gitmekle kalmayıp başka bir partiden aday olarak bizim karşımıza çıkan değil misin? Bugün ne değişti de tekrar bize geldin? Dün gitmekle hata yaptığına mı kanaat getirdin" demeli değil miydi? Ama gördüğüm kadarıyla böyle demediği gibi yeniden aday gösterdiğine göre sanırım geçmişte hata yaptığını parti, kabul etmiş görünüyor. 

Siyasi parti dediğin biraz omurgalı olmalıydı. Küçük bir tercihinde vurup kapıyı gideni yeniden aday yapmamalıydı. Aslında bırakıp gideni şu ana kadar üstünü çizen parti, dün dündür deyip hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsa bu parti sapla samanı karıştırmaya ve kendi prensipleriyle çelişmeye başlamış demektir. Demek ki prensibini kişiye göre değiştirir olmuş bir parti var karşımızda.

Nasılsa oy deposu! Ha Ali olmuş, ha Veli! Nasılsa partisi kazanacak, bıçak sırtı bir yer değil. Diğer adaylar kırılırmış, küsermiş, önemli değil. Buna dense dense akıl tutulması denir.

Hayırlısı! Ne diyelim? Demek ki siyaset denilen böyle bir şeymiş...



***24/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.