11 Ocak 2019 Cuma
Keşke Her Gün Seçim Olsa!
Muhtar mı Olsam Acaba? ***
*** 15.01.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
10 Ocak 2019 Perşembe
Harici Kafa veya İŞİD Kafa
İki İnsan Tipi, Seç-Beğen! (2)
Öğle vakti hem namazımı kılayım, hem de görüşebilirsem
akademisyen hoca ile görüşeyim diye mezun olduğum okuluma gittim. Randevu da
almamıştım ama ne de olsa evim, yerinde ve müsait ise görüşürüm dedim.
Görüşmek istediğim kişinin odasını araya araya buldum.
Kapıda üç kişinin ismi vardı. Demek ki üç kişi bir odayı paylaşıyor. Kapıyı
çaldım, aradığım yoktu. İçeride bir kişi vardı. Falan hocam yok mu dedim. Elini
iki tarafa açtı, masayı gösterdi yok anlamında. Kaçta gelir dedim. Ellerini
yine iki tarafa açtı. Bugün gelir mi dedim. Yine ellerini açtı. Bu sefer ilave
bir şey yaptı. Bu iyiliğini asla unutmayacağım: Bilmiyorum dedi. Allah razı
olsun. En azından hem beni muhatap aldı, cevap verdi, hem de konuştu. Lal
olmadığını öğrendim. Kendisinden bir şey daha öğrendim: Allah'ın iletişimde
kullanın diye verdiği dilin ulu orta kullanılmayacağını. Sonra niye yorsun
kendisini? Allah o dili boş yere kullan diye vermedi ya! Önemli olan yerinde ve
zamanında, uygun kişiye kullanmak. O da böyle yaptı. Mesela bana hoş geldiniz,
size nasıl yardımcı olabilirim, dur oda arkadaşımı bir arayayım veya randevun
var mıydı falan derse, akademisyen ve ilim adamlığının değerini de düşürmüş
olurdu. Sonra ben kimim ki? Orası kapıcı dairesi mi? Koskoca Prof’ların odası.
Verdiği desteğe teşekkür ederek kapıyı kapatırken bana bir iyilik daha yaptı:
Kafasını salladı.
Dışarıda biraz oyalandım. Namaz vakti camiye gidip namazımı
kıldım. Görüşmek istediğim kişiyi cebinden aradım, cevap yok. Sanırım yoğun
dedim. Az daha bekledim. Dönüş olmayınca kendimi tanıtarak görüşebilir miyiz
mesajı yazdım. Cevap alamayınca acaba arka kapıdan odasına geçmiş olabilir mi
diye tekrar odasına çıktım. Yine aynı mübarek. Sanırım gelmedi dedim. Masayı
gösterdi: “Kör müsün yok” dercesine.
Sonunda zannedersem bugün fakülteye uğramayacak deyip
çarşıya geçtim. Ben çarşıdayken şu anda fakültedeyim mesajı geldi. Geliyorum
mesajı gönderdim. Az önce gittiğim çarşıdan tekrar fakülteye geldim. Hızlıca
odasına çıktım. Bu sefer odada üçüncü masanın akademisyeni vardı. Selam
verdikten sonra hocamız yok mu dedim. Gitti dedi. Çaresiz geri döndüm. Yolda
tekrar cebini aradım. Cevap yok. Akşam yaklaştı, görüşemeyeceğiz diye evime
geldim. Odamdayım mesajı geldi. Bu nasıl iş dedim kendi kendime. Aynı
odayı paylaşanların birbirinden haberleri yok.
Evden hızlıca çıkıp birkaç defa bakıp geri döndüğüm odayı
açtım. Şükür kavuşturana. Görüşmek için can attığım, aradığım bu sefer
odasındaydı. Üstelik bu sefer iki akademisyen birden vardı odada. Biri
aradığım, diğeri de ellerini iki yana açarak "Bak gördüğün gibi odada
benden başka kimse yok" muamelesi yapan.
Selam vererek oturdum. Hoş geldin dediler. Çay içiyorlarmış
bisküvinin yanında. Çay ya da başka ne içersin tekliflerine, çay olsun dedim. Çayımızı
yudumlarken öğlenden beri ellerini iki yana açarak anlaştığım akademisyen
hocamız sınav yapacakmış, eline sınav kağıtlarını alarak çıktı. Görüşmek
istediğimle baş başa kaldım. Kendisiyle bir 45 dakika kadar konuştum. Pek
meramımı anlatamadım. Zira ayrı tellerden çaldık birbirimize. Resmi ve soğuk
bir görüşme oldu. Kendisine teşekkür ederek vedalaştım.
Size biri aynı günün sabahında, diğeri aynı günün öğleden
sonrasında olmak üzere iki görüşme: Seçin, beğenin. Sabah ki fakültede
sıcaklık, öğlenkinde soğukluk hissettim. Sabah ki okuluyla, akademisyeniyle
yabancısı olduğum bir okul, öğlen ki içerisinde üç yıl okuduğum, okuluyla,
akademisyeniyle tanıdığım bir okul.
Her iki görüşmem de benim istediğim gibi cereyan etmemesine
rağmen sabahkinden mutlu, öğlenkinden mutsuz ayrıldım. Sabahkinde ilgi, alaka,
insanlık ve sıcaklık görürken öğlenkinde tam zıddını gördüm. Üstelik yuvam
dediğim okulum yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü düsturunu prensip edinmiş,
dini tedrisat yapan bir yer, diğeri beşeri ilimleri tedris eden bir yer.
Birinde tevazu, diğerinde kibir vardı. Birinde beni anlamaya çalışma ve dinleme
varken diğerinde suçlama ve akıl verme vardı. Birinde değer verme varken
diğerinde savunma vardı. Biri toprağı temsil ederken, diğeri ateşi temsil ediyordu
adeta. Birinde kibir-saldırı ve savunma varken diğerinde tevazu-dinleme ve
anlamaya çalışma vardı. Birinde aynı odayı paylaşmayanların birbirinden
haberdar olmaları varken diğerinde aynı odayı paylaşanların birbirinden kopuk olmaları
vardı.
İki İnsan Tipi, Seç-Beğen! (1)
Bugün bir üniversitenin iki fakültesine misafir gittim. İki
farklı muameleyle karşılaştım. Birinde ilgi, alaka, iletişim, güler yüz,
sıcaklık; diğerinde ilgisizlik, iletişimsizlik, asık surat, soğukluk gördüm. Birinciden
içim içime sığmayacak şekilde mutlu ayrılırken diğerinden üzüntüyle ayrıldım.
Dünya hayatı böyle olsa gerek. Allah bir sevindirir, bir üzer. Bu şekilde denge
sağlanmış oluyor. Herkes bana ilgi gösterse kerameti kendimden bilip adamların
başına çıkabilirdim. Herkes ilgisiz kalsa hayata küserdim. Sonunda biri beni
sevindirirken diğeri üzdü. Şu anda 1-1 beraberim. Yani bu yolda ne galibim ne
de mağlup.
İlk görüşmem eksi onlarda gezen bir günün sabahındaydı.
Ortalık kış-kıyamet. Ne olur ne olmaz diyerek randevu saatime biraz erken
gittim. Koridorda oyalanıp vaktimi doldurayım derken gençten biri, "Falan
hocamla mı görüşeceksiniz, daha gelmedi. Buyurun odama geçelim. Çay ikram
edeyim, orada beklersiniz" dedi. Teşekkür ettim kendisine. Ben şurada güneşleneyim,
yukarıdan aşağıyı temaşa edeyim dedim. Peki, o zaman dedi, geçip gitti.
Pencereden etrafı kolaçan ediyorum. Bir taraftan da
havadisler için cep telefonum marifetiyle sanal aleme göz gezdiriyorum.
Dalmıştım ki az önce beni odasına davet eden tekrar geldi. Beyefendi! Lütfen
odama geçelim diyerek ısrarcı oldu. Birlikte odasına doğru yürüdük. 8-10 kapı
geçtikten sonra açık olan odasının kapısına buyur etti beni. Giriyorum ama bu
kimdir diye kapının solundaki isimlere baktım. İki kişinin paylaştığı bir
akademisyen odasıydı burası. Hoş geldin dedikten sonra bir çay getireyim
diyerek odasından çıktı. Az sonra elinde bir bardakla içeri girdi. Çayımı
yudumlarken tanıştık. Öğretmen olduğumu söyledim. Babasının da öğretmen
olduğunu söyledi. Çayımı içtim, müsaade istedim. Olmaz dedi ve yerinden kalktı,
benim görüşeceğim kişinin gelip gelmediğine bakmaya gitti. Bunu birkaç defa
daha yaptı. O gidip geldikçe ben mahcup oldum ve bunu da belirttim. Çünkü
odasıyla bakıp geldiği yer mesafeliydi. Hepsine estağfurullah dedi.
Memleketini sordum bu genç akademisyenin. Konyalı mısın dedim. Konyalı oldum,
eşim buralı dedi. Gencin ilgisinden Akdeniz bölgesinden misin dedim tekrar. Ege
tarafından dedi. Sıcak bölgenin insanları sıcakkanlı olur der, İbn Haldun. Biz
Konyalılar Akdeniz ikliminden mahrumuz. Bu yüzden biraz soğuğuz dedim. Buna da
estağfurullah dedi. Randevu saatim bu şekilde geldi.
Birlikte odasından çıktık, koridorda görüşeceğim
akademisyenle karşılaştık. Bana çay ikram ede, elinde sınav evrakıyla sınav
yapmak için sınav salonuna giderken ben de akademisyen hocanın buyuruna icabet
ettim. 20 dakikalık bir görüşme yaptıktan sonra ayrıldım.
Hocası gelinceye kadar beni odasında ağırlayan asistan da Prof.
Hoca da sağ olsunlar misafirperverliğin alasını gösterdiler. Hiçbir
beklentileri de yoktu benden. Mevkice benden üstün olmalarına rağmen kendilerinden
tevazu gördüm, insanlık gördüm. Yeterince tanımadığım bu kişiler, gösterdikleri
bu sıcakkanlılığın kat kat fazlasını inşallah hayatları boyunca muhataplarından
görürler.
***